• Sonuç bulunamadı

EvrenselleĢmek, bir dünya dini haline gelmek her büyük dinin en büyük hedeflerinden biridir. Modernite tanrıyı gökyüzünden yeryüzüne indirerek dinin egemen konumuna son vermiĢ kurumsal anlamda baĢta ekonomi ve siyaset olmak üzere toplumsal yaĢam alanlarını dinin tekelinden arındırmıĢ, aklın ve bilimin gereklerine uygun olarak yeniden tasarlamıĢtır.

Kurumsal anlamda din ve siyaset iliĢkisi insanlık tarihinin en kadim konularından biridir. Dinin; bireyin bireyle, bireyin toplumla ve bireyin tanrıyla olan iliĢkilerini düzenlemeye yönelik hükümler içermesi toplumsal yaĢam alanlarının düzenlenmesinde din ve siyaset iliĢkisinin kesiĢim noktalarını oluĢturmaktadır. Dini olanla siyasi olanın iç içe geçmesi diğer bir ifadeyle dinin bazı hükümlerinin siyaset kurumunun desteği olmadan hayata geçirilememesi siyasetin dinselleĢmesi ve dinin siyasallaĢması tartıĢmalarını da beraberinde getirmektedir. Bunun yanında her dinin tanrısal bir buyruk olarak yayılmak, bir dünya dini haline gelmek gibi bir idealinin olması din‟i yayma ve hükümlerini tatbik etme adına siyasi faaliyette bulunulmasına bir kutsallık atfetmektedir. Sosyolojik anlamda din ve siyaset kurumunu birbirinden bağımsız olarak iĢleyen iki müstakil kurum olarak görülemez. Ne dini ne de dindarları siyasetten ayrı düĢünmek mümkün değildir. Nasıl ki insanları dinsiz düĢünemediğimiz gibi, dini de siyasetten ayrı düĢünemeyiz. Bu açıdan din siyaset iliĢkisine dair çok sayıda veri, kanıt, delil, istatistik bulmak mümkündür (Hadden, 1987: 608). Modern dünyada dine baĢvuru çoğunlukla iktidarın meĢruiyet krizinin bir ifadesidir. Fakat dinin

kendisindeki kriz pek aydınlığa çıkarılmaz. Dini iktidar bu krizi bastırmak için siyasi iktidara yönelir (Corn, 2008: 160). Dini olanın aynı zamanda politik bir yönü de vardır. Dini olanın bireysel alandan sosyal alana, kamusal alana taĢınması için siyasete ve siyaset kurumunun taĢıyıcı aktörlerine ihtiyacı vardır.

Genel olarak ifade etmek gerekirse dinlerin en büyük rakibi seküler devletler ve dinin yerini alma, doldurma iddiasında olan ideolojilerdir. Kurumsal anlamda amaç diğer insanları kendi inancına döndürmekten ziyade asıl amaç kendi toplumları içinde siyasi ve politik gücü ele geçirerek etkin olmaktır (Ramachandra, 2005: 482). Corn (2008: 161) bunu dindarların kendilerine kamusal alanda bir yer açma giriĢiminin bir uzantısı olarak “dinsel olanın siyaseten istismarı” olarak nitelendirmektedir. 21‟nci son çeyreğinde dinlerin hızla siyasallaĢma eğilimlerine girmesi bunu göstermektedir.

Din halen milliyetçi ve modernleĢmeci hareketlere önemli bir ilham kaynağı olmaya devam etmektedirler. Dahası küreselleĢme evrenselle yereli buluĢturarak, ulusal kültürlerle kiĢisel kimlikleri kesiĢtirerek tikel modernizm tarzlarının ortaya çıkmasını mümkün kılmaktadır (Friedman, 2002: 122). Din kaynağını kutsaldan aldığından ve varoluĢsal bir olgu olduğundan evrensel bir harekete geçiricidir. Alabildiğince heterojen kiĢi ve grupları belli öğretiler etrafında toplayarak bir inananlar topluluğu oluĢturduğundan ırka, kültüre göre daha büyük kalabalıkları bir araya getirme potansiyeline sahiptir. Bu onun çekim gücünü arttırmakta ve etki alanını geniĢletmektedir (Ortiz, 2003: 434).

Postmodernitenin de bir uzantısı olarak küreselleĢme yerel dinamikleri harekete geçirerek çoğulculuğu beraberinde getirmektedir. Hızlı toplumsal değiĢimin yol açmıĢ olduğu etnik, dini, kültürel, vb. sosyolojik karĢım durumu kimlik krizini, kendini tanımlama problemini, geleneğe müracaatı, geleneğin modern Ģartlarda yeniden inĢa edilmesini zorunlu kılmaktadır. Din, ideolojiler de dahil olmak üzere hepsinden daha güçlü bir harekete geçirici, potansiyel bir aksiyon kaynağı olduğundan kimlik bunalımının, maneviyat krizinin bir ifade aracı olarak siyaset kurumunu besleyici bir iĢlev görmektedir. Her din asli olarak kendi zamanının yaratıcısıdır. Çekiciliğini zamansızlık ve evrensellik iddiasından almaktadır. O, hızla değiĢen dünyada, inananlar için bir barınak, bir ada, adeta bir mabettir. Tanımı gereği salt insani olanın ötesine geçer. Bu anlamda kültürün ve tarihin de ötesindedir (Friedman, 2002: 117).

Günümüzde bütün tanımlar ve toplumsal kategoriler insan yapımıdır. Gerçeklik bir anlamda sosyal olarak inĢa edilmektedir (Berger-Luckmann, 2008). Tüm kimlikler

hatta cinsiyet ve ırk bile bir anlamda sosyal olarak inĢa edilmektedir. Yatay bir toplumda doğuĢtan edinilen kimlikler ve statüler önemini kaybederken kazanılmıĢ statüler ve kimlikler ön plana çıkmaktadır. Örneğin; bir kadın olarak dünyaya gelmiĢ olmak, “çorap yamamaya ya da bir erkeğin bulaĢıklarını yıkamaya mahkum olmak anlamına gelmez.” KiĢi kabiliyeti ve yetenekleri doğrultusunda statüsünü değiĢtirebileceği gibi yeni kimlikler de kazanabilir.” ĠnĢa edilmiĢ bu kimlikler bizim dünyaya açılan sosyal pencerelerimizdir (Friedman, 2002: 196-197). Dini anlamda ifade edecek olursak her din asli olarak zamanının yaratıcısı ve ümmetin inĢa edicisidir. Kimliğin, geleneğin inĢasında Goffman (2009)‟ın ifadesiyle “günlük yaĢamda benliğin sunumunda” baskın bir rol oynamaktadır. Hızlı toplumsal değiĢme köken arayıĢını arttırdığından modern Ģartlarda kimliğin inĢasını zorunlu kılmaktadır.

Din ve siyaseti kesiĢtiren ve zaman zaman da çatıĢtıran noktaların baĢında kültürel ve dini farklılıkların eĢit bir Ģekilde katılıp temsil edilecekleri demokratik bir yapının eksikliğidir. ÇağdaĢ, seküler kültür ve onun siyasi alandaki temsilcisi liberal demokrasi, otantik kültürlerin temsiline izin vermemekte ve bunları önlemektedir (Ramachandra (2005: 489). Modernite ve onun ideolojisi sekülerizm, seküler bir dünya görüĢü ve elit bir kültür oluĢturmuĢtur. Bu kültür, inançları ve değerleri hiçe sayılan geniĢ halk kitleleri tarafından benimsenmemektedir. Modern dünyada dinin diriliĢi ve dini yeniden siyasetin gündemine sokan süreçler kısmen aydınlanmadan bu yana devam eden geleneklerden uzaklaĢma ve kısmen de laikleĢmeye bir cevaptır. Çünkü insanlar kapitalizm, sosyalizm, komünizm, kiĢisel arzu ve hırsların peĢinden giderken ortak değerlerini ve ahlaki kaygılarını bir kenara bırakmıĢlardır (Khatab-Bouma, 2010: 296).

Laustsen – Waever (2000:720) dinin üç açıdan uluslararası politikanın gündemine geldiğini belirtmektedir. Birincisi; dini grup ulus devletin seküler yapısından kaynaklanan sorunlardan dolayı onu kendi varlıkları için tehdit olarak görebilirler. Ġkincisi; sekülerleĢmenin yol açmıĢ olduğu teknolojik değiĢim, aĢırı modernleĢme, güvensizlik, bireyselleĢme, vb. uygulamaların geleneksel dokuyu tahrip etmesine yönelik bir tepki durumu ortaya çıkar. Bu, sekülerleĢmenin toplumsal sonuçlarına gösterilen reaksiyon durumuna karĢılık gelmektedir. Üçüncüsü; toplumdaki güven duygusunun aynı toplum içerisindeki diğer dini gruplar ve aktörler tarafından tehdit edildiği Ģeklinde bir risk algılamasından kaynaklanabilir. Bu ise dinin kendinden kaynaklanan nedenlerden dolayı göstermiĢ olduğu bir tepki değildir.

EvrenselleĢme ile yerelleĢmenin eĢ zamanlı olarak iĢlemesi karĢılıklı bağımlılığı artırarak ortak bir dünya bilincinin geliĢmesine katkıda bulunmaktadır. KüreselleĢmenin dünyanın bir bütün olarak algılanmasını dayatması küresel Ģartlara uyum göstermeyen dini ve siyasi tutumların küreselleĢmenin sunmuĢ olduğu felsefi dayanaklar temelinde yeniden tanımlanmasını gündeme getirmektedir. Bu eğilimin en temel önermesi dinin siyasallaĢması ve siyasetin dinselleĢmesidir (Macit, 2003: 110). 21‟nci yüzyılın dünyasında olaylar bize Ģunu göstermektedir: “Din politika için hesaba katılmalıdır. Çünkü dinin getirdiği çatıĢmayı politika kolayca uzlaĢtırmaz. Dinin birleĢtirdiğini ise politika kolayca ayıramaz” (Robertson,2003b:363).

Dinler toplumda kültürel birliği, sosyal dayanıĢmayı ve normatif bütünleĢmeyi sağlayan en önemli kaynaklardan biridir. Dini alanın karmaĢıklığından dolayı burada karĢımıza çıkan esas sorun ise dinin; değiĢik sosyal, kültürel, etnik, vb. farklılıkların bir arada yaĢamasının beraberinde getirdiği gerilimlerin kesiĢim noktasında yer almasından kaynaklanmaktadır (Gumucio, 2008: 326). Din gerek maddi ve gerekse de manevi anlamda bir toplumu bütünleĢtiren en büyük potansiyel güç kaynaklarından biri olduğundan “dünyanın büyük medeniyetleri, bir tür kültürel bir yan-ürün olarak büyük dinleri üretemezler. Aksine, gerçek anlamda büyük dinler, büyük medeniyetlerin dayandığı temelleri oluĢturmaktadır (Dawson (2003: 216).”

Robertson (2003b: 364) günümüzde dinin politize ediliĢinin devletin dinselleĢtirilmesi Ģeklinde ortaya çıktığını ileri sürmektedir. DinselleĢtirme (religionization) öncelikle modern devletin insanın derin konularıyla (kürtaj karĢıtlığı, geliĢen tıbbi teknolojiler yoluyla insan ömrünün uzatılması, özel hayat, ahlaki sapkınlıklar, aids, vb. Ģeylerin yayılıĢı karĢısında insan neslinin kaderi ile ilgili problemlerle) ilgilenir.” Kepel (1992:15)‟e göre bunların son yıllarda gündeme gelmesinin nedeni; genel anlamda toplumsal iyimserlik duygusunun hakim olduğu bir dönemde kitleleri uzun süre harekete geçirememiĢ, idealleri ve sloganları eskimiĢ geriye kalmıĢlardı. Fakat bu iyimserlik havasının bozulmasıyla birlikte bu hareketler farklılıklarıyla birlikte 70‟li yıların ortalarından itibaren kendilerini göstermeye baĢlamıĢlardır.

Bugün ABD‟de dini gruplar ve cemaatler siyasi alanla ilgili pek çok konuya el atmıĢ durumdadırlar. Bunların baĢında; kürtaj, pornografi, kamu okullarında ibadet, uluslararası insan hakları, Ġsrail‟e yardım, Afrika‟daki çocuk istismarı, evsizlere iliĢkin politikalar, nükleer silahlarla ilgili politikalar, dinsel okullarla ilgili yardımlar, okullarda

okutulması gereken kitaplar, yardım politikaları, eĢcinsellik, ötenazi gibi konular dini grupların faaliyet gösterdikleri alanlar haline gelmiĢtir (Çaha, 2008:128, Kepel,1992: 15-133, Fox, 2001: 72). Jerry Falwell ahlaklı Amerikalıların aĢmaya hazırlanmaları gereken beĢ önemli sorun olduğunu ileri sürmektedir. Bunlar; kürtaj, eĢcinsellik, pornografi, hümanizm ve ailenin yok olması (Kepel, 1992: 147). Bu tespitlerden de anlaĢılacağı üzere ahlaki yozlaĢmanın dine dönüĢü tetiklediğini söyleyebiliriz.

Günümüzde din aĢırı modernleĢme ve sekülerleĢmenin yol açmıĢ olduğu manevi boĢluktan kaynaklanan ahlaki sapkınlıkların dizginlenmesinde bir aktör olarak hesaba katılmaktadır. Amaç seküler devlet iktidarını ele geçirmek değil ahlaki yozlaĢmayı önlemek için bütün dinler tarafından kabul edilen, demokrasinin dayandığı temel esaslar olan evrensel değerlerin hakemliğine müracaattır. SekülerleĢmenin yol açmıĢ olduğu maneviyat krizi ve ahlaki yozlaĢma siyasileri evrensel değerlere yönelerek bu konularda tedbir almaya zorlamaktadır. “Ahlak ve maneviyat politikanın merkezine doğru kaydıkça, Amerika‟da olduğu gibi dini gruplar ister istemez siyasetin içine çekilmektedirler” (ġentürk, 2004: 55). Siyaset kurumu dıĢındaki sivil aktörlerin ve baskı gruplarının kamuoyunu yakından ilgilendiren meselelerde hükümet nezdinde giriĢimde bulunarak alınacak kararlara ve yapılacak düzenlemelere yönelik rolünün her geçen gün artması Friedman (2002: 27)‟ın ifadesiyle “kamuoyu devleti” diye adlandırabileceğimiz bir yeni bir duruma yol açmaktadır. Dini grup ve cemaatlerin sistematik bir biçimde örgütlenerek modern demokrasilerdeki yönetiĢim süreçlerine dahil olması onları siyaset kurumunda belirleyici konuma yükseltmiĢlerdir. 70‟li yılardan beri Amerikada yapılan baĢkanlık seçimlerinde evanjeliklerin etkili olduğu bilinmektedir (Kepel, 1992: 147).

70‟li yılların ortalarından itibaren siyaset sahnesine çıkan dünyadaki dini hareketlerin içinde amerikalı evanjelik ve fundamentalist hareketler ĢaĢırtıcı derecede önemli bir etkiye sahiptirler. Bugün evanjelikler iĢletmiĢ oldukları binlerce eğitim kurumunun yanında mesajlarını yaymak için en modern dil ve anlatım tekniklerini kullanmaları (televanjelizm) onları kendilerinden önceki dini hareketlerden ayırdığı gibi siyasette de önemli bir aktör haline getirmiĢtir (Kepel (1992: 168). Dindarlar modern dünyadan taleplerini demokrasinin gereklerine uygun bir Ģekilde örgütlenerek, baskı grupları oluĢturarak devlet politikalarında ve hükümet politikalarında etkili olmanın önemini kavramıĢlardır. 1950 yılında Washington‟da sadece 16 dinsel lobi varken bu sayı 80lerin sonunda 500‟ü aĢmıĢtır. Bugün ise 1000 i aĢtığı tahmin edilmektedir. Bu aynı zamanda rakip dinlere karĢı rakip ideolojileri savunan siyasi hareketlerin de

desteklenmesini gündeme getirmektedir (Çaha, 2008: 133). Bugün Amerikan toplumunda kurumsal anlamda fuhuĢ bir iki eyaletin dıĢında tamamen yasaklanmıĢtır. Özellikle Washington‟da dekolte kıyafetlerle çekilmiĢ bayan resmi içeren tüm yayınlar kapalı poĢetler içinde satılmaktadır. Pornografik malzemelerin uluorta yerde satılması imkansızdır. Bu tür yayınlar sadece varoĢlarda bulunabilmektedir. Kısaca 21‟nci yüzyıl Amerikasında dini gruplar ortalama bir Amerikan vatandaĢının gündelik hayatında hissedilir derecede kamusal alana damgasını vurmuĢ durumdadır (Çaha, 2008: 139).

Dini canlanma ve demokratikleĢme önümüzdeki on yılların en önemli geliĢmelerinden biri olacaktır. Bugün dünyanın hemen hemen her yerinde gelenekselliğe önem veren, muhafazakarlığı öne çıkaran siyasi, sosyal ve dini hareketlerin yükseliĢte olması bunu doğrular mahiyetteki geliĢmeler olarak kabul edilebilir (Berger, 2001: 16). Dünün iĢçi hareketleri gibi bugünün dini hareketleri toplumsal sistemin iĢleyiĢindeki kusurları kendilerine göre adlandırarak ifade etmede büyük bir baĢarı yakaladıkları söylenilebilir (Kepel, 1992: 18). Sınıf temelli sosyal hareketler kapitalizmin ekonomik anlamda üretmiĢ olduğu çarpık iliĢkilere karĢı bir reaksiyona karĢılık gelmektedir. Refah devleti ve sosyal devlet anlayıĢının beraberinde getirdiği sosyo-ekonomik iyileĢtirmeler kapitalizmin klasik havuç uzatma yaklaĢımı iĢçi sınıfının ve sınıf temelli sosyal hareketlerin direncini kırmıĢtır. Bunlar ekonomik temelli sosyal hareketler oldukları için maddi hayat Ģartlarının iyileĢtirilmesiyle eski cazibelerini kaybetmiĢlerdir. AĢırı derecede modernleĢmenin beraberinde getirdiği maneviyat krizi ise her geçen gün büyüyerek devam etmektedir. Bu açıdan sınıf temelli sosyal hareketlerin yerini, ahlak ve maneviyatı ön plana çıkaran dini hareketlerin aldığı söylenilebilir. Bu tesadüfi bir durum değildir. Aksine bütün bireysel ve siyasal etkinlik alanlarının tümünü kuĢatan daha derin, yaygın dinsel bilinçlenme durumunun bir yansıtmaktadır. 70‟li yıllara kadar marjinalleĢen bir güç olarak gözlemlenmiĢ olan müslümanlar küreselleĢmeyle birlikte kamusal alanda fark edilir bir Ģekilde gittikçe daha canlı bir sosyo-politik gerçek olarak yeniden ortaya çıkmıĢlardır (Esposito, 1989: 19-2002: 47).

20‟nci yüzyılın ilk yarısında ulusal bağımsızlık hareketleri ön plandadır. Emperyalizmine karĢı direniĢin temel dayanak noktalarından biri de dindir (Esposito, 2002: 123). Ulus devlet toprağını “vatan” adıyla kutsallaĢtırarak mevcut tarihsel etnik kimliğe yeni ve güçlü bir coğrafi boyut eklemiĢtir. Toprakla kimliği birbirinden ayrılmaz unsurlar haline getirerek “ulusal” devlet ulusal kültür aracılığıyla eski dini ve

etnik kimlikleri siyasallaĢtırmıĢtır (Karpat, 2009: 96). Zira bu dönemde vatan, millet, ulusal onur vb. kavramlar dinseldir. Avrupa emperyalizmine karĢı direnen önderlerin ve sıradan insanların bu mücadelelerinde dini argümanlara dayanmasına ĢaĢırmamak gerekmektedir. Çünkü din insanlara güçlü bir benlik tasavvuru ve kimlik vermektedir. Bunun yanında etkin bir sosyal mobilizasyon aracıdır da (Kalın (2008: 115).

KüreselleĢmeyle bir anlamda yeni bir dönem de baĢlamıĢtır. Bugün, dünün ulusal bağımsızlık ve sınıf temelli sosyal hareketlerinin yerini dini özgürlük ve diriliĢ hareketleri almıĢtır. Bugün dini kimlik her Ģeyin üzerine çıkmıĢ durumda olup dinin siyasetle iç içe geçiĢi geçmiĢe nazaran daha gözle görülür bir hal almıĢtır (Corn, 2008: 11-Robertson, 2003b: 366). Bu bir anlamda evrensel değerlere olan özlemin dini açıdan yorumlanması ve ifade edilmesidir. Demokrasinin giderek kültürlerden, sosyal, tarihsel Ģartlardan soyutlanarak bireysel özgürlükler ve insan hakları zemininde bir yapıya oturması onu bugün artık batılı bir ürün olmaktan çıkarmaktadır (Çaha, 2008: 22). Nasıl ki geçmiĢte verilen siyasi bağımsızlık mücadelesinde din en güçlü motive edici etken ise bugün aynı Ģey evrensel haklara eriĢme noktasında verilen mücadele için de geçerlidir. Burada dikkat edilmesi gereken bir anlamda dinin ve demokrasinin iç içe geçmesi ya da birbirini besler hale gelmesidir. Bu dini özgürlükler noktasındaki talebi de içermektedir. Bu açıdan 20‟nci yüzyılın etnik, siyasi, ekonomik hareketlerinden doğan boĢluğu dinin ve dini hareketlerin doldurduğunu söyleyebiliriz.

Göçlerin her geçen gün artması kimlik ve siyasal temsil taleplerinin siyasetin gündemine taĢınmasını kaçınılmaz hale getirmektedir. Dinin merkez üssü konumundaki ulus devletlerin baĢka ülkelerde yaĢayan dini azınlıkların kültürel ve siyasi açıdan temsil edilmesi noktasında devreye girmesi uluslararası politikada din üzerinden etkin olabilecekleri yeni bir alan açmaktadır. Bunun bir kimlik probleminin yanında gerek ülke içinde ve gerekse de ülke dıĢında bir siyasi temsil ihtiyacını da beraberinde getirdiği bilinen bir olgudur. (Wuthnow-Offutt, 2008: 220). Ġnsanlık tarihine bakıldığında göçlerin doğal seyrinin doğudan batıya, yoksul ülkelerden zengin ülkelere, totaliter ülkelerden demokratik ülkelere doğru olduğu dikkate alındığında bunun yakın gelecekte batı toplumlarında yeni sonuçlar doğuracağı açıktır. Dini azınlıkların siyasi açıdan temsil edilmesi noktasında ulus devletlerin devreye girmesi dini siyasetin konusu haline getirirken uluslararası denklemde ulus devletlere yeni egemenlik alanları açmaktadır.

Ulus devletlerin uluslararası ve uluslarüstü pek çok birlik ve organizasyona dahil olması hem onun egemenliğini sınırlandırmakta hem de onun belli alanlardaki etkinliğini artırmaktadır. Uluslararası iliĢkilerde siyaseti yönlendirmede etkin bir güç olan dinlerde burada önemli bir rol oynayabilir. Evrensel bir karaktere sahip olması onları ulus devletlerin sınırlamalarından ve kısıtlamalarından daha bağımsız olarak hareket etmeye zorlamaktadır. (bunun yanında dinin merkez üssü konumunda olan ev sahibi ülkelere uluslararası politikalarda din üzerinden yeni egemenlik ve etkinlik alanları açmaktadır. Bazı ulus devletlerin dinin evrenselleĢme tezini desteklemeleri onları dünya politikalarının parlayan yıldızı ve yeni aktörleri haline getirebilir (Ortiz, 2003: 433).

Soğuk savaĢ sonrası tartıĢmaların odak noktasını Ġslam ve batı arasındaki iliĢki oluĢturmaktadır. Bugün islam gerek siyasi, gerek demografik ve gerekse de felsefi ve evrensel düzen fikri açısından batı tarafından tehdit olarak algılanmaktadır (Esposito, 2002: 352). Ġslam açısından çağımızın en önemli olaylarından biri batı tarafından yüzlerce yıldır dıĢlanmıĢ sahih bir öğretinin batı içerisinde yayılması ve her geçen gün daha kalabalıklaĢan bir müslüman nüfus kitlesinin batıda yaĢıyor hale gelmesidir. Ġslam tarihinde bir ilk olan bu durumu çatıĢma teorisi üzerinden kategorize edilmeye çalıĢılmaktadır. Evrensellik iddiasında olan iki dinin her alanda kıran kıran rekabet etmesinin 21 yüzyılda yeni din savaĢlarına yol açacağı iddiasından hareketle bugün medeniyetler çatıĢması olarak kavramsallaĢtırılan yeni bir tartıĢma alanı açılmıĢtır. Bu kapsamda değerlendirilmesi gereken olgulardan biri de medeniyetler çatıĢmasıdır.

Komünizmden doğan boĢluk islamla doldurulma yoluna gidilmiĢ ve Ġslam terör, Ģiddet, savaĢ ve fundamentalizmle özdeĢleĢtirilmiĢtir. Tüm fundamentalist liderler gerçekleri örtbas etmek için kliĢeleĢmiĢ ayrılıkları körüklemektedir. Ġslam batıya düĢman, fundamentalizm moderniteye karĢı, statik gelenek dinamik değiĢime karĢı, eskiyi koruma veya eskiye dönme arzusu modern hayata karĢı. Tüm fundamentalist liderler toptancı bir mantıkla değerlendirilmekte, birçok Ġslam taraftarının modern eğitimli, toplumda mevki sahibi, demokratik süreçte yerlerini alan insanlar oldukları gerçeği gözden kaçırılmaktadır. Dahası çekiĢmelerin nedenleri kolaycı bir yaklaĢımla medeniyetler çatıĢmasına indirgenmekte İslam Tehdidi adı altında dünyanın ve insanlığın karĢı karĢıya olduğu sorunlar gündemden uzak tutulmaya çalıĢılmaktadır (Esposito, 2002: 363-364). Ġslamın terörle, Ģiddetle, savaĢla anılır hale gelmesi, tüm müslümanların fundamentalist muamelesi görmesi Ġslami muhalefet hareketlerinin

siyasi sürece normal yollardan katılmasını engellemekte ve Ģiddete baĢvurma riskini arttırmaktadır. Bu siyasal katılımın engellendiği toplumlarda aĢırı uçları terörist eylemlerle uluslararası arenaya girmeye (Fuller-Lesser, 1996: 73) zorlamaktadır.

Batı için esas problem Ġslam fundamentalizmi değil Ġslamın kendisidir. Fundamentalizm Ġslamı kontrol etmek ve Müslümanları baskı altına almak için inĢa edilmiĢ sosyal bir kategoridir. Ġslam ve müslümanlar kuĢatma altına alınarak gözetim altında tutulmaya ve sürekli savunma pozisyonunda tutulmaya çalıĢılmaktadır. Fuller- Lesser (1996: 41)‟in de belirttiği gibi “günümüzde müslümanlar dünyanın her yerinde kendilerini geri çekilme halinde görmektedirler. Müslümanlar terörist imajlarıyla birer düĢman olarak kuĢatılmıĢ, karikatürize edilmiĢlerdir. Kendilerini her an takip altında hissetmektedirler. Ġslam dini ve kültürü küçük bir fanatik azınlığın Ģiddet içeren eylemleri yüzünden terörizmle eĢ tutulmaktadır. Havaalanlarında küçük düĢürücü, aĢağılayıcı muamelelere, küçük düĢürücü Ģakalara ve karikatürlere konu edilen dini grup Müslümanlardır.

Batının islam dünyasının gerçeklerini daha iyi anlamaya ve islamın deiĢik formlarını fark etmeye yönelmesi batının radikal bir islamla savaĢacağını dünyanın medeniyetler çatıĢmasına tanıklık edeceğini öngören rivayeti kendinden menkul kehanetlerin ortaya çıkma riskini azaltacağını (Esposito, 2002: 455) söyleyebiliriz.

Hobsbawm (2008: 45)‟a göre küreselleĢme gerek ülkeler içinde ve gerekse de uluslararası düzlemde görmezlikten gelinemeyecek kadar büyük eĢitsizlikler üretmiĢtir. Bu toplumun geleceği açısından riskli bir durumdur. Böyle bir dönemde demokrasiyi yayma harekatı evrensel değerlerin bütünlüğünü tehlikeye sokmaktadır. Değil dünyaya demokrasiyi yayma teritoryal ulus devletlerin kendi içlerinde bile etkili demokratik yönetim koĢullarını sağlamasına ender olarak rastlanmaktadır. Dolayısıyla meĢruiyeti aritmetik çoğunlukta aramanın fazlaca bir manası yoktur. Ġnsan hayatının gittikçe daha