• Sonuç bulunamadı

5.1. DĠN ALGILAMASI

5.1.3. Dev Satranç: Ġtidal mi Ġktidar mı? DünyevileĢme Kıskacında

Asrımızın en önemli problemlerinden biri olan dünyevileĢme din sosyolojisinin en önemli tartıĢma konularından biridir. Kapitalizmin dinin sosyal hayattaki etki boyutunu sınırlandırarak, dini özel alana hapsederek dünyevi, maddi sektörler üzerinden kendisini kitlelere dayatmaktadır. Kapitalizm ve onun ideolojisi sekülerizm dine ve dindarlara kapitalizmle uyumlu bir din anlayıĢını benimsetme çabasındadır. Sombart‟ın ifadesiyle kendisini aĢk, lüks ve israf ekonomisi üzerinden üreten kapitalizm dünyevileĢme kıskacına aldığı dindarları itidalle iktidar arasında bir seçim yapmaya zorlanmaktadır.

Allah insanları ve cinleri kendisine kulluk etmek üzere yaratmıĢ ve onlara nasıl kulluk edeceklerini belirten kitap ve önderler göndermiĢtir. Dünya değiĢmekle birlikte din ve de onun muhatabı insan değiĢmemektedir. Ġnsanlar değiĢen dünyayı dinin değiĢmeyen hükümlerine göre anlamlandırmak ve hayatlarını ona göre yaĢamak

zorundadırlar. Ġnanan, dindar bir insan hayata imtihan gözüyle bakar. Ġmtihanın niteliği ise yaĢanılan dönemin genel özelliklerine ve içinde yaĢanılan toplumun sosyal Ģartlarına göre değiĢmektedir. Her dönemin imtihan aracı farklıdır. Bu savaĢla olabileceği gibi, kıtlık, yoksulluk, tabii afetler, vb. Ģekilde de olabilir. Olaya bu açıdan yaklaĢtığımızda günümüzde imtihanın öne çıkan boyutunun müslümanların malla imtihanı olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye açısından ifade edecek olursak özellikle 80‟li yıllardan sonra her açıdan hızlı bir değiĢim, dıĢa açılma ve liberalleĢme politikalarının uygulamaya konulduğu görülmektedir. Toplumun bütün katmanlarının modernliğin imkanlarıyla tanıĢmasının önünü açmaya yönelik politika ve uygulamalar potansiyel kaynakların bir sinerji çarpanıyla sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel, vb. alanlarda bir ürüne, farkındalığa dönüĢmesini sağlamıĢtır. ModernleĢmenin beraberinde getirdiği refah artıĢı bütün toplumsal kesimlerin maddi anlamda dünya nimetleriyle hemhal olmalarını kolaylaĢtırmıĢtır. 1980 sonrası dönemde ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi, vb. alanlarda kaydedilen geliĢmeler dikkate alındığında Türkiye Ģartlarında müslümanların imtihanlarının malla, servetle olduğunu söylemek çok da abartılı olmaz.

AraĢtırma kapsamında görüĢtüğümüz çok sayıda kiĢi bir nevi adı konulmamıĢ bir dünyevileĢmeden bahsettiler. Bu konudaki yaklaĢımlar kabaca; “müslümanların lükse, dünya nimetlerine çok daldıkları, birbirlerini ihmal ettikleri, birbirlerinin sıkıntılarından haberdar olmadıkları, vb. alanlarda toplanabilir.

Klasik iktisatçılar insanı iktisadi menfaatleri doğrultusunda davranan (homo economicus) bir varlık olarak tanımlamaktadırlar. Ġnsan bio-psiko-sosyal bir varlık olduğundan bütün davranıĢları iktisadi rasyonalite açısından değerlendirilemez. Günümüz dünya Ģartları dikkate alındığında ekonominin pek çok alanda diğer sektörleri bariz olarak etkilediği ve insan hayatında gittikçe artan oranda bir belirleyiciliğe sahip olduğu söylenebilir.

Her toplumsal değiĢimin açık ve gizli sonuçları vardır. Bir değiĢim süreci olarak küreselleĢmenin yol açmıĢ olduğu gizli sonuçlardan biri de adeta bir örümcek ağı gibi veri transferi sistemlerinin dünyayı kuĢatmasıdır. Nasıl ki ekonomik açıdan küreselleĢme pek çok ekolojik felakete kapı aralıyorsa dini açıdan da dinin yaĢanacağı manevi havayı kirletmektedir. Maddi kirlenme manevi kirlenmeyi de beraberinde getirmektedir. E.D. elektromanyetik kirlenme açısından olaya bakarak panaromik bir analiz yapıyor. Ona göre; “dünyanın havası değişiyor. Maddi hava bozulunca manevi hava da bundan etkileniyor. Üç aylarda niçin insanlarda dine yönelişte bir artış oluyor.

Çünkü televizyonlarda, radyolarda, medyada, vb. alanlarda kuran saati, iftar saati, vb. programlar oluyor da ondan.” Manyetik kirlenme dünyanın karĢı karĢıya olduğu en önemli sorunlardan biridir. Havada sürekli olarak hareket halinde olan dine ve ahlaka uygun olmayan görüntüler, dini açıdan manevi bir kirlilik yaratmakta, dinin yaĢanacağı manevi iklim değiĢmektedir. AĢırı modernleĢme insanları dinden uzaklaĢtırmaktırdığı gibi dünyanın manevi havasında meydana gelen değiĢme insanların yaratıcıyla olan rabıtalarını da gevĢetmektedir.

Müslümanların modern dünyadan talep ve beklentileri arttıkça diğer bir ifadeyle müslümanların talepleri modernleĢtikçe mutlak anlamda bilinç düzeyinde olmasa da belli açılardan dünyevi bir bakıĢ açısı kendiliğinden oluĢmakta ya da kendisini dayatmaktadır. Akademisyen M.A.‟ya göre; “günümüzde para, her şeyin ölçüsü olmuş. Sohbet ortamlarında, dost meclislerinde para konuşuluyor, ev konuşuluyor, araba konuşuluyor. Ölüm, ahiret, falan gündemimizde pek yok. Bakış açımız dünyevileşmiş. Dini anlamda böyle bir şey mümkün değil ama hayatı okuduğumuz zaman karşımıza çıkan tablo bu. Her şeyi dünyadan ibaret sanıyoruz. Her şeyimiz dünya için. Biz dünyaya dünyadan bakıyoruz. Dünyaya farklı bir açıdan ve yükseklikten baktığımız zaman bu problemi çözeriz. Bu bakış açısı değişmeden, bütünü görmeden, bütüncü bir bakış açısıyla olaylara bakmadan hiçbir problemi çözemeyiz.” M.A.‟ya bu sürecin bizi nereye götürdüğünü sorduğumuzda ise; “prensip olarak iyimser bir insanım. Ama reel göstergelere baktığım zaman çok da iyimser değilim. Çünkü insanlarda Hıristiyanlaşma (yaĢam tarzları itibarıyla bir protestanlaĢma), kendi benliğinden uzaklaşma temayülü eğilimi var. Bu açıdan düşündüğümde geleceği pek parlak görmüyorum.” Kapitalizm kendi seküler kutsallarını üreterek alternatif bir yaĢam alanı inĢa etmektedir. Ġlkçağ filozoflarından Pythagoras‟ın “insan her Ģeyin ölçüsüdür” önermesi yerini “para her Ģeyin ölçüsüdür” prensibine bırakmaktadır. Habermas‟ın kamusal alanın feodalleĢmesi bağlamında ifade ettiği gibi medya vasıtasıyla belli merkezlerde üretilen yeryüzü cenneti görüntüleri dini, ideolojik, siyasi, kültürel, vb. ayrım gözetilmeksizin herkese servis edilmektedir. DünyevileĢmiĢ bir bakıĢ açısının sonucu olarak hayatın bu dünyadan ibaretmiĢ gibi algılanması yeryüzünü cennet kılma, cennetini bu dünyada yaĢama anlayıĢına kapı aralamaktadır. Hayat standardı adı altında tüketmenin, sahip olmanın mutluluğun göstergesi haline getirilmesi insanı halife konumundan dünyevi hazlar peĢinde koĢan bir varlık konumuna indirgemektedir.

Bağımlılık teorisi bağlamında ifade edecek olursak hayatın maddi boyutunun ön plana çıkarılarak insanın dünyaya aĢırı derecede bağımlı hale getirilmesi onu kazanımlarını kaybetme korkusuyla hareket eden bir varlık konumuna indirgemekte ve mevcut durumunu korumaya / muhafazaya yöneltmektedir. KiĢi manevi açıdan fakirleĢtikçe gösteriĢe yönelmekte ve sorumluluktan kurtulmak için dıĢ tehdit / risk algılaması büyümektedir. 45 yaĢında pazarcı esnafı, kızlarını okula göndermeyen, oğlunu ilköğretimden sonra medreseye gönderen, çek kullanmayan, bankayla çalıĢmayan, sigorta, bireysel emeklilik, vb. Ģeylere karĢı olan, cübbeli, sakallı H. R.‟ya göre toplumdaki kötü gidiĢatın sorumlusu devlet değil müslümanlardır. Kendi ifadesiyle; “müslümanlar her şeyi devletten bekliyorlar. Devletin zerre kadar suçu yok. Müslümanlar rahatlarına, konforlarına düşkünler. Zora sıkıntıya gelmiyorlar. Hangi peygamber, İslam alimi sıkıntı çekmemiş. Devir imanı kurtarma devri. İmanı kurtaracak olan devlet değil. Kişi bu sorumluluğu devlete devredemez. Müslümanlar ne varlıktan, ne makamdan ne de imandan vazgeçiyorlar.” Kapitalizm cüretkar davrandığından, korku, yıldırma vb. riskler üzerinden insanları taviz vermeye zorlamaktadır. Bu yaklaĢımdan da anlaĢılacağı üzere konformizm, mal sevgisi, dünya nimetleriyle aĢırı derecede hem hal olma dünyevileĢme riskini beraberinde getirdiğinden insanları yaratıcının buyruklarını yerine getirmekten alıkoymaktadır. Devlet denilen eksen müessese insanların tercihleri doğrultusunda Ģekillenen bir siyasi organizasyondur. Toplumun dindar olması, dini reflekslerinin güçlü olması durumunda bunun devletin uygulamalarına yansıması kaçınılmazdır. M.C.‟nin ifadesiyle olay kiĢide düğümlenmektedir. “Devlet dindar olabilir fakat sende bir şey olmaz.” Devletin dindar olması kiĢinin dindar olacağı anlamına gelmez.

Sosyolojik anlamda kiĢinin zihniyet ve algı dünyasının Ģekillenmesinde sosyo- kültürel çevre büyük bir etkiye sahiptir. Geleneksel toplumlar modern toplumlara göre dıĢarıya kapalı olduklarından daha homojen bir yapıya sahiptirler. Bu homojenliği üreten ise toplumu bir arada tutan din, gelenek, örf, vb. unsurlardır. KiĢi bu değerler Ģemsiyesi altında sosyalleĢtiğinden zihniyet dünyası da ona göre Ģekillenmektedir. Farklı dini, etnik, kültürel, vb. unsurların topluma dahil olmasıyla sosyal yapı farklılaĢmaktadır. Kültür etkileĢimi anlamında eski ile yeninin tepkimeye girmesi sonucu bazı eski kültür unsurları yerini yeni kültür unsurlarına bırakırken bazen de yeni kültür unsurları kabul edilmeyerek eski, varlığını sürdürmektedir. Bu diyalektik olarak iĢleyen ve süreklilik arz eden bir süreçtir.

Geleneksel toplumlarda zihniyet algıları geleneksel kültür unsurlarına göre Ģekillendiğinden kiĢi dünyayı içinde yaĢadığı toplumun kendisine kazandırmıĢ olduğu bakıĢ açısından izlemektedir. Dini açıdan ifade edecek olursak, kiĢi; dini, hayatın eksenine oturttuğundan, pivotu haline getirdiğinden her Ģeyi din eksenli düĢünmeye, hayatının her aĢamasında dinin emir ve yasaklarına göre yaĢamaya yatkın bir kiĢilik yapısına sahiptir. Din gündelik hayatın bizzat içinde olduğundan dinin topluma egemen olması, ona yön vermesi gayet normal bir durum olarak algılanmaktadır. ModernleĢme sürecinde Türkiye‟de yaĢanan değiĢimi açıklama açısından S.E.‟nin yaklaĢımı Ģöyledir: “Geçmişte müslümanların akideleri sağlamdı, amelleri zayıftı. Şimdi müslümanların amelleri çok, akideleri zayıf. Müslümanların akidelerinin güçlü olduğu dönemde insanların çoğu din topluma, hayata hakim olsun istiyordu. Bugün en dindar müslüman bile şeriat istemez, hatta şeriata düşman hale geldi

.

Çünkü Müslümanlar dünya nimetlerine daldıkça Allahla olan rabıtaları gevşedi.” Dinin, geleneğin topluma hakim olması herkesin dindar, geleneğe uygun bir yaĢam sürmesini zorunlu kılmaz. Sosyolojik anlamda toplumsal sapma durumunun olmaması gibi bir ihtimalden söz edilemez. Günümüzde reel anlamda refah ve zenginlik üretmede kapitalizmin alternatifi yoktur. Her ne kadar bazı ideolojiler kapitalizmin üretmiĢ olduğu zenginliği daha adil dağıtma noktasında bazı eleĢtiriler yöneltseler de alternatif bir zenginlik üretme projesi sunmamaktadırlar. Geleneksel toplumlar değiĢime kapalı olduklarından muhafazakar bir karaktere sahiptirler. Bu muhafazakarlık içerisinde dine, geleneğe bağlılığın yanında yoksulluğun, düĢük yaĢam standartlarının ve bazı yanlıĢ uygulamaların da muhafaza edilmesini beraberinde getirmektedir. Kapitalizm havuç uzatma yaklaĢımı olarak ifade edebileceğimiz bir yol takip ederek bireye maddi zenginlik ve refah sunma karĢılığında onu geçmiĢinden koparmakta ve modern değerlerin takipçisi haline getirmektedir.

Kapitalizmin bütün olumsuz sonuçlarına ve üretmiĢ olduğu çarpık iliĢkilere rağmen eğitim, sağlık, beslenme, barınma, vb. pek çok alanda bir refah artıĢını da beraberinde getirdiği inkar edilemez. Hayat standartlarındaki artıĢ önemli olmakla birlikte asıl bundan daha da önemlisi bunun nasıl, ne Ģekilde, kimlerin üzerinden ve neye rağmen sağlandığıdır. Modernite dini bireyin vicdanına hapsederek toplumsal etki boyutunu sınırlandırmıĢ, kamusal alanı araçsallaĢmıĢ aklın gereklerine uygun olarak düzenlemiĢtir. Ġnsanlar maneviyat eksikliğinden doğan boĢluğu maddiyatla doldurmaya yöneldiğinden maddi tatmin peĢinde koĢan varlıklar konumuna indirgenmiĢtir. KiĢi kendisini tanımlamadan onun kim olduğu, nelere ihtiyaç duyacağı adeta görünmeyen bir

el tarafından önceden tasarlanarak tanımlandığından insanların tercih etmeme, seçmeme, görmeme, hissetmeme özgürlükleri ellerinden alınmaktadır. Bilincin manipule edilmesi ve aĢırı uyarılma durumuyla karĢı karĢıya kalan birey duygusal ve hissi davranmaya yatkın hale getirilmektedir. Dini açıdan ise bu dünyevileĢme riskini beraberinde getirmektedir. Nitekim Avukat E.E.‟de içinde yaĢadığımız süreci bu açıdan değerlendirmektedir. “Çağımızın en büyük riski dünyevileşmedir. Dünya nimetlerini tatmak dünya sevgisini artırır. Baklavayı tatmayan zevkini bilemez. Tadan bundan kolay kolay geri duramaz. Allah varlıkla imtihan ediyor.” M.H.G.‟ise aynı durumu Ģöyle ifade etmektedir: “Müslüman emrolunduğu gibi dosdoğru olmalı. Müslüman doğru olursa zayıfta olsa Allah ona yardım eder. Yeter ki samimi olsun. Biz İslam tarihinde görmüyor muyuz ki nice az topluluklar çok topluluklara galebe çalmışlardır. Müslümanlar dünya malına tamah ettikçe allahla olan bağları gevşiyor.” ĠHL. mezunu haram olduğunu düĢündüğü için üniversite sınavlarına dahi girmeyen, bir dönem kitapçılık yapan, Ģu an inĢaat sektöründe kat karĢılığı iĢ yapan B.E.‟de aynı kaygıyı Ģöyle dile getirmektedir. “Günümüzde müslümanlar yaşadıkları gibi inanmaya zorlanıyorlar, düşünecek vaktimiz yok. Tezgah kurulmuş, oyunun içindesin, sana biçilen rolü oynamak zorundasın ” diyerek sürecin biricikliğine ve durumun kaçınılmazlığına vurgu yapmaktadır. Hayatın manevi boyutunun ıskalanarak maddi boyunun ön plana çıkarılması, maneviyatın sürekli baskı altına tutulmasıyla kiĢi dinin idealize ettiği inanca uygunluk arayıĢından mutlak anlamda vaz geçmese de reel anlamda ciddi bir açmazla karĢı karĢıya kalmaktadır. Bir yanda öncelikle ruhun ihtiyaçlarına hitap eden kutsal bir öğreti diğer yanda ise bedenin ihtiyaçlarına hitap eden seküler bir hayat tarzı dayatması. Bağımlılık teorisi bağlamında ifade edecek olursak kiĢinin maddiyata bağımlı hale getirilmesi onu anlık zevkler ve psikolojik tatmin peĢinde koĢan bireyler haline getirmektedir. Dünya nimetlerini tatmanın, tüketmenin, sahip olmanın mutluluk göstergesi haline gelmesi kiĢiyi realist ve pragmatik düĢünmeye, davranmaya sevk etmektedir. Ġdealizmin realizmle yer değiĢtirmesi, hayatı anlamlandırma ve yaĢamada alternatif bir yaklaĢımın tercihsizlik özgürlüğü elinden alınan insanlara tercih özgürlüğü kılıfı altında pazarlanması kiĢiyi inandığı gibi yaĢamaktan, yaĢadığı gibi inanmaya zorlamaktadır.

Kutsal ve profan ayırımı bağlamında dini olanla dünyevi olan sürekli bir rekabet halindedirler. Kutsal olan profan alana, profan olan da kutsal alana taĢma eğilimindedir. Bu hal süreklilik arz etmektedir. Sorokin, sosyal değiĢmenin tekdüze bir çizgi halinde

devam etmediğini devri dalgalı bir seyir takip ettiğini belirtmektedir. DeğiĢme maddi kültürden manevi kültüre, manevi kültürden de maddi kültüre doğru helezonik seyir takip ettiğinden toplum zaman zaman ideal kültüre yaklaĢmakta ve zaman zaman da ideal kültürden uzaklaĢmaktadır. Fakat hiçbir hal süreklilik, kalıcılık arz etmemektedir. Söz konusu değiĢim modelini din sosyolojisi ve dindarlık açısından değerlendirecek olursak kiĢi dini olanla dünyevi olan arasında sürekli bir gel-git yaĢamaktadır. Bu ikisi arasında bir geçiĢkenlik iliĢkisi vardır. KiĢi zaman zaman dini olana zaman zaman da dünyevi olana meylederek yaĢamını sürdürmektedir. Dini olanla dünyevi olanın dengede olma durumu ise mümin profiline denk gelmektedir.

KüreselleĢme bağlamında ifade edecek olursak içinde yaĢadığımız dönem bu geçiĢkenliklerin, gel-gitlerin gittikçe daha yoğun olarak yaĢandığı sıkıĢma durumuna karĢılık gelmektedir. Sosyolog, R.A. günümüz Ģartlarında dindarların yaĢadığı bu durumu Ģöyle ifade etmektedir: “Günümüzde dindar olmak ya dindar kalmak da oldukça zor. Çünkü dindarlık sadece bilgiyle, bilmeyle değil bilgi temelli, ahlakla, erdemle, faziletle, doğruluk ve dürüstlükle alakalı. Günümüz dünyasında haramlarla helaller iç içe geçmiş durumda ve istisnasız her yerde. İnsanın nefsine hitap eden şeyler aklına, ruhuna ve kalbine hitap edenlerden daha çok. Sabah evden temiz çıkıp akşam kirli dönme ihtimali her geçen gün artıyor. Çünkü sistemin mantığı insanları dinden uzaklaştırmak için tasarlanmış.” Modern dünyada hayatın bütün evreleri bürokrasi tarafından kuĢatılmıĢtır. Weber bunu “demir kafes”e benzetmektedir. Doğumdan ölüme kadar hayatın bütün alanlarının bürokratize ediliĢi kiĢiye bürokrasi dıĢında bir hayat hakkı tanımamaktadır. Günümüzde dünyayı saran ağların bürokratikleĢmenin yeni bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. KüreselleĢme çağında yaĢam medya, internet, bürokrasi, vb. temelli oluĢturulmuĢ belli ağlara dahil olmayı zorunlu kılmaktadır. Enformasyonun demokratikleĢmesi adına ağlar olumlu bir iĢlev görürken dini ve ahlaki anlamda insanları ayartıcı bir iĢleve de sahip olduğundan dinler ve dindarlar için bir risk oluĢturmaktadır. haramla helalin iç içe, yan yana olması günaha girip girmeme noktasında son derece demokratik bir ortam sunmaktadır. Manevi anlamda sanallık yoluyla aydınlanma da kirlenme de mümkün hale gelmektedir.

Tüketim toplumunda bireylere neyi, ne zaman, nerede, nasıl tüketeceklerine dair sürekli bilgilendirme kampanyaları düzenlenmektedir. Bireylere neyin ihtiyaç olduğu, neyin olmadığı adeta “piyasa tanrısı” tarafından dayatılmakta ve insanların tercih etmeme, seçmeme özgürlükleri ellerinden alınmaktadır. DünyevileĢme sürecinde

müslümanların karĢılaĢtığı durum da bundan farklı değildir. Sosyolog, bir STK (vakıf)‟da gönüllü olarak çalıĢan, 20 yıldır kentte yaĢayan ve sünnete azami derecede dikkat eden R.A.‟ya göre “bugün müslümanların karşılaştığı temel sorunların başında öncelik tanımlaması gelmektedir. Yani bir Müslüman için temel öncelik nedir ve ne olmalıdır. Gözlemlerime göre dinin Müslümanlar için temel öncelik olduğunu söylemek zor. Müslümanlar madde ve mana dengesini kuramıyorlar. Denge mana aleyhine bozuluyor. Müslümanların tercihlerinde dünyalık kaygısı öne çıkıyor. Zamanın esnekliği müslümanları da esnetiyor. İslamiyetin ruhu kaybolmuş gibidir. Müslümanların sayısı çok ama, ibadetlerinde bir samimiyet, ihlas ve takva yok. İbadet gösterişten öteye gidemiyor. Kısacası bugün özüyle sözü uyuşan, özü sözü bir müslümanla karşılaşmak gittikçe zorlaşıyor.” KüreselleĢme dini açıdan bir bilgilenmeye yol açsa da aynı zamanda bildiğini yaĢamamak, günahı hafife almak gibi bir duruma da yol açmaktadır. Her Ģeyi meĢrulaĢtırarak hakikati liberalleĢtirdiğinden, aĢırı derecede yorumlamaya tabi tuttuğundan dini olanın bağlayıcılını azaltmaktadır.

Günümüzde dindar kesimin iktidarla itidal arasında bir seçim yapma, tercihte bulunma durumuyla karĢı karĢıya bırakıldıklarını söyleyebiliriz. YapmıĢ olduğumuz görüĢmelerde müslümanların dünya nimetleriyle gittikçe artan oranda içli dıĢlı olmalarının imanı zayıflattığı tespit edilmiĢtir. Müslümanların malla imtihanlarını baĢarıyla verdiklerine inanıyor musunuz? sorusuna, Müsiad Elazığ ġubesi yetkililerinden M.B.‟nin yaklaĢımı Ģöyledir: “Cemaatlere karşı değilim fakat son dönemde cemaatlere olan ilgiyi samimi bulmuyorum. Bu bizi yanıltmamalı. Ben bunun bir anlamda arınma ihtiyacından kaynaklanan psikolojik bir refleks durumu olduğunu düşünüyorum. Toplum olarak tükettikçe mutlu olur hale geldik. Bu şartlar altında müslümanların malla imtihanı başarıyla veremediklerini düşünüyorum.” Mutluluğun içte değil dıĢta aranması, ruhun değil bedenin tatmininin ön plana çıkması kiĢiyi sahip olmaya ve tüketmeye zorlamaktadır. Ġnsanın ölüm karĢısındaki acziyeti değiĢmediğinden ve ölüm varoluĢsal bir olgu olarak sürekli kiĢiyi rahatsız ettiğinden insan dinden uzaklaĢmadığını çevreye göstermek ya da belli dini ortamlardan onay almak durumunda kalmaktadır. Ġçinde yaĢadığımız dönem bu kaygıları her geçen gün daha da arttırmaktadır. Özellikle psikolojik arınma, ahlaki aklanma, vb. ihtiyaçlarından dolayı pek çok insanı cemaatlere dahil olmaya zorlamaktadır.

Sekülerizm kendini dayattıkça çeĢitli isimler altında Ģahit olduğumuz Ģey bireysel iman ve cemaate katılmanın özgür bir seçim ve kiĢisel bir tercih meselesi haline

geldiği yalın bir din anlayıĢının ortaya çıkmasıdır. 36 yaĢında, özel bir sağlık kuruluĢunda pratisyen hekim olarak çalıĢan Dr. M.‟de benzer kanaati paylaĢmaktadır. Ona göre; “günümüzde maneviyata yöneliş dindarlıktaki bir artış olarak algılanmamalı. İnsanlarda manevi bir açlık var. İnsanın acizliği, fakirliği, çaresizliği ve ölüm korkusu değişmiyor. Bu açıdan düşündüğümüzde zengin olsanız da fakirsiniz, fakir olsanız da. Bu anlamda herkes fakir. Dolayısıyla yüzüklerin efendisi vb. gibi filmlere olan ilgi bizleri yanıltmamalı.” Bu yaklaĢımı benimseyenlere göre maneviyata yönelme dindarlıktaki bir artıĢ olarak görülmemelidir. Bunları psikolojik tatmin amaçlı, ölüm korkusundan, yok olma korkusundan uzaklaĢmak için bir kaçıĢ olarak değerlendirmektedirler. GösteriĢçi dindarlık dindarlıktaki bir artıĢ olarak algılanmamalı. KiĢinin iç alemi fakirleĢtikçe dindarlığını ispat etmek için gösteriĢe yöneliyor ve öyle görünmek istiyor. Gerçek anlamda dindar insan riyadan ve gösteriĢten uzak duran insandır. Kapitalizm dinin ve dindarların medyada görünürlük kazanmalarını sağlayarak hem dini araçsallaĢtırmakta hem de din yeni bir iktidar alanı inĢa etmektedir.

Ġnsanlar bireyselleĢtirdikçe herkesleĢmektedir. HerkesleĢen insan diğer insanlardan pek farkı olmayan insandır. Dini açıdan ifade edecek olursak küreselleĢmenin sağlamıĢ olduğu refah artıĢının müslümanlar arasında da yayılması,