• Sonuç bulunamadı

2 1 Günün Vakitleri (Sabah, Öğle, İkindi, Akşam, Gece)

Safahat’ta Âkif, insanın yaşantısına şekil vermesi ve ruhuna etki etmesi

açısından günün vakitlerini çeşitli bağlamlarda kullanır. Özellikle seher vakti, insanın kendisini ilgilendiren her ne varsa (zaman, mekân, eşya, insanlık) hepsiyle irtibat kurduğu ya da irtibatını yenilediği bir zaman olarak büyük önem arz eder. Tabiatın uyandığı bu zaman dilimini Âkif, çok sever. Neşenin saçıldığı, “yâr-i cânım”10

dediği seher vakti, Safahat’ta insanın dünya ile birlikte uyandığı, yenilendiği bir zaman dilimidir.

“Seher vaktinde mevcûdât, nûşîn hâb içindeyken, Bu rûhânî nevâ âfâkı mevcâ-mevc edip birden;

Muhîtin kalb-i hâmûşunda başlar bir hazin şîven.” (s. 93.)

Bu uykudan ezan sesi ile uyanılır. Sabah ezanını seher vakti duyan insan, bu merhamet dolu sesle kendisinden geçer, Allah’ın cemalini görmüşçesine sevinir ve bu ruh hâli ile bütün yüklerin altından kalkar.11

10 Safahat, s. 5.

11

Mehmed Âkif’in “Ezanlar” adlı şiirinin girişinde “ihtilaf-ı metâli” sebebiyle küre üzerinde ezansız zaman olmadığı ifade edilir.12

Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesiyle oluşan gün içerisinde güneş, dünyanın farklı bölgelerini aydınlatır. Her dört dakikada bir “meridyen” adı verilen hayalî mesafe kaydedilir. Bu nedenle her meridyende bulunan yerin ezan saati farklıdır ve farklı noktalarda farklı zamanlarda okunan ezanlar, dünyada sürekli olarak ezan okunmasını sağlar.

Dolayısıyla Âkif’in sabah ezanı esnasında içinde bulunduğunu ifade ettiği ezanın sağladığı bu hâl, kâinatın her yerinde faklı zamanlarda ve sürekli olarak yaşanmaktadır.

Bir başka zaman Âkif, sabah vakti değişimi ve uyanışı seyreder. Ufukların henüz açıldığı, göğün mahmur olduğu bu zamanda güneş yavaş yavaş doğar. Onun doğuşuyla uykuda ve durgun olan tabiat canlanır: Her şey aydınlanır, rüzgâr esmeye başlar ve deniz dalgalanır. Bu ahenk Âkif’i de etkiler ve tabiatın hâlinden tüm dünyanın aslında Yaratıcı’yı yansıttığını düşünür.13

Günün bir başka vaktinde ise aydınlıklar yerini karanlığa bırakmaya başlar: “Güneş mağrib-güzîn olmuş, semâ esmer, ufuk gülgûn;

Zaman durgun, zemin muğber, cihan dembeste, can mahzûn; Gariblik rû-nümâ yer yer, sükûnet dembedem efzûn...” (s. 94.)

Gün akşama dönerken yeniden her şey sessizleşmeye başlar. İşte yine o vakitte insan ezan sesi duyar. Yaratılan her şey gibi insan da Allah’ı zikreder ve akşam bir başka uyanışa vesile olur; Âkif, karanlıklar içinde sabahın ruhunu görür.

Âkif, sabah olduğu gibi, gece vakti de uyanır ve kâinatı izler. Akşam, başka bir ruh vardır sonsuz âlemde. Her şey Allah’ı zikretmekte ve O’nun aşkı ile hâlden hâle girmektedir.14 “Bütün eşyâ, Hudâ’yı zikreden bir sırr-ı hikmettir.”15

12 Safahat, s. 93. 13 Safahat, s. 132. 14 Safahat, s. 470-471. 15 Safahat, s. 650.

Âkif, sosyal yaşantının düzenlenmesinde günün vakitlerini genel bir bakış açısıyla değerlendirir. Sabahın kazanç elde etmek üzere çalışma, akşamın ise dinlenme zamanı olduğunu ifade eder.16

Bu dinlenme zamanı da yarının planlanması ile geçmelidir.17

2. 2. Mevsimler

Safahat’ta mevsimlerin ve mevsimsel değişimlerin tasviri oldukça canlı bir

üslupla anlatılır. Âkif, insanı kıştan sonra gelen baharı seyretmeye davet eder. Baharın rengarenk coşkusu kış döneminde hayatını yitiren tabiata, Sur misali, yeniden hayat üfler:

“Bir yeşil kan, bir yeşil can yağdırıp, kudret, yere: Yemyeşil olmuş fezâ, gömgök kesilmiş dağ, dere. En kısır toprak doğurmuş, emzirir birçok nebat; Fışkırır bir damlacık ottan, tutup sıksan, hayat! Dün, kemikten külçe hâlindeydi her çıplak fidan;

Bak: Ne sağlam kan, bugün, dolgun yüzünden damlayan! Dün, kudurmaktaydı ormandan cahîmî bin zefîr;

Âşiyan tutmuş, bugün, her dalda perran bir safîr! Dün, nigeh-bânıydı milyarlarca zî-rûhun sübât; Silkinip çıkmış o mahbesten, bugün, bir kâinât. Dün, ne mâtemdeydi âlem! Yer hazin, gökler hazin; Sûr-i fıtrattır bugün: Fıtrat bugün sahrâ-güzin!” (s. 204.)

Kış mevsiminde durulan tabiat, baharda yeniden şenlenir. Yemyeşil bir manzara vardır her yerde. Dün âdeta kemikten bir külçe hâlinde olan çıplak fidanlar, baharla birlikte elbiselerini ve ziynetlerini kuşanmışlardır. Bahar afakı “lem’a-dâr” eyler. Cihan “kisve-i hadrâ”ya bürünür, “Dîdede hem-reng” olur sema ve dünya. Bütün kâinat feyz ile meşbu olur, âleme yeni bir hayat gelir:

16 Safahat, s. 108.

17

“Sandım açılmış seher-i intibâh!

Semâ safâ-yı rûha bir misâl-i lem’a-bârdır; Zemîn ikinci bir hayât içinde cilve-kârdır. Sabâda nefha, nefh-i Sûr ile hem-iktidârdır: Serâir-i nüşûr her taraftan âşikârdır!

Çemen çiçekleriyle ol zaman ki mevce-dârdır, Gören sanır köpüklü bir lâtîf cûybârdır! Yemîne bak, yesâra bak, nukûştur, nigârdır, Riyâzdır, hiyâzdır, fezâ-yı lâlezârdır; Kenâr-ı selsebîldir, miyâh-ı bî-karârdır, Şu cuş-ı feyzden nasîb alan ne bahtiyârdır! Gönül nasıl durur ki dem, dem-i tarab-medârdır: Bahârdır, bahârdır, bahârdır, bahârdır!” (s. 590.)

Bu canlı tasvir, insanın duygularının baharla birlikte oldukça enerji ve mutluluk dolu bir hâl aldığını gösterir. Mevsim bahardır ve tabiat ikinci hayatına kavuşmuştur. Tabiatın canlanışına rağmen Âkif’in ruhunda kök salmış olan sonbahar hiç kımıldamaz. Onun yüreği yıkılmış yuvalar, yâd ellere düşmüş vatan, yükselen yetim iniltileri nedeniyle bir sonbahar içindedir. Bunlar karşısında bülbül sesi dinleyemez. Bu durumdan vatanın ve insanların kurtulması için bir bahar ister Yaratıcı’dan. Yoksa, bir daha dirilmek İsrafil’in Sur’una kalmıştır.18 Mevsimlerin, günün vakitlerinin güzelliklerini en ince ayrıntılarına kadar görebilen ve onları derinden hisseden Âkif, vatanın işgal edilmesi, milletin tefrika derdine düşmesi gibi sıkıntılar söz konusu olduğunda bu güzellikleri görmek istemez. Tüm duygu ve düşünce gücünü bu sıkıntılara kanalize eder.