• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Döneminde Balıkçılık

2. ARAŞTIRMA SAHASININ COĞRAFÎ, TARİHÎ ve KÜLTÜREL ARKA PLANI

2.3. Giresun ve Trabzon İlleri Balıkçılığının Tarihî Süreçleri

2.3.2. Osmanlı Döneminde Balıkçılık

2.3.2. Osmanlı Döneminde Balıkçılık

Giresun ve Trabzon illeri balıkçılığının gelişim süreçlerini takip etmek Osmanlı döneminde yazılan eserlerle tekrar mümkün olabilmektedir94

. Bu anlamda Trabzon ve çevresi balıkçılarına ve balıkçılık kültürüne dönük detaylı bilgiler içeren Osmanlı dönemi kaynakları içinde ilk sırada 1596 ve 1598 yılları arasında Âşık Mehmet tarafından kaleme alınan Menâzırü’l-‘Avâlim adlı eser yer almaktadır. Âşık Mehmet, palamut, lüfer, mezgit, istavrit, kalkan, kefal, levrek, mersin, yayın, turna, tekir ve izmarit gibi balık çeşitleri hakkında bilgilere de yer verdiği eserinde, hamsiden hareketle yörenin balıkçılık kültürüne dönük en eski bilgilerden bazılarını da ortaya koyar. Âşık Mehmed’in hamsi özelinde verdiği bilgiler şu şekildedir (2007: 1027):

(…) Tarabzon bahrinde esmâk-i nefise sayd olunur. Mezgid balığı ve kalkan balığı cümlesinün enfes ve ercahıdur ki kalkan balığı Tarabzon bahri ile halîc-i Kostantîniyye'de firâvândur ve Tarabzon bahrinde eyyâm-ı hamsînde bir hurda mâhî sayd olunur ki halk-ı Tarabzon hamsînî lafzını tagyîr ile ana habsi balığı tesmiye iderler. Zurefâ-yı halk-ı Tarabzon ‘avamını habsi balığı ile istihzâ iderler. Zîrâ eyyâm-ı hamsînde bu hurda mâhînün sayyâdları süfün-i sıgâr ile bunı sayd itdükde halka i’lâm içün bir nefîr nefh iderler ki sadâsı iki üç fersah mesâfeye vâsıl olur ve bu nefîrün sadâsın işidenlerün ölüsi dirisine binüp habsi balığı çıkmış deyü ser-i pâ bürehne giderler. Ma‘a-hâzâ bu hurda mâhî ‘asî-rü’l-hazm bir sakîl me’kûldür. Meğer mâhî-küş didükleri meşrûb ile hazm oluna. Garabet bundadur ki mâhî-küş lafzını işitmeyenler dahi bu hurda mâhî üzre kırılmış gibi düşerler ve eyyâm-ı şitâda bu hurda mâhînün râyiha-ı kerîhesinden menâzil ve büyûtda makâm-ı ârâm u sükût kalmaz ve bundan gayri bu hurda mâhînün fazalâtını

91 Karadeniz’in kuzey kıyılarında İskitlerden sonra balıkçılık konusunda dikkat çeken diğer bir Türk kavmi

Hazarlar olmuştur. MS. 8. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan Karadeniz’e hareket eden Hazarlar, Kırım’ı da içine alan büyük bir imparatorluk kurmuşlar ve burada Museviliğe intisap etmişlerdir. Başkentleri Sarkel kısa süre içinde bölgenin en önemli balıkçılık merkezi haline gelmiştir (Artamonov, 2008; Ögel, 1991b: 226; Atar ve Ateş, 2009: 271-272).

92 Rus arkeolojisinin uzun süreli çalışmaları ile gün yüzüne çıkartılan Elizavetovka, Tyritake, Myrmekion, Khersonesos, Zolotoe ve Salatcik kentlerinde çok sayıda balık işleme tesisi tespit edilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. (Højte, 2005).

93 Giresun ve Trabzon il merkezlerinde, inşaat çalışmaları sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan arkeolojik bulgular bu tezi destekler mahiyettedir.

94 Osmanlı öncesi ve sonrası balıkçılığı üzerine yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu malzemenin çokluğu

sebebiyle kent tarihi ve gündelik hayat araştırmaları bağlamında İstanbul’la ilgili olmuştur. İstanbul balıkçılığının neredeyse bütün tarihsel dönemleri araştırılmıştır. Bu araştırmalardan bazıları için bk. (Deveciyan, 2006; Tekin, 2010; Arslan, 2010; Ünsal, 2011; Doğan, 2011; vd.).

103

ekl iden mâkiyânun lahmı netn peydâ idüp ekle kâbiliyyetden berî olur ve eyyâm-ı şitâda vaz‘ itdüği beyzada dahi ol râyiha-i kerihe hiss olunur (…).95

Âşık Mehmet tarafından verilen bu bilgilerin dışında 15. ve 16. yüzyıllarda Trabzon’un balıkçılık yönünden oldukça gelişmiş bir durumda olduğuna delalet edecek sicil kayıtları da mevcuttur. Kefe ve Ordu’dan Trabzon’a kaçak yollarla balık getirilmesi ve bu mahsulün terzi, paşmakçı ve pabuççu gibi başka mesleklere mensup kimselerce satılması Trabzon pazarlarındaki balıkçı esnafını mağdur etmiş, taraflar arasında kavgalar yaşanmıştır. Dışarıdan getirilen balıktan elde edilen gelirden vergi alınamaması ayrıca problem olmuştur. Balıkçı esnafı bu mağduriyetin giderilmesi amacıyla dışarıdan balık ve mamullerinin getirilmesinin ve diğer meslek erbabının balık satışı yapmasının engellenmesi yolundaki taleplerini yetkililere bildirmişlerdir. Bu talebin karşılanması anlamında 15 Eylül 1564 tarihli bir sicil kaydında meslek şeyhlerinin ve bendebaşlarının çağırıldığı ve kendi sanatlarından başka sanatlarla uğraşmamalarının tembihlendiği kaydedilmiştir (Bostan, 2002: 404, 426).

16. yüzyılda Trabzon pazarlarında satılan ürünler arasında deniz mahsulleri oldukça popülerdir. Nitekim Trabzon İhtisap Kanunnamesi’nde pazarlarda satılacak mallardan alınacak vergiler belirtilirken deniz mahsulleri de vergilendirilen ürünler arasında yer almıştır. Kanunnamede, sandal ile getirilip satılan her türden balığın narhı her tür için 5 akçe, fıçı ile getirilen balığın her fıçısı için 5 akçe, yine getirilen havyarın her kantarından yine 5 akçe ve Hıristiyan mahallelerinde satılan balık yağının iki testisinden 1 akçe narh tahsil edileceği kaydedilmiştir (Odabaşıoğlu, 1980: 19).

16. yüzyılda Giresun halkı, ziraatın yanı sıra denizcilik ve balıkçılıkla da meşguldür. 1580’lerde Giresun’da küçük gemi ve sandal yapım tezgâhları da vardır ve

95 Menâzırü’l-‘Avâlim’in bugünkü Türkçe ile neşri yapılmadığından alıntılanan bu kısmın anlaşılabilmesi için bugünkü Türkçeye aktarılması zarureti ortaya çıkmaktadır:

Trabzon denizinde nefis balıklar avlanır. Mezgid balığı ve kalkan balığı hepsinin en güzeli ve tercih edilenidir ki kalkan balığı Trabzon denizi ile Kostantiniye halicinde boldur ve Trabzon denizinde hamsîn günlerinde küçük balık avlanır ki Trabzon halkı hamsi söyleyişini değiştirip onu hasbi diye adlandırırlar. Trabzon halkının zarifleri, Trabzon avamını hasbi balığı (sözü) ile alaya alır. Zira hamsîn günlerinde bu küçük balığın avcıları küçük teknelerle bunu avladıklarında halka duyurmak için bir boruya üflerler ki sesi iki üç fersah mesafeye ulaşır ve bu sesi işitenlerin ölüsü dirisine binip hamsi balığı çıkmış diye baş ayak açık giderler. Bunun yanında bu küçük balığın sindirimi güçtür ve ağır bir yiyecektir. Ancak mah-i kuş (mah-ı keş) denilen bir şerbetle hazmedilebilir. Garip olan şudur ki, ‘mahi kuş’ kelimesinin adını dahi duymayanlar bile bu balık üzerine kırılmış gibi düşerler ve kış günlerinde bu küçük balığın mahvedici iğrenç kokusundan, evlere ve konaklara girilmez. Kış günlerinde bu küçük balığın pisliklerini yiyen tavuğun eti ve yaptığı yumurta da kötü kokar ve yenilmez hale gelir.

104

buralarda yapılan veya bakıma alınan tekneler karşılığında vergi alınmıştır. Sıvı içecek, yağ, balık ve gön gibi maddeleri koymaya yarayan fıçılardan elde edilen vergi geliri 3500 akçeye ulaşmıştır (Emecen: 1996: 81).

Trabzon’da faaliyet göstermiş vakıfların mülkleri ve dolayısıyla gelirleri arasında balıkçı pazarındaki balık dükkânları da vardır. Örneğin Fatih Sultan Mehmet Camii (Orta

Hisar Cami-i Atik) vakfının 1565-1640 tarihleri arası vakıf gelirleri arasında söz konusu

balıkçı pazarındaki 2 dükkân da yer almıştır (Öksüz, 2006: 89).

Aynı yüzyılda Trabzon ve çevresinde faaliyet gösteren gemi ustalarının şöhreti İstanbul’u da etkisine almıştır. Bu sebeple 1560’lı yıllarda gönderilen pek çok emirname ile İstanbul ve Sinop tersanelerinde çalıştırılmak üzere Trabzon ve çevresinden marangoz, gemi ustası ve kalafatçı talep edilmiştir. Yine aynı dönemde, donanma gemilerinin inşasında ve bakımında kullanılan üstüpü ve balık yağı gibi malzemeler de büyük oranda Trabzon’dan temin edilmiştir (Öksüz, 2006: 250-251). Yüzyıl boyunca Giresun ve Trabzon sahilleri boyunca küçük ve orta büyüklükte kayık ve tekneler inşa edilmiştir. Tekneler, Karadeniz’de gerçekleştirilen balıkçılık ve ticaret faaliyetlerinde kullanılmak üzere sipariş üzerine yapılmıştır. Bölgedeki çok sayıdaki kayık tezgâhlarından birisinin bünyesinde bulunduran Tirebolu’da kayık ustalarının 800 akçe vergi ödemeleri (Yüksel, 2007: 187) bu tezgâhların bölge ekonomisi açısından ne denli önemli olduğunun bir göstergesidir.

16. yüzyılın sonlarında Osmanlıların Karadeniz’e tamamen hâkim olmasından sonra Karadeniz yabancı ticaret gemilerine kapanmış; bu durum 17. yüzyılda da devam etmiştir (Bostan, 1995: 353). Müslüman ve gayr-ı müslim denizciler tarafından deniz yoluyla yürütülen Karadeniz ticareti, kuzey ve güney kıyıları arasında gerçekleştirilir olmuştur (Baygın ve Koldemir, 2012: 145). Sinop’tan Trabzon’a kadar olan güney hattından kuzey kıyılarındaki Kırım hattı arasında yoğunlaşan ticarete esas olan mallar arasında yine balık ve balık yağı da yer almıştır.

Âşık Mehmet’ten sonra balığın bölge insanının hayatındaki yerine dönük detaylı bilgiler 17. yy’da Evliya Çelebi tarafından verilmiştir96

. Seyahatnamenin 2. cildinin 248b

96 Bölge tarihi üzerine çalışmalar yapan Feridun Emecen, Evliya Çelebi’nin Trabzonla ilgili bilgileri büyük oranda Âşık Mehmet’ten aldığını, bu münasebetle Çelebi’nin, Trabzon’un 1640 yılındaki durumundan ziyade Âşık Mehmet’in Trabzon’da çocukluk yıllarını geçirdiği 1555-1575 yılları arasındaki durumunu tasvir ettiğini ifade etmiştir (Lowry ve Emecen, 2012: 299).

105

ve 255a varakları arasında 1640 tarihli Trabzon gezisine dönük bilgiler yer almaktadır97

. Bu bölümde diğer balıklarla birlikte hamsi ve etrafında oluşan kültür hakkında da tafsilatlı bilgiler verilmiştir. Bu bilgilerin bugünkü Türkçeye aktarılmış bir bölümü şöyledir98

(2011: 111-114):

Balıklarının beğenilenlerini bildirir: Evvelâ hepsinden levrek balığı ve kefal balığı gayet kalaklı (burunlu) balıktır. Kalkan balığının kalağı yoktur, ama âh canım kalkan balığı, gayet lezzetlidir. Kadınlar yeseler elbette hâmile kalırlar. Âdem Peygamber devrinden beri faydası tecrübe olunmaktadır. Birer karıştan büyük kırmızı başlı kızılca tekir balığı vardır, kızılbaşlı olduğundan bu da lezzetlidir. Kaloz balığı ve erbainde uskumru balığı olur. Daha nice bin türlü balıkları vardır. Ancak makbul olan bu anılan balıklardır. Bunlardan fazla sevip uğruna bin can ile kurban oldukları alım satımı sırasında kavga edip kan akıttıkları balık, canım “hapsi” balığıdır. (…) Her sene hamsin gününde hapsi balıkları karaya düştüğünde yahut meneksile adlı kayıklarla dopdolu iskeleye geldiklerinde balık dellâlları vardır (…) Kırk türlü yemeğini pişirirler ki her birinde birer çeşit lezzet hâsıl olur. Çorbası, yahnisi, kebabı, böreği, baklavası ve çorbasının her türlüsünü pişirirler. Ama pilaki derler bir çeşit ot taşından tavalar yaparlar. Öncelikle bu hamsi balığını pâk ayıklayıp onar onar kamışa dizip maydanoz, kereviz, soğan ve pırasayı pak küçük küçük kıyıp tarçın ve karabiber ile karıştırıp bir kat kereviz ve maydanozu pilaki tavası içine döşeyip, sonra bir kat hamsi döşeyip, daha sonra Trabzon’un hayat suyuna benzer su zeytinyağını döküp orta hararetli ateşte bir saat pişince sanki nur olup yiyen nur dolu nur olur. Bu şekilde pişirilip yenirse görme kuvvetine ve mideye yararlıdır. Gerçekten de sevilecek Yüce Allah’ın sofrasıdır.

Kâtip Çelebi 1648 yılında yazmaya başladığı Cihannümâ adlı eserinde Trabzon havalisindeki deniz ürünleri hakkında bilgi verirken, Menâzırü’l-‘Avâlim’de verilen bilgileri neredeyse aynen tekrar etmiştir. Bu bilgilerin bir kısmı şöyledir:

Trabzon denizinde; mezgit ve kalkan gibi balıklar avlanır. Trabzon’da hamsin döneminde avlanan bir balık vardır ki, Trabzonlular buna “Habsi” balığı derler. Kış mevsiminde hamsi avlandığında, sesi beş-on kilometreden duyulacak bir adam kiralanarak halka duyuru yapılır. Bunu duyan halkın ölüsü dirisine binip hasbi balığı çıkmış diye almaya giderler. Bu

değersiz küçük balık, hazmı zor, murdar bir balıktır (Usta, 1999: 65).

18. yüzyılda Trabzon’un esnaf grupları arasında balıkçı esnafının da önemli bir yer vardır. Ayrıca bu yüzyılda şehir halkının beslenmesi ile doğrudan ilgili olan fırıncılık, aşçılık, kasaplık, tuzculuk gibi meslek dallarında olduğu gibi balıkçılık da büyük oranda Müslüman halk tarafından yürütülmekteydi. Bu tespit balıkçılığın gayr-ı müslim halk tarafından yapılmadığı şeklinde değerlendirilmemelidir. Zira çeşitli ihtilaflardan ötürü bu yüzyılda Müslüman ve gayr-ı müslim esnaflar loncalarını ayırmış olsalar da meslekleri dinî cemaatlere göre mutlak bir tasnife tabi tutmak oldukça güçtür (Öksüz, 2006: 145; 147).

97 Evliya Çelebi’nin Trabzon seyahati hakkında ayrıntılı bilgi için bk. (Dağlı, 1999).

98 Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde Evliya Çelebi’nin verdiği kıymetli bilgilere ele alınan konular bağlamında tekrar müracaat edilecektir.

106

Melek Öksüz, 18. yüzyılda Trabzon gümrüğünde karşılaşılan problemlerden bahsederken gemicilerle ilgili problemlere de yer vermiştir (2006: 239). Gümrük kayıtlarındaki ve şer’iyye sicillerindeki kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla bölgede faaliyet gösteren yerli ve yabancı gemicilerin problemleri iki başlık etrafında yoğunlaşmıştır. Bunlardan ilki Karadeniz’in geçit vermez fırtınalarına yakalanan ve sığınacak liman bulamayan gemicilerin teknelerini kurtarmak için taşıdıkları malları denize atmak zorunda kalmalarıydı. Taşıdıkları malları denize atmak zorunda kalan gemiciler, sığındıkları ilk limanda mahkemeye başvurarak olayı kayıt altına aldırıyor bu yolla malların taahhüt edilen tarihte ve biçimde teslim edilememesinden kaynaklanacak hukukî yükümlülükten kurtulmuş oluyorlardı. Gemicilerle ilgili ikinci problem ise bazı gemicilerin teslim aldıkları malları taahhüt ettikleri yerlere teslim etmeyerek başka yerlerde kendi menfaatleri doğrultusunda satmalarıydı (Güler, 2000: 334-335).

1904 tarihli salnamede Karadeniz’in hırçın yapısının deniz taşımacılığına ve çevreye olan etkileri hakkında verilen şu bilgiler yukarıdaki bilgileri tamamlayıcı mahiyettedir:

Trabzon vilâyeti Karadeniz boyunca imtidâd ettiğinden bu taraflarda sakin olan ahâlînin denizle ve deniz hayatıyla pek çok münâsebetleri olduğu ma'lûmdur. Fi’l-hakika Karadeniz’in müdhiş furtınalarından, korkunç dalgalarından eski vakitlerde ve bi'l-hassa gemiciliğe ait hikâyâtta kemâl-i ehemmiyetle bahs edilirdi. Osmanlı tarihini az çok okumuş olanlar, kış mevsiminde donanmanın -ihtimâl ki i'tiyâd hükmünü alan merâsim-i mahsûsadan dolayı- İstanbul'a avdete mecbur olmasından nâşi, müteaddid muhâsarât-ı bahriyyenin neticesiz kaldığını ve Mart dokuzu hulul edince donanmanın tekrar Boğaz'dan tekrar Karadeniz'e çıkıp muhasamata yeniden başlandığını pek iyi bilirler. Bugün bile eski 'tiyâdâtın te'sîri altında yaşayan birçok yelken gemileri kapudanları vardır ki bütün kış

Karadeniz’e çıkmamak ihtiyatından vazgeçemezler (TVS, 2009, C. 22: 207).

18. yüzyılın ikinci yarısında Küçük Kaynarca Anlaşması’nın imzalanmasından sonra Karadeniz’in tekrar uluslararası ticarete açılması99

ile Trabzon ve Giresun üzerinden gerçekleştirilen deniz ticareti tekrar canlanmıştır. İstanbul ve Kırım’a mal taşıyacak teknelere duyulan ihtiyacın artmasıyla birlikte antik dönemlerden beri tekne inşa edilen bu iki yerleşimde tekne inşası tekrar canlanmış, yapılan teknelerin pek çoğu Giresunlu ve

99 Trabzon’un tamamen Osmanlı hakimiyetine girdiği 16. yüzyıldan itibaren Karadeniz uluslar arası ticarete

büyük oranda kapanmış, denize kıyısı olan yerleşimler arasındaki ticari faaliyetler Türk gemiciler tarafından yürütülmüştür. Bu durum Küçük Kaynarca anlaşmasının imzalandığı döneme kadar devam etmiştir (Bostan, 1995: 357-358; Bostan, 1999: 303).

107 Trabzonlu tüccarlar100

tarafından işletilmiştir (Öksüz, 2006: 250). Aynı dönemde Trabzon’un büyük limanı konumunda olan ve Osmanlı sicil kayıtlarında zaman zaman “Dafnunda” adıyla da zikredilen Çömlekçi’ye ek olarak Kanida (Ganita), Tuzluçeşme, Taşdirek, Kemerkaya, Mumhaneönü ve Moloz gibi küçük limanlar, daha sonraları yörede “çektirmecilik101” şeklinde adlandırılacak olan tüccar nakliyeciler ve balıkçılar için oldukça önemli olmuştur (Tekindağ, 2001: 469). İlerleyen dönemlerde de balıkçılar avladıkları balıkları Mumhaneönü, Moloz ve Çömlekçi limanlarından karaya çıkartarak satışa sunmaya devam etmişlerdir.

Osmanlı dönemi narh defterleri incelendiğinde Trabzon ve Giresun’un sosyal ve ekonomik hayatında oldukça önemli bir yere sahip olan deniz ürünlerinin fiyatları hakkında detaylı bilgilere yer verilmediği görülmektedir. Az sayıdaki malumata bakıldığında, 1749 tarihli kayıtta Trabzon’da çıkan taze balığın kıyyesi102

12 akçe iken başka bölgelerden gelen taze balığının kıyyesinin 10 akçe olarak belirlendiği görülmektedir. 1770 yılına ait bir başka kayıtta ise morina balığının kıyyesi 18 akçe olarak belirlenmiştir. 1714 tarihli fiyat defterinde bölge balıkçılarının geçim kaynakları arasında üst sıralarda olan balık yağının kıyyesi 15 akçe (Öztürk, 1999: 357); 1749 tarihli defterde ise 20 akçe olarak tespit edilmiştir. 1762 tarihli defterde balık yağının fiyatının 18 akçeye düştüğü ancak 1766 tarihinde tekrar yükselişe geçerek 24 akçeye ulaştığı görülmektedir. Bu yüzyılda balık yağı fiyatlarının en yüksek olduğu yıl 36 akçe ile 1776 yılı olmuştur (Öksüz, 2006: 271; 274-277). Yunus avcılığı suretiyle elde edilen balık yağının Trabzon ve

100 18. yüzyılda deniz ticaretine ilgi duyan Türk ailelerden bir kısmı, bu yüzyılda Osmanlı coğrafyası genelinde önemli nüfuzlar elde eden âyanlık sistemi içinde yer almaktaydılar. Trabzon ve çevresinde faaliyet gösteren âyanlardan bazıları Tuzcuoğlu Memiş Ağa, Haznedarzade Osman Paşa vs. idi. Osmanlı yönetimi başta gemi yapımı olmak üzere denizcilikle ilgili pek çok faaliyette onları yetkili kılmasının getirdiği güçle zaman içinde imtiyazlarını kullanarak kaçakçılık ve korsanlık gibi faaliyetlere de yönelmişlerdi. Karadeniz’in serbest ticarete açılmasından sonra ticaret zamanla Rum tüccarların hâkimiyeti girmiş, eskiden beri denizcilikle meşgul olan kimi âyanlar da onlarla ortaklık kurmak suretiyle faaliyetlerine devam etmek istemişlerse de bir süre sonra ticari faaliyetlerini karada yürütür olmuşlardır. Âyanlar ve Doğu Karadeniz’deki denizcilik faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi için bk. (Özkaya, 1994; Ekinci, 2013.)

101 Doğu Karadeniz havalisinde deniz nakliyeciliğinde kullanılan motorlara uzun yıllar pene, gulet, kancabaş, çektirme, hanım kayığı, sermaye kayığı ve çapar gibi isimler verilirken nakliyecilik işine çektirmecilik, sermayecilik, navlunculuk ve Samsunculuk gibi isimler verilmiştir. Yelkenli ve motorlu teknelere verilen isimlerin farklı olmasında fiziki özellikleri ve kullanım amaçları da belirleyici olmuştur. Örneğin 50 ton ve üzerinde yük taşıyabilen motorlara gulet, daha küçük kapasitedekilere pene denilmişken, Samsun ve Hopa arasında gıda ve dayanıklı tüketim ürünleri nakleden teknelere çektirme veya sermaye kayığı, köylerle il ve ilçe merkezleri arasında özellikle ürünlerini pazarlara götüren köylü kadınları taşıyanlara hanım kayığı denilmiştir.

102

108

Giresun Hıristiyan mahallelerinde testi hesabı ile satılması da bu dönemlere tekabül etmektedir (Tekindağ, 2001: 470).

1750-1800 yılları arasına ait Trabzon gümrük kayıtlarından ulaşılan dikkat çekici bilgilerden birine göre bölgede kaçakçılık yapan denizcilerin en çok tercih ettikleri iskeleler balıkçıların da rağbet gösterdikleri Espiye, Görele, Tirebolu, Vakfıkebir ve Akçaabat iskeleleri olmuştur (Aygün, 1999: 322).

19. yüzyılın başlarına kadar Karadeniz’deki ticari faaliyetlerde gayr-ı müslim denizciler çoğunluğu oluştururken yüzyılın ortalarından itibaren Müslüman denizciler çoğunluğu oluşturmuşlardır (Bostan, 2000: 33). 1830’lardan sonra buharlı gemilerin Karadeniz’de de kullanılmaya başlaması ile yelkenli gemileri ile rekabete dâhil olamayan Müslüman denizciler kısa menziller arasında kömür, kum, kereste, buğday, mısır, sebze ve meyve gibi tüketim ürünleri taşımanın yanı sıra balıkçılığa yönelmişlerdir (Aygün, 1999: 325).

1840 yılında Giresun’a gelen tarihçi ve seyyah Fallmerayer, gemicilik işinin genellikle sur içinde yaşayan Rumlar tarafından yapıldığından bahsetmiş (Emecen, 1998: 29) olsa da diğer bazı veriler bu yıllarda balıkçılık ve gemicilik mesleğinin çoğunlukla Türkler tarafından yapıldığını göstermektedir.

Fransız Teophile Deyrolle 1869 yılında gerçekleştirdiği gezinin notlarında Trabzon Türklerinin büyük bir kısmının tüccar ve balıkçı olduğunu ifade etmenin dışında şu bilgilere yer vermiştir:

Trabzon’un gemici halkı oldukça kalabalıktır. Küçük deniz ticaretinden başka gemiciler, balıkçılık yaparlar, bilhassa hamsi avına çıkarlar. Hamsi bütün şimâlî Anadolu sahilinde en çok yenilen balıktır. Hakiki bir Trabzonlu için hamsi başyemektir, türlü türlü yenilir. Trabzon’da başka balıklar da tutulur, fakat Karadeniz’in suyu az tuzlu olduğundan cinsinin iyi balıkları sayılmaz; istiridye çıkar, çok küçüktür ve tatsızdır (Usta 1999: 136).

1867-1873 yılları arasında İngiltere’nin Trabzon konsolosu olarak görev yapan William Gifford Palgrave İngiliz hükümetine yazdığı raporlarda kentin sosyo-ekonomik yapısına dönük bilgilere de yer vermiştir. Palgrave, Trabzon’da 1870’lerin fiyatlarından bahsederken deniz ürünlerine de yer vererek hamsinin okkasının 4 kuruştan, tuzlanmış hamsinin okkasının 10 paradan, havyarın okkasının 38 kuruştan ve balık yağının okkasının 4 kuruştan satıldığını belirtmiştir (Usta, 1999: 162).

109

Araştırmacılar tarafından daha ziyade Anadolu vilayetleri hakkında hazırladığı raporlarla anılan Palgrave’den sonra 1886-1899 yılları arasında İngiliz Konsolosluğu yapan H. Z. Longworth, seleflerinin yaptığı gibi raporlar hazırlamaya devam etmiş ve ilk raporunu 1892 yılında İngiliz hükümetine sunmuştur. Raporlarda Osmanlı Devleti’nin

Duyûn-ı Umumiye ile taahhüt ettiği ödemeleri takip etmeye imkân sağlayacak türde

Trabzon genelindeki vergi gelirlerini detaylı olarak belirtmiştir. Longworth’un takip ettiği