• Sonuç bulunamadı

Fâsığın Cezâlandırılacağını Bildiren Rivâyetler

F- Va’d ve Vaîd Meselesinin Tarihsel Süreci

I. BÖLÜM

1.5. Fâsığın Âhiretteki Durumu

1.5.2. Fâsığın Cezâlandırılacağını Bildiren Rivâyetler

Fâsığın cehennemde sürekli kalmayacağını, cezâsını çektikten sonra, oradan çıkacağını savunan Mâturidî, Eş’arî gibi kelâmî ekollerin en önemli delillerinden biri, bu konuda, Hz Peygamberden rivâyet edilen hadislerdir. Hz Muhammet'ten aktarılan rivâyetlerin hemen hepsi âhad haber kapsamında olduğu için, konu ile ilgili

248 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 670. 249 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 669. 250 Kâdî Abdülcebbâr, Fazlu’l İtizal, s. 209.

69

rivâyetlere geçmeden önce, Mu’tezile’nin, âhad haberin usulde delîl olarak kulanılıp kulanılmayacağına ilişkin görüşlerine kısaca değinelim. Çünkü usuldeki farklılıklar, furu' olan çıkarımlardaki ihtilafların en önemli sebebidir. Özellikle rivâyetlerin kabulünden kaynaklanan farklılıklar, bir çok itikâdî ve fıkhî ihtilafın ortaya çıkmasının temel gerekçesidir. Bu yüzden hem itikâdî hem de fıkhî konular da gelen sahih rivâyetlere büyük bir değer veren Sünnî ekolle, itikâdî konularda aktarılan rivâyetlere daha kuşkucu yaklaşan Mu’tezile mezhebi arasında görüş farklılıkları ortaya çıkmıştır.

Herhangi bir kelâmî ekole mensup âlimlerin de, usul konularında aynı düşüncede olmadıklarını görmekteyiz. Örneğin âhad haberlerin kabul şartlarına yönelik Mu’tezilî âlimlerin farklı görüşleri bulunmaktadır. Nazzam (v. 231/845) dışındaki Mu’tezilî usulcüler, âhad haberin zann taşıdığını, bu sebeple akâid konularında delîl olamayacağını iddia etmişlerdir. Onlara göre, âhad haberin zan taşıyıp kesin bilgi ifade etmemesi, haberin yalan olma ihtimali taşımasından kaynaklanmaktadır. Haber-i vahid hakkında genel kanaat, onun bilgi gerektirmeyip ameli gerektirmesidir. Özellikle Hanefî usulcüler, haber-i vâhidin bilgi değil amel konusunda muteber olduğunu iddia ederek, bunun sebebini de, haberi vâhidin gâlip zan ifade etmesine bağlamaktadırlar. Gâlip zan bilgisi, şer’i hükümlerde amelin vâcipliği için yeterlidir.251 Bu örneklerde görüldüğü gibi, âhad haberi usul konularında delîl kabul etmemek sadece Mu’tezilîlerin metodu değildir.252

Büyük günâh sahibi kimsenin, günâhı kadar cezâ çektikten sonra cehennemden çıkacağını bildiren bir çok rivâyet bulunmaktadır.253 Birbirini teyit eden bu rivâyetler, îmân sahibi günâhkarların âhiretteki durumunu açık bir şekilde izah etmektedir. Kâdî, bu konuyu en açık şekilde anlatan, “Bir topluluk cehennemde

251 Kahraman, “Ebu’l- Huseyin el-Basri’ye Göre Âhad Haber”, Marife3/3 Konya, 2014, s. 165. 252 Yavuz, Yusuf Şevki, “Haber-i Vahid”, DİA, XIV, 353.

253 Bkz.Buhârî, “mezâlim” 1, “rikâk” 48; Ahmed b. Hanbel 3,13,63,74; Müslim, “îmân” 148; Ebu

Dâvût 36; Tirmizî, “birr” 61; İbn-i Mâce, mukaddime 9, “fiten “37, “züht” 16. İbn-i Mâcedeki rivâyet şöyledir: “Kalbinde bir dinar ağırlığında îman bulunan kimseyi ateşten çıkarın sonra kalbinde yarım dinar ağırlığında îman bulunan kimseyi çıkarın sonra da kalbinde hardal tanesi ağırlığınca îman bulunan kimseyi çıkarın.”

70

yakılıp kömür haline getirildikten sonra oradan çıkarılır.’’254 rivâyetini haber-i vâhid olarak nitelendirir. Ayrıca rivâyet edilen bu haberin sıhhatinin sâbit olmadığını söyler. Sahih olması durumunda bile, âhad haber tarikiyle nakil olması sebebiyle kesin bilgi ifade etmeyeceğini iddia eder. O'na göre, fâsık olarak ölen bir kimsenin âhiretteki durumu gibi önemli bir konuda, esas olan kesin bilgidir.255 Haberlerin kesin bilgi ifade etmesi için mütevâtir olması gerekir.Oysa bu rivâyeti nakledenlerin çokluğu, son dönemlere aittir. Halbuki bir habere mütevâtir diyebilmek için, onu rivâyet edenlerin her dönemde aynı çoklukta olması gerekir.256

Bilindiği gibi hadislerin tedvin ve tasnif şartlarından dolayı, bir konu hakkındaki bütün hadisler etraflıca düşünülmeden, sağlıklı bir netice elde etmek güçtür. Hadislerin sebebi vürutları ve söyleniş zamanlarının tespit edilme zorluğu da, hadislerin ifade ettiği mânâları doğru bir şekilde tespit etmenin önündeki engellerdendir. Bu yüzden, farklı anlayışlara sahip ekoller, çoğu zaman kendi anlayışlarını destekleyen rivâyetleri kullanmakta, diğer rivâyetlerden sarfı nazar etmektedirler. Bu şekildeki yaklaşımlar, hadisler hakkında, birbiriyle tenakuz içerisinde olan sözler intibasını uyandırmaktadır. Kâdî Abdülcebbâr da aynı metotla davranarak, muhâliflerinin aktardığı hadislere, Hz. Peygamber’den rivâyet edilen başka haberlerle muhâlefette bulunmaktadır. Nitekim o, konunun özeti mahiyetinde olduğunu söylediği şu hadisi şerifi zikrederek, muhaliflerine cevap verir: “Devamlı şarap içen, söz getirip götüren, anne ve babasına isyan eden cennete giremez.’’257

Kâdî Abdülcebbâr'a göre, bu hadis, Mürcie’nin bu meselede delil olarak kullandığı çıkarımları geçersiz kılar. Hz. Peygamber’den rivâyet olunan şu hadis de bu cümledendir. Resul-i Ekrem buyurdu ki: “Bir dağdan yuvarlanan kişi, cehennem ateşine de (sürekli olarak) bir dağdan yuvarlanacaktır.’’ Kim kendini demirle

254 Müslim, “İman” 306.

255 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 672. 256 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 672.

257 Dârimî, Ebu Muhammed Abdulluh b. Abdurrahman (v.324/941), Sünenü’d-Dârimî, I-IV(thk. Hüseyin Selîm Esed ed-Dârânî) Dâru’l-Muğnî, Riyâd, 2000, 6707.

71

öldürürse, cehennemde, elindeki demirle onun karnına devamlı olarak vurulur. Kim zehir içerse, cehennem ateşinde de ona devamlı olarak zehir içirilir.’’ 258

Bu örneklerden hareketle, Kâdî Abdülcebbâr'ın, âhad haber tarıkıyla gelen, üstelik de terhîb ifade eden hadisleri, tek başına, mütevatir haber gibi değerlendirme yoluna gitmesi tutarlılık açısından tartışabilir. Mürcie'yi eleştiren Kâdî’nın kendisi de, mezhebinin görüşlerini desteklemek için aynı kategoride yer alan rivâyetleri kullanmıştır. Mürcie ve onun gibi düşünenlerin görüşlerine muhâlefet etmek için, “Şâyet onların irad ettiği haberin mütevatir olduğu iddiası mümkün ise, bu haberlerde tevatür ihtimali dahakuvvetlidir.. Çünkü bunlardaki durum daha açık ve nakilleri daha çoktur.” Demesi mantıklı görülmemektedir. Çünkü onun cehennemden çıkmayı ifade eden rivâyetleri olduğu gibi kabul etmesi, çelişkilere sebep olacaktır. Böyle durumlarda Kâdî Abdülcebbâr, kapalı mânâları usullerine uygun olarak te’vil etme yoluna gitmektedir. Onun yanında te’vil herkesin yapabileceği bir iş değildir. Fakat o, sahabeden Hz. Âişe ve ibni Abbas’a nisbet edilen, Sünnî ekolün çoğunluğunun ve Mu’tezile ekolünden de Ebu Ali el-Cübbâi’nin benimsediği gibi,259 müteşâbih lafızlarının anlamlarının sadece Allah tarafından bilineceği görüşüne karşı çıkarak, şartlarına hâiz rusûh sahibi âlimler tarafından bu mânâların te’vil yoluyla bilineceğini savunur.260 Ona göre, Kur’ân’da yer alan her şeyin bir mânâsı ve bu mânâları ispat eden delilleri vardır.261 Genel ilkeler dikkate alınarak ve lafzın dildeki mânâsı esas kabul edilerek bu anlamların tespiti mümkündür. Müteşâbihlerin her yönüyle bilinmesinin mümkün olmayacağı görüşünü dile getiren Kâdî, kimi müteşabih lafızların, nihaî anlamda ancak Allah tarafından bilineceğini söyler.262

Kâdî Abdülcebbâr, benimsediği bu te’vil yöntemine uygun olarak, yukarda geçen hadisteki mânâyı, delillere uygun olacak şekilde te‘vil ederek şu sonuca varır:

258 Müslim, “İman”, 17.

259 Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb, VII, 190. 260 Kâdî Abdülcebbâr, Muğni,XVI, 333. 261 Kâdî Abdülcebbâr, Muğni, XVI, 318. 262 Kâdî Abdülcebbâr, Muğni, XVI, 334.

72

‘’Cehennemden çıkar” ifadesinden maksat, bir topluluk, cehennem ehlinin ameli üzere iken onlardan uzaklaşır, demektir. Bunun benzeri, Allah ve Resulünün Kelâmında da mevcuttur. Kur’an’ı Kerimde bunun örneği şu âyettir: “Siz cehennemden bir çukurun kenarında iken, O, sizi oradan kurtardı.”263

Buradaki cehennem çukurunun kenarından maksat, “Bunu hak eden kişinin ameli üzere iken” demektir.264 Ayrıca Hz. Peygamberin hasislerinde şu örneği verir: “O, ezan okuyan bir müezzine “Eşhedü en la ilahe illAllah” derken rastladı ve “fıtrat üzere” buyurdu. Müezzin “Eşhedü enne Muhâmmeden Resulullah’’ dediğinde de: “Cehennemden çıktı.” Yani, “cehennem ehlinin amelinden çıktı”265 buyurdu. Görüldüğü gibi, buradaki durum da aynıdır. Dolayısıyla zikrettiğimizden başkası câiz değildir.”266

Kadî, birbiriyle çelişir gibi görünen âhad rivâyetlerin, anlamı açık olan âyetlerin ışığında anlaşılması gerektiğini söylemektedir.267 Bu sebeple o, fâsığın âkibeti konusunda açıklayıcı olduğunu düşündüğü muhkem âyetlerle iddiasını delillendirmeye çalışmaktadır.