• Sonuç bulunamadı

Nesefî'nin Kebîre Konusunda Mu’tezileye Yönelttiği Eleştiriler

F- Va’d ve Vaîd Meselesinin Tarihsel Süreci

I. BÖLÜM

2.2. Büyük Günâh Meselesi

2.2.2. Nesefî'nin Kebîre Konusunda Mu’tezileye Yönelttiği Eleştiriler

Kur’ân’ın, işlemiş olduğu günâha rağmen, kebîre sahibine, mü’min ismini kullanmayı sürdürmesini önemli bir delîl kabul eden Nesefî, Mu’tezilenin, âyetlere dayanarak öne sürdüğü görüşlerini, yine âyetlerden hareketle çürütmeye yönelir. O, benimsediği görüşü, hak ehlinin görüşü olarak ifade eder. Ona göre, takip etiği yolun doğru oluşunun delîli, Allah Teâlâ’nın, âyetlerdeki azâp va’dine rağmen, kebîre

66 Bağdâdî, el-Fark, s. 106.

67 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, II, 371. 68 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal s. 57-58.

69 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, II, 369; Nesefî, Kitâbü’t-Temhîd, s. 359. 70 Nesefî, Kitâbü’t-Temhîd, s. 361.

104

sahibine îmân ismini kullanmasıdır. Bir de bu âyetlerde, büyük günâh işleyen kimseler için bâği ismi kullanılmasına rağmen, beraberinde îmân ismi de kullanılmıştır.71 Sahip olduğu görüşü savunurken müracaat ettiği âyetlerden bazılarını şunlardır: “Ey îmân edenler sarhoşken namaza yaklaşmayın.”72 “Mü’minlerden iki grup savaşırlarsa aralarını düzeltin.”73 “Ey îmân edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azâp vardır”.74

Nesefî'ye göre bu âyetler, üç açıdan kebîre sahibinin îmân ehlinden olduğuna delâlet etmektedir.

İlki, bütün şüphelerden uzak olarak kasten bir kimseyi öldüren kimse, kısas olarak ölüm cezâsı almasına rağmen, âyette, kendisi için îmân ismi kullanılmaya devam edilmiştir. Adam öldürmenin büyük günâh olduğu ise, her kesimin kabul ettiği, şüpheden uzak bir hakikattir.

İkincisi ise, “Mü’minler ancak kardeştir.”75 âyetinde, îmânla sâbit olan kardeşlik isminin, kâtil için bâkî bırakılmasıdır. Hucurât Sûresindeki bu âyet, mü’minlerin kardeşler olduğu gerçeğini bildirmektedir. Bakara Sûresindeki âyet ise, katl günâhını işlemiş ve suçu sâbit olmuş olan kâtil kimseyi, İslam ümmetindeki diğer fertlerin bir kardeşi olarak kabul etmektedir.

Bir üçüncüsü ise, âyette geçen, kâtil ile maktûlun velileri arasındaki ifadelerdir. Çünkü, işlemiş olduğu büyük günâha rağmen, îmânını kaybetmemiş bir müslüman muâmelesi gören kâtilin, İslam ümmeti içinde yer alan kardeşleri

71 Nesefî, Kitâbü’t-Temhîd, s. 363. 72 Nisa, 4/43. 73 Hucurat, 49/9. 74 Bakara, 2/178. 75 Hucurat, 49/10.

105

tarafından affedilmesinin ve ona kolaylık gösterilmesinin erdem olmasından bahsedilmektedir. Ayrıca, âyette geçen “Bu, Rabbinden bir hafifletme ve bir rahmettir.” pasasjı, Allah Teâlâ’nın bu günâh sahibini, şefkat ve merhamet kapsamının dışında tutmadığına delildir. İşte bu üç açıdan âyetle istidlâl edilmesinin, sahabeden Abdullah bin Abbas (r.a.)’tan mervî olduğunu belirtir.76

Nesefî’nin, delîl olarak kullandığı diğer bir âyette ise, Allah Teâlâ’nın, “ Îmân edip hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar, onların velâyetleri size ait değildir”.77 Âyetin, hicreti terk edenler hakkındaki büyük tehdidine rağmen, îmân ismi, hicret etmeyen kimseler için bâkî tutulmuştur. Allah Teâlâ, yardım istedikleri zaman, onlara yardım etmeyi de mü’minlere vâcip kılmıştır.78

Bir diğer âyet de “Ey îmân edenler Allah’a samimi bir tevbeyle tevbe ediniz.”79 âyetidir. O, bu âyette, hitabın, mü’minlere yöneltildiğine işaret etmiştir. Mü’minler tevbe edilmeye çağrılmaktadır. Ona göre, günâh işlemeyen bir kimseye tevbenin emredilmesi ise muhâldir. Tevbeyi gerektirecek günâh işlemiş kimselere, mü’min ismi kullanılmaya devam edilmektedir.80 O, Mu’tezilenin, büyük günâhtan sonra îmânın ortadan kalkacağı iddiasını, âyetlerin desteklemediğini söylemektedir.

Nesefî, Kur’an’ın kebîre sahibine hitabından hareketle görüşlerini savunduktan sonra, diğer bir delîl olarak da, ümmetin, işlediği günâha rağmen, kebîre sahibine karşı tutumuna dikkat çekmektedir. Nesefî, ümmetin bütünüyle, kıble ehlinden ölen bir kimse üzerine namaz kılmayı, onun için bağışlanma ve merhamet dilemeyi, büyük günâh işleyip işlemediğine bakmaksızın sürekli olarak yaptığına değinerek, îmânın, büyük günâh işlemek sûretiyle ortadan kalkmayacağını savunmaktadır. Birçok âyette geçen âhiretteki sevâp vaadi sebebiyle, mü’minlerin kesinlikle cennete gireceğini, ispatlamaya çalışmaktadır: “Şüphesiz, inanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar için içlerinde ebedî kalacakları Firdevs cennetleri bir

76 Nesefî, Kitâbü’t-Temhîd, s. 364. 77 Enfal, 6/72.َ

78 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, II.375. 79 Tahrim, 66/8.َ

106

konaktır. Oradan ayrılmak istemezler.”81 “Şüphesiz, îmân edip, sâlih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.”82 “Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar cezâ görür. Kadın veya erkek, kim, mü’min olarak sâlih bir amel işlerse, işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır.”83

Nesefî’ye göre bu âyetler, açık bir şekilde, kebîre sahibinin birçok sâlih amel işlemiş olduğunu ve mü’min olmaya devam ettiğini ifade etmektedir. Îmân dairesini tümden terk etmeyen kebîre sahipleri, yapmış oldukları kötülüklerin karşılığını misliyle görmeli ve sevâplarının karşılığını da almalıdır.84

Görüşlerini incelediğimiz Kâdî Abdülcebbâr ve Nesefî, kebîre meselesindeki farklı görüşleri sebebiyle, birbirlerini Allah’a yakışmayacak fiiller isnat etmekle suçlamışlardır. Hulf iddiası da bunlardandır. Kâdî, kebîre sahibinin affedilebileceğini kabul eden tarafları, Allah’ı sözünden cayan durumuna düşürmekle itham etmiştir.85 Çünkü, kebîre sahibine azâp va’deden Allah’ın, günâhkarlara va’dettiği azâptan vazgeçmesi bu anlama gelecektir. Aynı şekilde Nesefî, onları, Allah’ın iyilik yapanlara va’dettiği sevâbı yoksaymaları sebebiyle, Allah’ı sözünden cayan durumuna düşürdüklerini iddia etmektedir. 86