• Sonuç bulunamadı

REFORM HAREKETİNİN ÖNDERLERİ

MUHAMMED HATEM‹

Din, devlet ve halk adamı

Hüccetülislâm Seyid Muhammed Hatemi, 23 Mayıs 1997’de yapılacak seçimlerde muhafazakâr Meclis Başkanı Natık Nu-ri’nin karşısına aday olarak çıktığında kendisine pek şans ta-nınmıyordu. Ne çok popüler bir isimdi, ne de onu aday gös-teren sol-liberal ittifakının gücü tam olarak kestirilebiliyor-du. Fakat Hatemi, İranlı bir din adamına göre oldukça sade ve şık giyimi, yüzünden hiç eksiltmediği gülümsemesi ve va-tandaşlarıyla içlerinden biriymiş gibi diyalog ve ilişki kurma-sı sayesinde birdenbire karizmatik bir lider haline geldi. En önemlisi seçim kampanyası sırasında seslendirdiği ilke ve değerlerle hem rejimin içinde bulunduğu krizi atlatması için arayış içinde olan etkili kişi ve kesimleri, hem de rejime kar-şı kayıtsız olan ve oy kullanmayı da bu yüzden pek düşün-meyen geniş kitleleri, özellikle de gençler ve kadınları kendi yanına çekti. Nitekim oyların yaklaşık yüzde 70’ini alarak cumhurbaşkanı seçildi. Daha önemlisi izlediği strateji ve tak-tikler sayesinde iktidarını perçinleyip karizmasını pekiştirdi.

Hatemi başarısını, esas olarak, İran toplumunda varolan her türlü ikiliği kendi şahsında birbirleriyle barışık bir şekilde yaşatmasına borçlu.

Din adam›

Öncelikle o dinsel bir kişilik. Hz. Muhammed’in kızı Fatıma ve Hz. Ali’nin soyundan geldiği, yani “Seyid” olduğu kabul ediliyor. Kendisi de bu özelliğini seçim propagandasında en yoğun bir şekilde kullandı. Hattâ taraftarları, seyid olduğunu, bundan haberdar bulunmayan ya da okur yazar olmayan seç-menler de görüp fark edebilsin diye, seçim pusulalarına aday-ların resimlerinin konulmasını istediler. Çünkü böylece seç-menler Hatemi’nin siyah türban giydiğini görüp onun seyid olduğunu anlayacaklardı.

Hatemi aynı zamanda kelimenin tam anlamıyla bir “molla”.

1943’de Yezd eyaletindeki Erdekan kasabasında eski Yezd Cu-ma İCu-mamı Ayetullah Ruhullah Hatemi’nin oğlu olarak dünya-ya geldi. Çocukken doktor olmak istiyordu ama babası onu din okuluna gönderdi ve liseyi tamamlamadan önce dinî eği-tim için 1961’de Kum kentine gitti. Sonuçta Ayetullahlıktan bir aşağı kademe olan Hüccetülislâmlığa kadar yükseldi.

Hatemi, içinde yer aldığı bu yapının ritüel ve handikaplarını çok iyi biliyor. Dolayısıyla bir yandan evlilikler yoluyla güç-lendirilmiş bir din adamı ailesinden gelmenin avantajlarını kullanırken diğer yandan bu yapının bütün imkân ve meka-nizmalarından genel ve günlük siyasette yararlanıyor.

Hatemi, aşırı muhafazakâr odaklar başta olmak üzere, ikti-darlarının bir kısmını kaybetmeyi hazmedemeyenlerin giriştiği bütün provokasyon ve istikrarsızlık yaratma girişimleri sonu-cunda oluşan hassas dengeleri çok iyi kullanmasıyla da dikkat çekiyor, ki bu noktada almış olduğu üst düzey din eğitiminin katkısının büyük olduğu muhakkak.

Dünya adam›

Hatemi aynı zamanda dünyevi bir kişiliğe de sahip. Zengin bir toprak sahibinin kızı olan annesi Sanike Ziyai, babası ile 15 yaşında evlenmiş. Şimdi 80 yaşında. Ablası Fatıma (62) Erde-kan Belediye Meclisi üyeliğine seçildi. Diğer kız kardeşleri

Meryem Hatemi (50) ve Zehra Hatemi (34) öğretmen. Erkek kardeşlerinden Ali Hatemi (46) sanayi mühendisliği master’ını New Jersey’de (ABD) tamamladı. Aslen doktor olan Muham-med Rıza Hatemi (40) ise İslâmî İran Katılım Cephesi’nin ku-rucu ve sözcülüğünü yaptı. Partinin “gerçek lideri” olarak ka-bul edilen Küçük Hatemi 2000 seçimlerinde Tahran’da en yüksek oyu alarak Meclis’e girdi.

Hatemi seçim mitingleri sırasında masa tenisi ve yüzmesi-nin, hobileri olduğunu söylemişti. İyi derecede Arapça ve oku-yabilecek kadar İngilizce ve Almanca biliyor. 1974’de Zöhre Sadıgi ile (50) evlendi. 12 yaşında bir erkek, 18 ve 24 yaşların-da iki kız çocuk babası.

Hatemi “Hüccetülislâm” titrini pek kullanmıyor. Zaten din-sel ve modern eğitimi birlikte tamamladı: 1965’de kaydolduğu İsfahan Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden lisans derecesi aldı ve aynı zamanda İsfahan Medresesi’nde ileri derece din eğiti-mine devam etti. 1970’de Tahran Üniversitesi’nde Eğitim Bi-limleri dalında master eğitimine başladı. Master programını bitirdikten sonra ünlü Kum Medresesi “Hovze-yi İlmiye”de iç-tihat eğitimine devam etti.

Siyaset adam›

Siyasî faaliyetlerine 1962’de başlayan ve özellikle Humeyni’nin açıklamaları olmak üzere siyasî bildiri ve ilanların çoğaltılıp dağıtılmasını üstlenen Hatemi, İsfahan Üniversitesi İslâmî Öğ-renciler Derneği’ndeki çalışmalara katıldı. Humeyni’nin oğlu Ahmed Humeyni ile birlikte faaliyet gösterdi. Birçok din adamının aksine askerlik görevinden kaçınmadı ve Şah ordu-sunda asteğmen olarak iki yıl görev yaptı.

Hatemi İran İslâm Devrimi’nin liderlerinden Beheşti’nin önerisi üzerine 1979’da Almanya’nın Hamburg kentine gide-rek oradaki İslâmî Kültür Merkezi’nin başına geçti. Devrim-den sonra 1980’deki ilk milletvekili seçimlerde doğum yeri olan Erdekan ve Meybod’dan milletvekili seçilerek Meclis’e gi-ren Hatemi, 1981’de Humeyni tarafından Kayhan yayın

gru-bunu bünyesinde bulunduran Kayhan Enstitüsü’nün başkanı olarak atandı.

Zaman zaman en yakınındakileri bile bıktırabilecek düzeyde aşırı dengeli ve hesaplı, temkinli bir politikacı olarak tanınıyor.

Ama bir o kadar da kendinden emin: Kimse kazanacağına inanmazken, Hatemi seçildikten sonra yapacağı konuşmayı bir gün önceden hazırlamıştı bile. Belki şimdiye kadar ayakta kal-masını ve kendine güvenini kaybetmemesini de buna borçlu.

Düflünce adam›

Hatemi siyasetçi kimliğinin yanı sıra bir entelektüel kişilik olarak da dikkat çekiyor. Taraftarları arasında onu büyük bir düşünür ve hattâ bir bilge kişi olarak görenler var. Değişik za-manlarda üniversitelerde ders veren Hatemi’nin, 1979 tarihli

“Velayet Kime Ait”, “Gelenek, Modernizm ve Gelişme” (1996) başlıklı makaleleri ile “Beem-e Moj” (Dalga Korkusu) ve “Ez Dünya-yı Şehr ta Şehr-i Dünya” (Şehir Dünyasından Dünya

Hatemi (ortada), devrimin 20. yıl kutlamalarına, aynı gün istifa ettirdiği İstihbarat Bakanı Dorri-Necefabadi’yle (sol başta) katılmıştı. Yanlarında

Irak Şiilerinin sürgündeki lideri Ayetullah Bagir el Hakim de vardı.

Şehrine) ve 2000’de yayımladığı “Tiranlık Kıskacında Düşünce ve İnanç” gibi eserleri bulunuyor.

“Şehir Dünyasından Dünya Şehrine” kitabında incelediği birçok Batılı filozof arasında Aristo ve Platon’u, “felsefeyi ince-leyen hiçbir politikacının vazgeçemeyeceği iki filozof” olarak tarif ediyor.

İslâm ve Batı felsefesine hakimiyeti ile çok sevdiği Platon’un

“Filozof-Kral”ından esintiler taşıyan Hatemi konuşmayı da çok seviyor. Nitekim seçilişinin üçüncü yılında bir konuşma-sına “Biz mollalar konuşmayı çok severiz. Mikrofon görünce dayanamayız” diye başlamıştı. Ama birçok din adamının aksi-ne, Arapça’ya bulanmış bir Farsça’yla değil de, bir hesaba göre, sadece yüzde 3-4 Arapça kelime kullandığı duru ve eğitimli bir Farsça’yla, güzel konuşuyor.

Devlet adam›

Devrime bağlı ve kültürel konulara yatkın bir din adamı ola-rak Hatemi, İslâm cumhuriyetinin basamaklarını büyük bir hızla tırmandı. 1982’de Başbakan Mir Hüseyin Musavi tarafın-dan İslâmî İrşad ve Kültür Bakanlığı’na getirildi. Haşimi Raf-sancani de kendisini iki kez aynı görevle kabinesine aldı. Ha-temi Irak’la savaş sırasında Tüm Silahlı Kuvvetler Komutanlığı Kültür Muavinliği Propaganda Merkez Başkanlığı da yaptı.

Hatemi, kültürel alanda “çok liberal” olduğu gerekçesiyle muhafazakârların baskılarına maruz kaldı ve 1992’de istifa et-mek zorunda kaldı. Böylelikle İran İslâm Cumhuriyeti’nde gö-revinden istifayla ayrılan ilk yetkili olma unvanını kazandı. O sırada onunla birlikte çalışıp ardından istifa edenlerin çoğu ilerde, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra kendisini destekle-yen İslâmî İran Katılım Cephesi’ni kurdular.

Hatemi, bundan sonra Rafsancani tarafından danışmanlığa ve Milli Kütüphane Başkanlığı’na getirildi; ayrıca Dinî Lider Hamaney tarafından 1996’da Kültür Devrimi Yüksek Konseyi üyeliğine atandı.

İran’ın resmi politikasına uygun olarak, özellikle Filistinliler

olmak üzere ezilenlerin haklarını korumayı temel alacaklarını belirten Hatemi, buna ek olarak uygarlık ve kültürler arasında diyalog çağrısında da bulundu. Hattâ BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında bu yönde yaptığı öneri benimsendi ve BM Ge-nel Kururu kararı ile, 2001, “Uygarlıklararası Diyalog Yılı”

ilan edildi.

Hatemi, İran’ın ulusal çıkarlarına saygı gösteren bütün ülke-lerle dostça ilişkiler kurmak için çalışacaklarını, “hükümeti-nin gerginlik yaratacak her türlü hareketten kaçınacağını”

söylemişti. Gerçekten de onun seçilmesiyle birlikte İran dış dünyaya açıldı. Hatemi İtalya ve Fransa’ya resmi ziyaretler yaptı. Böylece Avrupa ülkelerini ziyaret eden ilk İran İslâm Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu. Döneminde, ABD ile spor-tif, bilimsel ve kültürel ilişkiler geliştirildi.

Halk adam›

Rejimin içinden gelen biri olmasına rağmen Hatemi esas ola-rak toplumun taleplerine sahip çıktı. Kampanyasında kadın hakları, kadınların ve gençlerin durumunun düzeltilmesi, sa-nat ve düşünce özgürlüğü, bütün kesimlerin hukuka ve Ana-yasa’ya bağlılığı gibi ilkeleri vurgulamıştı.

4 Haziran 1997’de Meclis’teki Cumhurbaşkanlığı yemin tö-reninde yaptığı konuşmada vaadlerine bağlı kalacağını vurgu-ladı. Bencil yaklaşımlardan kaçınılması ve halkın devlet işle-rinde söz sahibi olması gerektiğini belirterek, yasama, yürüt-me ve yargının işbirliği ve halkın desteğiyle seçim vaadlerini yerine getirebileceğine emin olduğunu kaydetti.

Konuşmasında hukukun üstünlüğü, özgürlükler, ifade öz-gürlüğü, fırsat eşitliğinin yaratılması, yoksulluğun ortadan kaldırılması, ayrımcılığın yok edilmesi ve adaletsizliğe karşı mücadele gereğini vurgulayan Hatemi, yeni hükümetin temel hazinesinin halk olduğunun altını çizdi.

Halkın devlet işlerine katılmasını kuvvetle desteklediğini belirtip “hükümet görevlileri, halkın hizmetçileridir” şiarını koydu. Zaman zaman İslâmî yönetim üzerine felsefi bir

mani-festoya dönüşen konuşmasında sık sık hukukun üstünlüğünü vurgulayan Hatemi, “maddi ve manevi refahtan yararlanan ve haklarına tümüyle sahip bir toplumun, dini yaymak ve ilerlet-mek için en iyi kaynak olduğu” görüşündeydi.

Ona göre “Adalet ve gelişme el ele gider. Adaletsiz gelişme yoksulluğa yol açar ve böylece toplumsal uçurumu büyü-tür”dü. Dünyanın her yerindeki bütün İranlıların özgür, zen-gin ve gelişen bir anavatan özlemi içinde olduklarını belirte-rek, onların da haklarını koruma sözü verdi.

Hatemi gelişen olaylara göre din, dünya, siyaset, düşünce, devlet ve halk adamlığı özelliklerinden birini veya birkaçını birlikte ön plana çıkartarak çok önemli badireler atlattı. Hep dengeli, güven verici, temkinli, uzlaştırıcı oldu. Dolayısıyla her zaman haklı çıktı. Onun mevcut koşullarda tek mümkün siyaseti izlediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

EK 5

HATEM‹’N‹N KONUfiMALARINDAN SEÇMELER

“Özgürlük, adalet, geliflme ve halk›n kat›l›m›”1

(Anayasa’nın 121. Maddesi’nde belirlenmiş yemini etmesi ve uzun te-şekkürlerden sonra)

“Şu anda halkın seçtiği yürütme erki, diğer erklerin yanında bu so-rumluluğunu yerine getirmek ve bu milli beklenti ve güvene cevap vermek için ağır sorumluluklar üstlenmiştir. Bu görevlerin ana hatları, (...) vatandaşların hak ve görevleriyle hükümetin sorumluluk ve yetki-lilerinin kaynağı olan Anayasa’da belirlenmiştir. Bu koşullarda İslâm Cumhuriyeti (cumhur)başkanlığı misyonu ve yürütme erkinin doğru tutumu, halka hizmet için başta Anayasa olmak üzere kanun ege-menliğini pekiştirmektir. Ancak bu yolla devrimin kalıcılığı, rejimin di-namizmi ve onurlu İran halkının yüceliği ve iktidarı güvence altına alı-nabilir (...)

İran’ın yüce ve bilinçli halkının seçimlerde gösterdiği destansı ve

1 4 Ağustos 1997’de, Meclis’te görevi devralması için düzenlenen yemin törenin-de yaptığı konuşmadan.

muhteşem katılım şu anda bana, bu yemindeki taahhüt ve sözlerin yerine getirilmesi için, tüm halkın birleştiğini ve İslâmî İran için da-ha iyi bir gelecek kurmak niyetinde olduklarını söyleme cesareti ve-riyor (...)

Görüş sahiplerinin, hükümetin karar alma sürecine katılım ve mü-dahale düzeylerinin artmasının, hem hükümet ile halkın görevlerini karşılıklı olarak kolaylaştıracağı, hem de halkın en önemli hakkı, yani kendi kaderini belirleme hakkını hayata geçireceği muhakkaktır.

Bu önemli hedefe ulaşmak için, hükümet, İslâm ve Anayasa’nın be-lirlediği çerçevede düşünce ve görüşlerin tartışmasına elverişli, güven-li bir atmosfer sağlamakla yükümlüdür. Hükümetin katılımcılık, eleşti-ri ve reform kültürü ve kapasitesini toplumda gerçekleştirmesi gere-kir. Ayrıca kendisi de hoşgörü ve katılımı sağlamada önder ve örnek olmalıdır. Bunun gerçekleşmesi için, Allah’ın yardımıyla, ülkenin yü-rütme organının temel ilkeleri, “toplumda kanun egemenliğinin pe-kiştirilmesi”, “dinîn yol göstericiliğinde, toplumda huzur, güven ve is-tikrarın teminatı olan toplumsal adaletin sağlanması”, “hem sorunla-rın çözümü, hem halkın fikri, siyasî ve toplumsal gelişmesi için elzem olan eleştiri ve eleştiriye tahammülün yaygınlaştırılması” ve “halkın bilinçli ve istekli katılım zeminlerinin iyice temini ve güvence altına alınması”dır (...)

Kişisel ve toplumsal davranışların varolandan daha kapsamlı bir şe-kilde yasal temellere oturtulmasını savunuyoruz. Bu bakımdan, yürüt-me, yasama ve yargı erkleri arasındaki dayanışma artırılacaktır. Hükü-met, halka hizmet götürmek ve halkın sürekli katılımını sağlamak amacıyla, aynı zamanda kendi sorumluluk ve görevlerini yerine getir-mek için “kanun”u vurgulamalı; yasama erki de kendi temel sorumlu-luk ve rolünü yerine getirmek için yürütme üzerinde yasal denetimini yapmalı ve ona yol göstermeye çalışmalıdır. İşte bizce en uygun siyasî yapı böylesi bir süreçte oluşur. (...)

Ben 7. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girdiğim zaman bu gereklili-ğe inanarak (...) cumhurbaşkanı ve halk arasında ortak bir antlaşma-nın temeli olacak bir program sunmuştum. Bu programın temel baş-lıkları ve özü, şu anda ettiğim yeminin metninden alınmıştır. Halkımı-zın seçimlerde aslında programlara oy verdiği göz önüne alınırsa, bu programda belirtilen konu ve kararlarla bunların uygulanmasının üzerinde titizlikle durulmasının önemi artmaktadır.

Anayasa cumhurbaşkanına, “resmi din, İslâm Cumhuriyeti ve Ana-yasayı korumak”, “din ve ahlâkı yaymak” ve “hak (doğru) olanı des-teklemek ve adaleti yaygınlaştırmak” görevlerini yüklüyor. Bu da, di-yanet ve maneviyatın bizim düzenimizde nasıl bir önem ve önceliğe sahip olduğunun göstergesidir. İslâm devrimi, dinin yeniden canlan-ması ve İslâmî anlayış ve davranışın egemenliği için bir çağrıdır. Böyle-sine derinlikli, büyük ve parlak bir devrimin, mücadeleci bir fakih, devrimci bir arif ve ahlâki üstünlüklere sahip iyi huylu bir siyasetçi olan bir rehber (Humeyni-ç.n) önderliğinde zafere ulaşması bizim için büyük bir onurdur. Siyasetleri ve programlarını İslâm’ın amaçları ve özüne dayandırıp şeriata aykırı olmayacak bir şekilde belirleyip İslâmî düşünce, maneviyat ve ahlâkı yükseltmek; toplumdaki ahlâk

düşkün-lüğü ve sapmaların yok edilmesi için gerekli zeminleri sağlamak ve Hz. Ali’nin adalet ruhunu tüm siyasî karar ve uygulamalara yaymak İslâmî Cumhuriyet hükümetinin ebedi görevidir.

Düzenin yasal organları, şeri ilkeler ve sınırlara uymak için hep ça-ba göstermişlerdir. Ancak bunun yanı sıra sadece ilahi değerleri kalıcı-laştırarak insan ve toplumun mutluluğa erişebileceğini pratikte de göstermek gerekir. Bunun için de ahlâkta, davranışlarda, toplumsal ilişkiler ve yöntemlerde ölçü, İslâm’ın büyük Peygamberinin vahiy yo-luyla insanları davet ettiği değer ve ilkeler olmalıdır. Bu yüzden İmam’ın deyimiyle, İslâmî içtihâttâ zaman ve mekânı sürekli olarak göz önüne almamız gerekir. İslâm’ı da tüm zamanlarda ihtiyaçları karşılayacak şekilde anlamamız ve kendi dinî anlayışımızı ilahi metin ve vahiy yerine koyup, mutlaklaştırmamamız gerekir.

İslâmî düzende insani adalet ve yarar (maslahat) sağlanmalıdır ve bu ikisinin gerçekleşmesi için aklın ve bilimin çalışması gerekir. Top-lumda adaleti sağlamanın en temel yolu, en doğru araştırmalar ve uzmanlıklardan yararlanmaktır. Toplumda düşünceler ve bilimsel güç-ler gelişmeli ve görüşgüç-ler özgürce ortaya atılıp tartışılmalıdır ki hükü-met bunların içinden en uygun görüş ve yöntemleri seçebilsin; günü-müzün karmaşık dünyasında “adalet ve maslahatın” temel ölçütleriy-le ve toplumun ekonomik, siyasî ve kültürel ilişkiölçütleriy-lerini belirölçütleriy-leyecek yol ve yöntemleri ayırt edilebilsin. Maddi ve manevi nimetlere sahip bir insan veya toplum, İslâmî düzenin hem kendisinin makul ihtiyaçlarını karşılama gücüne sahip olduğunu, hem de onun ışığı altında kendi hakları ve saygınlığının korunduğunu görmelidir ki derinden ve içten bir şekilde ona yönelebilsin. Zaten dinî yaymanın da en iyi ve en te-mel yolu budur. İslâm ve devrimin çekici ve güçlü yönün en iyi bir bi-çimde, maddi ve manevi nimetlerden faydalanan bir toplumda ifade-sini bulur. Günümüz dünyasına da ancak böylesi bir toplum örnek olabilir.

Hükümetin bu yönde adım atabilmesinin tek yolu, adaletin, eko-nomik, toplumsal ve kültürel alanların tümüne yayılmasıdır. Eşit fır-satlar sağlamak, herkesin olanak ve avantajlara eşit bir şekilde eriş-mesini, tüm halkın, ülke nimetlerinden uygun bir şekilde yararlanma-sını güvence altına almak ve tüm erkekler ile kadınların bütün alan-larda yaratıcılık ve kabiliyetlerinin filizlenmesine zemin sağlamak, ay-rımcılık ve açgözlülüğe karşı koymak, yoksulluğu yok etmek ve başta yoksunlar ve ezilmişler olmak üzere tüm toplum bireyleri için saygın bir yaşam sağlamak, İslâmî hükümetin mutlak görevlerindendir.

Bütün toplumu fakirleştirerek yoksulluğu yok edemezsiniz. Yani toplumun ekonomik yapısı güçlü olmalıdır. Bu yüzden bizim temel ih-tiyacımız tüm siyasî, ekonomik ve kültürel alanlarda kalıcı ve dengeli, çok yönlü bir gelişmeyi gerçekleştirmektir. Bu nedenle gelişme ve adalet arasında derin bir bağ vardır; adaletsiz bir gelişme veya geliş-mesiz bir adalet ya derin toplumsal ayrılıklar ve uçurumlara yol açar ya da yoksulluğun artmasıyla sonuçlanır. Bizim temel ihtiyacımız, siyasî, ekonomik, kültürel ve bilimsel alanların tümünde gerçekleşme-si gereken çok yönlü, kalıcı ve dengeli bir gelişmedir. Bu gelişmede in-san ve inin-sani güç temel alınmalıdır. Bu yüzden inin-sanın ve düşünceleri-nin saygınlığını korumak, insani gücü korumak, genel kültür, yüksek

eğitim ve araştırma düzeyini yükseltmek ve bilimsel güçlerle becerile-ri doğru bir şekilde yönlendirmek hükümetin en önemli görevlebecerile-ri ara-sındadır.

Yemin metninde, temel bir görev olarak Cumhurbaşkanına verilen

“özgürlüğü, kişilerin onurunu ve halkın haklarını koruma” görevi, ila-hi kanundaki insanın onuru ve yüceliğinden kaynaklanan ödevlerdir.

Bu sorumluluğun yerine getirilmesi için halkın daha fazla haklarının bilincinde olması gerekir. Ayrıca yasal ve meşru özgürlüklerin zemini-ni sağlamak, sivil toplum kurumlarını geliştirip güçlendirmek, ahlâki değerlerle diyalog ve tartışma kültürünü kökleştirmek, eleştiri kültü-rünü güçlendirmek, insan onurunun çiğnenmesini ve yasal hak ve öz-gürlüklerin ihlalini engellemek de şarttır..

Kanun hakimiyetinin yaygınlaşması ve yasal tutum, ilişki ve hakla-ra dayalı bir toplumun güçlendirilip sağlamlaştırılması toplumsal bek-lenti ve isteklerin makul ve mantıksal bir şekilde geçekleşmesi için uy-gun bir zemin ve yatak sağlar. Kanunun egemen olduğu bir toplum-da, kendi haklarını bilen tüm vatandaşların hakları ve sınırları resmi olarak tanınır ve “hükümet” ve “halk” birbirleriyle ilişki içinde, so-rumluluklarını haiz kümeler olarak anlam kazanır. İslâmî düzende ya-şayan ve kanuna uyan herkes yaşama, düşüncelerini dile getirme, iyi bir hayat sürme ve toplumsal, ekonomik ve siyasî işlere katılma hakkı-na sahiptir. Düzen, bu hak ve sınırları korumak, yaşamın tüm genel ve özel alanlarında halkın huzurunu ve rahatını temin etmek, yasa ve il-kelerin egemenliğini, güvenlik ve istikrarı sağlamak için çalışmakla yükümlüdür.

(...) Halka inanmalıyız. Onların dert ve tasalarıyla yaşamalıyız; ken-dilerini halkın hizmetçisi olarak görüp bunu kendilerine bir düstur haline getirmeleri durumunda yetkililer yücelir ve saygınlık kazanır-lar. (...)

Uluslararası toplum içinde onurlu, kalkınmış ve bağımsız bir İran’ın varlığı, inançlı ve şerefli tüm İranlıların arzusudur. Bu yüzden (...)

Uluslararası toplum içinde onurlu, kalkınmış ve bağımsız bir İran’ın varlığı, inançlı ve şerefli tüm İranlıların arzusudur. Bu yüzden (...)