• Sonuç bulunamadı

KüreselleĢme sürecinde göçlerin uluslararası bir boyut kazanması etnik ve kültürel çeĢitliliğin yanında dini çeĢitliliği de arttırmıĢtır. Dinlerin nüfuz bölgelerinden bağımsızlaĢıp dünya ölçeğinde yayılım göstermeleri dini çeĢitliliği bir norm haline getirmektedir (Smart (2003: 374). Bu açıdan artık ülkeleri eskisi kadar saf bir Ģekilde Budist, Hıristiyan, Müslüman Ģeklinde tanımlamak gittikçe zorlaĢmaktadır. Bu anlamda

global düzeyde bir inanç karıĢımından, dini anlamda dünyanın inanç haritasının değiĢmesinden söz edebiliriz. Nasıl ki ekonomik anlamda pek çok ülkede eĢ zamanlı olarak faaliyet gösteren çok uluslu Ģirketlerden bahsedebiliyorsak aynı Ģeyi din içinde söylemek pek yanlıĢ olmaz. Biz bugün modern dünyada birçok kıtaya ve pek çok ülkeye yayılmıĢ “çok uluslu dinler”den bahsedebiliriz (Düzgün, 2003: 143). Ġnsanların, malların, sermayenin, fikirlerin, dinlerin, kültürlerin, vb. unsurların akıĢkanlık durumunun dini açıdan nasıl sonuçlanacağını Ģimdiden kestirmek güçtür. Bugün itibarıyla bunun geleneklerden arındırılmıĢ ve tamamen homojenize olmuĢ bir duruma yol açacağı iddia edilemez (Vasquez, 2008: 152).

KüreselleĢme sürecinin baĢlangıç yıllarından itibaren dünya büyük göç hareketlerine Ģahit olmuĢtur. Bugün göçler pek çok açıdan siyasal bir sorun haline gelmiĢtir. Güçlü kültürel duvarlar yatay bir dünyada insanların hareketlerini bir zamanlar sınırlasa da artık geri dönülmez bir biçimde yıkılmıĢtır. Göçmen akımı dünyanın zengin ülkelerinin sınırlarını her geçen gün daha da zorlamaktadır (Friedman, 2002: 168). Enformasyonun yataylaĢması bir zamanlar dıĢ dünyaya kapalı yaĢayan milyonların coğrafi olarak uzak fakat televizyon ekranı kadar yakın altın topraklarda dünyayı görme, hissetme ve yaĢama –daha iyi daha zengince bir yaĢam sürme- ihtiyacını da tetiklemiĢtir. Göçlerin arkasındaki yatay toplumun volkanik güçleridir. Kültürel yalıtılmıĢlığın ortadan kalmasıyla zengin ülkelerin çekim gücüyle yoksul ülkelerin itim gücü karĢı konulmaz bir güç haline gelmiĢlerdir (Friedman, 2002: 176- 181).

Bugün göçlerin de etkisiyle dünyanın pek çok yerinde dini çeĢitlilik bir norm haline gelmiĢtir. Tarihte bundan önce çeĢitli dinler tek bir toplumda bu Ģekilde kesinlikle bir arada bulunmamıĢlardır. Bu bir ilktir. Bugün Rusya‟da Yahudier, Çin‟de Müslümanlar, Fransa‟da Protestanlar, Srilanka‟da Hindular, Mısır‟da Kıptiler, vb. dini ve etnik topluluklar bugün geçmiĢe göre artık bir arada yaĢamaktadırlar (Smart, 2003: 374). Bu anlamda küreselleĢme tepede gevĢek bir siyasal ve ekonomik birlik, tabanda ise onu destekleyen çeĢitli, etnik, dini, kültürel ve dilsel, vb. grupların bulunduğu bir sistem anlamına gelmektedir (Karpat, 2009: 102).

ABD dünyanın en kozmopolit ülkesidir. ABD örneğinde dini manzaranın en ilgi çekici yönlerinden biri farklı inanç ve geleneklerin yaygın bir biçimde birbirine katılımı ve karĢımıdır. Bıgün Amerikada büyük çoğunluğu Hıristiyan kilisesinde olmak üzere 1500 civarında farklı inanç sisteminin olduğu tahmin edilmektedir (Çaha, 2008: 106).

Friedman (2002: 175-180) psikanalitik bakıĢ açısını çağrıĢtıran bir yaklaĢımdan hareketle nüfusun heterojenleĢmesini etnik bakireliğin kaybı olarak yorumlamaktadır. Ona göre bugün Amerika “etnik bakireliğini” (Friedman, 2002: 175) kaybetmiĢtir. Azınlıklar çok uzak olmayan bir gelecekte bir tür çoğunluk olacakları zamanı gözlemektedirler. Özellikle büyük oranda Asyalı ve Latin Amerikalıların yaĢadığı California gibi bazı eyaletlerin bu noktaya daha önce ulaĢacakları öngörülmektedir.

Bir zamanlar erime potası olarak nitelendirilen Amerika‟nın Chicago, New York gibi büyük Ģehirlerinde etnik ve dini alt kültürlerin ortaya çıkması bir anlamda erime potasının açıklayıcılığını zayıflatmaktadır. Çok kültürlülük politikaları kuĢatıcı bir entegrasyondan ziyade “paralel topluluklar” üretme riskini beraberinde getirmektedir. Amerika örneğinde görüldüğü gibi küreselleĢmenin beraberinde getirmiĢ olduğu dini ve etnik çeĢitlilik göz önüne alındığında bu kozmopolit durum erime potası modelinden ziyade “salata tabağı” modeline daha yakın durmaktadır (Kalın, 2008: 153).

Uluslararası göçler dini ve dindarları tarihsel, kültürel ve coğrafi bağlamlarından koparmakta, Anderson (2007)‟un Hayali Cemaatine karĢı küresel ölçekte “hakiki cemaati”, “ulusaĢırı islamı” (Esposito, 2002: 46) ve ümmeti inĢa etmenin yeni imkanlarını da beraberinde getirmektedir. Fiziki anlamda mekan birlikteliğinin yanında ağ temelinde örgütlenmiĢ, birbirleriyle interaktif iliĢki kurabilen gevĢek, esnek bir Ģekilde birbirine bağlanmıĢ “yatay ümmet” inĢa etmenin de imkanlarını sunmaktadır. Roy (2004: 264)‟a göre bunu ulus devletten kaynaklanan sınırlamaları aĢan evrensel bir inananlar topluluğu, hakiki bir ümmet inĢa etme süreci olarak da yorumlayabiliriz. Modern öncesi dönemde dinler kendilerini, global ölçekte ifade edebilecek pek bir fırsat bulamamıĢlardır. ĠletiĢim ve ulaĢım imkanlarının kısıtlı olduğu dönemlerde büyük ölçüde kültürel merkezleriyle çok zayıf iliĢkilere sahip bir biçimde yerelleĢmiĢler ve globalleĢen dünyaya zayıf, kırılgan bir ticari iliĢkiler sistemiyle yayılmıĢlardır. Bu açıdan modernleĢme basit anlamda ilerici laikleĢmeye yol açarken aynı zamanda müslüman toplumlarda islamın diriliĢinde de önemli bir rol oynamıĢtır (Turner,2003:129-Esposito, 2002: 46).

Evresellik iddiasında olan bütün büyük dünya dinleri dünyaya ve onun kozmik bağlamına politik manivelanın ötesinde bir anlam vermeye çalıĢırlar (Macit, 2003: 110). Evrenselci bir söylemi olmak demek tam da gezegen ölçeğinde oynamak ve adalılığından ve bölgeselliğinden çıkmak demektir (Roy, 2003: 149). Bu bir anlamda küreselleĢme fikri için de iyi bir temel oluĢturmaktadır. Olaya bu açıdan bakıldığında

küreselleĢme sürecinde dinlerin değil küreselleĢmeye karĢı olmak küreselleĢme vasıtasıyla dünya dini haline gelmelerinin, ulusaĢırı ümmet inĢa etmenin yeni yolları açılmıĢtır. Barber (2003: 176)‟in ifadesiyle; bugün “McWorlda karĢı cihad değil, McWorld vasıtasıyla cihad” durumu söz konusudur. Dahası kültür etkileĢimi, yayılma, sentez, ödünç alma ve değiĢim süreci gittikçe daha büyük bir hızla iĢlediğinden yeni bütünleĢme ve çatıĢma ihtimallerini de beraberinde getirmektedir (Tierney, 2006: 79). KaynaĢma veya çatıĢma Ģeklindeki her iki eylem biçiminin altında yatan temel varsayım ırkın ve dinin ulusal sınırların dıĢına taĢarak müstakil grupları ortak bir insanlık zincirine bağlayan daha geniĢ bir iliĢki zeminine yayılmasıdır (Ahmed, 1994: 413).

Ekonomik, teknolojik faktörlerin yanında göçlerin de etkisiyle ortaya çıkan teolojik yakınlaĢma dinlerin, geleneklerin birbirine karıĢmasına yol açtığından inanç senkretizmine ve birçok yeni dinsel yorumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Gündüz, 2005: 72, Çevik, 2003: 173, Sellers, 2006: 223). Bazı açılardan avantaj gibi görünen bu durum bazı açılardan da dezavatajlara sahiptir. Bugün çağdaĢ insanın kendi dininin dıĢında çeĢitli dinlere ait inanç ve geleneklerle karĢı karĢıya kalması onu geçmiĢe nazaran çok daha geniĢ bir alanda kendi dini dıĢındaki dini gerçeklikleri kendi dinine olan bağlılığını kaybetme ızdırabı altında ciddiye alma zorunluluğu ile karĢı karĢıya bırakmaktadır (Nasır, 1995: 13-15).” Yorum ve sentez zenginliği kiĢiye istediği doğruyu istediği dinden ya da aynı din içerisindeki farklı mezheplerden seçme imkanını sunması açısından liberal, eklektik ve postmodern bir din anlayıĢına kapı aralamaktadır. Dini alanda küreselleĢmenin etkilerinden birisi de lokalleĢmenin bir göstergesi olarak dini cemaatlerin küresel faaliyetler içerisine girmeleridir (Bodur,2003:50). KüreselleĢme bir anlamda postmoderniteyi de içerdiğinden geleneksel kimliklerin ortaya çıkmasını teĢvik etmektedir. 19‟ncu yüzyılın sonu ve 20‟nci yüzyılın baĢlarından itibaren gelenek ve cemaat olgularının da küreselleĢtiği dikkate alındığında küreselleĢmenin geleneği ve “cemaat arayıĢını” da teĢvik ettiğini söyleyebiliriz. Hatta bu anlamda bir yerellik kültüründen DE bahsedilebilir. Yerellik kültürü küresel kültürün bir parçası olduğundan hem küresel kültürün zenginleĢmesine hem de geleneksel kültürün geliĢmesine katkıda bulunmaktadır (Robertson, 2003: 354-359).

Sellers (2006: 224-225) modern dünyada nüfus hareketleri global bir seyir takip ettiğini, geleneksel anlamda cemaatvari bir toplumsal yapıyı sürdürmenin imkansız olduğunu ileri sürmektedir. GeliĢmiĢ ülkelerdeki durum dikkate alındığında süreç bireyselleĢmeye doğru bir seyir takip etmekte ve geleneksel cemaat bağlarını

çözmektedir. Fakat Sellers lokalleĢmenin bir göstergesi olarak dini grup veya cemaatlerin niceliksel olarak artmasının yanında küreselleĢmenin sunmuĢ olduğu imkanları kullanarak din dıĢında pek çok sektöre de el atarak cemaat yapılarını farklı bağlamlarda yeniden ürettiğinden, cemaatlerin küresel bir aktör haline gelmelerinden söz etmektedir.

Din modern öncesi toplumlara göre bütün toplumsal kurumlar için kuĢatıcı semboller sağlama gücünden uzaklaĢsa da “belirli toplumsal grupların özel birleĢtiricisi (Berger, 2002c: 150-151) olarak halen varlığını devam ettirmektedir. Bugün dünyada yerellik kültürünün bir uzantısı olarak cemaatlerin küresel bir aktör haline geldikleri görülmektedir. Din dıĢı pek çok sektöre el atarak birleĢtirici ve bütünleĢtirici fonksiyonlarını değiĢik bağlamlarda yeniden ürettikleri görülmektedir. Fakat dini oluĢumların pek çok dünyevi sektöre el atması dindarları dünyevileĢme tehlikesiyle karĢı karĢıya bırakmaktadır. Bu, dinin amaç mı araç mı olduğu tartıĢmalarını beraberinde getirirken dini gruplar içerisindeki çıkar çatıĢmalarının yeni bölünmelere yol açabileceği ihtimalini de güçlendirmektedir.

Bütün dinler orthodox yapılarını muhafaza etme eğilimindedirler. Evrensel dini orthodoxinin öngörmüĢ olduğu dünya vizyonunun dünya ölçeğinde yayılmasının önünün açılması bazı problemleri de beraberinde getirmektedir. Dini öğretiler dünya konjonktüründe meydana gelen siyasi, ekonomik, kültürel, vb. değiĢmelere bağlı olarak sürekli yeni yorumlara maruz kalmaktadır. Dinlerin kendi aralarında rekabete zorlanması onları piyasa Ģartlarına göre hareket eden aktör konumuna indirgemekte, evrensel ideallerinden güncel gerçekliklere yönelerek dejenere olmalarına kapı aralamaktadır (Gumucio, 2008: 323). Bu bir anlamda dinlere küreselleĢme fikri için sosyolojik ve teolojik bir temel oluĢtururken, evrenselleĢme yolunda rekabetin artması Barber (2003: 180)‟in ifadesiyle “evrensel idealler evrensel kargaĢalar yaratır” gibi riskli bir duruma da yol açmaktadır. Dinler hep sevgiyi, barıĢı, kardeĢliği, hoĢgörüyü savunmalarına rağmen her zaman barıĢı sağlayan bir denge unsuru oldukları söylenemez. Tarihte din adına yapılan savaĢlara göz atıldığında bu açıkça görülmektedir. Evrensel idealler zaman zaman devlet destekli organize Ģiddet hareketlerine dönüĢerek evrensel kargaĢa durumuna yol açmıĢtır.

Dünya ölçeğinde dini anlamda maksimum derecede çeĢitlilik içerecek bir karıĢım durumunun ortaya çıkması hoĢgörü, tolerans, anlayıĢ ve iĢbirliğini geliĢtirmenin yanında çatıĢma ve kırılma risklerini de beraberinde getirmektedir (Seller, 2006: 222).

KüreselleĢme her ne kadar dinlerin evrensellik tezine ihtiyaç duysa da dinlerin küreselleĢmenin bütün taleplerine karĢı olumlu cevap vermesi beklenemez. Çünkü dinler açısından neyin küreselleĢti(rildi)ği önemlidir. Çoğulculuk, hoĢgörü, tolerans, adı altında dinlerin onaylamadığı değerlerin, alıĢkanlıkların, yaĢam biçimlerinin dünya ölçeğinde yayılarak evrenselleĢme adına bunun dayatılmasına karĢı dinlerin bir direnç göstermesi muhtemeldir. Bu din eksenli yeni çatıĢmaların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bunun yanında dinlerin evrensel mesajlarını tüm insanlığa yayma giriĢimi ulus devletler ve uluslararası iliĢkilerde yeni gerginliklere de kapı aralamaktadır (Macit, 2003: 110). KüreselleĢme etnik, kültürel ve dini açıdan farklı ulusların birbiriyle temasını kaçınılmaz hale getirse de bunun mutlak anlamda toplumsal bir çatıĢmaya yol açacağını söyleyemeyiz. Dünya giderek daha çoğulcu bir görünüme büründüğünden çağdaĢ toplumsal yaĢam farklı inançları ya da inancın farklı yorumlarını taĢıyan insanların bir arada yaĢamalarını, bir uzlaşı toplumunu oluĢturmalarını kaçınılmaz hale getirmektedir (YeĢilyurt, 2003: 12).

Bütün toplumsal kurumların kapitalizmle uyumlu hale getirilme çabası küreselleĢmenin dünyayı yeni baĢtan kurgulama ve reorganize etme amacında olduğunu göstermektedir (Düzgün, 2003: 145). Ekonomi, hukuk, siyaset, vb. kurumların yanında dinin globalleĢmesi bu alanlardan biri olarak görülebilir. Ortak iyinin kaynağı noktasında postmodern göreceli bir durumun ortaya çıkması hakikati bulanıklaĢtırmaktadır. Globalizm de hakim olan yönetimsel-araçsal akıl olduğundan ona eĢlik eden liberal felsefe de bu akla teslim olmuĢ durumdadır. Temelinde düĢünmenin yattığı felsefe de, inanmanın ve bağlanmanın yattığı din de renklerini bu araçsallıktan almaya baĢlamıĢlardır.” Son yıllarda ahlakın yerine etik kavramının kullanılması ve bunun pek çok türevinin oluĢturulması ahlakın dini bağlamından koparılarak rasyonel esaslara uygun olarak temellendirilmeye çalıĢıldığı göstermektedir. Günümüzde ahlak yerine etik kavramının kullanılmaya baĢlanması, dini değerlerin yerine seküler değer ikamesi olarak görülebilir. Ahlak dini, metafizik bağlamından koparılarak seküler ve rasyonel esaslara uygun olarak yeniden tesis edilmeye çalıĢılmaktadır (Düzgün, 2003: 145). Dini çoğulculuk, görecelilik, mutlaklık, izafilik, vb. tartıĢmaların ahlaki alana taĢınması bizi ahlakı dini, teolojik ve metafizik açıdan temellendirecek mutlak bir otoritenin olmadığı sonucuna götürebilir. KüreselleĢme kapitalizmle uyumlu, seküler esaslarla barıĢ içinde yaĢayan bir din anlayıĢını yerleĢtirmeye çalıĢarak bunu teĢvik etmektedir.

KüreselleĢme sürecinin baĢlangıç yıllarından itibaren dünya büyük göç hareketlerine Ģahit olmuĢtur. Bugün göçler pek çok açıdan siyasal bir sorun haline gelmiĢtir. Özellikle 1965 yılında ABD göçmen yasasının değiĢmesinden sonra pek çok müslüman ülkeden batılı ülkelere göçler gerçekleĢmiĢtir. Bugün batıda sayıları en hızlı Ģekilde artan azınlıklardan biri de Müslümanlardır. Örneğin Amerika‟da resmi rakamlara göre 80‟i aĢkın ülkeden yaklaĢık olarak 7 milyon (Kalın, 2008: 152) Müslüman nüfusun bulunduğu Amerika hem etnik hem de dini açıdan büyük bir çeĢitlilik göstermektedir. Müslüman nüfus kitlesi arasındaki en kalabalık kesimi Araplar, Güney Asyalılar ve Afrika kökenli Amerikalılar oluĢturmaktadırlar. Bunları ise Türkler, Ġranlılar, Bosnalılar, Malezyalılar, Endonezyalılar ve Afrikalılar takip etmektedir. Etnik, dini, kültürel, vb. açılardan alabildiğince çeĢitlilik gösteren müslümanlar arasında islamın felsefi, teolojik, siyasi, vb. açılardan değiĢik yorumlarına da rastlamak mümkündür. Etnik ve kültürel çeĢitlilik yorum çeĢitliliğini ve sentez zenginliğini de beraberinde getirmektedir. Hem toplam nüfus içerisindeki sayılarının çok hızlı bir Ģekilde artması hem de siyasi, ekonomik açılardan belli bir potansiyele sahip olmalarından dolayı bugün Müslümanlar Amerikan toplumunun önemli bir parçası haline gelmiĢlerdir (Moore, 2007: 121-122).

Berger (2002c: 168-169)‟e göre insanlık dinlerin toplumsal bütünleĢmeyi ve sosyal istikrarı sağlama da tekel konumunda olduğu bir dönemden tekelci olmayan bir dinin insanlara pazarlanmak zorunda kaldığı bir döneme gelmiĢlerdir. Bugün insanlık dinin ve dini olanın pazar ortamına indirgendiği, değiĢik dinlerin ve ideolojilerin birbiriyle rekabet halinde olduğu “tekelden arındırma süreci” olarak nitelendirebileceğimiz yeni bir döneme gelmiĢtir. Dinin tekelci konumdan pazar ortamına indirgenmesi herkese kendi inancını ifade etme ya da seçme fırsatını sunmasından dolayı teolojik açıdan memnuniyet verici olmakla birlikte çoğulculuk insanın “kesinlik- arayıĢını zorlaĢtırmakta, inanç yerine Ģüpheciliği, kapalılık yerine kurala dayalı bir açıklığı (serbestliği) teĢvik etmektedir (Berger, 2002b: 85-91). Her Ģeyin global bir hal alması dinleri de teolojik açıdan birbirine yaklaĢtırırken “mutlaklık ve kesinlik” anlayıĢlarını dejenere etmektedir (Swatos-Christiano, 2002: 111). Pek çok dinin ve aynı din içerisinde pek çok yaklaĢımın rekabet halinde olduğu bir toplumda dini öğretilerin doğruluğundan ve kesinliğinden gerçek manada emin olunması gittikçe zorlaĢmaktadır.

Friedman (2002: 201)‟da Berger‟le benzer kanaati paylaĢmaktadır. Ona göre; “çok farklı dinlerden insanların yan yana yaĢadığı çoğul bir toplumda kiĢinin dininin tek doğru din olduğunu düĢünmesi zordur. Milyonlarca insanın cehenneme gideceğini kabul etmek zordur. ĠĢte, sokakta, okulda, vb. yerlerde bu cehennemlikler etrafınızda iken sizin rahat yaĢamanız mümkün değildir. O nedenle küreselleĢen dünyada, yatay toplumda din kiĢisel bir tercih sorunu olarak yeniden tanımlanır. Bir tek doğru din yoktur. Tıpkı bir yoldaĢınızın ya da bir hobinizin olması gibi, tıpkı bazı insanların kahverengi ya da portakal rengini, bazılarınınsa eflatunu ya da maviyi daha iyi bulması gibi, sadece sizin için doğru olan bir din vardır. .. Birtek yol herkes için doğru değildir. Size en uygun yolu seçersiniz. Teolojik bakımdan bunu haklı göstermek zor olabilir fakat sıradan insanlar teolog değildir. Aksine yatay toplumun vatandaĢlarıdırlar ve zihinleri orada Ģekillenir.”

Son yıllarda baĢta Hick (2002) ve Nasır olmak üzere din felsefecileri tarafından tartıĢılan dini çoğulculuk ve mutlaklık iddialarının ortaya atılmasının nedenlerinden birisi dünyada çeĢitliliğin bir norm haline gelmesi ve bir inanç karıĢımın yaĢanmasıdır. Dini çoğulculuk meselesinin dini, felsefi ve metafizik boyutu doğrudan sosyolojiyi ilgilendirmemekle beraber dini çoğulculuğun, çoğulculuğun farklı bir boyutu olan ahlaki bir çoğulculuğa yol açma riski sosyolojik açıdan kabul edilemez. Çoğulculuk adı altında ahlaki anlamda dinlerin hoĢ görmediği davranıĢ biçimlerinin meĢru hale gelmesi kabul edilemez. Kalın (2008: 154-155)‟a göre “bir arada yaĢama iradesi temelde ahlaki bir duruĢtur. Biz ahlakın kaynağının din olduğunu düĢünüldüğümüzde bugün yapılması gereken farklı dinlere mensup insanları ortak manevi değerlerde buluĢmaya teĢvik etmektir. Ahlaki temellere dayanmayan bir çoğulculuk bizi ancak kültürel anarĢizme götürür. Temel anlamda ahlaki bir fikir birliğinden yoksun bir toplum varlığını sürdüremez.” Gellner (1994: 105) ise postmodern bir bakıĢ açısıyla olaya yaklaĢmakta ve görelikçiliğin ahlaki hiçliği bağrında taĢıdığını ileri sürmektedir. Ona göre bu kaçınılmaz bir durumdur, itiraz edilmesi gereken bir akım değildir. Burada dikkat edilmesi gereken asıl Ģey görelikçiliğin “biliĢsel nihilizme” yol açıp açmama tehlikesidir. Ahlaki temelden yoksun tamamıyla “yararcı anlaĢma”larda kurulan; hatta bu anlaĢmalara uyma konusunda bile birbirlerine güvenmeyen ve birbirlerini rakip gören çıkar gruplarının Ģekillendirdiği bir toplum, mensuplarından fedakarlık bekleyemez; dolayısıyla ciddi bir tehditle karĢılaĢtığı zaman ayakta kalamaz (Berger,2002b: 92-93). Eğer din modern dünyanın karĢı karĢıya olduğu anlam krizine

karĢı en güçlü ve etkili alternatif ise; gerçekliğin çoğulluğu, yerini gerçekliğin tekliğine bırakmak zorundadır (Sarıbay, 1995: 82).

Dünyanın enformasyon ağlarıyla örülerek birbirine bağlanmasıyla birlikte dinin ve dini otorite kaynaklarının ciddi bir değiĢim ve dönüĢüm geçirdiği görülmektedir. Özellikle internetin dini yorumları ve fikirleri yaymanın bir aracı haline gelmesiyle kurumsal bilgi üretim mekanizmalarının meĢruluğu ortadan kalkmıĢtır. TartıĢmalar ulusal zeminde gerçekleĢmediğinden meĢru bir otorite de tanımamakta, sansürün denetiminden kurtulmaktadır (Roy, 2003: 85). Bilginin geniĢlemesi, demokratikleĢme, bireyselleĢme ve kamusal tartıĢma zemininin yataylaĢması yeni bir dini kamusal alanın yerleĢmesine imkan tanımaktadır (Roy, 2003: 153). Ġnternetin dini amaçla kullanılmasıyla birlikte e-cihat, dijital kılıç, fatwa-online, islam online, inter-fada, çevrim içi islami otorite, fıkıh konseyi vb. yeni bazı kavramlarında din literatürüne eklendiği görülmektedir (Bunt, 2007: 11).

Dini enformasyonun din görevlilerinin monopolünden çıkması toplumdaki her bir ferdin dini söylemi alma, nakletme, yayma, zenginleĢtirme, yorumlama vb. süreçlere katılabilmesinin meĢru ve makul Ģartlarının oluĢması dine bireysel ve sosyal seviyede daha canlı, dinamik bir alan açmaktadır. Bu durumda dini kurumların geleneksel olarak ellerinde bulundurdukları otoriteler dönüĢüm geçirmektedir. Otorite bunalımı yeni dinsel söylemleri ve bunun aktörlerini ortaya çıkarmaktadır (Roy, 2003: 82-161). Tıpkı ekonomideki esnek üretim sistemi gibi üretenin yönlendirdiği sisteme karĢı kullanıcının yönlendirdiği bir dinsel siber alan ortaya çıkmaktadır. Dini kimliği ne olursa olsun kullanıcıların hem geleneksel dini otoritelerle hem de geleneksel olmayan merkezlerdeki otoritelerle temasta olması bazı durumlarda dini konulardaki bilinen geleneksel uygulamaları bozmakta, yeni dini algılayıĢların ve teolojik açıdan yeni yorumlara ve yaklaĢımlara yol açabilmektedir. Bunun Ġslami açıdan geleneksel bilgi kaynaklarını güçlendirdiğini mi yoksa zayıflattığını mı söylemek Ģimdiden zordur (Bunt,2007:262). Buradan Ģunu söyleyebiliriz: “Ġnternet ister dini yayma ve cemaat oluĢturma amacıyla isterse de sekülerleĢtirme amacıyla kullanılsın her zaman bir kültürsüzleĢtirme aygıtıdır. Çünkü iki farklı dizgenin varlığını onaylamaktadır. Dinin bulunmadığı bir gündelik yaĢam ve dinin her yerde hazır ve nazır olduğu sanal bir ortam (Roy, 2003: 169).

Dinler belli alanlarda eĢitlenerek görecelileĢtiğinden Berman (2009)‟ın ifadesiyle katılıkları buharlaĢtığından dinsel olanla olmayan arasındaki ayrım yavaĢ

yavaĢ anlamını kaybetmekte ve dinin sosyal hayata etki boyutu sınırlandırılmaya