• Sonuç bulunamadı

F- Va’d ve Vaîd Meselesinin Tarihsel Süreci

I. BÖLÜM

1.1.1. Fiiller Sebebiyle Hak Edilen Neticeler

Kâdî Abdülcebbâr, fiillerle hak edilenleri, medh ve zemm olarak tasnif eder. Bu iki kavram, tek başlarına çok bir anlam ifade etmezler. Bu sebeple, bunların ardından kişilerin eylemlerinde etkili olacak neticelere ihtiyaç duyulmaktadır. Kâdî Abdülcebbâr, bu neticeleri de övgü ve yergiyi takip eden sevâp ve ikâp olarak açıklamaktadır.22

1.1.1.1. Övgü ve Yergi

Sözlükte medh kelimesi, “bir insanı veya bir nesneyi yahut eylemi üstün bir özelliği dolayısıyla övme” anlamında mastar ve başka bir açıdan da övücü söz ve davranışları ifade etmek üzere isim olarak kullanılmaktadır.23 Karşıtı zemm ve hicivdir. Zemm ise, sözlük anlamı açısından, hamd yani övgü kelimesinin zıt anlamlarını kapsamaktadır. Medh, bir insanı veya bir nesneyi yahut eylemi, üstün bir özelliği dolayısıyla övme anlamlarını içerirken, bununla zıt anlamda kullanılan

20 Osman, Abdulkerim, Nazariyyetu’t-Teklîf: Ârâi’l-Kâdî Abdulcebbari’l-Kelâmiyye, Muessesetu’r-

Risâle, Beyrut, Tsz.s. 475.

21 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 491

22 Kâdî Abdülcebbâr, el-Mecmûu'l-Muhît bi't-Teklîf fi'l-Akâid, (thk.Yân Pitirs), Dâru’l-Meşrik, Beyrut,

1999, s. 306.

20

zemm ise, bir insanı, bir nesneyi veya bir eylemi kötü özellikleri sebebiyle yermektir.24

Kâdî Abdülcebbâr, zemmi, başkasının durumunun zelîl oluşunu haber veren söz olarak tarif etmektedir. O, zemmi ikiye ayırır. Birincisi, Allah tarafından cezâ verilen bölümdür. Bu ancak isyan sebebiyle hak edilendir.25 Ona göre, mâsiyetin hakikati, başkasının hoşlanmadığı davranış olmasından ileri gelir, fakat bunun da dereceleri vardır. Mâsiyet kelimesinin mutlak kullanımında, Allah’a isyandan başkası anlaşılmaz. Eğer bunun dışında bir şey kast edilecek olursa, mukayyet olarak kullanmak gerekir. Örneğin, “Falanca babasına, dedesine, âmirine veya başka birisine isyan etti” dendiğinde, kayıtlı olarak kullanılmış olur. Diğer çeşidi de, Allah tarafından cezâ takdir edilmeyen yergidir. Bu zemden kasıt, kendisine kötülük yapan bir kimseye, kötülükle karşılık veren kimsenin hak ettiği zemdir. Kâdî Abdülcebbâr’a göre, bu durumda, Allah tarafından bir cezâ takdir olunmaz. Çünkü bu davranışta, Allah’a karşı yapılan bir taşkınlık yoktur. 26

Kâdî Abdülcebbâr, övmeyi, başkasının halinin iyi ve değerli oluşundan haber veren söz olarak tarif etmektedir. Bunu da yine Allah tarafından sevâp takdir edilen ve sevâp takdir edilmeyen şeklinde kısımlara ayırmaktadır. Ona göre, Allah tarafından sevâp verilen övgü ancak tâat karşılığındadır. Ardından sevâbın gelmediği övgü ise, hak edilen nimete karşılık olan medihtir.27

1.1.1.2. Övgü ve Yerginin Kazanılmasında Aranan Şartlar

Kâdî Abdülcebbâr’a göre, şartları değerlendirilmeden hiç bir eylem için hüküm vermek doğru olmaz. Özne ve eyleminin şartlarının değişmesiyle, neticelerde değişebilecektir. Bu yüzden o, kötülemeyi, Allah tarafından akabinde cezâ verilen ve verilmeyen olarak ikiye ayırmıştır.

24 İbn Fâris, Mu'cemü Meķāyîsi’l-Luġa, s. 346. 25 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, XIV, s. 290. 26 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 491.

21

Kâdî Abdülcebbâr, arkasından cezânın geldiği yergi için iki şartın olması gerektiğini ifade eder. Birinci şart, fiil ile ilgilidir, diğer şart ise fâil ile ilgilidir. Fiil ile ilgili olan şart, fiilin kötü olmasıdır. Fâil ile ilgili olan ise fâilin, o işin, kötü olmasını bilmesi veya bilme imkanına sahip olmasıdır. Bu yüzden çocuk, çirkinliğini bilme imkanına sahip olmaması sebebiyle yaptığı çirkin şeyden dolayı yergiyi hak etmez. Fakat ona göre, hârici ekolüne mensup bir kimse, iyi olduğuna inansa da, bir müslümanı öldürmesi sebebiyle zemmi hak eder. Çünkü, bu işin çirkinliğini bilme imkanına sahiptir.28Aynı zamanda, failin yaptığı fiili, zorlama ve tehdit altında yapmaması gerekmektedir. Çünkü zorlama ve tehdit, sorumluluğu ortadan kaldırır.29

Kâdî Abdülcebbâr, ardından Allah tarafından azâbın gelmediği yergi için de iki şartı gerekli görür. Birinci şart, fiil ile ilgili olandır. O da, fiilin kötü olmasıdır. Fakat bu kötülüğün, ardından cezânın geldiği yergide olduğundan daha hafif olması gerektiği kanaatindedir. Diğer şart da fâil ile ilgilidir. O da fâilin kötülük yapmayı kast etmesidir.30 Kâdî Abdülcebbâr’ın, burada fâilin kastından bahsetmesi fakat yukardaki maddede bunu zikretmemesi, mantık açısından garip görünmektedir.

Yergi gibi övülmeyi de iki kısma ayırmaktadır. Arkasından, Allah tarafından sevâbın geldiği övgü ve arkasından sevâbın gelmediği övgü.

Kâdî Abdülcebbâr, ardından sevâbın geldiği övgü için iki şart olduğunu söyler. Birincisi, fiil ile ilgilidir. O da fiilde husn özelliğine ek bir menfaatin olmasıdır. Diğeri de fâil ile ilgilidir. O da fâilin, fiilin husn özeliğine ek bir özelliğe sahip olduğunu bilmesidir. Kâdî Abdülcebbâr, bu şartı, meşakkat olarak açıklamaktadır.31 Yani, fiilin hüsn özelliğine sahip olabilmesi, içerdiği meşekkatten dolayıdır. Kâdî’nin bu görüşte olmasının sebebi, acıların ancak karşılığında verilen

28 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 611,;Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, XI, 505. 29 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, VIII, 114.

30 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 613. 31 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 613.

22

bedellerle, sevabın da ancak çekilen sıkıntılardan dolayı husn niteliğini kazanacağını kabul etmesidir.32

Ayrıca o, fâilin övülmeyi hak edebîlmesi için, yaptığı fiilde husn özelliğinin olduğunu aklen bilmesi ve bundan dolayı fiilini işlemesi gerektiğini söylemektedir.33 Yemek, içmek gibi sahibinin elde etmek istediği dünyalık bir menfaat veya def’ edeceği dünyevî bir zarar sebebiyle işlemiş olduğu bir fiilden dolayı, övgüyü hak edemeyecektir. Ona göre hiçbir amaç gütmeden yapılan işler, zâten abes işlerdir ve değer taşımazlar.34 O, yergi de olduğu gibi, övgüde de her iki özelliğin beraber bulunması gerektiğini söyler. Ona göre çocuklar, fiilin, husn özelliğine ziyade bir sıfata sahip olduğunu bilmedikleri için, fiilleri sebebiyle övülmeyi hak etmezler.35

Kâdî Abdülcebbâr, ardından Allah tarafından sevâp gelmeyen övgünün de iki şartı olduğunu söyler. Bunların biri fiille diğeri fâille ilgilidir. Fiilin iyi olması, fâilin ise bu iyiliği kast etmiş olması gerekir.36

Ayrıca Kâdî, övgü ve sevâbın ya da yergi ve cezânın elde edilmesinde, hem yapmayı hem de yapmamayı şart koşmaktadır. Ona göre, övgü ve sevâbı hak edenler, emirleri yerine getirmekle beraber, çirkin işleri de terk etmişlerdir. Yergi ve cezâyı hak edenler de, yasaklanan çirkin işleri yapmakla beraber, emredilen vâcipleri terketmişlerdir.37 Kâdî’nın kötülük yapmadığı halde, sırf vâcipleri ihlal eden kimselerin de cezâyı hak edeceğini iddia etmesi, Mu’tezile ekolü içinde “zemmiye” olarak isimlendirilmesine sebep olmuştur.38 Herhangi bir kötülük yapmayan birinin, ihlal ettiği vâcipler sebebiyle zemmi hak ettiğini iddia etmesi, salt olarak niyyet okuyuculuğuna benzemektedir. Çünkü, vâcipleri ihlal edenlerin zemmedilmesini, herhangi bir sebebe dayandırmaksızın, sadece vâcibi ihlal etmelerinden dolayı zorunlu görmektedir.39

32 Abdülkerim Osman, Nazariyyetü’t-Teklif, s. 482; Kâdî Abdülcebbâr, el-Mecmûu'l-Muhît bi't-Teklîf fi'l-Akâid, (thk.Yân Pitirs), Dâru’l-Meşrik, Beyrut, 1999, s. 303.

33 Kâdî Abdülcebbâr, el-Mecmûu'l-Muhît, s. 311. 34 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, XI, s. 513. 35 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, XI, s. 501,506. 36 Kâdî Abdülcebbâr, Şerh, s. 613.

37 Kâdî Abdülcebbâr, el-Mecmûu'l-Muhît, s. 311. 38 Abdülkerim Osman, Nazariyyetü’t-Teklif, s. 484. 39 Kâdî Abdülcebbâr, el-Mecmûu'l-Muhît,s. 313.

23

Kâdî Abdülcebbâr, fiilerden dolayı sevâp ve ikâbı hak etme şartlarını açıkladıktan sonra, bir şart daha ilave etmeyi zorunlu görmektedir. Bu şart da, fâilin, cezâlandırılmaya ve mükâfatlandırılmaya uygun olmasıdır.