• Sonuç bulunamadı

Necdet b. Amir el-Hanefî adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bîr fırkadır. Necdet'e Asım da denilmiştir. Askerleriyle birlikte Yemâme'den yola çıkarak Ezârika'ya katılmak istedi. Ebu Fudeyk ve Atıyye b. el-Esved el-Hanefî'nİn de aralarında bulunduğu Nâfi b. el-Ezrak muhalifleri tarafından karşılandı. Bunlar Necdet'e Nâfi tarafından çıkartılan ihtilafı haber vererek savaşa katılmayanları tekfir ettiğini ve benzeri bidatlerini söylediler. Hep birlikte Necdet'e biat ederek onu Emîm'l-müminîn olarak isimlendirdiler. Bilâhare Necdet üzerinde de ayrılığa düştüler ve bir toplu­luk kendisine yapılanlardan dolayı onu kâfir ilan ettiler.

Bidatlerine örnek olarak şu gibi olaylar zikredilmiştir: Ordusunu oğluyla birlikte Katîflİlerle savaşmaya göndermişti. Bunlar erkekleri öldü­rüp kadınlarını esir aldı. Bunu da şöyle açıkladılar; Eğer değerleri gani­met paylarımıza denk olursa mesele yok. Fazlalık olursa onu iade ederiz.

Böylelikle taksimden önce kadınlarla birlikte olup ganimet mallarını yedi­ler. Necdet'in yanına döndüklerinde, yaptıklarını ona anlattılar. Necdet, yaptıklarının caiz olmadığını söyledi. Onlar da bilmedikleri için böyle yaptıklarını söylediler. Bunun üzerine onları mazur gördü.

Necdet'in taraftarları bilâhare bu konuda ihtilafa düştüler. Bir kısmı onu doğru bularak dinî emirlerde cahilliğin mazur görülebileceğini söyle­diler.

Onlara göre dinde iki asıl mevcuttur:

a- ilki Allah Teâlâ'yı ve peygamberlerini bilmek, -kendileriyle aynı görüşte olan- müslümanların kanlarını haram saymak, Allah katından gelenleri toptan ikrar etmektir. Bu, herkes üzerine farzdır. Bunlar hakkın­da cehalet özür sayılmaz.

b- Bunların dışında kalan hususlar. Halk, bu tür konularda helal ve haramı belirleyecek bir delil konuluncaya kadar mazur sayılır. Nitekim şöyle demişlerdir: Dinî hükümlerle ilgili herhangi bir meselede hatalı bir İçtihadda bulunan kimsenin kesin delil oluşmadan Önce azap göreceğini söyleyen kimse kâfirdir.

Necdet, takiyyeye başvurmaları durumunda Ehl-i Ahd ve Zimmetin kanlarını ve mallarını mubah kılmıştır. Onların kanlarını ve mallarını aram kılanlardan ise berî olduğunu söylemiştir. Kendi görüşünde olup had cezasına maruz kalanların Allah Teâlâ tarafından affedilebilecekleri-i azap görseler de ebedî cehennemde kalmayıp ardından cennete konula­aklarını söylemiştir. Necdet'e göre onlardan berî olmak caiz değildir. Necdet şöyle demiştir: Her kim büyük veya küçük bir yalan söyler hatalı düşünce sahibi olur ve bunda ısrar ederse müşrik olur. Zina den, şarap içen veya hırsızlıkta bulunan, ama bunlarda ısrarcı olmayan se ise müşrik olmaz. Necdet, şarap içenlere uygulanan had konusunda a çok katı davranmıştır.

Abdulmelik b. Mervân'la yazışarak ondan memnun olduğunu belirttiği zaman, kendi taraftarlarının hışmına uğramış ve tövbe etmesi istenmiştir.

Önlerinde tövbe etmesi üzerine onu cezalandırmaktan vaz-erek kendi halinde bırakmışlardır. İçlerinden bir topluluk bilâhare tövbe talebinden dolayı pişmanlık duyarak şöyle demişlerdir: Hata ettik. İmamımızdan tövbe talep etmemiz yakışık almadı. Onun da talebimiz üzerine tövbe etmemesi gerekirdi. Bunu ifade ettikten sonra tövbe edip hatalarını itiraf ettiler. Necdet'e de şöyle dediler: Önceki tövbenden tövbe t. Yoksa seni reddedeceğiz. O da bu isteğe uyarak önceki tövbesinden dolayı tövbe etmiştir.

Ebu Fudeyk ve Atıyye ondan ayrılmışlardı. Bunlardan Ebu Fudeyk tecdefin üstüne atılarak onu katletti. Çok geçmeden bu ikisi de birbir­erinden berî olduklarını ilan ettiler. Abdulmelik b. Mervân, Ömer b. Ubeydullah b. Ma'mer et-Temîmi komutasında bir orduyu Ebu Fudeyk'İn tüne gönderdi. Ömer, Ebu Fudeyk ve taraftarlarıyla bir süre savaştıktan onra Ebu Fudeyk'i ele geçirerek öldürdü. Atıyye İse Sicistan'a kaçmıştı, araftarları Atevİyye olarak bilinirdi. Acâride fırkasının kurucusu Abdulb. Acred de onun taraftarlarındandı.

Necedât fırkasının Âziriyye olarak anılmasının nedeni, fert hükümler- cahilliği mazur görmeleriydi. el-Ka'bî, Necedât hakkında şunları tatmıştır:

Onlara göre söz ve amelde takiyye caizdir. İnsan öldürme onusunda bile takiyyeyi caiz görmüşlerdir. Necedât fırkasına göre insanların halîfeye (imam) ihtiyaçları yoktur. Bu noktada yapmaları gereken, kendi aralarında adalete riâyet etmeleridir. Adaletin gözetilmesi nok­tasında imam elzem olursa, o takdirde âdil bir kimseyi imam tayin etmek caiz olur.

Necdet'in Öldürülmesinden sonra Eudeykiyye ve Ateviyye olmak üzere iki gruba bölündüler. Bunlardan her biri diğerinden berî olduğunu ilân etti.

Necdet'in samimi dostları dışında merkez Ebu Fudeyk'e geçti. Sicistan, Horasan, Kirman ve Kuhistân haricîleri ise Atiyye'nin mezhebi­ne tâbi oldular.

Necdet b. Amir ve Nâfi b. el-Ezrak, Mekke'de İbniVZübeyr'e kar­şı diğer Haricîlerle birleştiler. Bilâhare Nâfı ve Necdet fikir ayrılığına düştüler.

Nâfı, Basra'ya, Necde de Yemâme'yc gitti.

ikisi arasındaki fikir ayrılığının nedeni şuydu: Nâfı, takiyyenin helal olmadığını ve savaşa katılmamanın ise küfr olduğunu söylemişti. Bu görüşünü de şu ayet-i kerimelere dayandırmıştı: "Onlardan bir topluluk, insanlardan Allah'tan korkar gibi korkarlar." (Nisa, 4/76) "Allah yolunda savaşır ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar."

Necdet ise ona karşı çıkarak takiyyenin caiz olduğunu söylemiş ve şu ayetleri delil olarak göstermişti: "Ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır." (Âl-i İmrân, 3/28) "Firavun ailesinden imanım gizleyen bir adam dedi ki." (Mümin, 40/28) Ona göre savaşa katılmamak caiz, imkân bulup sava­şa katılmak ise daha faziletli idi. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştu: "Allah cihad edenleri oturanlara büyük bir ecirle üstün kılmıştır." (Nisa, 4/95)

Nâfı şöyle demiştir: Bu ayetler, Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) baskı altındaki ashabı hakkında inmiştir. Bu durumda olmayanlar için sava­şa katılmamak küfrdür. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve Resûlü'ne yalan söyleyenler -savaştan- geri durdular." (Tevbc, 9/90)

4- Beyhesîyye:

Ebu Beyhes b. Heysam b. Câbir adında bir şahsın etrafında topla­nanlardan oluşan bir fırkadır. Sa'd b. Ebî Zabî'a oğullarındandır. Haccâc, el-Velîd'in hilâfeti döneminde onun peşine düşünce Medine'ye kaçmıştır. Osman b. Hayyan el-Merrî orada da kendisini takip etmiş ve sonunda yakalayarak hapsetmiştir. Halife el-Velîd'in fermanı gelinceye kadar gece­leri onunla sohbet etmiştir. Halifenin emri gereği elleri ve ayaklan kesil­dikten sonra öldürülmüştür.

Ebu Beyhes cariyenin satışı konusundaki ihtilaflarından dolayı İbra­him ve Meymûn'u tekfir etmiştir. Aynı şekilde Vâkıfıyye'yi de tekfir etmiş­tir.

Ona göre Allah Teâlâ'yı, peygamberlerini ve Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından getirilen şeriatı bilip ikrar etmeyen kimse müslü-man olamaz. Ancak AUah dostlarına dost olunur, Allah düşmüslü-manlarından ise berî olunur. Şeriatın esasları arasında varit olup Allah Teâlâ tarafından haram kılınıp azap tehdidinde bulunulan hükümlerin bizatihi bilinmesi, tefsirinin öğrenilmesi ve bunlardan sakınılması gerekir. Bazı hükümleri ise sadece ismen bilmesi yeterli olup tefsirini bilmek vacip değildir. Kula düşen, bilmediği hususlardan çekinmesi ve yaptığı her şeyi ilme dayanarak yapmasıdır. Ebu Beyhes, Vâkıfiyye'den berî oluşunu onların şu görüşüne dayandırmıştır: Bir haramı, haram ya da helal olmadığını bilmeden işle­yen kimse hakkında hüküm verilemez. Halbuki Ebu Beyhes'e göre o kim­senin bu haramı öğrenme hakkı vardır.

İman ise her hak ve bâtılı bilmektir. İman, sadece kalp ile bilmek olup söz ve amel İmanın şartı değildir. Ebu Beyhes'in şöyle dediği nakledilir:

İman, ikrar ve İlimdir. Bunlardan sadece biri yeterli değildir.

Beyhesiyye'nin geneline göre ise ilim, ikrar ve amelin tamamı imandır. Bazılarına göre haramlar, Allah'ın Kitâbı'nda vârid olanlarla sınırlıdır. Buna delil olarak da şu ayeti zikrederler: "De ki: Bana vahyedi-lende yiyecek kişiye haram kılınmış başka bir şey göremiyorum." (En'âm, 6/154) Kitab'da zikredilen haramlar dışında herşey helaldir.

Beyhesiyye içinde Avfiyye adıyla bilinen bir topluluk vardır ki iki gru­ba ayrılmışlardır:

Birinci grup şöyle der: Hicret yurdundan dönerek savaşa katılmaktan çekinen kimseden berî oluruz.

İkinci grup ise şöyle der: Aksine onlara olan velayetimiz devam eder. Çünkü helal olan bir hükme dönmüşlerdir.

Bu iki grup, imamın küfre düşmesi halinde tebaanın da küfre düşeceği noktasında fikir birliğine varmıştır. Bu noktada gaip olanla mevcut olan aynı hükümdedir.

Beyhesiye içinde Tefsir Ehli (Ashâbu't-tefsir) olarak bilinen bir toplu­luk vardır ki şehâdette bulunan bir müslümanın onun tefsir ve keyfiyetini bilip gereğini yapmakla mükellef olduğunu iddia etmiştir.

İçlerinde Sual Ehli (Ashâbu's-su'âl) olarak bilinen bir topluluk daha vardır ki şöyle demişlerdir: Kişi, iki şehâdeti îfâ ettiğinde müslüman olur, Allah düşmanlarından berî kalıp Allah dostlarını dost edinir ve O'nun katından gelenlere toptan iman eder. Eğer dinî bir hükmü bilmiyorsa, Allah Teâjâ'run kendisine farz kıldığını sorarak öğrenir. Bilmediği husus­larda kusur etmesi, onu sorup Öğreninceye kadar kendisine zarar ver­mez.

Haram kılındığını bilmediği bir haramı işlediğinde ise küfre düşer. Çocukların durumu hakkında Sa'lebiyye fırkasıyla aynı görüşü paylaşmış ve şöyle demişlerdir: Müminlerin çocukları mümin, kâfirlerin çocukları da kâfirdir. Kader konusunda İse Kaderiyye ile aynı görüşü paylaşmış ve şöyle demişlerdir: Allah Teâlâ kullarına tefvizde bulunmuş olup kullarının amelleri üzerinde hiçbir iradî müdâhalesi yoktur. Beyhesiyye fırkasının çoğunluğu, bunlardan berâetlerini ilan etmiştir.

Bazılarına göre bİr kişi herhangi bir haram işlediğinde dununu ima­ma bildirilinceye kadar tekfir edilmez. Eğer imam kendisine had uygula­mazsa bağışlanmış olur.

Bazılarına göre helal kılınmış bir şey içtiği için sarhoş olan kimse, söz veya fiilinden dolayı sorumlu tutulmaz.

Avfîyye ise sarhoşluğun küfr olduğunu iddia etmiştir. Ancak sarhoş­luğa namazı terketmek veya iffetli birine iftira etmek gibi başka bİr büyük günah eklenmedikçe tek başına küfr olduğuna şahitlik etmezler.

Hâriciler arasında Salih b. Müserrah'ın taraftarlarından oluşan bİr fırka daha bulunmakla birlikte diğerlerinden ayrışmasını sağlayacak herhangi bir görüşleri nakledilmemİştir. Salih, Bişr b. Mervân'a başkaldırmış ve üstüne Bişr b. el-Hâris b. Umeyre -ya da el-Eş'as b. Umeyre el-Hemedânî-komu­tasında bir ordu gönderilmiştir. Kasr-i Celûlâ'da yaralanan Salih, yerine Şebîb b. Yezîd b. Nuaym el-Şeybânfyi -Ebu's-Sahârâ- atamıştır.

EbuV Sahârâ Kûfe'yi ele geçirmiş ve el-Haccâc'ın ordusunda bulunan yirmi dörtkomutanı öldürmüştür. Daha sonra yenilerek Ehvâz'a çekilmiş ve Ehvâz nehrinde boğulmuştur. Son sözlerinin şu ayet olduğu rivayet edilmiştir: "Bu, Azîz ve Alîm olan Allah'ın takdiridir." (Yâsîn, 36/38)

el-Yem ân, Şebîbiyye'nin Salih hakkında çekimser kaldığını düşündükle­ri için, Hâricîler'in Mürciesi olarak anıldıklarını kaydetmiştir. Rivayete göre, Salih'ten berâatini ilan ederek onu terketmiştir. Bilâhare kendi için imamet iddiasında bulunmuştur. Şebîb'in grubu Beyhesiyye'nin say­dığımız grupları arasında yeralır. Ancak şan, şöhret ve iktidarı Haricîler­den hiçbir şahsiyete nasip olmamıştır. Kıssası tarih kitaplarında uzun uzun anlatılmıştır.

5- Acâride:

Abdulkerim b. Acred adında bİr şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Bu şahıs, Necedât fırkasının bidatlerini aynen benimsemiş, ancak birtakım bidatler çıkartarak onlardan ayrılmıştır. Ebu Beyhes'in taraftar­larından olduğu, bilâhare onunla fikir ayrılığına düşerek ayrıldığı ve şu görüşü savunduğu rivayet edilir: Islama davet edinceye kadar çocuktan berî olmak gerekir. Çocuk ergenlik çağma ulaştığında onu İslâm'a davet etmek farzdır. Müşrik çocukları, babalarıyla birlikte cehennemde olacak­lardır. Ona göre mal, sahibinin öldürülme öldürülmedikçe ganimet (fey5) sayılmaz. Bu fırka mensupları dindarlıkları kendilerince bilinen kaede (: savaşa katılmayanlar) ile olan velayet bağlarını devam ettirirler. Hicreti farz değil bir fazilet olarak görürler. Büyük günah işleyenleri kâfir sayarlar. Yûsuf sûresinin Kur'an'dan olmadığını ve onun herhangi bir hikâye oldu­ğunu iddia ettikleri de söylenmiştir. Rivayete göre bu konuda şöyle demiş­lerdir: Bir aşk hikâyesinin Kur'an'da bulunması caiz değildir!

Acâride fırkası kendi içinde farklılaşan görüşlerine bağlı olarak birçok fırkaya ayrılmıştır. Bu fırkalar şunlardır:

A- Saltiyye: Osman b. EbiYSalt -diğer adı es-Salt b. Ebi's-S alt3 tir­adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bİr fırkadır. Çıkardığı birçok bidatle Acâride'den ayrılmıştır. Bu bidatlerden biri şudur: İslâm'a gireni kendimize dost edinir, aklı başına gelip de İslâm'ı kabul edinceye kadar

çocuklarından yüz çeviririz.

İçlerinden bir topluluğun şöyle dedikleri nakledilir: Ergen olup İslâm'a davet edilen kişi bu daveti kabul veya reddedinccye kadar ne müşriklerin, ne de müslümanların çocuklarına dostluk veya düşmanlık söz konusu olmaz.

B- Meymûniyye; Meymûn b. Hâüd adında bir şahsın taraftarlarından oluşmuştur. Meymûn, çeşitli görüşleriyle Acâride'den ayrılmıştır. Bunlar­dan bazıları şunlardır: Kaderin hayır ve şerri kuldan kaynaklanır. Fiiller yaratma ve ibda bakımından kullara aittir. Istitâ'at fiilden Önce gelir, Allah Teâlâ yalnız hayrı murâd eder. Kulların masiyetleri noktasında O'nun irâdesi mevcut değildir. Hüseyin el-Kerâbîsî, Haricîlerin görüşle­rini anlattığı kitabında Meymûnîlerin, kızların kızlarıyla, erkek ve kızkar-deşlerin çocuklarını kızlarıyla evlenmeyi caiz gördüklerini nakletmiştir. Meymûniyye şöyle demiştir: Muhakkak ki Allah Teâlâ kişiye kendi kızları, erkek ve kızkardeşlerinin kızlarıyla evlenmeyi haram kılmıştır. Bunların çocuklarıyla evlenmeyi ise haram kılmamıştır.

el-Ka'bî ve el-Eş'arî Meymûniyye'nin Yûsuf sûresinin Kur'an'dan olmadığını iddia ettiklerini nakletmişlerdir. Onlar sultanla savaşmayı, ona ve hükmüne rıza gösterenlere had uygulamayı vacip görmüşlerdir. Sul­tanı kabul etmeyenlerle savaşmak caiz değildir. Ancak ona destek olanlar, Haricîlerin inançlarını tenkid edenler ve sultana rehberlik edenler bunun dışındadır. Meymûnİyye'ye göre müşrik çocukları da cennettedir.

C- Hamziyye: Hamza b. Edrek adında bir şahsın taraftarlarından olu­şan bir fırkadır. Kader ve diğer bidatlerinde Meymûniyye fırkası ile aynı düşünen Hamziyye, muhaliflerin ve müşriklerin çocukları meselesinde onlardan ayrılarak bu çocukların cehennemlik olduklarını iddia etmişlerdir.

Hamza, Sicistan'da ayaklanan Hüseyn b, er-Rekkâd'ın taraftarları arasında bulunuyordu. Halef el-Hârİcî kader ve liderliği haketme gibi konularda ona muhalefet etmişti. Bunun üzerine birbirlerinden beri olduk­larını İlan ettiler. Hamza, ümmetin dirliğinin sağlanması ve düşmanların tesirsiz hale getirilmesi gibi konularda başarı olmaması durumunda bir devirde iki İmamın bulunmasının caiz olduğunu söylemiştir.

D- Halefiyye; Halef el-Hâricî adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Kİrmân ve Mekrân havalisinde yaşamış Haricîlerden oluşur.

Kader konusunda HamziyyeMen farklı düşünürler. Kaderin hayır ve şer­rini Allah Teâlâ'ya isnat ederler. Bu meselede Ehl-i Sünnet ve Cemaat ile aynı inancı paylaşırlar. Şöyle derler: Hamziyye şu sözleriyle tenakuza düşmüşlerdir: Eğer Allah Teâlâ kendi takdir ettiği fiilleri yapma veya yap­mama nedeniyle kullarına azap edecek olsaydı zulmetmiş olurdu. Onlara göre müşrik çocukları amelde bulunup bulunmamalarına bakılmaksızın cehennemlik olurlar. Ancak bunun açık bir çelişki olduğunu görememiş­lerdir.

E- Etrâfiyye: Kader konusunda Hamza ile aynı görüşte olan bir fır­kadır. Ancak onlar uzakta bulunanları, akıl yoluyla gerekli olduğunu düşündüklerini uyguladıkları takdirde, şeriatin bilmedikleri hükümlerinde işledikleri kusurlardan dolayı mazur görmüşlerdir. Bu fırka da Kaderiye gibi birtakım aklî farziyetlerin varlığını iddia etmiştir. Başları Sicistan'dan Gâlib b. Şâzek'tir. Abdullah el-Sedyûrî onlara karşı çıkarak kendilerinden berî olduğunu ilan etmiştir.

Bu fırka içinde Muhammediyye olarak bilinen ve Muhammed b. Rızk'ın taraftarlarından oluşan bir fırka daha vardır. Muhammed, Hüseyn b. er-Rekkâd'ın taraftarları arasındayken bilâhare ondan berî olduğunu ilan etmiştir.

F- Şuaybiyye: Şuayb b. Muhammed adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Meymûn İle birlikte Acâride arasında bulunurken kaderle İlgili fikrinden dolayı ondan berâetini ilan etmiştir.

Şuayb şöyle demiştir: Allah Teâlâ kulların amellerinin yaratıcısıdır. Kul ise, kudret ve irâde bakımından onları kazanandır. Hayır ve şer bakımından onlardan sorumludur, ceza ve mükâfat olarak da karşılığını görecektir. Varlık âleminde hiçbir şey Allah Teâlâ'nın irâdesi olmaksızın gerçekleşmez.

Şuayb imamet ve va'îd konularındaki bid'atlarmda Haricîler­le aynı görüştedir. Çocuklarla ilgili hükümleriyle savaşa katılmayanlar, dostluk ve teberrî konularında Acârİde ile aynı görüştedir.

G- Hâzimiyye: Hâzİm b. A1İ adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Kulların amellerinin Allah Teâlâ tarafından yaratılmış oldu­ğu, kudretinde dilediğinden başka bir şeyin olamayacağı gibi inançlarda Şuayb'ın görüşlerine tabidirler. Muvâfât fikrini savunmuşlardır. AllahTeâİâ, ancak işin sonunda iman bakımından kendisine gelecek olanları dost edinir. Sonları küfr olacağını bildiği kullarından ise teberrî eder. Dostlarım olan sevgisi devamlı olduğu gibi, düşmanlarına olan buğzu da devamlıdır.

Rivayete göre Ali (radiyalkhu anh) hakkında tevakkuf etmiş ve ondan beri olduklarını açıkça ifade etmemişlerdir. Başka birçok kimseden berâet-lerini ise ilan etmişlerdir.

6. Se'âlibe:

Salebe b. Amir adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Sa'lebe, çocuklar konusundaki tartışmalarına kadar Abdulkerim b. Acred İle tek yumruk gibi hareket etmişti. Ancak çocuğun velayetini iddia edin­ce Abdulkerim fırkası ondan yüz çevirdi. Ona göre, hakkı inkâr ettiği görülmedikçe ister küçük ister büyük olsun çocukların da velayeti sahihtir. Ona göre ergenlik çağına gelmemiş çocukların dost veya düşman olarak görülmelerinin herhangi bir hikmeti yoktur. Ergen olup davete muhatap oluncaya kadar asıl olan budur. Kölelerinden zengin olduklarında zekat almayı, fakir olduklarında ise onlara zekât vermeyi caiz gördü. Bu fırka, kendi içinde dört fırkaya ayrılmıştır:

A- Ahnesiyye; Ahnes b. Kays adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Ahnes, Se'âlibe firkasındandı. Ama bazı meselelerde onlar­dan ayrılarak farklı fikirler beyan etmiştir: Örneğin Kıble ehlinden olup takıyye ortamında yaşayanların tamamı hakkında tevakkuf etti; sadece iman ettiği açıkça bilinen kimseleri dost edinir, küfrü açıkça bilinen kim­selerden ise teberrî ederdi. Suikast, cinayet ve hırsızlığı haram görmüştür. Ona göre kıble ehlinden hiç kimse düşmanı dine davet etmeden savaşa başlayamaz. Eğer düşman bu daveti kabul etmezse o zaman kendisiyle çarpışılabilir. Bunun tek istisnası, sözlerinin fiillerine uymadığı açıkça bilinen kimselerdir. Ahnes, kendi fırkasınca müşrik sayılan büyük günah sahiplerine, müslüman hanımlarla evlenmeyi caiz görmüştür. Diğer mese­lelerde Hâricilerle aynı görüşleri benimsemiştir.

B- Ma'bediyye; Ma'bed b. Abdurrahman adında bir şahsın taraftar­larından oluşan bir fırkadır. Ma'bed, müslüman hanımların müşriklerle vlendirilnıesi hatasında Ahnesiyye fırkasına karşı çıktı. Ayrıca kölelerden kat alıp onlara zekat verme meselesinde de onlara karşı çıktı. Ma'bed şöyle demiştir: Bu görüşlerinden dolayı ondan teberrî ederim. Korku ve çekince halinde zekat paylarının tek bir paya çevrilmesini de caiz görmüşlerdir.

C- Ruşeydiyye: Ruşeyd et-Tûsfnin taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Bunlara Uşriyye de denilmiştir. Se'âlibe nehirler ve kanallarla sulanan ara­zilerde yirmide bir verilmesini gerekli görüyordu. Ziyad b. Abdurrahman öşrün(onda bir) tam olarak verilmesi gerektiğini ve daha önceden

öşrün yarısının verilmesini savunanlardan teberrî etmenin caiz olmadığını onlara bildirdi. Bunun üzerine Ruşeyd şöyle dedi: Eğer onlardan teberrî etmek caiz değilse, o zaman biz de onlar gibi amel ederiz. Bunun üzerine bu konuda iki gruba ayrıldılar.

D- Şeybâniye; Şeybân b. Seleme adında bir şahsın taraftarlarından olu­şan bir fırkadır. Ebu Müslim el-Horasânî döneminde ayaklanmıştır. Nasr b.

D- Şeybâniye; Şeybân b. Seleme adında bir şahsın taraftarlarından olu­şan bir fırkadır. Ebu Müslim el-Horasânî döneminde ayaklanmıştır. Nasr b.