• Sonuç bulunamadı

Nasreddin Hoca Fıkralarının Genel Özellikleri

Türk edebiyatında fıkra kavramı yerine hikâye, latife, nükte, şaka, mizah, gülmece gibi kelimeler kullanılmıştır. Bu sözcükler çoğu zaman birbirinin yerine kullanılmış ve aralarındaki ince farklılıklar göz ardı edilmiştir. Bizim incelemiş olduğumuz yazma da “Hikâyât-ı Hoca Nasreddin” adını taşımaktadır. Yani Nasreddin Hoca Hikâyeleri ifadesi kullanılmıştır; ancak yazmanın içinde yer alan

fıkralar birbirinden ayrılırken latife veya hikâyet sözcüğü kullanılmıştır. Nasreddin Hoca ürünlerinin adlandırılması hususunda Hayrettin İvgin şu açıklamayı yapmıştır: “Nasreddin Hoca gülmeceleri birer fıkradır, hikâye değildir. Ancak hikâye bir sürü haberi nakil ve rivayet eylemek, bir nesneye benzemek, bir kimseyi fiilen yahut dolaylı taklit eylemek, bir kimseden bir söz nakleylemek olarak ve anlatma ile eşdeğer olarak bilindiğinden fıkralar hikâye kelimesi ile eşdeğer görülmüştür. Oysaki doğru olan tanımlama Nasreddin Hoca hikâyeleri değil, Nasreddin Hoca fıkralarıdır.” (İvgin, 1989: 171).

Nasreddin Hoca fıkraları konusunda tartışmalara yol açan bir diğer husus da ona ait olabilecek veya olamayacak fıkralar üzerinedir. Bugün Hoca’yla ilgili olarak anlatılan binlerce fıkra vardır. Bu fıkralardan ne kadarı gerçekten Hoca’ya bağlanabilir? Hoca’nın yaşadığı dönemle örtüşmeyen, Timur’la ilgili fıkralar ne yapılmalıdır? Hoca’nın ahlaki değerleriyle bağdaşmayan müstehcen fıkralar, elenmeli midir? Bu konudaki soruları artırmak mümkündür. Bu çalışmanın amacı da bu sorulara yanıt aramak değil, bir Nasreddin Hoca yazmasını inceleyip tanıtmaktır. Bu nedenle çalışmamızda bu konuya değinilecek; ancak fazla ayrıntıya girilmeyecektir. Bu konuda Şükrü Kurgan’ın belirlediği ölçütler şu şekilde sıralanabilir:

“- Bir fıkrada sarhoşluk veya içki varsa, Nasreddin Hoca bir içki meclisinde gösteriliyorsa, o fıkra Hoca’nın değildir. Çünkü Nasreddin Hoca, yasaklayan sünni Müslüman Türklerin mizah tipidir.

- Bir fıkrada ahmaklık, budalalık varsa ve bir sıkıntıdan kurtulmak için aptallık taslamak, zekâyı gizlemek değilse, bu fıkra Nasreddin Hoca’nın değildir.

- Nasreddin Hoca’yı mal-mülk, köle-cariye sahibi gösteren, onun misafirlerine altın tabaklarla yemek ikram ettiğini anlatan fıkralar, ona ait değildir. Çünkü Hoca, ömür boyu yoksulluk çekmiştir.

- Bir fıkrada çapkınlık, iffetsizlik, kadın ihaneti varsa, bu anlatılan Nasreddin Hoca’nın değildir.

- Bir fıkrada Nasreddin Hoca, hasis gösteriliyorsa, o anlatılan gerçek değildir; zira Nasreddin Hoca, fıkralarında cimriliği taşlar.

- Bir fıkrada Nasreddin Hoca, maddi kuvvetle güçlü bir insan, çevik bir delikanlı canlılığında gösteriliyorsa, bu fıkra Hoca’nın olamaz. Nasreddin Hoca, güçlükleri Dede Korkut gibi akılla çözer.

- Bir fıkrada, dalkavukluk, ikiyüzlülük, çıkarcılık varsa; Nasreddin Hoca, bir paşa veya büyük bir adamın emrinde gösteriliyorsa bu anlatılan ona ait olamaz.

- Bir fıkrada Nasreddin Hoca, dik başlı, dilediğini zorla yaptırabilen bir kişilik gösteriliyorsa bu anlatılan ona ait değildir.

- Bir fıkrada, tasavvuf, ezel, ebed meseleleri anlatılıyorsa bu anlatma Nasreddin Hoca’nın olamaz. Çünkü bunlar, ulu orta konuşulacak konular değildir.

- Bir fıkra uzunsa, anlatılması veya okunması dakikalarca sürüyorsa, bu da Nasreddin Hoca’ya ait olamaz.” (Kurgan, 1968: 495-496).

Saim Sakaoğlu ve Kemal Uzun’un da bu konudaki görüş ve tespitleri Kurgan’la paralellik göstermektedir. Nitekim bizim ele aldığımız yazmanın 49a sayfasının sonunda: “Hoca Nasreddin Efendi’nin veli olduğuna şüphe yoktur. Onun bu sözlerden haberi ve malumatı yoktur. Velakin anlamak için böyle latifecikler yazmışlardır.” şeklinde kısa bir not bulunmaktadır. Ancak biz, bu çalışmamızda böyle bir ayrıma girmiyoruz. Çünkü incelediğimiz yazma bir fıkra külliyatıdır ve bütünlük içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca fıkraların sözlü kültür ürünü olduğu unutulmamalıdır. Hâl böyle olunca karşımıza bir “yaşamış Nasreddin Hoca” bir de “yaşayan Nasreddin Hoca” çıkmaktadır.

Nasreddin Hoca, milletimizin yetiştirdiği en önemli mizah ustalarındandır. Ünü sadece Türk dünyasıyla sınırlı kalmamış, dünyanın çeşitli ülkelerine de yayılmıştır. Nasreddin Hoca’nın fıkralarında göze çarpan en önemli unsur, öğretici ve ders verici bir nitelik taşımasıdır. Yani Hoca’nın fıkraları öyle alelade, sadece güldürmek için yazılmış, boş sözler yığını değildir. Hoca’nın fıkralarında temel amaç, kıssadan hisse çıkarmaktır. Bu yönüyle bakıldığında fıkraların alt yapısında derin bir felsefenin, hayat görüşünün yattığı görülür. A. Refik Gür, bu konuda şöyle demektedir: “Mizah, nükte ruha hitap eder. Hocanın mizahı bu bakımdan bir şahikadır. Hocanın fıkralarında kaba, saba üstünkörü bir şakacılık değil, fakat ince, derin, düşündürücü, insan zekâsının parlak akislerini taşıyan bir nüktecilik vardır. Hayatını günlük cehidlerle, kıt kanaat kazanmak zorunda kalmasına rağmen, onun

böyle beşuş ve insancı bir zihniyetle mizahını işlemiş olması, fıtratındaki üstünlüğü tanıtır.” (Gür, 1959: 15).

Nasreddin Hoca’nın tarihî şahsiyeti göz önünde bulundurulduğunda, onun halk içinden biri olduğu görülür. Bu konuda Gölpınarlı şu açıklamaları yapar: “Hoca, perdecileri olan, harem ağalarının dolaştığı haremlerde, beyaz topuklu, yalın yüzlü hizmetçilerin, nâz ile hırâmân olduğu saraylarda yaşamış bir tip değildir. Hoca, dert çeken, acıkan, ağlayan, bezen, uman, istiyen; inanan ve sırasında inanciyle alay eden, efkârlanan ve sırasında efkârını bir nüktede boğan halktır, hem de tarih boyunca halk.” (Gölpınarlı, 1961: 12). Hoca’nın bu yönü, fıkralarına da yansımıştır. Fıkralar, günlük hayatın içinden konuları ele alır. Fıkralarda olağandışı ögelere, günlük hayatta karşımıza çıkmayacak durumlara yer verilmez. Yine fıkra kahramanları da çoğunlukla hayatın içinden kişilerdir.

Nasreddin Hoca fıkraları, evrensel niteliklere sahiptir. Fıkralarda bütün insanlığı ilgilendiren toplumsal sorunlar üzerinde durulur. Hoca’nın dünyanın birçok yerinde tanınıp sevilmesinin nedeni belki de budur. Onun fıkralarında toplumun inanışları, değer yargıları, sorunları nükteli bir dille işlenir. Hakan Dedebağı, hazırlamış olduğu tezinde konuyla ilgili olarak şu ifadelere yer verir: “Fıkraların büyük çoğunluğunun insanlığın ortak değerleriyle ve özellikleriyle ilgili olduğu görülür. Zaten, Hoca’nın birçok ülkede benimsenmesinin önemli bir nedeninin de fıkraların bu özelliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Toplumun, sorunlarıyla ilgili çözüm yollarını da fıkralarda bulduğu görülmektedir. Neredeyse ele alınmayan bir tip, üzerinde durulmayan sosyal bir mesele yok gibidir. Cahillik, bencillik, hırsızlık, menfaatçilik, dünyaya aşırı bağlılık gibi zaafların yanı sıra, yöneticilerin baskıcı ve adaletsiz yönetim anlayışları, görevlilerin rüşvet almaları, yolsuzluk yapmaları gibi tutumları, aydınların halktan kopukluğu, bazı din adamlarının bağnazlığı ve gerçek bir din adamında bulunması gereken özellikler, insanın Tanrı ile olan ilişkileri, iman ve ibadet esasları, ahlaki kurallar fıkraların asıl konularıdır.” (Dedebağı, 2007: 79).

Nasreddin Hoca fıkralarında anlatım oldukça yoğundur. Verilmek istenen mesaj, kısa ve öz bir şekilde iletilir. Gereksiz sözlerden kaçınılır, anlatımın yalın olmasına özen gösterilir. Zaten fıkra türünü, hikâyeden ayıran en temel özellik budur. Böylece mesaj, doğrudan iletilmiş olur ve akıllarda kalması sağlanır. Kemal Uzun,

bu konuda: “Diyaloglarda da söz uzatılmadan, amaç en kısa biçimde ortaya konulmaktadır. Bu öylesine bir sözcük tutumluluğu sağlamıştır ki, fıkranın sonunda Nasreddin Hoca’nın ağzından söylenen en vurucu söz âdeta kalıplaşmıştır. Bu kalıplardan çoğu aynı zamanda özlü söz (vecize) ya da deyim olarak kullanılır olmuştur.” (Uzun, 1996: 67) demektedir. İpe un sermek, tavşanın suyunun suyu, bindiği dalı kesmek, mavi boncuk dağıtmak, bindiği dalı kesmek, parayı veren düdüğü çalar, yorgan gitti kavga bitti, ye kürküm ye gibi, bugün günlük hayatta sıkça kullandığımız atasözü ve deyimler, Nasreddin Hoca fıkralarından dilimize yansıyan nadide örneklerdendir.

Nasreddin Hoca fıkralarının biçimsel özelliklerini incelediğimizde klasik fıkra yapısının korunduğunu görürüz. Suat Batur, bu konuda: “Nasreddin Hoca fıkraları da biçim bakımından klasik fıkra özellikleri taşır. Serim bölümünde kısaca yer, zaman belirtilir, olay kişileri tanıtılır. Düğüm bölümünde ya Hoca’ya bir soru yöneltilir ya da bir olay/durum anlatılır. Dinleyen, sorulu fıkrada Hoca’nın vereceği yanıtı, olay/durum anlatılıyorsa Hoca’nın tepkisinin ne olacağını merak etmeye başlar. Çözüm, fıkranın en vurucu bölümüdür. Hoca, yöneltilen soruya beklenmedik, nükteli bir yanıt verir ya da gelişen olay ve durumu hemen çözer. Her iki durumda da dinleyiciyi etkileyen ince bir nükte öne çıkar.” (Batur, 2005: 17-18) demektedir.

Son olarak kısa bir şekilde Nasreddin Hoca fıkralarının dil ve üslup özellikleri üzerinde durmak istiyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz üzere Nasreddin Hoca, halkın içinden biridir. Bu yönüyle Nasreddin Hoca fıkralarında kullanılan dil de halkın günlük hayatta kullandığı dildir. Yani fıkralarda oldukça açık ve yalın bir dil kullanılır. Nasreddin Hoca fıkralarında süslü ifadelere, sanatlı söyleyişlere, Arapça ve Farsça terkiplere pek yer verilmez. Dursun Yıldırım, fıkralarda kullanılan dilin özellikleriyle ilgili olarak: “Halkın konuşma dilinde geçen bütün kelimeler, bütün incelik ve işleklikleriyle fıkrada yer alır. Halkın konuştuğu dil, külfetsiz, yapmacıktan uzak, canlı bir Türkçedir. İfadeyi kuvvetlendirmek için başvurulan çeşitli yollar vardır. Kelimeleri mecazi anlamlarda kullanmak, bazı kelimeleri tekrar etmek gibi, ayrıca, mecazi sanatlardan (tezat, kinaye, tevriye, istiare gibi) da istifade edilir. Fıkra dilinin esasını canlılık, açıklık, anlam yoğunluğu, incelik ve zarafet teşkil eder. Kahramanlar ve şahıslar kendi şiveleriyle, durum ve mevkilerine göre konuşurlar. Böylece onların ruh durumları ve yaşadıkları âlem daha iyi canlandırılmış olur.”

(Yıldırım, 1999: 11) demektedir. Nasreddin Hoca fıkraları, sözlü kültür ürünü olduğundan anlatılırken de yazıya aktarılırken de bu dil hususiyetleri korunmalı, söz uzatılmamalı ve sade bir dil kullanılmalıdır.