• Sonuç bulunamadı

5. BÖLÜM: OKUMA KÜLTÜRÜ VE KÜTÜPHANELER

5.1. OKUMA KÜLTÜRÜ

5.1.2. Okuma Mekânları

5.1.2.2. Okuma Mekânı Olarak Okullar

Okuma kültürünün temel merkezlerinden biri medresedir. Erünsal (2000, s.60)’a göre, 17.yüzyılın başlarından itibaren merkezi kütüphanelerin ve diğer bölgelerde kütüphaneler kurulmasına rağmen, bu artış, okuma-yazma oranını etkileyecek bir yönde değildir. Burada etkin olan medreselerin varlığıdır.

Seyyahların okullardaki eğitim ve kitap ilişkisi ile ilgili en önemli gözlemleri, genelde kitaplarda kullanılan dil ve kullanılan kitaplar ile ilgilidir. 1609-1621 yıllarında Osmanlı topraklarında bulunan İtalyan tüccar Tommaso Alberti (1889, s.118), okullarda okutulan dil konusunu şu şekilde yazmaktadır: “Türklerin oda dedikleri okulun içinde

birinden bir diğerine bağlantılı olan bölümler vardır. Bu bölümlerde Farsça, Arapça ve Tatar dili ile tanışan öğrenciler, bu 3 dili de içeren Türkçeyi daha iyi konuşmak için farklı yazarların kitaplarını okumaya kendilerini verirler.”

Lubenau (2012, s.348) da okullarda okutulan kitapları dili ve kullanılan kitaplar konusunda şunları yazmaktadır:

“Türklerle ve İranlılar arasında inançları konusunda köklü bir anlaşmazlık vardır. İranlılar, Ali'nin Kur’an'ını geçerli saydıkları için, okullarda Arapça, Farsça ve Türkçe öğretilir. Türklerin bana anlattıklarına göre, okullardaki tüm kitaplar, özellikle felsefe derslerinde okutulan Erasto dedikleri Aristoteles, Sukrat dedikleri Sokrates ve Pukrat dedikleri Hippokrates gibi bizim okullarımızda da öğretim programında yer alan pek çok bilim adamının kitapları Arapçadır. Bunların dışında Ebuchamicum, İmam Hanbeli, İmam Maleki gibi önemli önemli öğretmenlerin kitapları Türkçedir. Bunlar Türklerin görüşüne göre önemli birer bilge ve filozofturlar.”

Schweigger (2004, s.123) de Lubenau ile aynı şekilde92benzer düşüncelerini yazmaktadır.

Lubenau (2012, s.349) ve Schweigger (2005, s.125), okutulan kitaplar arasında okunması zorunlu kitaplar hakkında şu şekilde yazmaktadırlar: “Bu okulu bitirebilmek

için öğrenciler 20 kitabı okuyup öğrenmek zorundadırlar.”

Lubenau (2012, s.349), ders kitabı olarak okutulan kitapları şu şekilde yazmaktadır:

“Kitapların hiçbiri Latince değildir, hepsi Arapça, Farsça, ya da Türkçedir. Okullarda tüm diğer diller yasaklanmıştır. Öğrenciler önce sarff [sarf] denilen dilbilgisi konusunda yazılmış dört kitabı okurlar. Bunları öğrendikten sonra bizdeki sentaks bilgisinin karşılığı olan narf (nahiv] konusundaki 4 kitaba sıra gelir. Bunu diyalektik anlamda gelen mancic [mantık] konusunu işleyen 4 kitap izler. Sonra kelam adını verdikleri retorik konusundaki 6 kitap okutulur.”

ve Schweigger (2004, s.123), da neredeyse aynı cümlelerle aynı konuyu yazmaktadır Menavino (2011, s.18) da saray içinde kendisine verilen eğitim ve okutulan kitaplar ile ilgili şunları yazmaktadır: ”Sultan’ın 4 yeğeniyle birlikte Elifbayı okumaya başladık.

Dört sene onların konuşma lisanını, edebi seviyede ve halk lisanı seviyesinde tetkik

92 İki seyyahın yazdıkları birbirlerine çok yakın bilgiler içermektedir. Aynı tarihlerde Osmanlı’da bulunan bu iki seyyahın, Reinhold Lubenau (1587-1589) ve Salomon Schweigger (1578-1581), birbirlerinden kopyalaması veya aynı şeyleri görmüş olmaları ihtimali vardır.

ettim, bazen birkaç Arapça ve Farsça kitapla temasım oldu. Bu kitapların muharrirleri kitaplara kendi isimlerini yazmışlardı.” Menavino (2011, s.81), başka bir gözleminde

ise Elifba’dan itibaren hangi hocalardan hangi derslerin alındığını yazmaktadır:

“Saraya yeni gelen gençlerden büyük Türk’ün huzuruna çıkartılan seksen veya yüz kadarı, halk Türkçesini öğrenmeleri için yenioda denilen bir eve yerleştirilirler. Gençler burada beş altı gün kaldıktan sonra onlara alfabe öğretilir. Bu mektepte dört hoca vardır. Bunlardan biri, ilk sene hiç bilinmeyenlere kıraat öğretir diğer hoca Arapça Kur’an okuma dersleri verir ve talebelere Kur’an surelerini izah eder. Üçüncü hoca Kur’an’dan sonra diğer Farsça kitapları gösterir, talebe yazı yazmaya pek istekli görünmese de biraz yazı öğretir. Dördüncü hoca ise Arapça, halk dilinde ve edebi dilde yazılmış kitaplar hakkında ders verir.”

Fransız asker ve tarihçi Pierre Avity d’Montmartin (1573-1635) (1615, s.1055) ise özellikle sultan çocuklarından bahsetmektedir:

“Prens çocuklar, hoca adı verilen bir yaşlı alim tarafından Arapça ve

Türkçe öğrenmek üzere eğitilirler. Bu diller çok zordur ve öğrenebilmek için sık sık Kur’an’ı tekrar etmek zorundadırlar. Tabii kalben öğrenilen bu kitap sadece prens çocuklara özgü değildi ve diğerleri de öğrenirlerdi. Aynı zamanda serbest sanatları, özellikle de astroloji, felsefe ve şiir öğrenirler. Ama tarih veya retorik öğrenmezler, tarihleri öğrenmeye müsamaha olmadığını bu yüzden bir prensin yaşamı boyunca, hiç kimsenin gerçeği söylemeyeceği ve öldükten sonra anıları kaybolacağı içindir. Retorik de gereksizdir. Çünkü her kelime doğasında olduğu gibi okunmalıdır. Bu yüzden Türklerde Hıristiyanlığın çoğunluğunda olduğu gibi davalarda savunma yapacak avukatlar yoktur. Öğrenim için kendilerini kitaplar ve birçok hoca arasında bulurlar. Bu insani bilimler veya felsefe olmadan, bir tek Muhammed doktrini açıklamaları ve talimatları hariç.”

Lubenau’ya göre bu kitapları okuyan kişiler belirli unvanlara sahip olmaya kazanmışlardır. Lubenau (2012, s.349) bunu şöyle yazmaktadır: “Softa unvanını taşıyan

öğrenci bütün bu kitaplan bitirdikten sonra bizdeki “Magıster Artum” karşılığı olan danişmend unvanını alır. Artık daha yüksek bir medreseye geçmek hakkını kazanmış ve gündeliği de artmıştır.” Schweigger (2004, s.123)de aynı konuda Lubenau ile aynı

görüştedir ve aynı kelimelerle tekrar etmektedir.

Tournefort (2005, s.61) da okulların özellikle din adamı ve kadı yetiştirme fonksiyonunu ön plana çıkarmaktadır. Bu durumu şöyle yazmaktadır: “Okullara

okullar özellikle din adamı yetiştirmek için kurulmuşlarsa da bazılarında aritmetik, astroloji, şiir eğitimi de verilmektedir .”

John Heyman (1759b, s.70-71) da aynı konuda şunları yazmaktadır: “Türkler birçok

konuda yazmışlardır. Konstantinopolis’te de dikkatimi çekti ki, büyük bir gençlik, eğitimlerini alıyorlar ve bu eğitim ile bölgelerin hakimleri veya kadıları olarak ve müftü ve imamlar olarak yetişiyorlar. Bu okullarda temel çalışmalar ilahiyat ve hukuktur.”

William Lithgow (1582-1645) (1806, s.147).’da aynı fonksiyonu ön plana çıkarmakta ve şöyle yazmaktadır: “kendileri kendilerini ne tefekküre ne de edebi sanatlara

ilgilidirler. Okulları da kanunlar ve Muhammed’in izinde dersler verecek öğretmenler yetiştirmek için Kur’an’ın yararlı tefsirlerini yaratacak şekilde seçilmiş bireyler olarak, ülke genelinde, hükümetin yargı hakimleri olarak eğitilmektedirler.“

Bobovis (2013, s.70-71) de okullarda okutulan kitapları anlatırken her tür kitabı saymakta ve şöyle söylemektedir:

“Kur’an’dan başka okutulan kitaplar, Nasara, Bina, Maksud İzzi,

Merrah gibi gramer hakkındaki eserlerdi. Avamil, Misbah, Ecurrumiye, Cami ise sözdizimi hakkında bilgi verirler. Daha sonra da belli saatlerde Muhammed’in öğrettiği inanç ve din hakkındaki yasaları bildiren Türkçe yazılmış kitaplar okunur ve tefsirler yapılır. Bunlar, Şurutü’s salat, mukaddime, kuduri, sadr-u şeria, mouhekah, hidaye durer ve gurer vb. adlarındaki eserlerdir. Öğrenciler bu kitaplar açıklanırken henüz acemi ve yeteneksiz olanlar da dersi dinlemek ve tıpkı birer din kitabı metniymiş gibi ezberlemek zorundadırlar. Aralarından pek çoğu ise öğrenmesi daha kolay ve kulağa hoş gelen Farsçayı öğrenmeye çalışırlar. Bu amaçla şu kitapları okurlar: Danisten, Şahidi, Pend-i attar, Gülistan, Bostan, Nafir vb. Bunun dışında Türkçe yazılmış olan Mülemma adlı eser ve içinde Arapça ve Farsça da karıştırılarak yazılmış güzel şiirler, hikâyeler de okurlar. Örneğin kırk vezir, Hümayunname veya Kelile ve Dimne, Elif ve Leyal, Seyyit Battal, Kahramanname ve bunun gibi romanlardır.”

Paul Rycaut (2012, s.50) da burada okunan kitapların çoğunlukla dini, kitaplar, edebi eserler, divanlar ve daha çok halkın hoşuna giden eserler olduğunu yazmaktadır:

“Onların umumiyetle okudukları Farsça kitaplar, Dánistân, Pend-i Attaz Gülistan, Bostan, Hâjiz Divanı’dır. Türkçe kitaplar ise, Arapça ve Farsça güzel kelimelerden mürekkep nesir veya nazım hâlindeki mülemmalardır. Bunlar ince düşünceler ve güzel ifadelerle dolu hoş kitaplardır. Bu çeşit kitaplardan en çok okunanları Kırk Vezir Hikâyesi, Hümayünnâme, Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları, Seyyid Battal ve

bunun gibi daha başka pek çok romanlardır. Bu delikanlılar arasında ince ve bilgili olanların tahsili umumiyetle işte bundan ibaretti.”

Avrupa tarzında bir eğitim verilmediğini belirten seyyahlar, asker karakterli Türklerin askerlikle ilgili kaygılarından dolayı bunu yapmadıklarını söylemektedirler. Thomas Smith (1678, s.2-3), 1678 tarihli “Remarks upon the Manners, Religion and Government of the Turks” isimli kitabında, gerçek eğitim istenmediğini, çünkü askerlikten soğuyan bir toplum yaratmak istemediklerini şöyle yazmaktadır:

“Türkler, herhangi bir matematiksel alet, merak yaratan bir resim, harita

ve deniz portolan haritası gördüklerinde veya herhangi bir basılı kitabın sayfasını açtıklarında veya benzer bir şekile ne kadar merakla baksalar dahi, sadece bunlardan korunmak yeterli değildir, aynı zamanda da imparatorluktan bunları uzak tutmak gerekmektedir ve bunlardan sakınılmalıdır diye düşünürler. Çünkü bunlar, erkeklerin zihinlerini yumuşatır ve askeri konulara daha az uygun hale sokmaktadır. Askerlik, fetihlerini ve büyüklüklerini arttırarak, yaşamlarını yaşamak ve sona erdirmek için en iyi seçenektir. Gerçek ve zeki eğitimi istemezler çünkü, farklı dinlerden gelen herkese karşı önyargılıdırlar.”

Bu durum, Rousseau (1997, s.35)’nun Avrupa’da basılı kitabın etkisine verdiği askerlik zihinleri yumuşatır tepkisi ile aynıdır. Bu anlamda hem Smith hem de Rousseau, basılı kitap her iki toplumda da aynı şekilde zararlar verebilecek bir uğraştır şeklinde ortak bir bakışla yazmaktadırlar.

Okuma kültürü, mekândan bağımsız olarak gelişebilen bir olgu olarak düşünülse de bunun eğitime yansıması okullarda okutulan kitaplar ile başlamaktadır. Okullar çoğunlukla okumanın öğretildiği ilk ve en önemli mekânlardır. Okullarda okutulan kitaplar, bu sebepten dolayı seyyahların da ilgisini çekmektedir. Bu ilgi sadece Osmanlı eğitim sisteminde varlığını sürdüren ve eğitimi verilen bilimleri anlamak amacıyla değildir. Aynı zamanda da okutulan kitapları elde etmek amacı da gütmektedir. Bu seyyahlar bu kitapları düşünürken eğitim sistemlerini de irdelemişlerdir. Eğitim ve okullarda okuma, yazma ve dil öğrenimleri seyyahların uzun uzun yazdıkları ilgilendikleri konuların başında gelmektedir. Ezberleme, gramer kullanımı, hangi dilin hangi alanlarda kullanıldığı, çocukların eğitim ortamları, ders yapma şekilleri, çalışma şartları, okul şekilleri gibi konular, gözlemledikleri ve ilgilendikleri alanları başında gelmektedir.

5.2. KÜTÜPHANELER