• Sonuç bulunamadı

Yaygın bir deyiĢe göre Mısır Nil, Nil de Mısır‟dır ve Nil olmasaydı Mısır‟ın çok farklı olacağı kesindir. Nil, insanları, inanç ve gelenekleri etkilemiĢtir ve tüm Mısır hükümetlerinin baĢlıca ilgi konusudur. Nil haritasının en iyi tanımını “Nehir SavaĢı“ adlı kitabında Winston Churchill yapmıĢtır. Nehrin, köklerini Merkezi Afrika‟da -Victoria, Albert ve Keoga göllerinde –uzun gövdesi Mısır ve Sudan‟da ve dalları Kuzey Mısır‟daki deltasında olan dev bir palmiye ağacına benzetir. Kökler kesilecek olursa dallar kuruyacak ve ağacın geri kalan kısmı da çürüyüp ölecektir (Bulloch ve Darwish,1994: 25-26).

AĢağı kıyıdaĢ ülke olmasına rağmen,Mısır‟ın Nil Nehrinin kullanımında en büyük önceliğe sahip olmasının bir dizi sebepleri vardır:

109 1. Nil vadisinin deltaya yakın bölümlerinin binlerce yıl öncesinden beri devam eden bir medeniyete beĢiklik yapması; buna karĢın Nil‟in kaynağına yakın toprakların su uygarlığıyla daha yakın tarihlerde tanıĢmıĢ olması üstelik, kıdemin uluslararası hukukta anlamlı bir unsur olarak ele alınması.

2. Mısır‟ın Batılı ülkelerle daha tanıĢık olması ve bu ülkedeki Ġngiliz mirasının kolaylaĢtırıcı düzlenlemeleri.

3. Mısır‟ın askeri açıdan havzadaki en önemli güç olması.

4. Genel olarak memba yönündeki ülkelerde.özellikle de Etiyopya‟da yağıĢların Mısır ve Sudan‟a kıyasla yüksek oluĢu (Uluatam, 1998: 57).

Nil Nehri‟nin paylaĢımı ile ilgili antlaĢmalardan birisi Mısır ile Sudan arasında 1959 yılında yapılmıĢtır. AnlaĢma ile Mısır 84 milyar metreküp olan doğal akımların %66‟sına, Sudan ise %22‟sine sahip olurken %12 buharlaĢma olarak kabul edilmiĢ, ancak diğer kıyıdaĢ ülkeler gözardı edilmiĢtir (Toklu, 1999: 79).

AntlaĢmadan hemen sonra 1960 yılında yapımına baĢlanan Aswan Barajı 1970 yılında tamamlanmıĢtır. Baraj Nil sularının rejimine düzen getirmiĢ; tarım açısından da kazanımlar sağlanmıĢtır (ġalvarcı, 2003: 64).

Mısır ve Sudan arasındaki 1959 AnlaĢması ile yedi memba ülkesi ve özelikle Nil Nehri akıĢlarına en büyük katkıda bulunan Etiyopya‟nın kullanımlarına büyük ölçüde sınırlama gelmiĢtir. Afrika‟da uzun süre hakimiyet kurmuĢ Avrupa Devletleri ile Mısır‟da

110 ve Sudan‟daki Ġngiliz Koloni yönetimi‟nin çeĢitli etki ve giriĢimleriyle Ģekillenen 1959 anlaĢması, çoğu 20.yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlığını elde eden ve henüz politik istikrara kavuĢmamıĢ memba ülkeleri ile Mısır arasında, gelecek yüzyılda içinde muhtemelen büyük anlaĢmazlıklara sebep olacaktır (Kapan, 2007: 240-241).

AnlaĢmanın bir baĢka maddesi gereği 1959 yılında Jonglei Kanalı‟nın inĢaatına baĢlanmıĢtır. Bu kanal sayesinde Nil‟in suları çok daha hızlı akıtılacak ve Güney Sudan‟da bataklıklarda buharlaĢmayla kaybedildiği hesaplanan 25-50 milyar metre küp su kazanılmıĢ olacaktı. Kanalın açılması ve var olan küçük kanalların derinleĢtirilip geniĢletilmesi su akıntısı hızlandıracak ve böylelikle buharlaĢmayı azaltacaktı. Nil‟in debisinde önemli bir artıĢ bekleniyordu. Fakat 1955‟de baĢlayan iç savaĢ, Jonglei kanal projesini baltaladı. Ġç savaĢ, Sudan‟a egemen olan Müslümanlara karĢı güneydeki Hıristiyan ve animistler tarafından baĢlatılan bir ayaklanma ile doğmuĢtur (Eroğlu, 2004: 217).

Kona, Sudan iç savaĢına iliĢkin su tespitleri yapmaktadır:

“Ġsrail‟in Nil Nehri politikalarına iliĢkin geçmiĢ dönemde ortaya atılmıĢ olan komplo teorilerinden birisi ise, olayın bir diğer tarafını göstermesi açısından önemlidir. Bu komplo teorisi Sudan‟a iliĢkindir. Bu komplo teorisine göre, Sudan‟da patlak veren iç isyanlarda büyük pay Ġsrail‟indir. Any-Nya olarak bilinen iç karıĢıklık, Mossad‟ın silahları ve askeri gücü ile beslenmiĢtir. Uganda, Çad, Etiyopya ve Kongo üzerinden konulan istasyonlar da bu ayaklanmaya destek vermiĢ ve sonunda Any-Nya gerilalları Ġsrail‟e götürülerek eğitilmiĢtir. Hartum yönetimi ile Any-Nya gerillaları arasındaki çatıĢma 1972 yılında sona ermiĢ ve Ġsrail hedefine ulaĢarak Sudan‟ı en azından 1985‟e dek yanına çekmeyi baĢarmıĢtır“ (Kona, 2006: 59).

111 Sudan‟daki iç savaĢ sonunda kanalın yapımı durmuĢtur. Mısır ve Sudan tarafından kanal projesi için harcanan 400 milyon dolar böylece boĢa harcanmıĢ oldu. Bu durum Ġsrail‟in Nil‟in köklerinden birini baltalaması anlamına geliyordu (Eroğlu,2004:218).

Bu arada 1967 yenilgisinin ardından zayıf düĢmüĢ ve inandırıcılığını kaybetmiĢ bir lider olarak üç yıl daha iktidarda kalan Nasır‟ın 1970 yılında ölümüyle yerine Enver Sedat Mısır Devlet BaĢkanı olmuĢtur. Sedat liderliğindeki Mısır‟ın hedeflerinden bir tanesi de tercihen görüĢmeler yoluyla da olsa Ġsrail tarafından iĢgal edilen topraklar geri almaktı (DaviĢa, 2004: 237-238).

Enver Sedat 1967 yılından itibaren iĢgal ettiği topraklardan çekilmesi koĢuluyla Ġsrail ile barıĢ yapmaya hazır olduğunu belirttiyse de barıĢ masasına karĢılıklı oturmanın Ġsrail‟i resmen tanımak olacağını düĢünerek doğrudan görüĢmeyi de kabul etmemiĢtir. ABD‟nin destek verdiği giriĢimler sonuçsuz kalınca 1973 savaĢına giden süreç baĢlamıĢtır (Arı, 2007: 367-368).

6 Ekim 1973‟te Mısır , Sina‟da Ġsrail‟e sürpriz bir saldırı gerçekleĢtirdi; Suriye de eĢ zamanlı bir saldırı gerçekleĢtirdiyse de savaĢ Mısır ve Suriye‟nin anlaĢtığı gibi Ġsrail‟in Sina ve hem de Kuzey Golan tepeleri‟nden çekilmesiyle sonuçlanmadı. SavaĢ sonunda Suriyelilerin protestolarına rağmen Mısır, tek taraflı bir ateĢkesi kabul etti (DaviĢa, 2004: 239).

SavaĢ sonrası ABD DıĢiĢleri Bakanı Kissinger‟in mekik diplomasisiyle ilki 11 Kasım 1973‟teki mütareke anlaĢmasıyla baĢlayan ve adım adım Mısır topraklarından Ġsrail‟in çekilmesini öngören anlaĢmalara doğru uzanan Ġsrail-Mısır müzakereler süreci

112 baĢlamıĢtır. Camp David AntlaĢmalarının öngördüğü Mısır-Ġsrail BarıĢ AntlaĢması 26 Mart 1979‟da BaĢkan Carter, Enver Sedat ve Ġsrail BaĢbakan‟ı Menahem Begin tarafından imzalanırken Ġsrail barıĢ karĢılığında Arap toprağından çekilmeyi kabul etmiĢtir. Enver Sedat, bu süreçte ABD ve Ġsrail gezileri ile bir bakıma bölgesel politikalarda sözü edilen Mısır-Suudi ittifakını anlamsız hale getirmiĢtir. Ancak Sedat ABD‟nin sağlayacağı ekonomik katkıların farkındadır ve nitekim bu tarihten sonra Mısır, Ġsrail‟den sonra ABD‟den en fazla dıĢ yardım alan ülke haline gelmiĢtir (Arı, 2007: 407-408).

Ġsrail‟in Camp David sonunda Sina yarımadası‟nı Mısır‟a bırakması Nil üzerinde bir iddiasının kalmadığı anlamına gelmemektedir (Çebi, 2006: 192).

Etiyopya‟ya Afrika‟nın su kulesi adı verilmiĢtir ve Sudan ile Mısırı besleyen suyun musluğu onun elindedir. Etiyopya dağlarından çıkan ve sınırları ötesinde Somali ve Sudan‟a akan on bir nehir vardır. Bunlardan en büyüğü olan Mavi Nil, Etiyopya‟da Abay adıyla bilinir ve Sudan‟a her yıl 50 milyar metre küp su akıtır; bu da asıl Nil‟in toplam suyunun %60‟dır (Bulloch ve Darwish, 1994: 89).

Mısır ile Etiyopya arasında su paylaĢımı uzun zamandır sorunludur. Mısır, Etiyopya‟yı kazanılmıĢ hak olarak gördüğü “ön kullanım hakkına“ zarar vermeyecek Ģekilde kapsamlı bir su anlaĢması yapmaya zorlamaktadır. Ancak Etiyopya bütün baskılara karĢılık, “tam egemenlik doktrinini“ ileri sürmekte ve Nil‟i kendi ülke sınırları içinde kalan sularını istediği gibi kullanma özgürlüğüne sahip olduğunu, bu konuda hiçbir sınırlama kabul etmeyeceğini sık sık tekrar etmektedir (Kapan, 2007: 240).

Etiyopya‟nın Ġsrail su politikası açısından önemi Ben-Gurion tarafından hazırlanan “Gurion Planı“ olarak adlandırılan stratejik çerçeve içerisinde de belirtilmektedir. 1940‟lı

113 yıllarda Etiyopya su ve petrolü korumak için gerekli bir kale olarak görülüyordu. Ġsrail- Etiyopya ittifakını gözle görülür bir su politikası haline alması ise Camp David sonrası gerçekleĢmiĢtir. GörüĢmeler sonrasında Yahudi devleti Nil‟i köklerinden kontrol altına almaya karar verdi ve Ġsrailli mühendisler, Nil‟in akıĢının %83‟ünü denetleyecek baraj yapımı konusunda Etiyopya‟ya yardımcı olmaya baĢladılar. Ġsrailliler Etiyopya‟yı Nil üzerinde barajlar yapmaya yönelttiler. Mısır ve Sudan‟a giden suyun musluğunu elinde tutan Etiyopya ve Ġsrail arasındaki dikkat çekici dostluk Yahudi devletine gerektiği takdirde Mısır ve Sudan‟ı susuz bırakma imkanı veriyordu. Nitekim, Etiyopya Ġsrail destekli 6 ayrı baraj yapımına baĢlamıĢ ve bu durum Mısır‟da Ġsrail‟in Nil‟in stratejik kaynaklarını kuĢatarak Mısırın güney savunma hatlarını yarmaya çaıĢtığı Ģeklinde yorumlanmıĢtır. Gerçekten Ġsrail bir “palmiye“ olan Nil‟in iki kökü üzerinde ciddi bir etki elde etmiĢ bulunmaktadır (Eroğlu, 2003: 216-217).

Kona‟ya göre Ġsrail‟in Nil Nehri‟ne iliĢkin birbiriyle bağlantılı üç hedefide gerçekleĢmiĢtir. Bu hedeflerden ilki, Nil üzerinde kurulacak kanallardı. Ġsrail bu hedefi 1984‟de gerçekleĢtirmiĢtir. Bu kanal ile Ġsrail, Etiyopya ve Sudan gibi Nil‟in iki önemli musluğunu elinde tutan devleti yanına çekmeyi baĢarmıĢtır. Üçüncü olarak Ġsrail, Etiyopya ve Sudan‟ı yanına çekerek Mısır‟ı istediği zaman tedirgin edecek önemli bir güce sahip olmuĢtur (Kona, 2006: 59).