• Sonuç bulunamadı

ANTALYA’DA ASKERİ TEŞKİLAT VE DİNÎ HAYAT

3.1. ASKERİ TEŞKİLAT

3.2.1. Nakibü’l-Eşraf Kaymakamı

Nakibü’l-eşraflık kurumunun temel görevi seyyidlerin işlerini yürütmekti. Bu kurum ilk defa Abbasiler zamanında ortaya çıkmış, giderek İslam dünyasına yayılmıştır. Seyyidler, toplum tarafından Hz. Muhammed’in soyuna mensup olan ve bu nedenle kutsal kabul edilen ve saygı gösterilmesi gereken kişilerdi. Bu zümre içerisinde Hz. Hüseyin soyundan gelenlere seyyid, Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere ise şerif denilmekteydi.

Abbasilerde olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nde de atanacak olan nakibü’l-eşrafın seyyidlik soyundan olması şarttı. Osmanlı Devleti’nde “Haseni” ve “Hüseyni” soyundan olmak şartıyla atanan nakibü’l-eşrafların, soylarının sıhhatli bir şekilde araştırılması ve kuşku götürmemesi lazımdı. Eğer bir nakibü’l-eşrafın soyu konusunda şüphe varsa, itibari zedelenirdi. Nakibü’l-eşrafların, Tercüme-i Hâl kitaplarında hayatları anlatılırken onlardan

“sahihü’l-neseb” ibaresiyle bahsedilmektedir.264

260

Batmaz, a.g.m., s. 5.

261

Abdülkadir Özcan, “Osmanlı Askeri Teşkilatı”, Osmanlı Devleti Tarihi, C. I, Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, FGAŞ. Yay., İstanbul 1999, s. 346-347.

262

AŞS., XV/31a.

263

AŞS., XV/83a.

264

Murat Sarıcak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Nakibü’l-eşraflık Müessesesi, TTK Yay., Ankara 2003, s. 127.

İlk nakibü’l-eşraf Yıldırım Beyazıt zamanında atanmış, ancak Fatih döneminde kaldırılmış ise de II. Beyazıt zamanında kurum tekrar yaşama geçirilmiştir. Bu aşamadan sonra Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir.265 1494 yılında şerif ve seyyid teşkilatının başına getirilen Seyyid Mahmud, Arap ülkelerinde seyyid ve şeriflerin işlerinin görülmesini sağlayan temsilcilerine nakibü’l-eşraf denildiğini görmüş ve Osmanlı hükümetine bu uygulamayı ve ismi teklif etmiştir. Bunun üzerine bu unvan Mahmud’a verilmiş ve nakibü’l-eşraflık kurumu, Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar devam etmiştir.266

Osmanlı Devleti tarihi boyunca, merkezi örgütte saygın bir yeri olan Nakibü’l-eşrafın sancak ve eyaletlerdeki temsilcilerine “Nakibü’l-eşraf Kaymakamı” denmektedir. Nakibü’l-eşraf merkez dışındaki sancaklarda kendisine bağlı olarak görev yapan kaymakamları aracılığıyla Osmanlı Devleti içindeki bütün seyyid ve şeriflerin isimlerinin yazılı olduğu “secere-i tayyibe” denilen bir defter tutarlardı. Bu seyyidler yasalara aykırı görülen bir suç işlediklerinde, merkezde nakibü’l-eşraf, merkez dışında ise Nakibü’l-eşraf Kaymakamları tarafından yargılanarak gerekli cezaya çarptırılırlardı. Halktan ayırt edilmek için başlarında doladıkları yeşil bir sarıkla dolaşan bu seyyidleri, yöneticiler ve kadılar yargılayamazlardı.267

Osmanlı Devleti kurulduğunda, seyyidlik kurumunu aynen devralmış, seyyidler giderek Osmanlı devleti içerisinde önemli bir statü kazanarak hem maddi hem de manevi bazı imtiyazlara kavuşmuşlardır. Kendiside bir seyyid olan merkezdeki nakibü’l-eşraf, her sancaktaki kaymakamı aracılığı vasıtasıyla Osmanlı sınırları içindeki bütün seyyidlerin işleri ile ilgileniyordu. Osmanlı Devleti döneminde Orta Anadolu ve doğu Anadolu’da bulunan şeyhlerin hepsi seyyiddi. Bu şeyhler, onlara merkezi yönetim tarafından verilmiş siyadet-nâme denilen resmi bir belge ile kimliklerini ortaya koyuyorlardı. Seyyidlerin elindeki bu belgelerde, bölgelerinde kendilerine bağlı cemaatlerin ve köylerin isimleri de yazmaktaydı.268

Nakibü’l-eşraf kaymakamlarının tayinleri İstanbul Nakiblerinin sadrazama mektupla arzlarına göre yapılmaktaydı. Sancak ve kazalarda, İstanbul Nakibinin vekili olarak görev yapan nakibü’l-eşraf kaymakamları, seyyidlerin bütün işlerinden sorumluydu. Bunun karşılığında da seyyidler, nakibü’l-eşraf kaymakamına tabi olmak zorundaydı.269

Ayrıca bu kurum, seyyidlerin imtiyazlarından yararlanmaya çalışan sahte seyyidleri de

265

Ünal, a.g.e., s. 103.

266

Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, s. 165.

267

Çadırcı, a.g.e., s. 93.

268

A. Yaşar Ocak, “Din ve Düşünce”, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, C. I, Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, FGAŞ. Yay., İstanbul 1999, s. 119.

269

gerçeklerinden ayırmakla görevliydi. Nakibü’l-eşrafların ayrıcalıklarından dolayı seyyid olduğunu iddia eden sahte seyyidler de ortaya çıkmaktaydı. Eğer birisinin seyyidlik iddiası asılsız çıkarsa veya şeceresinin sahte olduğu anlaşılırsa cezalandırırlardı. Buna rağmen seyyidlik iddiasına devam edenler idam edilirlerdi.270

Nakibü’l-eşraf kaymakamları, Osmanlı kentlerinde oldukça önemli bir konuma sahip olan ve yaptığı işlerin dışında toplumda da sözü geçen ve saygı gören kişilerdi. Şehrin ileri gelen kişilerinden olan Nakibü’l-eşraf Kaymakamları, şehre ait konuların görüşüldüğü toplantılara katılırlar ve saygınlıkları nedeniyle alınan kararlarda etkili olurlardı. XV Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’nde Nakibü’l-eşraf olarak el-Hâcc Mahmud Ağa’nın271 ismi geçmektedir. Ayrıca incelediğimiz defterdeki belgelerin şahitler kısmında seyyidlerin isimleri sık sık zikredilmektedir.

XV Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’nde isimleri geçen “seyyid” unvanlı kişiler şunlardır: Es-seyyid Mehmed Şükrü,272

Seyyid Ahmed,273 Es-Seyyid Hafız Ali Efendi,274 Es- Seyyid Hacı Hüseyin,275 Seyyid Mehmed Efendi276 veEs-Seyyid Ali277

3.2.2. Müderris

Medresedeki dersleri tamamlayıp bilgili kişilerden sayılan medrese talebesi, bundan sonra sıra beklemek için kazasker defterine kaydolur ve küçük bir medreseye tayin olabilmek için sırasının gelmesini beklerdi.278

Yüksek dereceli bir medreseden mezun olan öğrenciler başlangıçta bir müderrisin yanında yardımcı olarak çalışırlardı. Müderrisin yanında derslerini tekrar ederler ve medrese öğrencilerinin disiplini ile uğraşırlardı. Sıraları gelince ilk önce düşük dereceli bir medreseye tayin edilirler, görev süreleri dolduğunda, aynı kadılarda olduğu gibi, azledilirler ve tekrar atanmak için sıra beklerlerdi. Ayrıca ilmiye mensupları arasında yatay geçişleri de olanaklıydı. Müderrislikten kadılığa ya da müftülüğe geçebilirlerdi.279

Müderrislik rütbesi verme görevi, XVI. yüzyıldan itibaren kazaskerden alınıp, şeyhülislama verilmiştir. Çünkü bu tarihte şeyhülislamlık Osmanlı devlet yönetiminde ilmiye

270 Ünal, a.g.e., s. 103. 271 AŞS., XV/17b. 272 AŞS., XV/2a. 273 AŞS., XV/5a. 274 AŞS., XV/16a. 275 AŞS., XV/24a. 276 AŞS., XV/31a. 277 AŞS., XV/47a. 278

Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, s. 55.

279

sınıfının en yüksek mertebesine çıkmıştır. Çünkü bu dönemde Osmanlı Devleti’nde dini taassubun etkisi artmış, devlet yönetiminde şeriatın etkileri daha çok hissedilmeye başlanmıştı.

Osmanlı Devleti’nde medrese bünyesinde yetişmiş kadroların yine medreselere eğitimci olarak atanması, şeyhülislam ve kazaskerlerin sorumluluğundaydı. Bir müderrisin medreseye tayini yapılırken, oraya talip olan müderrisler arasında yapılacak sınavla atanacak kişi belirlenmekteydi. Medreseye hoca olarak atanan bir müderris, ilk rütbeden son rütbeye kadarki ilmi yolunu 25-30 yılda tamamlardı. Müderrisin, medrese hocalığı görevinde aşağıdan yukarıya doğru ilerlemesine “devr-i medaris” denilmekteydi.280

Teke Sancağı merkez kazası olan Antalya’da ve diğer kazalarda oldukça çok sayıda medrese mevcuttu. Yalnızca merkez kaza Antalya’da 19 tane medrese vardı.281 Antalya’da eğitim kurumu olarak medreselerin varlığı defterden çıkarılan bilgiler arasındadır. XV Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’nde isimleri geçen iki tane medrese vardır. Bunlar, Hızır Efendi Medresesi.282 ve İstanos’daki Felak Ali Efendi Medresesi283

XV Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’nde, el-Hâcc Musa Efendi isimli müderrisin hayır işi için mahkemeye başvurarak, Bali Bey Câmisi’nin avlusunda vakfeylediği iki göz odanın, alimlerin oturacağı bir vakıf olması için mahkemeye başvurmuş ve mahkemenin verdiği kararla bu isteği yerine getirilmiştir.284

İncelediğimiz dönemde Antalya’da XV Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’nde, ismi geçen ve müderris olarak anılan kişiler şunlardır: El-Hâcc Musa Efendi,285 İsmâîl Efendi,286 Turan İsmâîl Efendi,287 İbrahim Efendi ibn-i Mustafa bin Abdullah288 ve İbrahim Efendi ibn-i Mehmed289

3.2.3. Müftü

Osmanlılarda, kendisine yöneltilen sorulara ve şer‘î ve hukuki meselelere, dört ehl-i sünnetten Hanefi fıkhına dayanarak cevap veren kimselere “müftü” ve onun cevabına göre

280

Ünal, a.g.e., s. 103

281

Erten, Antalya Tarihi, s. 87.

282

AŞS., XV/79a.

283

AŞS., XV/35b.

284

“müderris-i ulûm nâfi‘ ile iştigâl ol deyü tenbîh-i şer‘î oldukda efendimiz mûmâ-ileyh dahi ber-vech-i meşrû' hicreteyn-i mezbûriyetinde sâkin ve müderris-i ulûm nâfi‘ ile kemâ-yenbagi iştigâl olmağa taahhüd eyledikde gıbbe’t-tasdîkü’ş-şer‘î mâ-vaka‘ bi’t-taleb ketb ve imlâ olundu” AŞS., XV/52b.

285

Aynı belge.

286

AŞS., XV/36a.

287

AŞS., XV/67a, AŞS., XV/68a.

288

AŞS., XV/68b.

289

alınan kararlara da “fetva” denmektedir. Osmanlı Devleti’nin başlangıcından beri varolduğu sanılan müftülük makamı, önceleri veziriazamdan sonraki en önemli mevki olarak işlemekteydi.290

Çeşitli konularda fetva vermekle görevli din adamı olan müftü, fetvası istenen konularda Hanefi fıkhına ilişkin yazılmış eserlere atıfta bulunarak fetva verirdi. Müftü vermiş olduğu bu fetvalar karşılığında ücret alırdı. Müftünün geçim kaynağını oluşturan geliri ise bu fetvalardan aldığı ücretten ibaretti. Fakat müftü sadece fetva vermekle kalmaz, bir kentin ileri gelen kişilerinden sayılırdı.

Müftüler kadıların mahkemeyi yürütmesinde ona yardımcı olan devlet görevlilerinden birisiydi. Kadı davada tereddüde düştüğü zaman müftüden fetva isteyerek karar vermekte kendisine kolaylık sağlayabiliyordu. Müftünün verdiği fetva kadının kararında kesin olarak etkili değildi ancak müftünün dava hakkında bildirdiği dini görüş, kadının kararına meşruiyet kazandırması bakımından etkiliydi. Müftülük, kazalarda toplumun sadece dini anlamda değil sosyal, ekonomik, idari ve hukuksal anlamda da sık sık başvurdukları bir makamdır.291

İncelediğimiz döneme ait XV Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’e göre Antalya’da görev yapan ve yapmış olan müftüler şunlardır: Eski müftü Hasan Efendi,292 Şehir müftüsü Mustafa Efendi,293 Eski müftü Hasan Vehbi,294 Şehir müftüsü Emin Efendi,295 Eski müftü el- Hâcc Mehmed Emin Efendi,296 Mustafa Efendi297 ve Eski müftü Hasan Vehbi Efendi298

3.2.4. İmam

Osmanlı kentlerinin hemen her mahallesinde bir cami ile mescit ve buralarda görevli imamlar ve yardımcıları bulunurdu. İmamın görevi sadece ibadet faaliyetlerinin yürütülmesi değil aynı zamanda mahalle işlerinin yürütülmesini de sağlamaktı. Muhtarlık teşkilatı kuruluncaya kadar, imamlar mahalle işlerinde tek sorumlu kişi iken muhtarlık teşkilatının kurulmasından sonra bu görevlerinden tamamen uzaklaştırılmamışlar, muhtarla birlikte bu işleri yürütmeye devam etmişlerdir. İmamlar, toplum nezdinde güvenilir kişiler olarak muhtara kefil oluyorlar ve mahalleyi ilgilendiren konularda yapılan görüşmelerde de yer

290 Halaçoğlu, a.g.e., s. 148. 291 Ünal, a.g.e., s. 238. 292

AŞS., XV/10a; AŞS., XV/33b.

293

AŞS., XV/24a; AŞS., XV/24b; AŞS., XV/25a; AŞS., XV/79a.

294

Hasan Vehbi aynı zamanda Sancak Meclisi azalarındandır. Bkz. AŞS., XV/33b.

295

AŞS., XV/35a.

296

AŞS., XV/65a.

297

AŞS., XV/24a; AŞS., XV/24b; AŞS., XV/25a; AŞS., XV/79a.

298

alıyorlardı 299

XV Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’nde yedi tane imamın ismi geçmektedir. Bunların beş tanesi mahalle imamı, bir tanesi köy imamı ve bir tanesi ise topçu taburu imamıdır.

İskender Çelebi Mahallesi İmamı Cinnazzâde es-Seyyid Hafız Ali Efendi300 Sofular Mahallesi İmamı Hacı Maslızâde el-Hâcc Hafız İbrahim Efendi301 Takyeci Mahallesi İmamı Ahmed Efendi302

Sağırlı Karyesi İmâmı Mustafa Hâce ibn-i Hüseyin303 Bali Bey Mahallesi İmamı el-Hâcc Hüseyin Efendi304 Şeyh Sinan Mahallesi İmâmı Mehmed Efendi305

Tobçu Taburu İmâmı Hüssam Sarı oğlu Ahmed Efendi ibn-i İbrahim306

Müslüman devlet geleneği olarak, kentlerin her mahallesinde cami bulunmaktaydı. İncelediğimiz dönemde Antalya’daki cami sayılarını belgeden çıkarmak mümkün değildir ancak altı mahallenin imamının ismi geçmesi nedeniyle Antalya mahallelerinde ve köylerinde camilerin olduğunu anlamaktayız. Ayrıca askeri birlikler için devletin görevlendirdiği imamların varlığı da belgelerden çıkarılabilecek sonuçlar arasındadır.

3.2.5. Camiler

Osmanlı Devleti’nde şehirlerin oluşması ve gelişimi, sosyal tesislerin inşası ile yakından ilişkilidir. Osmanlı şehirlerinde tesis edilen imarethaneler, ihtiyacı olan bütün halkın buralara akın etmesine neden olmaktadır. İmarethanelerin dışında cami, mescit, tekke ve zaviye gibi dini yapıların yanı sıra medrese, hamam, hanlar, hastane, çarşı, fırın, su yolları ve kanalizasyon şebekesi gibi yapıların teşekkülü, şehirlere insanların akın etmesine yol açan etkenler olarak şehirleşmede önemli etkilere sahiptirler.307

Bu kuruluşların en önemlilerinden biri olan camiler, Osmanlı şehirlerinde sosyal yaşamın önemli merkezlerindendi. Özellikle cuma namazlarının kılındığı büyük camiler, şehir toplumunun sosyalleşmesinde ve kamuoyu oluşturmasında önemli bir yere sahipti.308

299 Çadırcı, a.g.e., s. 40. 300 AŞS., XV/16a. 301 AŞS., XV/26a. 302 AŞS., XV/30b. 303 AŞS., XV/48a. 304 AŞS., XV/52b. 305 AŞS., XV/63b. 306 AŞS., XV/83a. 307 Halaçoğlu, a.g.e., s. 103. 308 Çadırcı, a.g.e., s. 325.

XVIII. yüzyılda olduğu gibi XIX. yüzyıl Osmanlı Anadolusunda da cami yapımı oldukça yoğundur. XIX. yüzyılda Anadolu’da yapılan camilerin mimari yapılarında mihrap, mimber ve duvar resimleri merkezlerdeki camilerden daha zengin olarak gelişmiştir.309

Camiler şehirlerdeki birçok toplumsal ve dini işlevi yerine getirirdi. Cami, toplanmış şehir cemaatinin merkez noktasını oluştururdu. Camilerde sadece dini törenler değil, siyasi içerikli toplantılar, adli yargılamalar, ve öğretim yapılır, bu yapılar, şehre dışardan gelenler için misafirhane görevi görürdü.310

Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde ve öncesinde Antalya’da inşa edilen camilerin başında Cami-i Kebir, Yivli Cami, Karatay Cami ve Tekeli Mehmet Paşa Camileri gelmektedir.311 Erten, Antalya’nın çeşitli mahallelerinde bulunan cami sayısını 51 olarak vermektedir. Bu camiler her mahallede belirli sayıda değil, mahallenin büyüklüğüne göre değişik sayılarda idi. Örneğin Balbey Mahallesi’nin Balibey, İsmail Murat-H. Ali Ağa, Hoca Nebi, Ayan Ağa ve Ekmekçibaşı-Loncaltı olmak üzere 5 tane camisi mevcuttur.312

İncelediğimiz döneme ait olarak, XV Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’nde ismi geçen camiler şunlardır:

Bâlî Beğ Câmisi313

Mecdeddin Mahallesi Câmisi314 Murad Paşa Câmisi315

Aşık Doğan Mahallesi Câmisi316 Antalya’da Kal‘aiçi’nde Câmi317 Kuzca Karyesi Câmisi318

Eğmir Karyesi Câmisi319 Yalkartam Karyesi Câmisi320 Paşa Câmisi321

el-Hâcc Balaban Mahallesi’nde Tekeli Mehmed Paşa Câmisi322

309

Ayla Ödekan, “Mimarlık ve Sanat Tarihi (1600-1908)”, Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600-1908, 7. Bs., Yay. Ed. Sina Akşin, Cem Yay., İstanbul 2002, s. 391.

310

Cerasi, a.g.e., s. 135.

311

Ayrıntılı bilgi için bkz. M. Cahit Akıncıoğlu, Antalya Tarihi, C. II, Birlik Ofset, İstanbul 2001, s. 41-48.

312

Erten, Antalya Tarihi, s. 85-86.

313

AŞS., XV/13a; AŞS., XV/14b; AŞS., XV/52b.

314 AŞS., XV/17b. 315 AŞS., XV/21a. 316 AŞS., XV/23b. 317 AŞS., XV/46a. 318 AŞS., XV/59a. 319 AŞS., XV/60b. 320 Aynı belge. 321 AŞS., XV/74a.

4. BÖLÜM