• Sonuç bulunamadı

EŞYA VE İNSAN BİRLİKTELİĞİ

2 3 Eşyayı Sorgulama ve Tahlil Etme

3. EŞYA VE İNSAN BİRLİKTELİĞİ

İnsan, eşyayı tanıdıkça kendi hakikatini keşfeder. Çünkü insan da aynı kanuna bağlıdır. Bu nedenle, eşyanın örnekliği insanın kendini tanımlayışını değiştirir. Duygu ve durumlar değişir, yeni anlamlar kazanır. Safahat’ta insan, özelde Âkif, duygu ve durumları bazen eşyalarla yaşar, bazen eşyalar gibi, bazen de eşyayı aşarak yaşar. Eşya, bir kısım duygulara sebebiyet verirken bir kısım eşya da varoluşu ve evrendeki konumu sebebiyle idraki artırır.

Safahat’ta eşya karşısında soru ve tahlillerle konumunu belirleyen insan bir

sonraki aşamada eşya ile bütünleşir, bir olur. Kimi zaman çığlıklarına, kimi zaman sükûtlarına şahit olur eşyanın. Kimi zaman onlarla coşar, kimi zaman onlarla secde eder. Eşyanın Allah ile olan ilişkisi, insanın Allah ile olan/olması gereken ilişkisine örneklik teşkil eder.

Âsım’da tarımla ilgili yazdığı eseri anlatan Kâzım da tabiatı insana örnek

gösterir. En ince nebat bile her sene milyonla canlı “tohm-ı hayat” dökerek göçer hilkatin baharından. Bir yabani hardal, bir papatya hürmete layıktır çünkü milyarlarca tohum saçmaktadır. Bu duruma onu zorlayan bir şey vardır:

“İşin hakîkati: Hilkat ne kâr arar, ne zarar; Bekâ-yı nesle bakar hep, bekâ-yı nesli sorar. Neden mi Çünkü hayâtın yegâne gâyesidir; O gâye olmasa dünyâ bir âhiret kesilir. Saçıp savurmada fıtrat bütün hazâinini,

21

Merâmı gâyesinin böylelikle te’mîni.” (s. 392.)

Hilkat, döktüğü milyarlarca tohuma rağmen bir avuç tohumun tutacağını bilir fakat hesap yapmaz. Asıl amacı tutan tohumlarla nesli devam ettirmektir. Bu durumda hilkate “müsrif” denemez, çünkü hayır için vermektedir. Bu haliyle fıtrat “nümûne” göstermekte; “Gâyeniz uğrunda bezledin emeği; düşünmeyin hele hiçbir zaman esirgemeyi.” demektedir. İnsan da yaptığı işlerde tıpkı hilkat gibi hedefin ulaşacağı nesle yönelik bir tutum oluşturmalıdır. Esirgemeden emek vererek hedefi gerçekleştirmeye yönelmelidir.22

Âkif’in dünyasında varlık âlemi tüm unsurları ile dünya ve ahiretin, insanın ve kendi aslının, günün ve dünyanın vakitlerinin timsalidir. Hepsi çığlıktadır. Kimi zaman mahşere çevirirler göründükleri yeri, kimi zaman Allah’ı zikrettiklerini gösterirler, kimi zaman asırları devirirler. Safahat’ta insan yükselen deniz, dönen seller ve sema eden taşlarla birliktedir. 23

Bütün kandillerin tehlili ile şaşırır insan, kâinat bir mabed, gök kubbe sermedî bir secdedir.24 Yaratılış gayesine uygun yaşayan insan, Yaratıcı’nın açtığı kapı aralıklarından görür eşyanın hakikatini; eşyada, hakikati.

Eyüp mezarlığında ufuk değişir, “eski cihan” önünden kalkar. “Beste-i lâhût” ile enîne başlar “nâgâh kâinat-ı hamûş”. “Serviler müteheyyic cemâ’at-i kübrâ” olur, mekabir inler, taşlar birer lisan olur, kitabeler de o taşlarla “hem-zebân” olur. “Harîm-i rûh”u dolduran “kibriyâ-yı muhit”tir. 25

Bir başka zaman varlık âlemini seyre dalan Âkif, bu kez çığlıklar, zikirler yerine bir durgunluk görür. Onlar, kudretin bir vahyi hâlinde fânîlerdir Mevlâ’da. Bütün dünya, Mevla’nın sunduğu “vahdet şarâbından” mest olmuştur. “Mest olmıyan meczûb” “hâsir kalan seyrinde mi’râcım devâm etsin, Rükû’um yerde titrerken, huşû’um Arş’ı titretsin!” der. Taşan hüsranıyla, imanıyla “vahdet-zârı” coşturmak ister. Tehlilini feryâd etmek ister.

22 Safahat, s. 393. 23 Safahat, s. 470. 24 Safahat, s. 466. 25 Safahat, s. 39.

Fakat bu haykırış isteği, bu iman coşkusu tıpkı varlık âleminin coşkudan durgunluğa geçtiği gibi Âkif’te de başka bir boyut olur. O, varlık âlemi ile “yek-pâre bir secde” olmayı arzular ve hakiki gerçeğe kendini teslim eder:

“Kıyılmaz lâkin, Allah’ım, bu gaşyolmuş yatan vecde... Bırak, ‘hilkat’le olsun varlığım yek-pâre bir secde!” (s. 471.)

Âkif’in secde ile bütünleştiği varlık âlemi bir başka zaman insanın coşkusuna kapılır. “Said Paşa İmamı”nda ilahicilerin sesi varlıklara yayılır. Ve eşya feryâd ile eşlik eder onlara:

“Âh o kudsî nefes eşbâha ederken sereyan, -Karalar vecd ile pür-cûş, sular pür-galeyan-

Dem çekip, dem tutarak etmeye başlar feryâd,” (s. 486.)

Dünyadan kendi içine çekilen insan, içindeki yalnızlığı ile dışındaki yalnızlığı bütünleştirir ve kendisi dışındaki yaratılmışlara bu ruh haliyle bakar. “Bülbül” şiirinde varlık âlemi bu kez Âkif’in ruh hali ile bütünleşirler; ağaçlar ve taşlar ürperirler: “Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ Sûr-i Mahşer’di!”26

Bu ürperti, Âkif’e bütün hilkâti “lâl” gösterir:

“Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl... Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.” (s. 450.)

İçinde bulunulan dönemin etkisi ile Âkif bir yalnızlık mekânı seçmiştir kendisine. Bir akşam vakti tabiat sessizleşmiştir. Fakat Âkif’in gönlü bu sessizlik içinde feryad içindedir.

İnsan, hicran iniltileri içindedir. İster ki onun hicran iniltisinden bütün âheng-i hilkat bir zaman dinsin.27 Tabiat, onun iniltisinden değil, yaratılış kanunundan dolayı “lâl”dir. Fakat insanın Yaratıcı’dan ve “Cânân”dan (Hz. Peygamber) ayrı oluşundan kaynaklanan iniltileri ile eşyanın ahengi dinmelidir.

26 Safahat, s. 450.

27

Medine’ye “Cânân”a giden yolda çekilen ayrılık acısı ise hilkatle hasbihale vesile olur. İnsan onlara döker içini, onlara söyletir derdini:

“Bütün heyâkil-i hilkatle hasbıhâl ettim Leyâle derdimi döktüm, cibâli söylettim!

Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü...

Nücûma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?” (s. 330.)

“El-Uksur’da” şiirinde ise varlık âlemindeki her şey Âkif’e gülümsüyor gibi gözükmektedir. Güneşin batışına doğru bir vakitte, Âkif’e huzur veren manzara, âlemi gülümser gösterir. Vadi, tepeler, büyük yelken, otel binaları, kuyular, çiftçi, yolcu, dereler, tarlalar, ağaçlık yerler, kadınlar, çocuklar gülümsemektedir. Âkif, varlıklarla öyle bir muhabbet içindedir ki insanlar kadar gülümsüyor görür onları; canlı ve cansız varlıklarla yaren olur. 28

4. İNSANIN İBADETİ İLE OLAN İLİŞKİSİ AÇISINDAN