• Sonuç bulunamadı

MUHAFAZAKÂR SÖYLEMİN TEMEL ÖNERMELERİ

İran’da muhafazakâr kanadın önde gelen sözcülerinden biri Ayetullah Muhammed Taki Mesbah Yezdi’dir. Kum Dinî Med-reresi Yönetim Kurulu üyesi ve Uzmanlar Meclisi üyesi olan, aynı zamanda “Ayetullah Timsah” olarak tanınan Yezdi, 27 Temmuz 1998 cuma namazı hutbesinden önce yaptığı konuş-mada İslâm ile demokrasiyi şöyle karşılaştırdı:

“Eğer demokrasi çerçevesinde çıkarılan yasalar insanı asıl öğe haline getirmeyi amaçlar ve dolayısıyla Tanrı hükmüne aykırı olursa, İslâm bu demokrasiyi reddetmektedir. İnsanın çıkarı-na olmayan ve Allah hükmüne aykırı olan yasaların geçerliliği yoktur. Toplumda, ancak Allah’ın rızası doğrultusunda olan kanunlar geçerli olabilir. Halkın oyu, ancak Allah’ın hükmü-ne karşıt, onunla çelişkili olmadığı zaman geçerlik kazanır.

Kabul edilebilir ve olması gereken kanun, halk ona oy verme-miş olsa da, halkın çıkarlarını sağlayan kanundur. İslâm’ın görüşüne göre temel eksen Allah’dır ve insanı eksen olarak kabullenmek kâfirlik ve dinsizliktir.”

Hümanizm, sekülarizm ve liberalizmi reddeden Yezdi şöyle devam etti:

“İslâm’a göre, kanunun görevi toplumda yalnızca huzur ve güvenliği sağlamak değildir, aksine insanın manevi çıkarlarını

da göz önünde bulundurmaktır. Bizim kültürümüzün temeli, insan eksenliliğe karşı Allah eksenliliktir. Gerçek hakim Al-lah’tır. Bu arada ruhanilerin en büyük görevi toplumun İslâm dışı meselelerdeki bilinçsizliğini gidermek ve onları aydınlığa kavuşturmaktır.

Allah’a inananların inançlarına göre, kanunlar, insanların dünya ve ahiretlerinin güvencesi olmalıdır. Eğer bir kanun bunlardan herhangi birini tehlikeye atıyorsa, o istenilen, ar-zulanan kanun değildir ve halkın ihtiyaçlarını karşılamaz.”

Demokrasiyi dinin yerine koymaya çalışanlar olduğunu id-dia eden ve bunu kınayan Mesbah Yezdi, ruhaniler ve tüm toplumdan bu konuda duyarlı olmalarını isteyip sözlerini şöy-le sürdürdü:

“İslâm ile demokrasi arasında, yasa yapma konusunda asla uzlaşma olmayacak. Bizim düzenimizde Koruyucular Konse-yi, Meclis’ten çıkan yasaları, Allah’ın yasalarına uygun olup olmadığını anlamak için şeriat kanunları ile karşılaştırmakta-dır. Bugün Batı yanlıları Koruyucular Konseyi’nin lağvedilme-si gerektiğini mırıldanıyorlar. Batı yanlıları ve liberaller, İslâm ve Velayeti Fakih’in anayasadan çıkarılması için çabalıyor-lar.”1

Yezdi 18 Eylül 1998 Cuma günü hutbe öncesi yaptığı ko-nuşmada da aynı temaları işledi:

“Allah’ın insan üzerindeki hakkı bütün hakların üstündedir ve halkın hakları ancak ilahi haklara uymakla sağlanabilir. Al-lah’ın şeri hakkını göz önüne almamak, Allah’ı tealaya yapıla-cak en büyük nankörlük olur. Allah’ın hakkına uymak, ilahi kanunların toplumda uygulanmasını ve insanların çıkardıkla-rı kanunlaçıkardıkla-rın ilahi ilkelerden kaynaklanmasını gerektirir. Ka-nun yapan kişinin, çıkarttığı kaKa-nundan hiçbir çıkar veya za-rar görmeyecek olması gerekir. Aynı zamanda toplumun çıka-rını ve yaraçıka-rını tümüyle bilen ve şeri hakkın bilincinde birisi 1 Kudüs, 28 Temmuz 1998.

olmalıdır. İslâmî görüşe göre Allah’tan başka kimsenin kanun koyma hakkı yoktur ve Allah’a inanan insanlar buna inanırlar ve bu inançları konusunda da kararlıdırlar. İlahi kanunlar kapsayıcı ve mükemmeldir; tüm insani, manevi ve ruhsal bo-yutları içermektedir. İnsanlar ancak ilahi kanunlara uyarak tam ve mükemmel bir düzene sahip olabilirler.”2

Mesbah Yezdi yaklaşık bir yıl sonra yaptığı bir konuşmada şiddetin kullanılmasının meşru olduğu durumlar hakkında görüşlerini belirtmiş ve yoğun eleştirilere maruz kalmıştı. Yez-di, 20 Ağustos 1999 Cuma hutbesi öncesi konuşmasında bu eleştirilere karşılık verirken, Temmuz 1999 üniversite olayla-rında Besiclere Tahran’da düzeni koruma emri verilmesinden ve muhafazakâr grupların polis ve Besiclerin yanında öğrenci-lere ve halka saldırmasından övgüyle söz etti:

“Ben şiddet teorisyeni değilim. Nietzsche de değilim. Yine de bir noktayı vurguluyorum: iş hükümetin elinden çıktığı ve İs-lâm tehlikede olduğu zaman şiddete başvurmaktan başka yol yoktur ve bu koşullarda şiddet vaciptir (...) İslâm tehlikede olduğu zaman binlerce kişi de ölecek olsa, yeridir, ölmeleri gerekir (...) Özgürlüğü mutlak bir şekilde isteyenler şiddeti, kendi değerlerine aykırı görüyor ve şiddete başvuranlara şef-katle yaklaşılmalıdır diyorlar. Eğer suçlulara karşı şiddet kul-lanılmazsa, gelecekteki şiddet ve kargaşalar için zemin hazır-lanmış olur. Acaba biz camileri yakanlar ve kadınların çarşafı-nı parçalayanlara karşı şefkat mi göstermeliyiz? (...) İslâm di-ne karşı savaşanlara asmak; kılıç veya silahla idam etmek; el ve ayağını kesmek veya İslâmî ülkeden atmak şeklinde dört ayrı müeyyideden birinin uygulanması gerektiğini söylüyor.”

Yezdi, Batı’nın etkisi nedeniyle meydana gelebilecek sapma-lar ve yoldan çıkmasapma-lar konusunda da şöyle konuştu:

“Geçmişte yaşanan sapmalardan birisi, Batı ile kültürel ilişki-lerin yoğunlaştığı Birinci Meşrutiyet’in ilanından itibaren Ba-2 Kar ve karger, 19 Eylül 1998.

tıcı ve Masonlara İran’da yayılma zemini sağlayan özgürlük ve demokrasi konusudur. Şeyh Fazlullah Nuri’nin hikâyesi de işte bununla ilgiliydi. Nuri, ‘biz meşru meşrutiyeti kabul edi-yoruz’ diyordu ‘ancak onlar ‘mutlak meşrutiyet’ dediler. Mut-lak özgürlüğü biz kabul etmiyoruz. Çünkü bizim toplumu-muzda özgürlük, kültür ve Anayasa’ya bağlı olarak koşullu-dur’ (...) Bizi şiddeti kuramsallaştırmakla suçlayanlar, şidde-tin bazen yararlı olduğu ve insanın öfkesi olmazsa patates gi-bi gayretsiz olacağını ve İslâm’ın da bunu istemediğini gi- bilme-liler. Kuran’ı kabul eden herkes şiddeti de kabullenmelidir.

Kargı, kılıç, top, füze, Colt’la şiddet uygulamak veya bir şehri ahalisiyle yok etmek bazı yerlerde caizdir. Bunlardan birisi peygamberler ve masumlara özgü olan cihâttâdır. Diğer bir durum ise İslâmî ceza hükümleridir. Bazı durumlarda İs-lâm’ın çok sert hükümleri vardır: dağdan atma veya el veya ayak kesme gibi (...) Eğer halk İslâm’ın tehlikede olduğunu ve İslâmî düzen aleyhine bir komplonun kotarılmakta oldu-ğunu hissederse ve hükümetin buna karşı mücadelesi yeter-sizse, halkın bizzat kendisinin devreye girmesi gerekir. Bunun bir örneğine son günlerde kargaşaları yatıştırmak için aziz Be-siclerin müdahalesiyle tanık olduk.”3

Ayetullah Mesbah Yezdi 17 Eylül 1999 Cuma günü hutbe-den öncesi yaptığı konuşmada da, güçlenen reformcu harekete karşı muhafazakâr kanadın temel görüşlerini seslendirdi:

“Eğer bugün biri çıkıp da ‘ben yeni bir dinî anlayışa sahibim’

derse ağzına bir tokat atmak gerekir. İslâm üzerinde kesinlik-le anlayış veya görüş farklılığı olamaz.”

Abdülkerim Suruş gibi reformcu düşünürlerin savunduğu

“Herhangi bir İslâm anlayışının mutlaklaştırılmaması gerektiği”

şeklindeki görüşleri eleştiren Yezdi sözlerini şöyle sürdürdü:

“Birileri ‘hiç kimse kendi görüşünü mutlak bir görüş olarak belirtmemeli’ diyor ve bu tartışma günümüzde tam bir sorun 3 Arya, 21 Ağustos 1999.

halini almıştır. Sakın ‘tüm anlayışlar aynıdır’ demeyin, mut-lak anlayış tek ve mutmut-laktır. Geri kalan anlayışların hepsi ba-tıldır (...)

Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt’in anlayışı dışındaki her an-layış batıldır. Bunları duvara çakmalı, çöpe atmalı.

Kuran’ın dilini gerçek dil olarak görmeyenler Kuran’ın bir şey söylediğini ve herkesin kendi anlayışına göre ondan bir şey anladığını düşünüyor, dolayısıyla da ‘benim yorumum doğrudur’ denilemeyeceğine inanıyorlar (...) İslâm dinînin çe-şitli anlayışları yoktur. Birden fazla İslâmî anlayış yoktur. Tek anlayış da Peygamber ve imamların anlayışıdır.”4

4 Arya, 18 Eylül 1999.

ALTINCI BÖLÜM

SAKINCALI AYETULLAH