• Sonuç bulunamadı

F- Va’d ve Vaîd Meselesinin Tarihsel Süreci

I. BÖLÜM

1.6. Şefâat Meselesi

1.6.2. Kebîre Sahibine Şefâat

Kâdî Abdülcebbâr, tevbe etmeden fısk üzerine ölen ve îtikâdî açıdan fâsık olarak isimlendirdiği kişilere şefâat edilemeyeceği görüşündedir.317 Fâsık olarak ölen birine yapılacak şefâati, başkasının çocuğunu öldüren ve bir başkasını da öldürmek için bekleyen kimseye şefâat etme konusuna benzetmiştir. Bu durumdaki kâtil, birini öldürmüş, başka birini de öldürmek için beklemektedir. Yaptığına pişman değildir de bu yüzden bir başkasını öldürmek için beklemektedir. Tevbe etmeden ölen fâsık, pişman olsaydı tevbe ederdi, tevbe etmediğine göre, durumu, cürmüne devam etmek isteyen kâtil gibidir. Bu sebeple Kâdî, fâsık olarak ölen kimseye yapılan şefâati, kabîh bir iş olarak görmektedir.318

Kâdî'nın, eylemini sürdürme amacında olan kâtil ile tevbe etmeden ölen fâsık arasında kurduğu ilgi, bazı yönlerden kabul edilse de, ciddi farkların da olduğu görülmektedir. Kâdînin işaret ettiği kâtil, kötü niyetlidir ve hayatta olduğu için eylemini sürdürme imkanına sahiptir. Oysa kâtile kıyas ettiği fâsık, ölmüştür ve günâhlarını sürdürüp birilerine zarar verme ihtimali yoktur. Dünyada, suçların gereği olan yaptırımlar uygulanmadığında, bunun insan yaşamını hatta bütün canlıların yaşamını etkileyen sonuçları olacaktır. Fakat, hiçbir fesadın olmayacağı âhiret yaşamında ise, bu türden bir sorunun olmayacağı bilinmektedir. Âhiret ile dünya yaşamı arasındaki ciddi farklar, her iki yaşam ortamının birbirine doğrudan kıyas edilmesine engel teşkil etmektedir. Bu konuda, Kâdî’nın sıklıkla başvurduğu, şâhidin ğaibe mutlak olarak kıyas edilme metodûndan kaynaklanan bir çelişkiyi görmekteyiz.

316 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 688. 317 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 649. 318 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 688.

82

Kâdî, şâyet fısk üzerine ölen bir kimseye şefâat edileceği kabul edilirse, şu süreçlerle kaçınılmaz olarak karşılaşılacağını söyler. Fâsık olarak ölen kimseye şefâat etmek isteyen Peygamber, büyük günâh sahibi olan bu kişiye şefâat etmek istediği zaman, o kimse için yapılan şefâat ya kabul edilir ya da kabul edilmez. Peygamberin şefâat isteğine rağmen, şefâat edilen kimsenin bağışlanmaması câiz olmaz. Çünkü böyle bir durumda, Peygamberin ikramı reddedilmiş olur. Eğer o kimse, şefâatle affedilecek olursa, bu da câiz değildir. Çünkü, sevâbı hak etmeyeni ödüllendirmek kabîhtir ve mükellef olan bir kimse cennete lütuf olarak girmez. Ancak amelleriyle girebilir.319 Kâdî Abdülcebbâr bu görüşüyle, cezânın ancak devam tarikiyle kazanılmış olduğuna işaret ederek, fâsık bir kimsenin peygamberin şefâati ile cehennemden çıkamayacağını söyler.320 Tevbe etmeden ölen kimseye, şefâatin olamayacağını şu âyetlerle delillendirir. “O günden korkun ki, hiçbir nefis başkasına bir şey ödeyemez.’’321 “Zâlimler için dost ve itâat edilen şefâatçi yoktur’’322 “Cehennemde olanı sen mi kurtaracaksın?”323 “Onlar sadece Allah’ın hoşnut oldukları kimseye şefâat ederler.”324

Özellikle, bu âyette şefâat edilecek kimselerin, Allah’ın hoşnut olduğu kimseler olduğuna değinilmiştir. Kâdî, bu ifadeden hareketle kebîre sahibi olan fâsık kimselerin, Allah’ın hoşnut olmadığı kimseler olduğuna işaret ederek,325 Allah’ı razı etmek için en çok gayret eden Peygamberlerin, bu kimselere şefâat etmelerinin doğru olmayacağını söylemektedir.326

Görüldüğü gibi, şefâatle ilgili âyetleri bir bütünlük içinde değerlendirmeyen Kâdî, bağlamından kopardığı bir kısım âyetleri, kendi görüşlerini meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Enbiya Sûresi 28. âyetteki şefâati, cennetliklere yapılacak olan şefâat olarak te’vil etmektedir. Oysa şefâatin kelime ve terim anlamlarını izah ederken

319 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 689; el-Usûlu’l-Hamse, s. 93. 320 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, XIV, 404.

321 Bakara, 2/48. (Bkz. Kâdî Abdülcebbâr, Tenzihu’l-Kur’ân, s. 90.) 322 Mü’min, 40/18.

323 Zümer, 39/19. 324 Enbiya, 21/28.

325 Kâdî Abdülcebbâr, Tenzîhu’l-Kur’an, s. 261. 326 Kâdî Abdülcebbâr, Fazlü’l-İ’tizâl, s. 208.

83

gördüğümüz gibi, şefâat daha çok darlık ve sıkıntı içinde olan kimseyle ilgili bir durumdur.

Mü'min Sûresi 18.âyette geçen zâlim kelimesini ise, Kur’ân’da kullanıldığı farklı mânâları göz ardı ederek benimsediği görüşü destekleyen bir delîl kabul etmiştir. Oysa zulüm kelimesi, Kur’ân’da, peygamberlerin yaptıkları hatalar için kullanıldığı gibi,327Allah'ın asla affetmeyeceği şirk günâhı içinde kullanılmaktadır.328 Hatta sahabiler, Enâm Sûresi 82. âyette329 geçen zulum kelimesini, her hangi küçük bir günâh olarak anladıkları için büyük bir üzüntüye kapılmışlardı. Dışardan fark edilen bu durumlarını gören Hz. Muhâmmed, bu âyetteki zulmün küçük günâh olmadığını, aksine Allah'ın affetmeyeceği şirk günâhı olduğunu söyleyerek Onların sıkıntılarının yersiz olduğuna işaret etmişti.330 Kâdî Abdülcebbâr, zulüm kelimesinin, günâhın küçüğünden en büyüğü olan şirk günâhına kadar uzanan farklı anlam yapısını göz ardı ederek, sadece kendi görüşünü destekleyen mânâsını dikkate alarak âyeti tefsir etmesi, önceden benimsediği görüşlerin, âyetlere bakışını nasıl etkilediğine çarpıcı bir örnektir.

Kelâmî mezhepler arasında birçok konuda ihtilaflar meydana gelmiştir. Üzerinde ihtilaf edilen kelâmî konulardan biri de şefâat meselesidir. Şefâat konusunda düşülen ihtilafın birçok sebebi olmasına rağmen, en önemli sebeplerinden biri de konu ile ilgili rivâyetlerdir. Kelâmî mezheplerin rivâyetlere karşı tutumları, bütün ihtilaflı meselelerde önemli bir etken olduğu gibi, şefâat konusunda da konu ile ilgili aktarılan rivâyetler, konunun tartışılan maddelerinden olmuştur. Bu sebeple, görüşlerini değerlendirmeye çalıştığımız Kâdî Abdülcebbâr’ın ve diğer mezheplerin,

327 "Dediler ki: "Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka

ziyan edenlerden oluruz!" (A'râf, 7/23)

328 "Lokmân oğluna öğüt verirken ona şöyle dedi: "Sevgili oğlum! Allâh’a ortak koşma; çünkü O’na

ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır." (Lokmân, 31/13)

329 "İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar

doğru yolu bulanlardır." (En'âm, 6/ 82)

330 Bkz. Abdullah (r) şöyle demiştir: "îmân edenler, bununla beraber îmânlarına zulüm

karıştırmayanlar; işte onlar, (korkudan) emîn olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir" (En'âm, 82) âyeti indiği zaman bu, müslümânlara ağır geldi de: — Yâ Rasûlallâh, bizim hangimiz nefsine zulmetmez ki? dediler. Rasûlullah (s): — "Bu âyetteki zulüm, sizin anladığınız gibi değildir. O zulüm ancak şirktir. Lukmân'ın oğluna öğüt verirken: Oğulcuğum, Allâh'a ortak koşma. Çünkü Allâh 'a ortak koşmak büyük zulümdür dediğini işitmediniz mi?" buyurdu. (Buhari, “Ehâdisü’'l-Enbiya”, 41.)

84

Hz.Peygamber’den aktarılan rivâyetleri delîl olarak kabul edip etmediklerine ve rivâyetleri değerlendirme metotlarına kısaca değinmekte fayda görmekteyiz.