• Sonuç bulunamadı

Grupların Özellik ve İşlevlerine Dönük Görüşlerin Kısa Değerlendirmesi Değerlendirmesi

1. HALK VE HALK GRUPLARI BAĞLAMINDA MESLEK GRUPLARI VE MESLEK FOLKLORU

1.1. Kültür Bilimlerinin Perspektifinde Halk ve Halk Grupları

1.1.3. Grupların Özellik ve İşlevlerine Dönük Görüşlerin Kısa Değerlendirmesi Değerlendirmesi

20. yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında Amerika başta olmak üzere tüm dünyada etkili olan büyük ekonomik kriz ve sonrasında kentsel alanları kuşatan endüstri merkezli dönüştürülmüş toplumsal yapı, sosyal grupların hızlı bir biçimde çeşitlenmesine sebep olmuştur. Bu durum Cooley’in yüzyılın başında yapmış olduğu tanımlamanın sınırlarının genişletilmesini zaruret haline getirmiştir. Bu bağlamda Cooley’in birincil gruplar şeklinde ifade ettiği bu sosyal grupların ve temel sosyal kurumların dışında tutulan diğer tüm sosyal gruplar, üyelerinin belirli bir hedef veya faaliyet için bir araya geldiği büyük ve gayrı şahsi ilişkiler üzerine kurulu “ikincil gruplar” olarak nitelendirilmiştir (Shotola, 2000: 2611). Siyasi örgütler, meslekler ve meslekî birlikler, dernekler, kulüpler, kooperatifler gibi pek çok ortak ilgi topluluğu15

, karmaşık toplum yapıları içinde gözlemlenecek ikincil gruplardan sadece bazılarıdır.

İkincil sosyal gruplara mensup üyeler arasında duygusal bağlar zayıftır ve ilişkiler daha çok aklın ilkelerine göre belirlenir, grup üyeliği değişkendir, üyeler birbirleri hakkında fazlaca bir bilgiye sahip değildir, belirli amaçlara yönelim sergilerler ve pek çoğunun grup içi ilişkileri düzenleyen yazılı kuralları vardır (Doğan, 2012: 96). Bu araştırmanın balıkçılar özelinde odağını oluşturan meslek gruplarına bu açıdan bakıldığında bu grubun üyelerinin çok farklı bölgelerde ve sosyal çevrelerde yaşabildikleri ancak meslekî uygulamalar etrafında geliştirdikleri benzer folklorik tecrübelerle birleştikleri görülmektedir. Mesleğin icra edildiği farklı sosyal ve kültürel alanlar meslek ekseninde ortaya çıkan folklorik unsurlara elbette sirayet edecek ve çeşitliliğe sebep olacaktır. Ancak grubun katılımcıları tecrübeleri ile birlikte meslekî folklorlarını da paylaşmakta ve böylece ortak bir grup folkloruna ulaşabilmektedirler (Sims ve Stephens, 2011: 41).

Birincil grup üyeleri birbirlerini aile bağları ve kişisel nitelikler içinde kim olduklarına göre tanımlarken; ikincil grup üyeleri birbirlerine ne olduklarına, birbirleri için ne yapabileceklerine göre tanımlama yoluna giderler. Hızlı toplumsal değişimin ve kentleşmenin ürünü olan ortak ilgi toplulukları, daha önceden birincil gruplar içinde yer

15 Örgütlü ve yüz yüze iletişimle şekillenen ortak ilgi topluluklarına internet kullanımının yaygınlaşması ile birlikte sanal ortak ilgi toplulukları da eklenmiştir. Hacker grupları, fun kulüpleri, hobi veya ihtisas forumları tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hızla yaygınlaşmaktadır.

31

alan aile ve akrabalar ile akran grupları tarafından yerine getirilen işlevleri üstlenmişlerdir. Kentle yeni karşılaşan ve karmaşık toplumsal yapıya uyum sağlamakta sorun yaşayan bireyler bu gruplar yardımıyla içinde yaşadıkları ortama uyum sağlamaya çalışmaktadırlar (Haviland ve diğerleri, 2008: 573).

İkincil grupların bir diğer özelliği de, grup üyelerinin diğer üyelerle ilişkilerinin karşılıklı alışverişe dayalı oluşudur; ne verileceği ve karşılığında ne alınacağı fikri önceliklidir. Birincil gruplar geleneksel toplum hayatının sürekliliği içinde takip edilebilen gruplardır. Nüfus, ekonomi gibi alanların genişlemesi ile birlikte ilgi alanları da farklılaşmaya başlar. Toplumsal hayata dâhil olan her yeni grup, toplumun basit yapısını düzenli bir karışıklığa götürür. Her geçen gün çeşitlenen bu gruplar içinde grup refleksleri, kuralları ve hiyerarşisi gelişmeye başlar. Pek çoğu gayrı şahsî ilişkiler esasına dayalı olan bu karmaşık gruplar toplumsal düzenin bir parçası halini alırlar. (Social Groups (t.y), http://www.sociologyguide.com/basic-consepts/Social-Groups). Bu ayrım, Ferdinand Tönnies’in cemaat-cemiyet yani topluluk-toplum nitelemesi ile benzerlik göstermektedir. Zira Tönnies, cemaati bir arada, çok yakın yaşayan topluluk biçiminde tanımlamış, bu ilişkilere dayanan sosyal gruplara aile veya yakın akraba gruplarını, köylerdeki yakın komşu topluluklarını ve arkadaş topluluklarını örnek göstermiştir. Toplumu ise kamusal alanda yaşayan ve gönüllük esasına göre bir araya gelen bir topluluk olarak tanımlayan Tönnies, meslek grupları gibi ekonomik çıkarlarla ilgili grupları bu kapsama dâhil etmiştir (Bottomore, 2000: 102).

Bireyler çoğu zaman hem birincil hem de bir ikincil grubun üyesidirler. Yani birincil ve ikincil gruplar yan yana bulunurlar ve kişiler her ikisine de temel sosyal gruplarına üyelikleri dolayısıyla aynı anda ait olurlar. Kişinin ailesi birincil gruba üyeliğini ortaya koyarken mensup olduğu meslekî birliktelik ikincil grup üyeliğinin bir ifadesidir (Fichter, 2011: 72-73).

Temel sosyal grupların, işlevlerine göre de sınıflandırılabileceğini ifade eden Joseph Fichter, bu sınıflandırmayı altı başlık altında yapmıştır (2011: 68-70):

a) Temel aile yaşamını sürdürme gereksinimlerini tatmin etme amacıyla birleşen kişilerden oluşan aile grubu; b) Toplumun kültürünü yeni kuşaklara aktarma işlevini taşıyan eğitim grupları; c) Toplumdaki kişilerin fizik yaşamlarının sürmesi için zorunlu maddi mal ve hizmetlerin üretilip dağıtıldığı ekonomik gruplar; d) Yönetim ve yürütme,

32

kamu düzenini sağlama, yasa yapma, yorumlama ve uygulama işlevlerini yeri getiren siyasal gruplar; e) Tanrı ve insan arasında örüntülenen ilişkilere aracılık eden dini gruplar; f) Kişilerin dinlenme gereksinimlerini sosyal bir tarzda tatmin etme işlevini yerine getiren boş zaman değerlendirme veya dinlenme grupları.

Grupların özellikleri arasında dikkati çeken hususlardan bir diğeri de sosyal grubu oluşturan üyeler arasında kimi zaman esnek kimi zaman da oldukça katı hiyerarşik bir statü sıralamasının olmasıdır. Gruplardaki bu hiyerarşik yapı, üyeler arasında yapılan işin niteliğine bağlı olarak bir ast-üst ilişkisinin ortaya çıkmasına sebep olur. Bu ilişki paralelinde gruplarda bir iş bölümü ve rol sıralaması mevcuttur. Örneğin liderin, temsil ettiği statü bağlamında yerine getirmesi gereken belli görevleri veya rolleri vardır. Grubun diğer üyeleri liderden bu görevleri başarıyla yerine getirmesi beklentisi içindedir. Benzer şekilde, grup içindeki diğer bireylerin de, işgal ettikleri statülere ya da işbölümü sonucunda kendi paylarına düşen işe göre yerine getirmeleri gereken belli roller vardır. Grup üyeleri arasındaki bu statü farklılaşmasının, hiyerarşinin ve rollerin garanti altına alınabilmesi için, aynı zamanda belli bir davranış kuralları bütünü geliştirilir. Bu bir denetim ve baskı mekânizmasını da doğurabilir elbette. Bu kurallar; grupların yapılarına, niteliklerine ve kapsamlarına bağlı olarak balıkçılar gibi çoğu meslek grubunda sözlü kurallar olabileceği gibi dernek türünde kimi sosyal gruplarda yazılı da olabilmektedir. Çoğu zaman sözlü olan bu kurallar, bütün üyeler tarafından bilinmek durumundadır. Bu sebeple gruba katılan her yeni üye kısa süre içinde bu kuralları öğrenmelidir. Birey etkileşimde olduğu grupların değerlerini paylaşarak kendine bir şahsiyet edinmeye çalıştığı gibi içinde yaşadığı topluma da uyumlu bir birey haline gelir (Koştaş, 1987: 330-331). Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde bir meslek grubunu teşkil eden balıkçılar arasındaki meslekî hiyerarşiye ve rollere dönük ayrıntılı bilgiler verilecektir.

Herhangi bir sosyal grup içindeki statüler, görevler ve kurallara ek olarak gruba mensup her bireyi kapsayabilen yaptırımlar da vardır. Görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen birey, hangi statüde olursa olsun grup dinamikleri ile belirlenen ve çeşitli şekillerde tebârüz eden bazı yaptırımlarla yüzleşmek durumundadır. Bu yaptırımlar kınama türünde olabileceği gibi gruptan uzaklaştırma şeklinde de olabilmektedir (Gönüllü, 2001: 199). Balıkçılık mesleği etrafında ortak beklentilerle bir araya gelmiş bireyler arasında da bu türde yaptırımlar mevcuttur. Konuya dönük tafsilat yine çalışmanın ilerleyen bölümlerinde verilecektir.

33

Sosyal gruplar açısından önemli bir diğer husus da sürekliliktir. Kimi sosyal gruplar kuşaklar boyunca devam edebilirken, taraftar grupları örneğinde olduğu gibi kimileri de kısa ömürlü olabilmektedir. Meslek grupları bu anlamda takvimlik anlamda süreklilik gösteren sosyal gruplardır. Nitekim araştırmamız kapsamında olan balıkçılık mesleği ve bu mesleği icra eden grup üyelerinden pek çoğunda kuşaklar arasılık söz konusudur.

Sosyal gruplar, hem üyeleri tarafından, hem de dışarıdaki gözlemciler tarafından tanınabilir özelliklere sahiptir. Gruba özgü normlar, duygular, dil ve semboller gibi tanımlayıcı kimi özellikler, grup üyeleri arasındaki grup bilincini geliştirdiği gibi diğer sosyal gruplarla olan münasebetlerini de düzenler. Bu münasebetler daha ziyade “biz” ve “ötekiler” esasına dayalı ayrıştırıcı bir bakış açısının da ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Türk toplum hayatındaki çok sayıda meslek grubundan biri olan balıkçıların da kendilerini tanımlamak üzere kullandıkları kavramlar mevcuttur. Söz konusu kavramlar mesleğin zorluğu ve fedakarlık gerektiren yönleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu meslek grubuna dönük harici tanımlamalar dâhili tanımlamalara göre daha farklı olabilmektedir. Örneğin meslek grubundaki çoğu balıkçının yaşam tarzı toplumun diğer sosyal grupları arasında bu mesleğe dönük tek yönlü bir algının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Konuya dönük üzerinde durulacak son husus ise sosyal grup kapsamında değerlendirilmeyen “harici sosyal birlikler” olacaktır. Bireyler gündelik hayatlarında sadece toplumsal gruplar içerisinde bulunmazlar. İnsanların bir arada bulunduğu her oluşum sosyolojik, psikolojik ve folklorik açıdan bir grup özelliği taşımayabilir. Benzer fizyolojik özelliklere sahip olanlar, otobüs durağında bekleyenler, hastanelerde muayene sırası bekleyenler vs. birbiriyle ilişkili olmayan bireylerin bir araya gelmesiyle oluşan sosyal yığınlardır (Hogg ve Vaughan, 2011: 304-305).

Sosyolojinin bir toplumsal grup olarak görmediği sosyal birlikler ve yığınlar da iletişime geçilen unsurlar arasındadır. İkincil gruplarla sosyal yığınların ayırt edilebilmesi kimi hallerde sorun olabilmektedir. Zira ikincil gruplardaki insanların yakınlıkları ve kişisel iletişimleri birincil gruplardaki insanlara göre daha sınırlıdır. Ancak durum böyle bile olsa bu grubun üyeleri birbirlerinin üyeliklerini tanır ve resmi örgütlenmelerin bağlayıcı kuralları ile organize olurlar. Toplumsal yığınlar fiziksel yakınlıklarına, komşu hatta bitişik bulunmalarına karşın aralarında karşılıklı ilişkiler, kısacası birleştirici, bütünleştirici bağlar bulunmayan ya da yüzeysel ve geçici olarak bağlanan insan

34

birikimleridir (Tan, 1981: 47). Bir filmi izlemek için sinema salonunda toplananlar ya da aynı binada oturan ancak birbirlerini tanımayan kişilerde olduğu gibi rol ve statü ayrımlarının bulunmadığı geçici birliktelikler bunun örneklerindendir. Ancak şu da belirtilmelidir ki aynı apartmanda oturan ancak komşuluk ilişkileri tesis eden bireyler örneğinde olduğu gibi bu türde kimi sosyal yığın örnekleri kademeli olarak ikincil grup kategorisinde bir birlik oluşturabilmektedirler.

1.1.4. Türkiye’de “Halk” Kavramına Dönük Görüşlerin Kısa Değerlendirmesi Folklorun henüz bilimsel bir formasyona ulaşmadığı 19. yüzyıl Türkiyesinde halkı, idareci sınıf, din müessesesi ve aristokrasi ile çelişkisi bulunan kütle (Oğuz, 2002: 36) olarak algılayan yaygın anlayış, Avrupa aristokrasisinin sınıfsal temele dayandırdığı tanımlamaya benzer biçimde halk terimini daha çok kırsal popülasyonu ifade etmek üzere kullanmıştır. Köy hayatı ve kent hayatı arasındaki önemli farklar arasında, bu iki alanın sakinlerinin eğitim düzeyleri ve medenî seviyeleri öncelikli konumda olmuştur. Her ne kadar folklor alanında yapılan ilk çalışmalarla birlikte bu algı yavaş yavaş değişmeye başlamış olsa da (Öztürkmen, 1998: 22-36) bu disiplinin ortaya çıkması sürecinde hazırlayıcı rol üstlenen ilk folklor araştırmalarından Dursun Yıldırım’ın “Türkçü”, “Sentezci”, “Dergici” ve “Bilimci” şeklinde adlandırdığı (1991: 13-14) bilim sonrası dönemlerde de saha algısının merkezinde çoğu zaman “halk” mekânları olarak kabul gören köyler yer almıştır (Ekici, 2000: 4).

Türk folklor araştırmalarının başlangıcından bugüne uzanan süreçte bazı araştırmacılar halk teriminin anlamlandırılması yolunda çeşitli görüşler ortaya koymuşlardır. Türk folklor araştırmaları tarihinin önemli isimlerinden Fuat Köprülü, Ziya Gökalp16

ve Rıza Tevfik’in folklorun doğası, halk kültürü ve medeniyeti gibi meseleleri tartışırken ifade ettikleri görüşler (Sernikli, 1975; Öztürkmen, 1998: 22-39; Çobanoğlu, 1999: 27-29), ilerleyen dönemlerde beşerî ve ilmî yapıda görülen değişimler ve bu değişimler sonucunda duyulan ihtiyaçlar sebebiyle yeniden gündeme gelmiştir.

Pertev Naili Boratav, 1938 yılında folkloru tanımlarken folklorun kadrolarını belirtmekle kalmamış “halk” kavramına bakışının ipuçlarını da vermiştir (1991: 26):

16 Halk terimini ümmet ve millet terimlerinden ayrı düşünmek gerekliliğine vurgu yapan Ziya Gökalp, bu ayrımı ortaya koymak üzere halk terimini, milletin güzideler dışındaki kısmı yani ahali şeklinde anlamlandırmanın doğru olacağını söyler (1981: 151).

35

Folklor, ilerlemiş cemiyetlerin içinde nisbeten daha geri kalmış halk tabakalarının istihsâl ve istihlâk tekniklerini; maddi yaşama şartlarını ve şekillerini ve bunlara bağlı merasim, âdet ve ananelerini; düşünüş ve inanış sistemlerini ve bunlara bağlı müesseseleri; sanat ibdalarını, cemiyetin bugünkü merhalesine nazaran eski merhalelerden kalan izleri aramak maksadıyla tetkik eden bilgidir.

1950 sonrası Türk folklor araştırmaları içinde folklorun araştırma kadroları ve yöntemleri bağlamında folklorun dinamik yapısına dikkat çekme ihtiyacı duyan Tahir Alangu, halk kavramı ile ilgili yaklaşımları eleştirel olarak değerlendirmiştir. Halk kavramının zaman ve mekân algısı içerisinde değişik biçimlerde tanımlanabileceğini belirten Alangu, Avrupalı folklor âlimlerinin başlangıçta çok ilgi göstermedikleri halk kavramının, folklor araştırmalarının yaygınlaşması ve malzemenin çeşitlenmesi sebebiyle kaçınılmaz biçimde gündeme geldiğini ifade etmiştir. Avrupa aristokrasisi halkı, uzun yıllar cahil ve aşağı tabaka zümre olarak kabul etmiş; bu kabul, akademik araştırmalar döneminde bile Türk aristokrasisinin halka bakışını etkilemiştir. Halkın kesin çizgilerle yukarı ve aşağı tabaka şeklinde ayrılması folklor araştırmalarının sonuçları ile uyumlu olmadığından bu anlayış geçerliliğini yitirmiş, halk kültürüne ait unsurların toplumun her kesiminde tespit edilebileceği anlaşılmıştır. Halk, herkesin az veya çok bir güçle katıldığı bir tavır ve davranış tarzı anlamı kazanmıştır (1983: 32).

Folklorun halka ve halk hayatına dair maddî ve manevî tüm unsurları (eşyalar, işaretler, hayat şekilleri, işler, âdetler ve töreler, konuşma biçimleri ve dil hazinesi, yazılı ve resimli eserler vd.) içeren bir bilim şubesi olduğunu ifade eden Alangu (1983: 96-97) halkı, folklor ürünlerinin dinamizmiyle uyumlu biçimde kültürel geleneğin merkezine koyarak halkın geleneğin yaratıcısı ve güncelleyicisi olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir (1983: 82):

Gelenek, sürekli olarak eskiyip yok olan folklor unsurlarına değil, aslında “gelenek inancı” ile, insandaki bir soy tükenmez ruhi vasıfla ilgilidir. Halkın hayatında, sürekli ve aralıksız olarak gelenek türeten, birleştiren, yeni gelenek formları yaratan bir cevher vardır. Halk kültürü varlığı ancak bunun aracılığı ile halka bağlı gelenek kaynaklarına, gelenek ihtiyaçlarına kök salar, işler. Böylelikle durmadan yeni gelenekler yaratılır.

Halk ve millet kavramlarını karşılaştırmalı olarak ele alan isimlerden Sabahattin Eyüboğlu, romantik bir tavırla halkın ümmet ve millet kavramlarından daha ileri bir aşama olduğunu ifade etmek üzere şunları söylemiştir (Boratav, 1991: 174):

Millet de ümmet de belli bir inanca, belli bir sınıra ve belli kaynaklara: dile, tarihe, coğrafyaya bağlı kaldı halde halk kavramı insanlığın ta kendisini anlatır gibi sınırsızdır. Ümmetler, milletler kolay kolay anlaşamazlar ama halklar anlaşır. Halk her yerde halktır. Hıristiyan ve Müslüman halklar Kıbrıs’ta, Cezayir’de, İstanbul’da halk olarak tıpa tıp aynı

36

sorunlar içinde yaşadıkları halde bütün bu memleketlerde ümmet ve millet olarak insanlar birbirinden ayrılmakla kalmayıp birbirini öldürmeye kadar gidebilmektedirler.

Benzer romantik bakışın bir diğer örneğini, İsmet Zeki Eyüboğlu’nun aynı dönemlerde ifade ettiği şu cümlelerde de görmek mümkündür (1963: 3053):

Havas içinde bizim olan, yerli olan pek az düzenler, görenekler vardır. Oysa Batıda böyle olmamıştır. Orada ulusla devlet düzeni bir bütünlük içindedir. Kral ne denli büyük olursa olsun papa karşısında sorumludur. Bizde ise padişah ancak Tanrıya karşı sorumludur. Bu iki aykırı yaşama anlayışı ister istemez devletle halk arasında bir takım uçurumlar yaratmış, kendi gerçeklerini birbirlerinden ayrı olarak yaşamalarına yol açmıştır. Bizim bu değişmeyen gerçeğimiz de halk denen topluluktadır. Kendimizi bulmanın, özümüzü kavramanın tek çıkar yolu halka dönmemizde, onunla aramızda açılan uçurumu kapamamızdadır. Dilimizi, musikimizi, sanatımızı, inançlarımızı ancak halkta buluyoruz.

Tahir Alangu’dan yıllar sonra Umay Günay folkloru, millî kültür denilen pek çok unsurdan oluşan birikimin tarihî gelişim içinde bir milletin çeşitli grupları tarafından farklı ölçülerde yaşanılan verilerinin varyantlarına ve bu verileri inceleyen ilim şeklinde tanımlarken milleti oluşturan gruplara vurgu yapmıştır (1987: 29). Halk grupları olarak ifade edilen bu gruplar, sosyolojinin lisanında daha ziyade sosyal gruplar olarak ifade edilmektedir.

Dursun Yıldırım, Türk folklor araştırmalarının problemlerini tartışırken “folklorun mahiyeti, tanımı ve kadroları problemi” başlığı altında folklorun “köylülerin geleneklerinde yaşayan eski devirlerin kültür kalıntıları” olduğu görüşünün günümüzde geçerliliğini kaybettiğini ifade ettikten sonra,

(...) folklor sahasında yapılan çalışmalar göstermiştir ki, zamanın ihtiyaçlarına göre yeni ürünler meydana gelmektedir ve bu ürünler sadece köylülerin değil, toplumun bütün sosyal grupları arasında yaşamaktadır. Bu gözlemler ve tespitler folklorun ve onu yaratan, yayan, taşıyan, kullanan ve paylaşanların yeniden tanımlanmaları ihtiyacını doğurmuştur.

diyerek folklor ile toplumu oluşturan bütün sosyal gruplar arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir (1991: 15). Yıldırım, anılan makalesinde “folk / halk / grup / millet kimdir?” sorularını da sorarak, dikkatleri 19. yüzyılın halk tanımlaması ile Alan Dundes’in halk tanımlamasına çekmiştir (1991: 17)

Yani, kaynağımız, bize folkloru veren kimdir? O, hâlâ, XIX. yüzyılın “köylüsü” mü, yoksa “geri kalmış”, “okuma bilmeyen”, “câhil”, “az gelişmiş” gibi sıfatlarla belirlenmeğe çalışılan insanlar mıdır, yoksa Alan Dundes’in sözünü ettiği ve aralarında sadece bir ortak unsur bulunması yeterli bir sosyal grup mudur? Halk bilgisini, yani “lore”u yaratanların özellikleri nelerdir? (1991: 17)

1960’lı yıllardan itibaren Türk folklor araştırmaları kapsamında çeşitli yönleriyle tekrar tartışılmaya başlanan “halk” kavramını son dönemde Metin Ekici büyük oranda Dan

37

Ben Amos ve Alan Dundes gibi isimlerin konuya dönük çalışmalarından esinlenerek yeniden gündeme getirmiştir. Ekici, halkı belli bir gelenek içinde oluşmuş yaratma sayesinde birbirine bağlanan, bu ürünü kendisine ait kabul eden bir topluluk, diğer bir ifadeyle de folklor metnini, yapısı dokusu, oluştuğu şartlar ve çevre itibariyle kendine has sanat değeri olan bir yaratmaya sahip olduğunu iddia eden herhangi bir topluluk şeklinde tanımlamıştır (2000: 7). Bu tanımlama, yıllar önce Tahir Alangu’nun dikkat çektiği gibi halk olarak nitelenen topluluğun sadece kırsalda değil kentsel alanlarda da mevcut olabileceği, dolayısıyla folklorun her yerde oluşabileceği gerçeğini bir kez daha ikrar etmektedir.