• Sonuç bulunamadı

Ömür, insanın dünya hayatının zamansal açıdan karşılığıdır. İnsanın doğumuyla başlayıp ölümü ile son bulan bu zaman dilimi Safahat’ta “ömr-i fâni” olarak ifade edilir. Âkif’e göre hayat ölmekle bitmiş olsa bir şey anlaşılmazdı. Hayatın başka bir boyutta devamı ve hasat yeri olan ahiret, insanın hazırlık yapması gereken bir zaman dilimidir.125 Geçiciliği anlatan bu ifade, asıl hayatın ahirette; “ömr-i sânî”de olduğunu da yansıtır. İnsan “ömr-i fâni”den neyi idrak etmişse “ömr-i sânî”de de nasibi o olur.126

119 Safahat, s. 276. 120 Safahat, s. 57. 121 Safahat, s. 56. 122 Safahat, s. 52. 123 Safahat, s. 247. 124 Safahat, s. 127. 125 Safahat, s. 123. 126 Safahat, s. 285.

Geçici olan bu zaman dilimi, insanın yaşama tutkusu nedeniyle kıymetlidir. İnsan “her devresi bir devr-i azâb olsa da hayâtın”127

ölümü kabullenmek istemez. Şimşek hızıyla geçip giden ömre rağmen insanın bitip tükenmeyen bir geçim endişesi mevcuttur.128 İnsan, ömrü kısacıkken dünyalık hırslara kapılır. Sahip olma arzusunu zaman, mekân ve eşya aracılığıyla yansıtır. İnsanın gayretli olması gerekir fakat bu gayret hırsa dönüşmemelidir. Yaptığı işler açısından insan çalışmakla mükelleftir, başarmakla değil. Ömründe bin çalışıp bir kazanması yeterlidir.129

Öte yandan, zaman cemiyet zamanı olduğundan insan yalnız kalmamalı insanlarla birlikte çalışmalıdır. İçinde bulunulan zamanın ihtiyacı olan sürekli ve düzenli çalışma böyle sağlanabilir.130

Yemişçi İhtiyar’ın temiz alnına ömrünün sıkıntılar içinde geçen yılları kırışıklıklar çizmiştir. O, bütün insanlar gibi hayatın yükünü çekmiştir. İnsandan beklenen ise bu hayatın yükünü çekmesinin nedenini anlayabilmesidir.131 İnsanın ömrü irfan öğrenmesi için yeterli olmasa da ömrünün her saatini gerektiği gibi kullananlar asıl hedeflerine ulaşamasalar bile pek çok maksadı anlayabilecek düzeye erişirler.132

Ömrünü alçak bir zulme boyun eğerek geçiren milyonlarca iman sahibi insan hatıralardan “emr-i bi’l-ma’ruf”un adının silinmesine sebep olmuştur.133

Şüphesiz hayat yükünü çekmenin gayesi bu değildir. Kısa ve bazen meşakkat dolu olan ömrün doğru bir şekilde geçirilmesi gerekir. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak bunun yollarından biridir.

Zulüm altındaki millet, ömrünün daha en canlı, hararetli çağında, ümitsizce yokluk batağında çalkanmaktadır.134

Bu milletin ömrü uzun bir hayat gecesidir âdeta; üzüntü doludur.135 127 Safahat, s. 29. 128 Safahat, s. 30. 129 Safahat, s. 391. 130 Safahat, s. 436. 131 Safahat, s. 141. 132 Safahat, s. 135. 133 Safahat, s. 438. 134 Safahat, s. 277.

İnsan, ömrünü geçirdiği işler ve ömrü boyunca tercih ettiği doğrularla kendini ifade eder. Âkif, ömrünü millet için harcayan, insanlığa faydalı olan bir kimse olan Merhum İbrahim Bey’in ömrünü “yarım asırda uyanmış çerâğ-ı feyz” olarak nitelendirir.136

Âkif, “İ’tirâf” adlı dörtlükte Safahat’ı “üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder”in yansıtıcısı olarak değerlendirir. Bu ifade onun ömrünü şiirlerine; insana ve topluma adadığını gösterir.137

Yine “Yıktım koca bir ömrü de, baykuş gibi, geçtim, / Kırk beş yılın eyyâm-ı harâbında oturdum.”138

ifadeleri de bu duruma paraleldir. Âkif, “Safahat İçin” adlı dörtlükte de ömrünü şiirleri uğruna harap ettiğini ifade eder.139 Ölümüyle birlikte âdeta gölgesinin silineceğini ifade eden Âkif, ebediyete rahmetle anılarak ulaşılabileceğini düşünür.140

Âkif, değişen durumları yansıtması açısından “dalgalı ömrüm” ifadesini kullanır.141

Hüsam Efendi Hoca, saraya davet edildiğinde gitmek istemez ve şöyle der: “Ben elli beş senedir teptiğim yegâne yolun,

Henüz sonundan uzakken, tükendi gitti ömür;

Tutup da bir geri döndüm mü, yandığım gündür!” (s. 472.)

Hayatını bazı ölçülere göre yaşayan Hüsam Efendi Hoca, saraya gitmekle bu ölçülerden taviz verme ihtimalinin olduğunu ima eder. Bu da tavizsiz geçirilen zor hayatın vakitsizce harcanmasına neden olur.

Zamanın ilerleyişi insan için ölümle son bulur. İnsan bütün hırslarını, gayretlerini, üzüntülerini geride bırakır. İnsan bir gün gelir mezarlığın aguşuna can atar.142 Bulunduğu an içinde varlığını iddia eden insan sonu olan toprağa kavuşur.143

135 Safahat, s. 443. 136 Safahat, s. 56. 137 Safahat, s. 141. 138 Safahat, s. 439. 139 Safahat, s. 474. 140 Safahat, s. 473. 141 Safahat, s. 489.

Köse İmam ölümü arzular. Bu arzunun nedenini zamana bağlı olarak ifade eder:

“Yaşamaktan ne çıkar günlerim oldukça heder Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur yüzümün; Geceden farkını görmüş değilim gündüzümün. Seneler var ki harâb olmadığım gün bilmem;

Gezerim abdala çıkmış gibi sersem sersem.” (s. 351.)

Hayat yükünün ağırlığı altında ezilen insan, terk-i hayat eylemek ister. Millet kan ağlamaktadır. Yıllardır her gün ayrı bir acı ile uyanır memleket. Bu durum Köse İmam’ı kahreder.

4. TARİHSEL ZAMAN

Âkif’te tarih “ne sürekli devinim ve dönüşümü öngören ve kutsayan çizgisel- doğrusal bir yapıda, ne de sürgit kendini tekrar eden döngüsel bir süreçtir; aksine bir dereceye kadar illiyet ilkesine dayanan; ama “kendini tekrar edebilecek” kadar da daireselliği olan helezonik bir yapıdadır.” Bu yapı, geçmişin mirasından “seçilmiş kökler”i, yaşanılan dönemin şartlarını ve gelecek beklentisini içerir.144

Safahat’ta geçmiş an ve gelecek ile bir bütündür. İnsan bu bütünlüğü kavrayarak ne geçmişte kalmalı ne de geçmişi unutmalıdır. Âkif, geçmişe bağlanıp kalmaz. Geçmişi hâle yol gösterme, hâli aydınlatma ve dönemin duyarsızlığını yansıtmada bir araç olarak kullanır.145

Zamanı hakiki değerine ulaştıran ve insana zaman ve tarih bilinci kazandıran yaklaşım, zaman dilimlerinin birbirini etkilemesi ve insanın da bu etkileşimde uygun

142 Safahat, s. 37.

143 Safahat, s. 182.

144 Şevket Yavuz, “Mehmet Âkif’te Tarih ve Manayı Geçitte İnşa Etmek veya Zamanı ve Kutsalı Asım’ın Neslinde Yeniden Okumak”, 1. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu Bildiriler

Kitabı, C. 2, No. 2, 19-21 Kasım 2008, Burdur, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Mart 2009, s. 753.

145 Sema Uğurcan, “Mehmet Akif’te Zaman”, Vefatının 60. Yılında Mehmed Âkif Sempozyum

Bildirileri 30 Aralık 1996, haz. İnci Enginün, İstanbul, İslâm Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma

bir şekilde rol almasını gerektirir. Âkif, zamanın etkileri karşısında yaşanan mirası (zafer ve hezimet), yaşanmakta olan realiteyi (gayret ve yeis) ve umut edilen geleceği (marifet ve fazilet) bütünleştirerek dimdik durur.146