• Sonuç bulunamadı

HATEMİ’NİN SEÇİLMESİ VE REFORM HAREKETİNİN DOĞUŞU

İran’da 1997’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri, özellikle 1995’ten sonra rejim içindeki değişik kanatların belirginleşme-si sürecinin kebelirginleşme-sin bir bölünmeye ulaşmasına vebelirginleşme-sile oldu ve o ana kadar egemen konumunu koruyan muhafazakârlar için kesin bir yenilgi ile sonuçlandı.

1993 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Anayasa değiştirilerek Rafsancani’nin ikinci kez aday olmasına imkân tanınmıştı. De-neyimli politikacı, ciddi bir rekabetle karşılaşmadan ikinci kez cumhurbaşkanı seçilmişti. Bunun üstünden bir iki yıl geçme-den kendisingeçme-den sonraki cumhurbaşkanının kim olacağı tar-tışmaları başladı ve sonuçta muhafazakâr kanadın lideri Mec-lis Başkanı Ali Ekber Natık Nuri’nin adı öne çıktı.

Bunun üzerine Natık Nuri ve taraftarları neredeyse iki yıl öncesinden seçim kampanyasına başladılar. Natık Nuri’nin kazanacağına o kadar kesin gözüyle bakılıyordu ki, kendisi ve taraftarları tarafından “gelecek cumhurbaşkanı” olarak görü-lüyordu. Belki bunu bir tür meşrû hak olarak da görüyorlar-dı. Çünkü İran İslâm Cumhuriyeti’nin son Cumhurbaşkanı Rafsancani ve ondan önceki Cumhurbaşkanı, şimdiki Dinî Li-der Ali Hamaney de, bu göreve Meclis Başkanlığı’ndan geç-mişlerdi.

Bu atmosfer ve beklentilerle girilen seçim ortamında, “G-6”

ve ulemanın sol kanadı uzun bir süre Natık Nuri’ye karşı bir aday aradı. Ama daha sonra iki grup da böyle bir adayı tek başlarına çıkaramayacakları sonucuna vardı. Bunun üzerine, 1996’daki son Meclis seçimlerinde belli ölçülerde denedikleri ortaklığı bu sefer de sürdürmeye karar verip ortak aday arayı-şına girdiler.

İlk olarak eski başbakan Mir Hüseyin Musavi’nin adı etra-fında uzlaşıldı. İki grubun Musavi’yi ikna çalışmaları sürerken, Musavi’nin halkın geniş kesimlerinin desteğini harekete geçir-diği görüldü. Hattâ hemen bütün kesimlerde, aday olması du-rumunda, Musavi’nin cumhurbaşkanlığını kesin olarak kaza-nacağı görüşü hâkim oldu. Çünkü Musavi 8 yıllık başbakanlı-ğı döneminde rüşvete, yolsuzluğa bulaşmamıştı, temizdi. Da-ha önemlisi yaygın sübvansiyonlar da dahil uyguladığı ekono-mik politikalarla yoksul halk kesimlerinden yana bir profil çizmişti.

Musavi, devrimden hemen sonra 19 Şubat 1979’da kurulan İslâm Cumhuriyeti Partisi’nin Merkez Konseyi üyesiydi. Geçi-çi hükümetin yerini alan Devrim Konseyi’nde yer almıştı.

Temmuz 1981’de Dışişleri Bakanı, 10 Kasım 1981’de ise Baş-bakan oldu ve savaş yılları boyunca bu görevi sürdürdü. 1989 yılında Rafsancani’nin cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine yapı-lan anayasa değişikliğiyle Başbakanlık makamı kaldırılınca Musavi’nin görevi sona erdi.

Ancak Musavi yaptığı kısa bir açıklama ile, gerekçe göster-meden, iki grubun adaylık teklifini kabul etmeyeceğini bildir-di.1Aslında aday olmamasının en önemli nedeni muhafazakâr kesimin rejimin üst katlarında işlediği “Musavi geliyor

korku-1 Musavi’nin korku-1989’da başbakanlık kurumunun kaldırılmasıyla siyaset sahnesin-den ayrılmasının ardından içine girdiği suskunluk, incelenmeye değer ve anla-şılması gereken bir suskunluktur. Öyle ki, Musavi kamuoyuna konuşmaya ne-redeyse ilk kez 1997 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra başladı ve iki üç kezden fazla da konuşmadı. Ülkenin bir dönemine damgasını vurmuş bu çapta bir politikacının böyle bir suskunluğa, deyim yerinde ise küskünlüğe girmesi için ya çok ürkmüş olması ya da çok ürkütücücü olaylara ve gelişmelere tanık olmuş olması gerekir. Elbette kişisel özelliklerin de bunda etkili olabileceği, gözardı edilemez bir argümandır.

suna” dayalı propagandalar ve bu propagandaların harekete geçirdiği muhafazakâr baskı idi. Bu propagandaların gerisinde Yargı Erki Başkanı Ayetullah Muhammed Yezdi’nin başını çek-tiği din adamı-politikacılar ile Kum Medresesi Hocaları Derne-ği gibi kişi ve kurumlar bulunuyordu.

Bunun üzerine sol-liberal koalisyon, ulemanın sol-radikal kanadının örgütü Mecma-yı Ruhaniyun-u Mübariz (Militan Din adamları Birliği) üyesi eski Kültür ve İslâmî İrşad Bakanı Mu-hammed Hatemi’yi adaylığa ikna etti.

Adaylığını ocak ayında açıklayan Hatemi, iki grup tarafın-dan desteklenen ama formel olarak iki grubun dışında, bağım-sız bir aday olarak ortaya çıktı. Elbette bütün seçim propagan-dasını kendi seçim bürosunun yanı sıra, Militan Din adamları Birliği ve ağırlıklı olarak “G-6”nın Tahran ve eyaletlerde oluş-turduğu seçim örgütlenmesi yürüttü. Hatemi, ayrıca “İmam’ın Çizgisindekiler” adıyla tanınan sol-radikal geniş örgütler ko-alisyonu tarafından da desteklendi.

Müesses nizam›n tercihi

Bu koşullarda girilen seçim atmosferinde, müesses nizam, Raf-sancani ve çevresi dışarıda bırakılmak şartıyla, tümüyle Natık Nuri’yi destekledi. Natık Nuri, Meclis Başkanı olmanın da ver-diği avantajla hemen her gün televizyonda görünerek, iç ve dış geziler, açılışlar yaparak kampanyasını en geniş ve engelsiz bi-çimde yürüttü. Buna İran Radyo Televizyonu’nun açıkça Natık Nuri’den yana olan tavrı da eklenince yarış giderek “eşitsiz”

bir hal almaya başladı. Bu eşitsizliği asıl artıran ise, dinî ke-simler ve yönetim katı üzerinde sorgusuz bir otoritesi olan Dinî Lider Ali Hamaney’in Natık Nuri’yi desteklemesi oldu.

Natık Nuri’yi aday gösteren muhafazakâr ulemanın temel örgütü Came-ye Ruhaniyat-ı Mübariz’in eski genel sekreteri Ayetullah Mehdevi Keni, gazetelerde yayımlanan bir açıklama-sında liderin “az ya da çok” Natık’ı desteklediğini söylerken, Dinî Liderin kendisi de Natık Nuri’yi desteklediğini açıkça be-lirten demeçler verdi; bu demeçlerinin hepsinde, “tarafsız

ol-duğunu” iddia etmeyi de ihmal etmedi. Bu demeçler ve destek bir süre sonra o aşamaya geldi ki, Hatemi, seçimlerden 5 gün önce bir açıklama yaparak, “eğer lider benim bu göreve uygun olmadığımı düşünüyorsa, bu fikrine uyacak ilk kişi ben olu-rum” diyerek, açıkça, “istiyorsanız çekileyim” demek zorunda kaldı. Ancak, tarihin garip bir cilvesi olarak, Hamaney böyle bir şey isteyemedi ve neredeyse adaylıktan çekilme durumuna gelmiş birisi, rejimin en tepedeki ruhani yetkilisi ve müesses nizamın karşı çıkmasına rağmen cumhurbaşkanı seçildi.

Bu noktada seçimden iki gün önce yaşanan bir gelişmenin etkili olduğunu teslim etmek gerekir. Hatemi yanlısı gençle-rin, İran’da yas ayı olarak yaşanan muharrem ayına denk gelen seçim kampanyası dönemindeki çoşkulu ve neşeli propaganda çalışmaları, Natık Nuri kesiminin eline bir koz vermişti. Natık Nuri taraftarları, özellikle gençlerin, başkent Tahran’ın mo-dern yerleşim birimlerinden Şehrek-i Garb (Batı Kent) mahal-lesinde yaptıkları çoşkulu kutlamanın muharrem gibi kutsal bir yas ayında Şii inançlarına ve devrimin değerlerine aykırı olduğu propagandası yaptılar ve bu propagandanın dozunu gi-derek arttırdılar. Ancak gerek bu propagandanın Hatemi’yi ne-redeyse din ve rejim düşmanı ilân edecek noktaya kadar abar-tılmış olması, gerekse seçim günü yaklaştıkça Hatemi’nin ka-zanma şansının ciddi olarak arttığının farkına varılması nede-niyle, lider seçimlerden iki gün önce son bir konuşmayla mü-dahale etmek zorunda kaldı.

Hamaney’in tavr›

Hamaney radyo ve televizyondan yayınlanan ve ertesi gün bü-tün gazetelerde yer alan konuşmasında, Şehrek-i Garb’deki olaylarla ilgili propagandalara değinerek, burada yaşananların halk arasına ikilik ve düşmanlık sokmak isteyen “yabancı düş-manların bir komplosu olduğunu” ileri sürdü. Hamaney ayrı-ca, bu olaylara katılanların2“rejime ve devrime bağlı bir

kişi-2 “Dine aykırı” diye sunulan bu seçim konvoyunun görüntülerini içeren ve ca-miler dahil bir çok yerde yaygın olarak dağıtılan video kasetlerin de, daha

son-nin (Hatemi) taraftarı olamayacaklarını” söyleyerek, Hatemi’yi akladı. Liderin bu konuşmadaki, Hatemi’ye karşı eski konuş-malara kıyasla nötr tavrı, hâlâ Dinî Liderin görüşlerine itibar eden seçmen kesimleri ve rejim katlarında Hatemi’ye cevaz ve-rilmesi olarak algılandı. En azından lider, Natık Nuri’yi her koşulda desteklemeyeceğini, destekleyemeyeceğini belli etmiş oldu.

Natık Nuri de bu sıralarda yaptığı konuşmalarda, sabırsız-lıkla beklediği cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesindeki yakla-şık üç yıl boyunca koruduğu kendinden emin tavrından uzak-laşmaya başlamıştı. Son zamanlara kadar kendisinin de paylaş-tığı “Natık Nuri ne olursa olsun, bir şekilde, muhakkak kaza-nacak” görüşünden saparak, “seçim sonuçlarının ortada oldu-ğunu, sıkı bir yarışın yaşanmakta olduğunu” söylemeye başla-dı. İlk zamanlar bu “bir seçim taktiği” ve “centilmenlik göste-risi’’ olarak algılansa da, giderek Natık Nuri’nin gerçekten böy-le düşündüğü ortaya çıktı. Natık Nuri, seçim günü oy verir-ken yaptığı açıklamada da “seçimin ortada olduğunu, sıkı bir rekabet yaşandığını’’ söyledi. Halbuki artık rekabet bitmiş, ka-zanan belli olmuştu.

Ayrıca Dinî Lider ve Rafsancani seçimlerden bir gün önce yaptıkları açıklamalarla seçimlerde hile yapılmasına kesinlikle izin verilmeyeceğini söylemişlerdi. Önceleri anlamsız bulunan bu sözler, yaşanan gelişmeler ışığında insanlara inandırıcı gel-di ve seçimlere katılmakta hâlâ kararsız kalan seçmeni sandığa sürükledi. Sonuçta iki aday arasındaki yarışın adil olmasına imkân tanınması, Hatemi’nin kazanmasının yolunu açtı.

Çünkü seçmenin ne için oy verdiği önemli olmakla birlikte, sandığa gitmeye ikna olması da önemliydi ve Hatemi’nin kam-panyası boyunca yaşananlar seçmeni sandığa gitmeye, yani

“vereceği oyun bir işe yarayacağına” ikna etmiş görünüyordu.

Liderin yanı sıra, İran devletinin önemli iktidar merkezle-rinden, yasaların Anayasa ve şeriata uygunluğunu denetleyen, milletvekili ve cumhurbaşkanı adaylarını onaylama yetkisine

ra seri cinayetler işleyen “Said İmami Çetesi”nin hazırladığı sahte görüntüler olduğu ortaya çıkmıştır.

sahip Anayasayı Koruyucular Konseyi de (Şura-yı Nigehban) açıkça Natık Nuri’yi desteklemişti. Bunu gizleme ve görüntü-de görüntü-de olsa tarafsızmış gibi davranma gereği bile duymamıştı.

Konsey’in, cumhurbaşkanı adaylığı onaylanan adayları açık-ladığı listede, Natık Nuri’nin adı başta, Hatemi’nin adı sonda yer almıştı. Hatemi taraftarlarının onaylanan adayların isim sı-rasına göre açıklanması gerektiği şeklindeki itirazları üzerine, muhafazakâr kesimin önde gelen liderlerinden, Konsey’in ge-nel sekreteri Ayetullah Ahmed Cenneti, “böyle bir yasal zo-runluluk ve pratik olmadığını” söyledi. Rejimdeki her türlü yumuşama ve gevşeme eğilimine, her türlü serbestiye ilk karşı çıkan kişi olmakla ünlenen Cenneti, bunu söylemekle yetine-bilirdi, ama yetinmedi ve aynen şunları eklemekten geri dur-madı:

“Adaylar, Şura-yı Nigehban’daki inceleme sonrası yapılan oylamada en çok oyu alandan en az oy alana doğru sıralandı-lar.” Cenneti böyle demekle Konsey’deki oylamada, Natık’ın en çok, Hatemi’nin ise en az oyu aldığını açıkça belirtmiş olu-yor ve Natık’ı desteklediklerini hiçbir kuşkuya yer bırakmaya-cak biçimde ortaya koyuyordu.

Natık taraftarları, daha önce de belirtildiği gibi, seçim kam-panyası döneminin muharrem ayına denk gelmesinden de ya-rarlanmaya çalıştılar. Dinî lider, ulemadan halkı hangi adaya oy vermeleri gerektiği konusunda aydınlatmasını istedi. Kum Medresesi Hocaları Derneği’nin, Natık’ı aday gösteren CRM ile birlikte, halkın daha sık camiye gittiği bu dönemde etkili ol-ması bekleniyordu. Ama sonuçlar Hatemi’nin de ulema arasın-da büyük desteği bulunduğunu ve bu faktörü de kendi lehine çevirmiş olduğunu ortaya koydu.

Seçim süreci - engellemeler

Müesses nizam ocakta aday olacağını açıklayan Hatemi’yi en-gellemek için elinden geleni yapmıştı. Özellikle muhafazakâr-ların sokaktaki vurucu gücü Ensar-i Hizbullah grubu tarafın-dan yürütülen bu engellemeler o boyutlara ulaşmıştı ki,

Hate-mi’nin en az altı eyalette propaganda yapması fiilen engellen-mişti. Hattâ Ensar-i Hizbullah, Hatemi’yi açıkça “ülkeyi Ame-rika’ya satmak istemekle” bile suçladı.

Engelleme çabalarının bu boyutlara varması, Hatemi’nin se-çim platformunda vurgulamayı özellikle ihmal etmediği “ka-nun hâkimiyetinin sağlanması”nın anlamını ve seçmen katın-daki çekiciliğini ortaya koyuyordu. Hatemi bütün seçim pro-pagandası, seçildikten sonraki ilk basın toplantısı ve diğer ko-nuşmaları boyunca hep “kanun hâkimiyeti’’ni vurguladı, bu-nun sağlanacağını söyledi. Çünkü ülkede, kendi tamamen kı-sıtlı ve baskıcı çerçevesinde bile hukukun egemenliği değil, bazı baskı gruplarının kural tanımazlığı hüküm sürüyordu.

Anayasayı Koruyucular Konseyi Genel Sekreteri muhafazakâr molla Ayetullah Ahmed Cenneti’nin desteklediği Ensar-i Hiz-bullah grubunun hükümet tarafından desteklenmeyen, ama engellen(e)meyen faaliyetleri hukukun egemen olmamasının çarpıcı örneğiydi.

Seçimlerden yaklaşık iki yıl önce ortaya çıkmış olan grup,

“İslâmi yaşam tarzına karşı” olduğunu düşündüğü her şeyi protesto ediyor, bu davranış tarzı içinde olduğunu düşündüğü kişi ve çevreleri uyarıyor, zaman zaman doğrudan zor kullana-rak müdahale ediyor ve bu müdahaleler devlet tarafından en-gellenmiyordu.

Farklı bir İslâm ve siyaset yorumu olan Dr. Abdülkerim Su-ruş Tahran Üniversitesi’ndeki Mevlana ile ilgili bir konferansı-nın basılarak engellenmesi dahil, bu gruptan gelen baskı ve ölüm tehditleri sonucu, önce Tahran Üniversitesi’ndeki dersle-rini ve konferanslarını kesmek sonra da ülkeyi terk ederek Londra’ya gitmek zorunda kalmıştı. Daha sonra nisan ayında ülkeye döndüğü bildirilen Suruş, seçim döneminde özellikle sessizliği tercih etti.3

Aynı grup, kadınların bisiklete binmesinin günah ve İslâmî

3 Seçim dönemindeki sessizliğini, seçimden sonra Newsweek dergisine verdiği demeçle bozan ve Oxford’da vereceği seminer için hazırlıklara başlamış olan Suruş’un pasaportuna, ülkeden çıkışı yasaklandığı gerekçesiyle 1997 Temmuz ortalarında el konulmuştu.

yaşam biçimine aykırı olduğu gerekçesiyle, Tahran yakınların-daki belediyeye ait Çiktar Parkı’nı basmış ve kadınlı erkekli bisikletçileri ve park görevlilerini dövmüştü. Grubun saldırıla-rı arasında, hoşlasaldırıla-rına gitmeyen bir filmi oynatan sinemayı bas-mak ve baskın sırasında merdivenlerden düşen hamile bir ka-dının ölümüne neden olmak da vardı.

Grubun, kadın sporlarını ve kadın haklarını savunduğu bili-nen Cumhurbaşkanı Rafsancani’nin kızı Faize Haşimi’nin bü-rosu önünde yapmak istediği gösteri ise polis tarafından en-gellenmiş ve bu, devletin gruba tek müdahalesi olarak kayda geçmişti.

İran’daki hukuk dışılıkların sadece bunlarla kalmadığı aşi-kârdı. Ancak sokaklarda halkın yaşamına doğrudan müdahale eden ve “resmî devlet görevlileri’’ dışındaki kesimlerin gerçek-leştirdiği baskılar bakımından Ensar-i Hizbullah’ın eylemleri ön plandaydı.

Nitekim Hatemi, seçim sonrası yaptığı konuşmalardan bi-rinde, bu grubu kastederek, “kimsenin hukukun dışına çık-masına ve kendi görüşlerini başkalarına empoze etmesine izin vermeyeceğini” söyleyecekti.

Ensar grubu, Hatemi’nin seçim çalışmalarını elinden geldi-ğince engellemeye çalıştı. Hattâ Hatemi, başkent Tahran’dan sonraki en büyük iki kent Meşhed ve İsfahan’daki propaganda konuşmalarını, bu gruba bağlı militanların saldırıları nedeniy-le yarıda kesmek zorunda kaldı. Bunun rövanşını almak ve gözdağı vermek için olsa gerek, Hatemi seçilişinden sonra Tahran dışı ilk ziyaretini Meşhed’e yaptı.

Ama bütün çabalar boşa çıkıp Hatemi kazanınca, daha ön-görülü din adamlarının önceki dönemlerde de ulemanın se-çimlere ve siyasete karışmama gerekçesi olarak ortaya koy-dukları bir korku gerçekleşmiş oldu: “Yanılmaz imamların yeryüzündeki yanılmaz temsilcisi” olan ulemanın işaret ettiği politika ve destekledikleri aday başarısızlığa uğramış, bu yüz-den ulemanın itibarı düşmüştü.

Hatemi’nin de din adamı olması nedeniyle İran Şii uleması toptan bir itibar kaybından kurtulmuştu, ama İran’da iktidar

tekelini elinden bırakmak istemeyen ulemanın muhafazakâr-sağ kanadı için aynı şey söylenemezdi. Nitekim Hatemi’nin za-feri, başka birçoklarının yanı sıra, Natık Nuri’yi destekleyen Kum’daki bazı büyük Ayetullahların da yenilgisi olarak kayıt-lara geçecekti.

Seçim sonuçlar›

Muhammed Hatemi, 23 Mayıs 1997’de yapılan ve katılım ora-nının yüzde 88 olduğu cumhurbaşkanlığı seçimlerini geçerli oyların yüzde 69.63’ü ile kazandı.4

Seçim sonuçları birçok bakımdan ve birçok çevre için bü-yük sürpriz, hattâ şok olmuştu, ama herkes için değil, bazı ke-simler, böyle büyük bir destekle olmasa da, Hatemi’nin kazan-masını bekliyordu.

“G-6”, seçimden önce yayımladığı kamuoyu yoklamasında Hatemi’nin açık farkla önde olduğunu ortaya koymuş ama bu-na kimseyi ibu-nandıramamıştı. Natık Nuri’yi önde gösteren ka-muoyu yoklamalarına da kimse inanmıyordu.5

Gözlemciler ve seçmenler, asıl olarak, rejimin Hatemi’nin kazanmasına izin vermeyeceği kanısında oldukları için şaşkın-lığa uğramışlardı. Anlaşılan, rejimin önemli direklerinden olan Rafsancani’yi ve onun gücünün büyüklüğünü tam olarak he-saba katmamışlardı. Seçim sonuçları, Rafsancani’nin, kendi geleceği ve rejimin geleceğindeki kendi yeri ile ilgili bir planı

4 Hatemi, Natık Nuri’nin doğum yeri olan Mazendaran ve dindarlığı ile tanınan Lorestan eyaletinin dışında bütün eyaletlerde yüzde 50’den fazla oy aldı. En yüksek oyu doğum yeri olan Yezd’de yüzde 84, en düşük oyu da yüzde 43 ile Mazendaran’da aldı. Mazendaran ve Lorestan dışında en düşük aldığı eyalette yüzde 57 oy aldı. 26 eyaletin 15’inde yüzde 70’den fazla oy aldı. 6 eyalette yüz-de 80 ve üzerinyüz-de oy aldı. Natık Nuri ise yüzyüz-de 52 ve yüzyüz-de 51 oy aldığı Ma-zendaran ve Lorestan dışında hiçbir yerde yüzde 35’i geçemedi ve 6 eyalet dı-şında yüzde 30’dan az oy aldı.

5 Bu arada Natık Nuri’yi önde gösteren kamuoyu yoklamalarının ilginç ve önem-li bir özelönem-liğine de değinmek gerekir. Bu kamuoyu yoklamalarında kim kazanır sorusuna Natık Nuri cevabı verenlerin oranı, kime oy vereceksiniz sorusuna Natık Nuri cevabını verenlerden en az yirmi puan fazla idi. Halk, kendileri ki-me oy verirse versin, büyük ölçüde Natık Nuri’nin kazanacağına inanıyordu.

Suratından eksik etmediği gülümsemesiyle Cumhurbaşkanı Hatemi.

olduğunu ve bu plan doğrultusunda büyük pazarlıklara gire-rek ağırlığını koyduğunu gözler önüne sermekteydi.

Kampanya dönemindeki bütün engelleme çalışmalarına ve seçmenin seçimlerin adil geçmeyeceği inancına rağmen Hate-mi’nin seçimleri kazanabilmesinin önemli nedenleri vardı. Bu nedenleri kabaca, bu baskılara göğüs gerebilme gücü ve halkın oylarını alabilmesine yol açan nedenler olarak ikiye ayırmak mümkün. Şimdi bu nedenlere geçelim.

Hatemi’nin müesses nizamın güçlü iktidar merkezlerinden gelen baskıları göğüsleyebilmesinin en önemli nedeni kuşku-suz, son 8 yılda güçlü bir siyasî mekanizma ve iktidar odağı yaratan Rafsancani ve ona yakın “G-6 grubu”nun desteğiydi.

Bu destek ve Hatemi’nin kazanma zemininin hazırlanmasında Rafsancani’nin rolü o kadar büyüktü ki, seçimin sonunda asıl kazananın Rafsancani ve “G-6” olduğu bile söylenebilirdi.

Çünkü Hatemi’nin üyesi olduğu radikal-sol ulemanın örgütü MRM’nin böyle bir desteği sağlayacak gücü yoktu ve bu bir önceki Meclis seçimlerinde görülmüştü. Bu nedenle halkın desteğinin seferber edilmesinde asıl rolü “G-6” oynamıştı.

İlk başta Rafsancani etrafındaki yönetici ve bürokratların gruplaşması olarak ortaya çıkan “G-6” sadece bir teknokratlar hareketi olmamakla birlikte son tahlilde bir elitler hareketi olarak görülebilir. Fakat bu elitler hareketinin, o ana kadar ye-terince harekete geçirememiş olsa da geniş halk kesimlerinin desteğini almış olduğu biliniyordu. Liste olarak girdikleri Mart 1996 Meclis seçimlerinde beklendiği ölçüde başarılı olama-mışlardı. Çünkü halkın, Meclis’ten, hele Natık Nuri’nin başka-nı olduğu bir Meclis’ten ciddi bir değişim beklentisi yoktu.

Zaten Natık Nuri’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki ye-nilgisinin ardında da esas olarak hiçbir şekilde değişim vaad edememesi yatıyordu. Halk Natık Nuri’ye oy vermemesini, “8 yıldır Meclis’te. Ne yaptı?” sorusuyla gerekçelendirecekti.

Ama cumhurbaşkanlığı değişiklik yapabilecek bir makamdı.

Ve uygun adayın da bulunmasıyla halk desteği harekete geçti.

Daha doğrusu halkın daha önce siyasetten uzaklaşmış kesimi, bu kez doğrudan kendi kaderi ve günlük yaşamı ile ilgili