• Sonuç bulunamadı

XIX. YÜZYIL ORTALARINDA ANTALYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI VE TEŞKİLAT

2.2. ANTALYA’NIN İDARÎ TEŞKİLAT

2.2.11. Evkâf Müdürü/Vakıf Müesses

Cemiyetin dini ve sosyo-ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak için oluşturulan ve dini inançlar gereği tesis edilen vakıf kurumu, Müslüman dünyada, ekonomik, sosyal, dini ve siyasi hayatta son derece önemli bir rol oynamıştır.

Vakıf kurumunun kökeni Roma ve Bizans’a kadar gitmektedir. Vakıf, kişilerin özel mülkiyetlerini cemiyet yararına bağışlaması olarak tanımlanabilir. Birçok araştırmacı tarafından islami kökenleri olan ve sadece İslam ülkelerinde varolduğu söylenen vakıfların, İslamiyet ile birlikte yeni bir vasıf kazanarak Türk-İslam tarihinde önemli bir rol oynadığı

154

Ayrıntılı bilgi için bkz. Özkaya, a.g.e., 141-169

155

AŞS., XV/9b; AŞS., XV/54a.

156

AŞS., XV/14b; AŞS., XV/24a; AŞS., XV/57a; AŞS., XV/59b; AŞS., XV/84b.

157 AŞS., XV/16b; AŞS., XV/84b. 158 AŞS., XV/21b. 159 AŞS., XV/30b. 160

AŞS., XV/75b. Dereköy Ayanıdır.

161

Aynı belge. Kışla Ayanıdır

162 Aynı belge. 163 Aynı belge. 164 AŞS., XV/81b.

şüphesizdir. Osmanlı Devleti’nde de vakıflar toplumdaki sosyal dengenin sağlanmasında büyük bir rol oynamışlardır. Özellikle devlet-toplum-birey ilişkilerinde vakıfların bu rolü tartışmasızdır.165

İslam hukukunun en zengin ve saygın kurumlarından birisi olan vakıflar, Osmanlı Devleti’nde olgunlaşma döneminin zirvesine çıkmışlardır. Vakıflar, dini ve sosyal hizmet vermenin yanı sıra fethedilen yerlerde Türk kültürünün yerleşmesinde, ordunun donatılmasında, öğrencilerin eğitim giderlerinin karşılanmasında ve Orta Asya’daki Türkler ile münasebetlerin sağlanmasında etkin roller üstlenmişlerdir.166

Osmanlı şehirlerinde kurulan ve din, eğitim, sağlık ve dayanışma alanlarında etkili olan vakıfların yanı sıra kırsal kesimde kurulan vakıflar da şehirdekiler kadar etkili işlerliğe sahip olmuşlardır. Kırsal kesimdeki vakıflar, boş kalan toprakları iskan ve yol güzergahlarında güvenliği temin etmek gibi amaçlar gözetilerek kurulmuştur.167

Osmanlı toplumuna hakim olan anlayışın izlerine vakıflarda rastlamak mümkündür. Bu anlayışta kazanılan ve üzerinde hak iddia edilen malvarlıklarında içinde yaşadıkları toplumun ve fertlerinin de hakkının olduğu düşüncesi hakimdir. Bunun kökenini vakıf müessesesinin islami yanında değil, Türklerin İslamiyet’ten önceki kültürlerinde aramak gereklidir. Türklerin bu yönlerinin altında yatan temel husus ise varlığın paylaşımı ve yardım duygularıdır.168

Vakfedilen bir şeyin asıl mülkiyeti kişilere ait olmayıp, Allah’ın mülkü sayılmakta ya da vakfedenin malı olarak görülürdü. Vakıf geliri tek bir kişiye bırakılmaz toplum malı sayılırdı. Vakfedilen şey alınıp satılmaz, bağış yapılamaz, ve miras bırakılamazdı.

Osmanlı Devleti’nde vakıf iki çeşitlidir. Birincisi mülk arazinin, sahibi tarafından belirli bir amaca tahsis edilmesinden doğan “Sahih Vakıflar” dır. Bu vakıflar şer‘î hükümlere tabii olarak gelişmişlerdir. İkincisi ise “Tahsisat Kabilinden Olan Vakıflar”dır. Bunlar da miri araziden belirli bir kısmının menfaatinin veya tasarruf hakkının ya da her ikisinin birden padişahın izni ile bir başkası tarafından belirli bir amaca tahsis edilmesidir. Bu vakıfların isminden de anlaşılacağı gibi, bu türden arazilerin rakabesi devlette kalmaktadır.169

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri varolan vakıflar, devletin giderek artan mali ve siyasi gücü ile doğrudan bağlantılı olarak gelişmiştir. Halaçoğlu da Osmanlı vakıflarını hangi

165 Ünal, a.g.e., s. 241-242. 166 Halaçoğlu, a.g.e., s. 156. 167

Sencer Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, 1. Bs., YKY, İstanbul 2003, s. 85.

168

Tuncer Baykara, Osmanlılarda Medeniyet Kavramı ve Ondokuzuncu Yüzyıla Dair Araştırmalar, Akademi Kitabevi Yay., İzmir 1992, s. 158.

169

kurum ya da kuruluşları içerdiğine göre iki kısımda ele alarak açıklamaktadır. Birincisi kendisinden yararlanılan vakıflardır ki bunlara “müessesât-ı hayriyye” denmektedir. Bu vakıf türüne camiler, medreseler, okullar, imarethaneler, kervansaraylar, tekkeler, hastaneler, kütüphaneler, çeşmeler ve mezarlıklar girmektedir. İkinci tür vakıflar ise kendisinden doğrudan yararlanılmayan fakat birinci kısımdakilerin devamlı ve düzenli bir şekilde işlemesini sağlayan ve bina, arazi ya da nakit para gibi gelir kaynaklarının oluşturduğu vakıflardır. Osmanlı’da bu tür vakıflara da “asl-ı vakf” denilmektedir.170

Merkezde ve taşrada kadılar ve çeşitli mütevelliler idaresinde bulunan vakıflar bağımsız ve karışık vaziyetteydi. I. Abdulhamid’in vakıflar, onlara özel bir daire kurmasıyla başlayan ve II. Mahmut ile merkezileşmeye doğru giden bir yola girmişler, vakıfların kontrolü üzerinde devletin ağırlığı hissedilmeye başlanmıştı. Sultan II. Mahmut, babasından kalan ve kendi vakıflarının idarelerini birleştirerek sayıları 50 kadar olan evkafı darphâne-i âmire nezaretinin emrine vermişti. Ancak yeniçerilik kaldırılınca yeniçeri ağası ve sekbanbaşı sorumluluğundaki vakıflar buraya eklenince nezaretin yükü iyice artmıştı. Bunun üzerine vakıfların idaresi darphâne-i âmire nezaretinden alınarak “Evkaf-ı Hümâyân Nezareti” adıyla bağımsız hale getirilmiştir.171

Antalya’da vakıf malı dükkanlar ve şehrin önemli kişileri tarafından kurulmuş külliyelerde yer alan dükkanlar oldukça fazlaydı. Bir han ya da bedesten içinde bulunan dükkanların vakfa ait olanları genellikle bir yerde toplanmıştır. Vakıf dükkanı kurum ya da devlet görevlisi tarafından yaptırıldığı gibi tek bir kişi, tarafından da yaptırılarak bağışlanmış olabilmekteydi. XVI. yüzyıl Antalya’sında bu türden vakıf dükkanlarının sayısı yüzden fazlaydı.172 XIX. yüzyıl ortalarına denk gelen ve çalışmamızın temel kaynağı olan XV Numaralı Antalya Şer’iyye Sicili Defteri’nde de bir çok alana ait vakfın ismi geçmektedir. Öyle ki sadece bu defterin belgelerine bakıldığında Antalya’da vakıfçılığın çok geliştiğini ve vakıf malı yerlerin çokluğunu anlamak mümkündür. Vakıflara ait dükkân, çarşı, pazar yeri, çeşitli arazi ve yapılar, han, cami, kilise, mescid, çeşme, avârız vakıfları ve özel vakıflar gibi birçok vakıf, defter de zikredilmektedir.

Tanzimat’tan sonra vakıflarda meydana gelen yolsuzluları önlemek ve vakıfların daha iyi hizmet vermelerini sağlamak amacıyla vakıflar belli bir düzenlemeye tabi tutulmuştur. VII Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’ndeki, 4 Mart 1849 tarihli bir fermandan anlaşıldığına göre, vakıflarda yeni anlayışa uygun hizmetin verilebilmesi için fermanlar

170

Yusuf Halaçoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Türkler, C. IX, YTY, Ankara 2002, s. 828.

171

Akyıldız, a.g.e., s. 146.

172

çıkarılmıştır. Bu fermanlar doğrultusunda her sancağa “evkaf müdürü” tayin edilmiştir.173 İncelediğimiz döneme ait XV Numaralı Antalya Şer‘iyye Sicili Defteri’nde evkâf müdürü olarak Selim Efendi’nin ismi geçmektedir. Selim Efendi, Teke ve Burdur ve Hamid sancâklarının evkâf müdürlüğünü yapmaktadır.174