• Sonuç bulunamadı

Muhit, insanın bazen bulunduğu semti, bazen bu semtin içindeki bir bölgeyi ya da tanınan insanların oluşturduğu çevreyi ifade eder. Kastedilen bu manalar

Safahat’ta “mahalle/semt” adı ile de anılmıştır. Muhit ya da civar kelimesi geçen

ifadeler ise Âkif’in içinde bulunduğu açık ve kapalı alanların tasvirini kapsar.

405 Safahat, s. 5. 406 Safahat, s. 20. 407 Safahat, s. 41. 408 Safahat, s. 220. 409 Kuntay, a.g.e., s. 202.

410 Âlim Kahraman, “Akif’in Safahat’ında Bir Semtin Profili: ‘Fatih’”, Vefatının 75. Yılında

Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyum Bildirileri, 12-13 Mart 2011, haz. Vahdettin Işık,

2000 bs., İstanbul, Zeytinburnu Belediyesi, Kasım 2011, s. 454. 411 Safahat, s. 76.

412 Safahat, s. 353, 359, 413 Safahat, s. 86. 414

Mahalle Kahvesi’nin çevresi ise “muhît-i levs” diye nitelendirilir ve kahvenin tasviri yapılır.415

Bunun dışında muhit kelimesi açık mekânları ifade eder. “Perde-i likâ-yı muhit”in416

açılması ile çevrenin azameti hissedilir. Yaşayanların muhiti ahiret huzurunu vermez:

“Muhît-i velvele-dârında zindegânînin Ferâğ-ı dâimi yoktur hayât-ı sânînin.” (s. 38.)

Madde âleminden uzaklaşarak mana âlemine dalan Âkif, bu âlemin efradını da muhit ile anar. Merhum İbrahim’in yokluğu ile muhit “şebistan-ı iğtirâb” olur. Muhitlerin üstünde hep onun nağmesi döner.417

Henüz madde âleminde olan Kör Neyzen’in ise “muhîti hep mütevâlî leyâl-i dûrâ-dûr”dur.418

“Bülbül” şiirinde Âkif, “muhîtin hâli ‘insâniyyet’in timsâlidir”419

hüsn-ü zannı ile geçmişi hatırlar. O durgun muhite karşın hatırlarını binlerce çığlık böler.

“Dest-i şeb”, “ridâ-yı memât” çekmişken muhite, muhitin “hamûş bir vecde” daldığını gören Âkif, o hâli temaşaya dalar sessizce.420

Az sonra“Muhîtin kalb-i hâmûşunda başlar bir hazin şîven.”421

O hazin şiven ki ezandır. Ezan sesi ile aydınlanır karanlıklar.

3. 1. 5. Mezarlık

Mezarlıklar, insana ölümü ve kaybettiği insanları hatırlatan mekânlardır. Bu mekânlar, genellikle insanlar tarafından olumsuz duygularla anılır. Safahat’ta ise mezarlık, daha farklı bir şekilde ele alınır. Âkif’in kimi zaman geçmişle günü

415 Safahat, s. 106. 416 Safahat, s. 39. 417 Safahat, s. 54-55. 418 Safahat, s. 69. 419 Safahat, s. 450. 420 Safahat, s. 95. 421 Safahat, s. 93.

buluşturduğu, kimi zaman bir ailenin içli hikâyesinin başladığı ve bittiği, kimi zaman da Âkif’in ölümü tefekkür ettiği bir mekândır.

Âkif, mezarlıklarda dolaşmayı, tefekkür etmeyi sever.422

Şiirlerinde bu tefekkür ve gözlemlerin yansımasını görmek mümkündür.

Mezarlığı manidar kılan orada yatanların kıymetli insanlar olması ve bazı değerler için ölümle buluşmalarından kaynaklanır. Bu nedenle, bu duruma uygun sıfatlarla mezarlık anlatılır. Mezarlık şiirinin ilk bölümü bu noktada Âkif’in yaklaşımını yansıtır:

Mezarlık, Âkif’e, bağrında sakladığı insanlar kadar ruh sahibi görünür. Âkif’le âdeta konuşur bu mekân. Sadece “sâha-i medhûşuna” bakmadan, bir süre “nâle-i hâmûşu” dinlenmesi gereken bir mekândır Âkif’e göre. Onun kalbi “sîmâ-yı heybet- pûşuna” hiç benzemez. Çünkü “hayâtın seyl-i cûşâ-cûşuna” dalanlar yorgun düşüp onun “âgûşuna” can atarlar.

Bir “âlem”dir mezarlık ki fıtratı yüksektir, insaniyetin en güzîn evlâdı onda “pinhân”dır. Ye’sin, haybetin feryadı ondan istimdâd eder. Göz nurudur ve aynı zamanda milletin rûh-ı pâkinden coşan gözyaşlarından muhammerdir tıyneti.

Şanlı bir târîhtir mezarlık, mazi-i millet ondadır, ibret ve hikmet ondadır. Yadında devr-i İstîlâ durur; devlet ondadır. Hürriyet, hamâset, gayret, izzet hep ondadır.

Ademle varlığın ser-haddidir mezarlık, iklîm-i salâhtır. Dünya ile ahiretin birleştiği noktadır. “Başlarında sermedî bir sâye, bir müşfık cenâh” olduğu için “bî- vayeler” inşirah bulurlar mezarlıkta. Onun “zıll-i memdûdunda âsûde bir reng-i felâh” vardır ki “leyl-i dûrâ-dûruna yüz bin sabâh fedâ” edilir. Mezarlık, emniyet veren bir hava taşır Âkif için. Öte yandan yalnızlığı paylaşır onunla. Gecenin karanlığında kaybolanlar onun aydınlık yüzüne kavuşur.423

422 Eşref Edib (Fergan), a.g.e., s. 246-247. 423

Cevheri toprak değil bin dimağın özüdür her zerresi ile. Öyle feyyazdır ki bu toprak, “sâye-gâhından çıkarken rûh” olur her ten.

“Ey mezâristan, nihan ka’rında yüz binlerce mâh, Fışkıran hâk-i remîminden bütün nûr-i nigâh! Nâzeninler yâl ü bâlinden nişandır her kiyâh... Serviler Mevlâ ya yükselmiş birer berceste âh,

Hufreler Mevlâ’dan inmiş en emin bir hâb-gâh”. (s. 38.)

Âkif için “şebistân”dır mezarlık, ademdir, perde perde kibriyâdır. Ümitler ondadır ki “fecr-i bekâ” onda doğar. Her hacer-pâresinin okuduğu “şi’r-i lâhûtî-edâ” ile olmaktadır her ruh “sermediyyet-âşinâ”. Tıpkı camii gibi mezarlık da semavîdir, kutsaldır.

Âkif’in şiirlerinde mezarlık ziyaretlerinden aktardığı olaylar da mevcuttur. Âkif, hayatın “metâlibi”nden ruhu sıkılınca “mahalle-i emvât”a gider. “Hayât-ı sânînin ferâğ-ı dâimi yoktur” “zindegânînin” “muhît-i velvele-dârında”. Hırs ve mezellet yoktur pâk toprağında. “Harîm-i hâkinde hây ü hûy-i maîşet” yoktur. “Bu kâinât-ı huzûrun fezâ yı sâmitini” görünce Âkif, kendi hâlini unutur ve mâsivâdan uzaklaşır. Mâsivâdan kurtulmanın yegâne yeri olan mezarlık bir de “kalb-i âhenîn” ister. 424

Bir mezarlık ziyareti aktarılırken bir ailenin dramı anlatılır. Âkif bunu ifade ederken de mezarlıkla olan şahsî bağını kaybetmez. Eyüp mezarlığına giden Âkif, ufkun değiştiği ve eski cihanın önünden çekildiği mezarlığı “bir koca deryâ-yı sermediyyet” olarak görür “ki her hazîre-i sengîni mevc-i müncemidi”dir. “Ridâ-yı samte” bürünmüş olan mezarlıkta ağaçlar huzur, toprak sükûn içindedir ve Âkif “kibriyâ-yı muhit” ile ruhunun dolduğunu hisseder.425

O anda “Ellezî halâka’l-mevte ve’l-hayâte…” şeklindeki beste-i lâhutu işitir. “Samîm-i sükûnette” bir feryattır bu. Bu feryat ile “kâinât-ı hamûş” inlemeye başlar.

424 Safahat, s. 38-39.

425 A.e.

Serviler “müteheyyic bir cemâ’at-i kübrâ” kesilir ve o cemaatten aynı seda duyulur. Mekabir inler, taşlar birer lisan olur; kitabeler de o taşlarla hem-zebân olur.426

Bu hâl Âkif’i mahşer âlemini hayale sevk eder. Bu hayal ile etrafı gözlemleyen Âkif’in gözü uzaktaki bir medfenin ayak ucuna çöküp ziyaret eden, bir çocukla bir kadına ilişir. “Tebâreke”yi “kemâl-i vecd” ile ezbere okuyan çocuğu yanında annesi gözyaşlarıyla dinlemektedir. Âkif, Kur’an okuyan çocukta “hayat”ı görürken, mezar “ölüm”ün bir resmidir. Bu durum “tezâd-ı kudreti” yansıtır. Çocuk ve annesi mezarlığı terk edince “deminki mahşer-i pür-cûş sâye-pûş” olur ve mezarlık “sükûn-i dâimine” gömülür.427

Âkif, kendi ecdadının kabirleri ile tefekküre daldığı gibi Mısır’daki tapınakları, buralarda yer alan mezarlıkları da değerlendirir. Firavun mezarlarının yer aldığı Teb Harabeleri’ni dolaşır ve II.Amnofis’in mezarının yer aldığı tapınağı detaylı bir şekilde anlatır. Mumyalanmış cesedini ve yaşarken yaşattığı zulmü ifade eder. Ölmemek için yaptıklarının beyhude olduğunu, bu amacı ancak Allah yolunda birkaç nefesini mavi gök kubbeye savurması gerektiğini söyler.428

Âkif, mezarlıkları ve orada yatanları canlı gibi değerlendirir. Safahat’ta mezarlıklardaki ruhlara canlı imiş gibi seslenir:

“Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk, Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk! Diriler koşmadı imdâdına, sen bâri yetiş…

Arnavutluk yanıyor… Hem bu sefer pek müdhiş!” (s. 188.)

Âkif, tabiattaki her unsurun gülümsediğini gördüğü “El-Uksur’da” adlı şiirinde mezarların da gülümsediğini ifade eder.429

Safahat’ta toplumun zihnindeki mezarlık imgesinden hareketle çeşitli

benzetmeler ve ifadeler yer alır. “Yeis Yok” adlı şiirde dünyayı mezarlık bilerek

426 A.e. 427 Safahat, s. 39-40. 428 Safahat, s. 454-462. 429 Safahat, s. 293.

eşikten inmekten söz edilir. “Telkîn-i hayât” edecek bir sesin olmaması ve yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkesin yeisin bulanık ruhunu zerk etmeye çalışması ile bir neslin uyuştuğu ifade edilir. Burada Âkif’e göre hayat ile ölümü ayıran şey ümittir. Her kim ki yeise gark olursa ölmüş gibidir. Dolayısıyla dünya artık onun için bir mezarlıktır.430

Âkif, mezarlık imgesini ölüm, sessizlik, huşu gibi duygularla ilişkilendirerek kullanır.

“Hürriyet” şiirinde hürriyetten önce sokakların bir mezarlık gibi dalgın yattığı431

zihnen hür olamayanların ise bedenen seyyar bir mezarlık gibi dolaştıkları, alınlarının da bir seng-i mezar olduğu söylenir. Ümit ile hayatın birleşmesi gibi, hürriyet ile de hayat birleşir.432

Fâtih Kürsüsünde adlı eserde vaiz namaz kılan cemaatin “yek-pâre bir cihân-ı

hâmuş” “dûşa-dûş” bir “imtidâd-ı mekabir” misali ibadetini anlatır. Mezarlıklar, “dûşa-dûş” uzayışıyla, sessizliği ve tek yürek olabildiği ruh âlemi ile insanla ilişki içindedir.433

Mezarlıklar, yaşayanlara ölümü hatırlatır, ölenleri hatırlatır fakat bununla kalmaz; mazilerinin yansıması olarak yaşayanlara nasıl yaşanacağını da anlatırlar. Vatanı düşman eline bırakarak kaçanlara ecdadın kabirleri bir sesleniş olmuştur: Geri çekilip de bin yıl yaşamaktansa düşman sınırını aşarak hiç değilse bir mezarı almak daha hayırlıdır. Kaçarken kabirlere basıp gidenlerse bu feryadı işitmemiştir.434

Mazinin kabirdeki izzetli duruşu, yaşayanın ders almasını sağlayamamıştır.

Âkif Çanakkale şehitlerine hitap ederken onlara dar gelmeyecek makberin kazılamayacağından söz eder.435 430 Safahat, s. 444. 431 Safahat, s. 84. 432 Safahat, s. 151. 433 Safahat, s. 259. 434 Safahat, s. 238. 435 Safahat, s. 409.

“Acem Şâhı” şiirinde İran Şahı Muhammed Ali Şah’ın zulmü ile İran’ın bir mezarlığa döndüğü ifade edilir. Yine ümidin hayat demek olduğunu ifade eder şekilde Âkif, “Kefen yaptın girîbân-ı ümîdi çâk çâk ettin!” der. 436

Hakkın Sesleri’nde İslam’ın düşmanlarca çiğnenmiş yurdu kanlı, zairsiz mezar

olarak nitelendirilir. Öyle bir mezar hâline gelmiştir ki candan muazzez olan aşiyanlar ıssız kalmıştır. Damlar baykuş seslerinden çın çın ötmektedir. Ceylanların koştuğu vadide artık kurbağalar sekmektedir. Handan gölgeler sezmiş olan coşkun ırmak şimdi gölgesizdir. Bu maziyi bir tufan boğmuştur. Düşmanın ayakları altında çiğnenen her toprak parçası âdeta mezar hüviyetine bürünmüştür.437

İnsanın hür olarak yaşayamadığı yer mezarlıktır.

3. 2. KAPALI MEKÂNLAR