• Sonuç bulunamadı

Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn Adlı Yazma Üzerine

Nasreddin Hoca fıkraları üzerine kaleme alınmış birçok yazma eser mevcuttur. Son yapılan araştırmalara göre Mustafa Duman, Nasreddin Hoca ve 1555 Fıkrası adlı çalışmasında 68 el yazması Nasreddin Hoca kitabından bahseder ve bunları künyeleriyle birlikte verir. Nasreddin Hoca yazmalarıyla ilgili, Duman’ın verdiği bilgiler şöyledir: “Nasreddin Hoca hakkında bazı bilgilerin ve en eski Nasreddin Hoca hikâyelerinin bulunduğu yazma kitap, Ebu’l Hayr er-Rûmî tarafından kaleme alınan ve 1480 yılında tamamlanan Saltukname’dir. Lamii Çelebi’nin Letaif adlı eseri ve daha bazı yazma kitaplarda Nasreddin Hoca

fıkralarına rastlanmaktadır. Bunlar hakkında ilgili bölümlerde bilgi vardır. Nasreddin Hoca adına düzenlenen ilk yazma latifeler kitabı, Hüseyin adlı bir müstensih tarafından 3 Ekim 1571 tarihinde bitirilen Hikâyet-i Kitab-ı Nasreddin adlı yazmadır. Bu yazmada 43 hikâye vardır. Nasreddin Hoca adına düzenlenmiş 59 Nasreddin Hoca yazması hakkında geniş bilgi ve literatür Nasreddin Hoca Kitapları Açıklamalı Bibliyografyası (1480-2004) adlı kitabımda bulunmaktadır. Bu bibliyografyada yer almayan 9 yeni künye burada verilmektedir. Kütüphanelerdeki yazmalar ve yazma katalogları incelenince, özellikle Ortaasya Türk Cumhuriyetlerinde yeni Nasreddin Hoca yazma ve basmalarının gün ışığına çıkması beklenir. Son eklemelerle, yurt içinde ve yurt dışında bulunan Nasreddin Hoca yazmalarının sayısı şimdilik 68’e ulaşmıştır.” (Duman, 2008: 129).

Yukarıda zikredilen 68 yazma eserden birisi de çalışmamızın konusunu teşkil eden Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı yazmadır. Bu yazma eser, daha önceden bazı araştırmacılar tarafından yüzeysel olarak incelenmiş ve çeşitli tanıtma yazıları yazılmıştır. Biz öncelikle diğer araştırmacıların verdiği bilgileri aktarmaya çalışacağız. Sonra da yazmayla ilgili kendi görüş ve değerlendirmelerimize geçeceğiz.

Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı el yazması eser hakkında ilk araştırmaya, Ahmed Ateş imza atmıştır. Ateş, eserin başından ve sonundan birkaç örnek cümle verdikten sonra şu açıklamalarda bulunmuştur: “Yıpranmış ebrû kâğıt kaplı bir cild içinde 78 varak. Baş tarafta 17 satırlı muntazamca bir nesih, varak 54’ten sonra satır adedi değişik. İkinci kısmın yazısı birinciye benzemiyor. İmlâ çok bozuktur. Ebadı 20,4 X 15,8 cm’dir. Mecmuada istinsah kaydı yoktur, çok yenidir. Üzerindeki mühürden H 1292’de vakfedildiği anlaşılıyor. Nasreddin Hoca hikâyelerinin şimdiye kadar bir yazma nüshasına tesadüf edilmediği için, bu nüsha oldukça mühimdir. Hikâyeler arasında, mukaddimede bahsedilen sekiz bâb taksimatı görülmemektedir. Buradaki hikâye ve fıkraların hepsi mâlum hikâye ve fıkralardır. Yalınız sonunda, Nasreddin Hoca’nın hikâyeleri ile alâkası olmayan bir hikâye vardır.” (Ateş, 1948: 179).

Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı el yazması eser hakkında araştırmalar yapan bir diğer isim de Bekir Şahin’dir. Şahin, bu eser hakkında birçok tanıtma yazısı ve bildiri metni hazırlamıştır. Nasreddin Hoca ile İlgili Bir El Yazması adlı makalesinde

şu açıklamalara yer verir: “H 1292 (1876) yılında vakfedilen Hikâyet-i Nasreddin Hoca yazması, Antalya-Elmalı Halk Kütüphanesinde, 3032 numara ile envanterde kayıtlıdır. 78 yaprak olan bu eser 20,4x15,8 cm ebatlarındadır. Hâlen Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesinde bulunan, ne zaman ve kim tarafından istinsah edildiği tespit edilemeyen bu kitap 8 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde kendisiyle halk arasında olan olayları anlatan fıkralar; ikinci bölümde kendisiyle beyler arasındaki fıkralar; üçüncü bölümde kendisiyle hanımı arasındaki münasebetleri anlatan fıkralar; dördüncü bölümde kendisiyle oğlu; beşinci bölümde kendisiyle suhtası; altıncı bölümde kendisiyle kadılar; yedinci bölümde merkebiyle ilgili; sekizinci bölümde ise öküzleriyle ilgili fıkralar anlatılmaktadır. Bu yazmada toplam 133 fıkra yer almaktadır.” (Şahin, 2008: 271).

Şahin, söz konusu yazma eser hakkında yukarıda belirttiğimiz ifadelerini, Nasreddin Hoca El Yazmaları adlı makalesinde de yinelemiştir (Şahin, 2012). Nasreddin Hoca Yazmaları ve Bazı Özellikleri adlı makalesinde ise şu açıklamalara yer vermiştir: “Eserin yazı cinsi rik’adır. Eser açık zemin üzerine metin kısmı siyah mürekkep kullanılarak yazılmıştır. Eserin 1876 yılında yazıldığı tespit edilmiştir. Dönem özelliklerine göre kıyaslayacak olursak dönem özelliklerini çok yansıtmayan eser, rik’a yazı hattı kurallarına çok bağlı kalınmadan yazılmıştır. Bu yazı cinsinin rik’a olduğunu anlamamıza etken sebeplerden biri hareke kullanılmadan yazılmış olması ve diğer unsur ise harf bünyelerinin bağlanma şekli bize bu yazının rik’a olduğunu kanıtlamaktadır.” (Şahin, 2015).

Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı el yazması eser hakkında görüş bildiren bir diğer isim de Muharrem Bayar’dır. Bayar, Akşehir Kültür Merkezinde verdiği Nasreddin Hoca Vesikalara Göre Akşehirlidir konulu konferansta söz konusu yazmayla ilgili bazı açıklamalarda bulunmuştur. Bayar, konuşmasında Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı yazmanın Elmalı Halk Kütüphanesine 1876 yılında vakfedildiğini, 17. asır Anadolu Türkçesi ile yazıldığını, Akşehir ağzının kullanıldığını, her sayfasında 17 satır bulunan bu eserde tâlik yazı kullanıldığını belirtmiştir. Kitabın iki bölümden oluştuğunu, toplam 130 fıkranın bulunduğunu ve bu fıkralardan bazılarının orijinal olduğunu ifade etmiştir. Eseri kaleme alan kişinin de Akşehir’in yetiştirdiği bilim adamlarından birisi olması gerektiğini söylemiştir. Bayar; eserde geçen yâren, diyesim, biliyo mısınız, bilmeyon, bilenigiz gibi

kelimelerden hareketle yazmanın Akşehir ağzıyla yazıldığını iddia etmektedir (Bayar, 2006).

05-07 Temmuz 2015 tarihinde Akşehir Kültür Merkezinde yapılan Uluslararası Nasreddin Hoca Sempozyumu’nda da Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı eserle ilgili iki bildiri sunulmuştur. Bunlardan ilki, Ali Işık’ın Hikayat-ı Hoca Nasreddin-i Nakl-Şüde Adlı Yazma Üzerine adlı bildirisidir. Diğeri ise, Bekir Şahin’in Konya Yazma Eserler Bölge Müdürlüğünde Bulunan Bir El Yazması: Hikayat-i Nasreddin Hoca adlı bildirisidir. Bu bildiri metinlerine ulaşamadığımız için sadece adlarını vermekle yetineceğiz.

Yukarıda Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı el yazması eserle ilgili olarak daha önce yapılan araştırma ve açıklamalara kısaca yer vermeye çalıştık. Şimdi de söz konusu eserle ilgili, kendi görüş ve değerlendirmelerimizi ifade etmeye çalışacağız.

Eserin tam adı, yazmada Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn Nakl-Şude olarak geçmektedir. Bu başlığın hemen altında yıldızlı bir imza yer almaktadır. Başlığın üst tarafında ise eserin vakfedilişiyle ilgili bir açıklama yer almaktadır. Arapça olarak yazılan bu açıklama, şu şekildedir: “Úad veúaftü hÀzÀ lievlÀdi’z-zükÿr ve lierbÀbi’l- èulÿm ve ene’l-vÀúıf.”. Bu açıklamayı, Türkçeye şu şekilde çevirebiliriz: “Bunu erkek çocuklarıma ve ilim erbaplarına vakfettim, vakfeden benim.”. Bu açıklamanın hemen altında ise, açıklamayı yapan kişinin adını taşıyan bir mühür bulunmaktadır. Mühür, Elhac Ahmed el-Fıtrî isimli bir şahsa aittir. Ancak eserde kullanılan yazı ile bu açıklamanın yazı cinsi farklıdır ve bu açıklamanın esere sonradan eklendiği izlenimini uyandırmaktadır. Bu nedenle eseri vakfeden kişi ile eserin müstensihi, kuvvetle muhtemel, farklı kişilerdir. Bu mührün sağ alt tarafında bir mühür daha yer almaktadır; ancak bu mühür oldukça silik olduğu için hiçbir şekilde okunamamaktadır.

Eser, Antalya-Elmalı Halk Kütüphanesinde 3032 numaralı kayıtla bulunmakta iken devirle Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesine gelmiştir. Eser, BY7297 kayıt numarasıyla hâlen bu kütüphanede bulunmaktadır. Kütüphane kayıtlarından eserin hicri 1292 yılında (1875-1876) vakfedildiği anlaşılmaktadır; ancak eserin istinsah tarihi ve müstensihi belli değildir.

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesine BY7297 numara ile kayıtlı olan bu eserde; esasen iki ayrı eser, tek ciltte bir araya getirilmiştir. Eser toplam 85 varaktan oluşmaktadır. Birinci kısımda Nasreddin Hoca fıkraları yer almaktadır ve

yukarıda belirttiğimiz üzere Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn Nakl-Şude adıyla anılmıştır.

Bu eser, 1b sayfasıyla başlayıp 53b sayfasıyla sonlanmaktadır. Eserin bu birinci kısmı, BY7297-1 numarasıyla kayıtlıdır. Eserin ikinci kısmı, BY7297-2 numarasıyla kayıtlıdır ve 54a sayfasından itibaren başlamaktadır. 54a sayfasında dost edinmek ve düşmandan sakınmakla ilgili iki dua bulunmaktadır. Bu ikinci kısımda manzum Karagöz oyunları, Âşık Hasan’dan bir şarkı, şemsî-kamerî aylar listesi, gazeller ve çeşitli notlar bulunmaktadır. Eserin ikinci bölümünde yazı ve kâğıt cinsi değişmekte, imla bozulmaktadır. Bizim çalışmamıza konu olan kısım, birinci kısımdır. Bu nedenle ikinci kısım üzerinde fazla durmayacak, birinci kısımla ilgili bilgi vermeye devam edeceğiz.

Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn Nakl-Şude adlı eser, yukarıda belirttiğimiz üzere 1b sayfasıyla başlayıp 53b sayfasıyla bitmektedir. İlk sayfa hariç olmak üzere bütün sayfalar, 17 satırdan oluşmaktadır. Harflerin birleşme şekillerine ve dişsiz oluşuna bakarak kullanılan yazı cinsinin rika olduğu söylenebilir. Eserin yazım şekli gayet açık ve okunaklıdır. 20,5x15,5 cm ebatlarında olan eser, suyolu ve üç ay fligranlı abadi kâğıt üzerine siyah mürekkeple yazılmıştır. Eser; cildi dağılmış ve nemlenmiş bir vaziyettedir, bu durum yer yer okumayı zorlaştırmaktadır. Ayrıca muhtemelen cildin dağılması nedeniyle bazı varaklar düşmüştür. Eserde 32, 33, 34, 37, 38 ve 39. varaklar olmak üzere toplam altı varak eksiktir. Bu varakların eksik olması sebebiyle bazı fıkralar yarım kalmıştır. Yarım kalan fıkralar sırasıyla şunlardır: Hoca’nın Yoldaşları, Uğursuzluk Kimde, Akşamdan Beri On Beş Oldu. Yarım kalan bu fıkraların eksik olan yerleri, çalışmamızın “Günümüz Türkçesine Aktarım” ile “Tıpkıbasım ve Transkripsiyon” bölümlerinde (...) işareti ile gösterilmiştir. Ayrıca, söz konusu esere karşı sorumsuzca bir davranışı da belirtmeden geçemeyeceğiz. Eserdeki fıkra sayısını tespit etmek maksadıyla, her fıkranın başlangıç kısmının altı çizilmiş ve X işareti konulmuştur. Orijinal nüsha üzerinde yapılan bu karalamaların, bizi derin bir üzüntüye sevk ettiğini de belirtmemiz gerekir.

Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn Nakl-Şude adlı eserin mukaddime kısmı şu şekildedir: “RÀviyÀn-ı aòbÀr ve nÀkilÀn-ı aåÀr ve muóaddiåÀn-ı rÿzigÀr öyle naúl

rivÀyet ve bu yüzden óikÀyet ider ki: İşte zemÀn-ı evÀéilde Òoca Naãreddìn raómetullah-i èaleyh òażretlerinüñ ôürefÀ ile olan mÀbeynlerinde laùìfeleridür ki naúl olunur. Sekiz bÀb üzre rivÀyet itmişlerdür.” Bu mukaddimeden sonra fıkralar başlamaktadır. İlk fıkra ise, “Bilenler Bilmeyenlere Öğretsin” adlı meşhur fıkradır.

Yazmanın bitiş kısmıyla ilgili olarak da şunları söyleyebiliriz. Yazmada esasen iki bitiş bulunmaktadır. 49a ve 49b sayfalarında yer alan bitiş ifadelerini aktarıyoruz: “İşte Òoca Naãreddìn Efendi’nüñ úıããa-yı àarìbesi (?) bunda temÀm oldı. Benim cÀnım Òoca Naãreddìn Efendi velì olduàına iştibÀh yoúdur. Bu şeylerden òaberi, agÀhì yoúdur. Velakin añlamaú içün böyle laùìfecikler yazmışlardur. Her kim oúuyup temÀmında meróÿmuñ rÿó-ı şerìfi içün üç iòlÀã ile bir fatióÀ-yı şerìf oúuyup åevÀbın rÿóına armaàan gönderirse ÒüdÀ-yı müteèÀl ol kimesnenüñ èÀúıbetin òayr eyleye. Amìn.” Ancak bu bitiş ifadelerine rağmen fıkralar devam etmektedir. Müstensih, eseri önce burada sonlandırmış; fakat sonradan başka fıkralar da ilave etmek istemiş olacak ki yazmaya devam etmiştir ve hikâye sayılabilecek nitelikte dört fıkra daha kaleme almıştır. Son fıkra “Keşkek Tarifi” adıyla günümüz Türkçesine aktarılmıştır. Bu fıkrada keşkek yapmak isteyen bir Türk’ün başına gelen garip olaylar anlatılır. Bu fıkradan sonra 53b sayfasında ikinci bitiş: “İşte bu cild de bunda temÀm oldı. Temmet temÀm.” şeklinde yapılmıştır.

Yukarıda vermiş olduğumuz mukaddime kısmında da görüleceği üzere, yazmanın başında fıkraların sekiz bölüm hâlinde yazıldığı belirtilmiştir. Ancak yazmada bu taksimata dikkat edilmediği ve sekiz bölümün oluşturulamadığı görülmektedir. Bu sekiz bölümden yalnızca dört tanesine yazmada yer verilmiştir. Yazmada yer alan bölüm başlıkları şunlardır:

1. (BÀb-ı åÀnì) Òoca’nuñ èavratıyla olan menÀúıbların beyÀnındadur. (21b) 2. Òoca’nuñ oàlı ile olan menÀúıbların beyÀn ider. (24b)

3. ÓikÀyet: Suòte èİmÀd ile Òoca’nuñ menÀúıbın beyÀn ider. (25b-26a) 4. Baède Òoca’nuñ Úaêı ile olan menÀúıbların beyÀn ider. (26b)

Yazmada belirtilen bölüm başlıkları yalnızca bunlardır. Görüldüğü üzere bu da yazmanın sadece 21b ile 26b sayfaları arasını kapsamaktadır. Bir numarada

verdiğimiz bölüm başlığı “bÀb-ı åÀnì” açıklamasıyla başlamaktadır. Bu da gösteriyor ki bu başlıktan önce bir başlık daha olması gerekir; ancak yazmada bu başlık belirtilmemiştir.

Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı yazmada toplam 136 adet fıkra bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının hikâye formuna daha yakın olduğu görülmektedir. Yazmada yer alan 26 fıkranın ise kahramanı Nasreddin Hoca değildir. Ancak bu fıkralardan bazılarının diğer Nasreddin Hoca kitaplarında yer aldığı görülmüştür. Ayrıca, her ne kadar yazmada, bazı fıkraların kahramanı Nasreddin Hoca değilse de bu fıkraların yapı bakımından Hoca’nın fıkralarına oldukça benzediği görülmektedir. Bu konuyla ilgili ayrıntılı açıklama, çalışmamızın “Yazmada Yer Alan Fıkraların Tasnifi” adlı bölümünde görülebilir.

Yukarıda belirttiğimiz 136 adet fıkranın çoğu bilinen fıkralardır. Ancak karşılaştırma yaptığımız hiçbir Nasreddin Hoca kitabında rastlamadığımız, orijinal fıkralar da vardır. Yazmamızda yer alan fıkraların 22’sine diğer Nasreddin Hoca kitaplarında rastlanmamıştır. Ancak bu fıkralardan bazılarının kahramanı, Nasreddin Hoca değildir. Bu konuyla ilgili ayrıntılı açıklama, çalışmamızın “Yazmada Yer Alan Fıkraların Nasreddin Hoca Kitaplarındaki Durumu” adlı bölümünde yapılmıştır. Yazmada yer alan fıkraların hiçbirinde başlık bulunmamaktadır. Fıkraların başlıkları tarafımızdan verilmiştir. Bazı fıkraların başlarında hikâyet veya latîfe şeklinde açıklama bulunmaktadır. Fıkralar genellikle günlerde bir gün, gene bir gün, meger, bir gün gibi kalıplaşmış ifadelerle başlamaktadır.

Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı yazmada, her varağın a yüzünün sol üst köşesinde sayfa numarası belirtilmiştir. Ayrıca, okumayı kolaylaştırmak amacıyla, her varağın b yüzünün en altına, bir sonraki varağın ilk kelimesi yazılmıştır. Yani eserde “reddade, vasıta, çoban, ayak, müşir, müşire” gibi adlarla anılan uygulama görülmektedir.

Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı yazmanın muhtelif yerlerinde birtakım notların bulunduğu görülmektedir. 19b sayfasının sağ kenarında, 22a sayfasının sol kenarında, 40a sayfasının sol kenarında, 41a sayfasının sol kenarında bu notlar görülebilir. Ancak bu notlar genellikle yarım bırakılmış birtakım ifadelerden ibarettir. 40a sayfasında yer alan notlar içerisinde bir de beyit bulunmaktadır.

Okunuşundan tam olarak emin olmamakla birlikte, bu beyti aşağıda sizlerle paylaşıyoruz:

“Şerabuha, kebabuha, hay hay Azabuha, hisabuha, vay vay.”

Son olarak yazmanın dili hakkında da kısa bir açıklama yapmak istiyoruz. Çalışmamıza konu olan Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn adlı yazmada gayet açık ve anlaşılır bir Anadolu Türkçesi kullanılmıştır. Eserin vakfediliş tarihinden yola çıkılarak 19. yüzyılın başlarında yazıldığı söylenebilir. Yazmada elbette yer yer Arapça, Farsça kelime ve tamlamalar görülmektedir. Ancak eserin yazıldığı dönem göz önünde bulundurulacak olursa bu durum gayet normaldir ve eserin genel yapısına, anlaşılırlığına zarar verecek yoğunlukta değildir. Ayrıca eserde birçok arkaik ve yöresel kelime de göze çarpmaktadır. Eserde bazı kelime ve eklerin yazımında farklılıklar olduğu görülmektedir. Özellikle düzlük-yuvarlaklık bakımından bir standart söz konusu değildir. Bu da eserin geçiş dönemi özelliği gösterdiği şeklinde yorumlanabilir. Yazmanın diliyle ilgili ayrıntılı açıklama, çalışmamızın “Fıkraların Dili ve Üslubu” adlı bölümünde yapılacaktır.

11. Hikâyât-ı Hoca Nasreddîn Adlı Yazmanın Latin Harflerine ve