• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: KİTAP: ÜRETİMİ VE DÜZENLENMESİ

4.5. FEN BİLİMLERİ ÇALIŞMALARINDA KİTAP KULLANIMI

Henry Blount (2010, s.73), “Acaba Türkler hiç bilim talebinde bulunacak mı?” sorusunu sormaktadır ve şöyle yazmaktadır: “Bilim imparatorlukların başlangıcında

kabul edilmediğinden –emollit mores, nec sinit esse feros- Bilgi kişiliği yumuşatır ve acımasızlığa izin vermez- bu konuda varsayımda bulunulabildiği ölçüde, bu talebin gerçekleşebileceğini sanmıyorum, çünkü kılıcın etkisi son derecede bunu zayıflatacaktır.”

Antoine Geuffroy ise daha ileri giderek, Türklerin kendilerinin savaşlardan gurur duyduklarını, eğitimden yoksun olduklarını söylemektedir. Geuffroy (1524, s.68), “buna rağmen Büyük Türk’ün, Arap diline tercüme edilmiş Aristo felsefesine ait birkaç

kitabı vardı. Kendisi bunları okumuş ve selefleri de bunları okumuştu. Kâğıdın savaşlarda, ok, kılıç, yay gibi şekilleri üzerine yazılmasının bir rolü vardı. Bu figürlerin

çizilmesinin kendilerini savaştan yaralanmalarından koruduğuna dair inançları vardı”

demektedir.

Paul Rycaut (2012, s.51), birçok bilim alanının olmadığını yazmıştır: “mantık, fizik,

metafizik ve matematik gibi diğer ilimlere gelince, sonuncusu müstesna bunlar hakkında hiçbir bilgileri yoktur. Riyaziye de musiki parçasını teşkil etmesi itibariyle okunur ve Saray’da bunun için ayrıca bir mektep vardır”. Rycaut bilim kullanmadıkları için bilim

altyapısı gereken konulardaki bilgisizliğe örnekler vermiştir:

“Aralarında en mahir devlet nazırları ve en büyük komutanlar dahi bu

şeylerde o kadar cahildirler ki dünyanın o kadar geniş bir kısmına sahip oldukları hâlde ne coğrafya ne devletlerin durumu hakkında hiçbir şey bilmezler. Mühtedi veya Mağribîler müstesna karayı nazardan kaybetme tehlikesini nadiren göze alabilen Türk kaptanlarının ellerindeki deniz haritaları o kadar kötü yapılmıştır ki, İstanbul’la büyük ticaret merkezi olan İskenderiye arasındaki seyahatlerde haritalara bakmaktansa gözlerine veya tecrübeye dayanmayı tercih ederler”

Aaron Hill (1709, s.74) de aynı durumları tekrar ederek, özellikle denizcilikteki eksikleri, mantık, felsefe gibi konulardaki bilgisizliğine örnekler vermiştir:

“Türkçe mantık çalışmaları yapılmaz. Metafizik hakkında çok şey bilmezler, tıp ise kutsal bir iştir. Fakat burada cahillikleri inancı aşar. Seyrüsefer için ise Türk denizcilerinin farkındalıkları çok azdır. Coğrafya ise bunların arasında bilinmez. Buna ulaşma olasılığı da bulamazlar, ki benden Britanya’nın Akdeniz’in ağzında olup olmadığını ve Fransa Kralının topraklarının Batı Hind Adaları (Indies) sınırlarına kadar olup olmadığı hakkında bilgilendirmemi arzu etmişlerdi. Geometride ise en küçük bilgileri bile yoktur.”

Seyyah Gemelli Careri (1651-1725) (1728, s.270) ise gözlemlerinde daha genel bilgiler verir ve olumsuz görüşlerini “Sarayda gelişen çalışmalarda, Arapça ve Farsça

güzellikleri yanında biraz da astroloji ve diğer bilimler de vardı. Ama ne utanç vericidir ki, coğrafyayı çok az bilirler ve basımcılık onların arasında yasaklanmıştır ve bilginin geniş bir şekilde yayılmasının hükümete zarar vereceği düşüncesi hakimdir” diye

anlatmaktadır.

George Sandys (1673, s.56) de benzer bir şekilde bilim eksikliğini ön plana çıkararak şöyle demiştir:

“Bilim ve ticaretten bir iki kelime söz etmek gerekirse, şunları söyleriz ki birçoğu felsefe ile ilgili çok az bilgi sahibidirler. Zorunluluklar onları sanatlardan ziyade tıp öğrenimine itmiştir. Astronomide ise bazı

çalışmaları vardır ve birçoğunu fal için kullanırlar. Şiirde büyük yetenekleri vardır, aşıklarına Pers dilinde doğru söylerler. Retorik çalışmazlar.”

Kitap koleksiyonu ve kitaplara olan ilgisi ile bilinen George Wheeler (1682, s.199-200), Bay Watson isimli birinin kendisinin satın aldığı kitaplar üzerine anlattıklarını aktarmıştır:

“Bay Watson, bizi temin etti ki, imparatorluğun tüm genişlemesinin ve

yaptıkları savaşların tüm bilgilerini yıllık olarak kayıt ediyorlardı. Bu yıllıkların 5 veya 6 büyük cildinden biri sahipti ve bu bile 200 crown değerindeydi. Sarayda maaşlı tarihçiler ve yazıcılar vardı. Kendisi bir sandık dolusu Türkçe ve Arapça kitap satın almıştı, bunların arasında çok nadir kitaplar da vardı: Chekbouni, Kabalistik sanat, Türkçe ve Arapça bir sözlük, Avicenna ve Alburcherche’in de içinde olduğu bir doğrular kitabı, tüm dillerin alfabeleri ile Türkçe ve Farsça gramer. Kendisi Arap doktor tarafından yazılan ve John Baptista Porta’nın kitabından daha ilginç olan bir Ölüler kitabı göstermişti. Başka bir kitap da bolca kimya deneyleri içeren ve Baurann diye bilinen antik bir yazar tarafından yazılan bir kitap idi. Başka bir zamanda ise bize Arapça Timur tarihi kitabı gösterdi. Bir de Alhacen’in Arapça tercümesi daha vardı. Talisman’in iki kitabı prensipleri ve uygulamaları öğretir. Bunlar, büyük Kahire’nin genel tarihini anlatan bir kitap, Konstantinopolis’in tüm kiliselerini gösteren başka bir kitap. Bunların ikisi de Arapça idi. O da Büyük Kahire ve Konstantinopolis’te astroloji, astronomi, aritmetik, şiir, Arapça ve Farsça öğreten kamu profesörlerinin mevcut olduğunu söyledi.”

Luigi Marsigli (1934, s.48), aynı zamanda bir deniz bilimci olarak bilimin Türklerde kullanımı üzerine önemli noktalara değinmektedir: “Kimya, Türklerin çok sevdikleri bir

ilimdir. Deva ve ilaçlarını eski (İbni Sina) ve (Diyoskorit) usul ve reçetelerine göre tertip ve tanzim eylemekte, nebatat sahasında dahi oldukça vasi malumata malik bulunmaktadırlar.” Marsigli, özellikle coğrafya eserlerine ilgisini saklamamaktadır ve

4.Mehmed’e Hollanda elçisi tarafından hediye edilen W. Bleau atlasından çıkarılıp tercüme ettirilen kitaptan bir harita alabilmiştir. Marsigli, Türklerin coğrafya biliminde bilgili olduklarını ve Asya’da birçok yerde kendi adlarıyla bilinen şehirlere adlarını onların verdiklerini ve kendilerinde ise böyle bir şey olmadığını söylemektedir. Marsigli bu konuda “İstanbul’da bulunduğum zaman bu harita ve kitabı elde etmek için çok

çalıştım. Şurası muhakkaktır ki biz hiçbir vakit Türkiye, İran ve Arabistan’ın ve Tataristan’ın haritalarına, Türk müelliflerinin kitap ve haritalarını tercüme etmedikçe sahip olmamızın ihtimali yoktur” diye yazmaktadır.

Aynı dönem insanı olan Paul Rycaut (2012, s.51) da Marsigli’nin aksine Türklerin ellerindeki haritaların kötü olmasından bahsetmiştir: “Mühtedi veya Mağribîler

müstesna karayı nazardan kaybetme tehlikesini nadiren göze alabilen Türk kaptanlarının ellerindeki deniz haritaları o kadar kötü yapılmıştır ki, İstanbul'la büyük ticaret merkezi olan İskenderiye arasındaki seyahatlerde haritalara bakmaktansa gözlerine veya tecrübeye dayanmayı tercih ederler.”

Fen Bilimleri ile ilgili kitaplar satın alıp giden sadece Marsigli değildi. John Greaves de bunlardan biridir. Greaves’in Uluğ Bey’in astronomik tablolar kitabını satın alma hikâyesi önemlidir (Twell, 1816, s.65). Robert Huntington (1670-1681) ise bir astronom ve kitap koleksiyoncusu olarak Bodleian Kütüphanesi ve Trinity Kütüphanesinin doğu elyazmaları ile gelişmesine öncülük etmiştir. Barthold (2000, s.200)’a göre Arap edebi eserlerinden doğu bilimcilerin elde ettikleri bilgiler, bilimin diğer alanlarındaki, özellikle de coğrafya alanındaki gelişmelerde önemli yankılar uyandırmıştır. Batı Avrupa bilginleri arasında ilk defa Postel, Arapça bir coğrafya eserinden de Ebu’l Fida’nın eserinden de yararlanmıştır. Benzer şekilde Greaves ve Huntington da Tusi’den yararlanmıştır (Irwin, 2007, s.97).

Bilimler sadece elit kesime ait değildir. Saraydaki eğitim içinde de bilimler önemli yer tutmaktadır. Albertus Bobovis (1610-1675) (2013, s.70) bilimlerle ilgili eğitim alan içoğlanlarına değinmiştir: “İçoğlanlarının en çalışkan ve gayretli olanlarına, talibul ilm

yani dünya bilgesi ve bilim aşığı unvanı verilir. Tüm bilim kitapları Arapça yazıldığından ve eğitim de Arapça verildiğinden, dilbilgisi kuralları çok zor olan bu dili iyi öğrenmek gerekmektedir.” Bu şekilde bilim dili olarak Arapçanın ağırlığını bize ön

plana çıkarmaktadır.

John Heyman (1759b, s.70) ise bilimlerin himaye edilmesi konusuna değinmekte ve

“Antik halifeler ve Arap prensler daima en eğitimliler olmamalarına rağmen, bilimlerin daima hamisi olmuşlardır,” demektedir.

Seyyahlar, Fen Bilimleri çalışmalarında kitapların durumunu gözlemler iken birbirlerinden zıt fikirlere sahip olmuşlardır. Bu durum tamamen gözlemlerinin öznelliği ile ilgilidir. Uzmanı olmadıkları bir konuda, basit gözlemlerini yazmışlardır.