• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.6. AK Parti’nin Medeniyet Anlayışının Temel Unsurları

1.6.1. Muhafazakâr Demokrasi

Muhafazakarlık kavramı, kökü itibari ile incelendiğinde Latince “consarve” kelimesinden türetildiği görülmektedir. Bu bağlamda, kelimenin “muhafaza etmek” ten geldiği anlaşılır. Muhafaza edilen şey, genel itibari ile eski ve yerleşik olana atıfta bulunur ve mevcut durum ve düzeni işaret eder. Benzer şekilde, muhafazakâr düşünce; toplumsal ve siyasal değişimlerin, mevcut düzen ve zihniyetlerin sarsılmasına sebebiyet vermeden yavaş yavaş gerçekleşmesini amaçlamaktadır. Bu noktada, muhafazakarlık kavramında, eskinin korunmasına yapılan vurguya rağmen, modernleşmenin seyri ile bağlantılı şekilde en çok değişime uğrayan ve dahası değişime açık konumda bulunan siyasal bir tutum olduğu gözden kaçırılmamalıdır (Mert, 1997: 58).

Muhafazakârlık kavramının kullanım tarihi incelendiğinde, ilk olarak Fransa’da 1818 yılında yayımlanmaya başlanan bir gazetenin adı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ardından İngiltere’de 1832 yılına kadar “Tories” adı ile faaliyet gösteren siyasi partinin, ismini Muhafazakâr Parti olarak değiştirmesi ile kavram kullanımını sürdürmüştür. Bu değişimin sonucunda bir bakıma muhafazakarlık kavramının, İngiltere’de gündelik hayat içinde kullanıma girdiği söylenebilir. Kavramın ilk kullanılmaya başlandığı tarihten bu yana geçen yaklaşık iki yüz yıllık süreçte, Muhafazakârlık olgusu, sosyal ve siyasi bir doktrin olarak, siyasal ve toplumsal hayatın içinde konumlanmaya devam etmektedir (Beneton, 1991: 7).

Muhafazakarlık konusunda yazılan eserler incelendiğinde, ilk teorik çalışmanın İngiliz düşünür Edmund Burke tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir. Fransız Devrimi’nden hemen bir yıl sonra yani 1790’da ortaya konulan “Fransa’da Devrimin Etkileri” adlı çalışma bu konudaki ilk eser olarak kabul edilmektedir. Muhafazakarlığın ilk ideoloğu sayılan Burke; İngiliz ve Fransız Devrimlerini karşılaştırarak bir toplumsal reform için yapılması ve yapılmaması gereken hususları sıralamıştır (Çiğdem, 1997: 39). Bu karşılaştırmanın sonucunda, Burke, Fransız Devrimi için toplumsal ilişkileri görmezden gelen ve ülkeyi devrim sonrası boş bir levha olarak olarak algılayıp her şeyi yeniden inşa etme eğiliminde olmuşlardır. Bu anlamda Burke için toplumsal ilişkiler bireyin sınırlı bilgi ve becerileriyle ortaya koydukları değil, toplumun bir bütün olarak üretmiş olduğu gelenekler, görenekler ve tarihsel devamlılık içerisinde kuşaklar boyu

43

ürettiği her şey olarak anlamlandırmaktadır (Burke, 1993: 87). Çünkü Burke için kuşaklar boyunca insanlar tarafında biriktirilmiş muhafaza edilmiş olan kolektif aklın bir ürünüdür. Bundan dolayıdır ki Burke, İngiliz Common Law geleneği için yüzyılların birleşik aklı şeklinde ifade etmektedir (Burke, 1993: 95).

Burke tarafından İngiliz Devrimi’nin yöntemlerinin yeğlenmesinde, hanedanlık kurumunun korunması niyeti etkili olmuştur. Bir hanedanın yerine başka bir haneden gelmiş olsa da süreç içinde hanedanlık kurumunun muhafaza edilmiş olması önemlidir. Çünkü Burke; geleneksel kurumların korunduğu, mevcut kurumlarla uzlaşmanın sağlandığı ve böylece otorite yıkımına başvurulmadan gerçekleştirilen doğal bir değişimi savunmaktadır (Duman, 2010: 112).

Anglo-Amerikan muhafazakarlık anlayışında, köklü değişimler yerine doğal ve evrimci bir değişim savunulmaktadır. Bu muhafazakârlık anlayışı, güçlü devlet anlayışının hâkim olduğu, kurum ve kuruluşların korunup kollanarak siyasi bir araç haline gelmesine müsaade edilmeyen pragmatik bir faaliyet alanıdır (Vincent, 1992: 82). Günümüz muhafazakarlık anlayışı; genel olarak kültürel alanda eski olanla yeni olanın beraber yaşaması üzerine kurgulanmaktadır. Bu durum köklü değerler sisteminin korunması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hali ile muhafazakarlığın birleştirici bir vasfa sahip olduğu söylenebilmektedir. Turner’a (2006: 87) göre muhafazakarlığın en temel kavramları; aile, din, devlet ve milliyettir. O, ayrıca, muhafazakarlığın doğal hiyerarşik düzenin sürdürülmesine yönelik olduğunu düşünmekte ve toplum içindeki rol ve statülerin, bununla uyumlu şekilde yapılandırıldığını savunmaktadır.

1980’lerden itibaren değişime uğrayan Muhafazakarlık, artık “Yeni Muhafazakarlık” olarak ele alınmakta ve adlandırılmaktadır. Muhafazakarlığın Aydınlanma öncesine yaptığı vurgu, değişen Yeni Muhafazakarlık düşüncesinde kabul edilmemektedir. Dahası Yeni Muhafazakarlık düşüncesinde, Muhafazakarlık; Aydınlanmanın ve Burjuva Devriminin kabul edilmemesi nedeniyle reddedilmekte ve hatta suçlanmaktadır (Miner, 1996: 173).

Kabaca ayırmak gerekirse; Aydınlanma devriminin toplumsal yapıda var olan değerleri radikal biçimde değiştirmesi, Muhafazakarlıkta odağa alınırken, Yeni Muhafazakârlar,

44

değişime bu derece karşı çıkılmasına anlam verememekte ve bu karşı koyuşun kendisini yadırgamaktadır. Bu noktada, Yeni Muhafazakarlığın ilerlemeci düşünceye karşı olmaması ve bugün ile geleceğin ustaca harmanlanmasına yapılan vurgu, kilit unsurdur (Giddens, 1996: 32).

Yeni Muhafazakarlara göre özgürlük; demokrasinin tek normatif kurucu unsurudur. Ayrıca güçler ayrılığı, kontrol ve denge mekanizmaları, düzenli ve adil seçimler gibi yapısal kurucu unsurlar bulunmaktadır. Demokrasinin normatif kurucu unsuru, yapısal kurucu unsurlar aracılığı ile garanti altına alınmaktadır. Dolayısıyla Yeni Muhafazakarlıkta, yapısal demokratikleşme tek gerçekleşebilir seçenek olarak gündeme gelmektedir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, demokratikleşme; mevcut siyasi yapının, düzenli seçimlerin yapıldığı, kontrol ve denge mekanizmalarının bulunduğu bir biçime dönüştürülmesidir (Ish-Shalom, 2007-2008: 546-547).

Yeni Muhafazakarlığın ortaya çıkmasındaki en temel sebeplerden bir tanesi; liberal demokrasi prensipleri ile refah devleti (welfare state) uygulamalarında gözlenen demokratik ilkelerin zayıflamasıdır. Bu, gündelik yaşamda demokratik ilkelerin deneyimlenmesini güçleştirmektedir. Yeni Muhafazakarlığın ortaya çıkışı dikkate alındığında; özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelen baskıcı faşist yönetimler ve liberalizm karşıtlığından kaynaklı devletin denetlenme gerekliliğini savunan sosyalist politikaya karşı ortaya çıktığı görülmektedir. Yeni Muhafazakârlığı savunanlar, ekonomik gelişmenin bir aracı olarak pazar ekonomisine duyulan ihtiyacı kabul etmektedir. Bunun yanı sıra, Yeni Muhafazakârlar, Geleneksel Muhafazakârlardan da, kapitalizm öncesi geleneklerin önemini almaktadır (Dubiel,1998: 65).

Yeni Muhafazakarların öne sürdüğü temel düşünceler incelendiğinde, birkaç önemli sonuç dikkat çekmektedir. Öncelikle günümüz modern liberal toplumların; değerlerinden, kültürel kimliklerinden kopmuş toplumlar olarak değerlendirilemeyeceği aşikardır. Çünkü böyle bir durumun ortaya çıkmasında, bu tür modern toplumların çökmesi kaçınılmazdır. Ancak ekonomik gelişme, özgürlük ve yaratıcılık gibi modern liberalizmin iddia ettiği değerler silsilesinin korunması halinde, bu toplumların varlıklarını devam ettirmeleri mümkündür. Aslında, Yeni Muhafazakarlık düşüncesinde savunulan devlet, gelenek, din, millet ve otorite gibi değerlerin, aslında geleneksel

45

muhafazakarlığın değerleri olduğu görülmektedir. Yeni olan ise; geleneksel muhafazakarlığa ait değerlerin liberal toplumun güvence altına alınması için kullanılmasıdır. Yani, Yeni Muhafazakarlığın “yeniliği”, liberal toplumlar ile kurulan ilişki bağlamında şekillenmektedir (Bora, 1997: 15).

Yeni Muhafazakarlığın, kapitalizm ve yeni ekonomik, siyasal ve kültürel şartlar ile ilişkisinin uyumlu olduğu görülmektedir. Değişimin yadırganmadığı bu anlayışta, artık piyasa ekonomisiyle, liberalizmle, teknoloji ve teknik akılla barışılmış olunması dikkat çekmektedir. Gelenek, din, millet, devlet, otorite ve benzeri değerlerin ise; eski Muhafazakârlıktan geriye kalan, korunmaya devam edilen değerler olarak sürdürüldüğü görülmektedir. Liberal değerler ise; evrenselliğin yakalanması yerine, Batılı geleneklere özgü tarihsel miraslar biçiminde kodlanmaktadır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Yeni Muhafazakârlık; liberal siyasal geleneğin özcü savlarla gizlenen yüzünün tekrar görünür hale gelmesi olarak değerlendirilebilmektedir. Sonuç olarak Yeni

Muhafazakârlık; kapitalizmin teknolojik yönüyle uyum sağlayan, ayrıca

Muhafazakârlığın modernizme dönük eleştirisini kültür ile sınırlandıran bir rolü üstlenmektedir (Erler, 2007: 128).

AK Parti siyasetinde Muhafazakârlık ya da Muhafazakâr Demokrasi anlayışı incelendiğinde; Menderes ve Özal gibi, sağ görüşlü siyasi partiler ile benzer bir çizgiyi taşıdığı söylenebilir. Ancak bu sağ görüşlü partilerden farklı olarak, Ak Parti’nin Medeniyet Anlayışında, dinin yani İslami hassasiyetlerin çok daha fazla yer bulduğu ve gözetildiği görülmektedir. Bu hassasiyetler ile uyumlu olarak, Türkiye’nin kurulmasından bu yana, toplumsal yapının her alanında tartışmaları doğuran üç farklı ideolojinin, AK Parti siyasi anlayışında birleştirilmesi amaçlanmaktadır (Akdoğan, 2003: 105). Bahsedilen üç farklı ideoloji; -kuşkusuz- İslamcılık, Milliyetçilik ve Batılılaşmadır. Din ve milliyetçilik, Muhafazakâr demokrasi anlayışında en önemli taşıyıcı unsurlar olarak gündemdedir. Batıcılık ise; her ne kadar genel anlamıyla Muhafazakarlığın karşısında konumlanıyor görülse de Yeni Muhafazakarlık anlayışı sayesinde artık bir sorun gibi değerlendirilmemektedir (Tekin, 2004: 97-100).

Bu noktada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birçok konuşmasında karşılaşılan Muhafazakâr Demokrat kavramsallaştırmasından bahsedilmesi gerekmektedir. Bu kavram aslında yeni

46

bir kavram olarak değil, “İslami demokrat” kavramı yerine kullanılan bir kavramdır. Yeni bir siyaset anlayışı oluşturmaya çalışan AK Parti’nin kuruluş yılı olan 2001’den itibaren bu amacı ile uyumlu faaliyet gösterdiği akılda tutularak, bu kavramsallaştırmanın da bu bağlamda değerlendirilmesi gerekmektedir. Muhafazakâr demokrat kavramından farklı olarak, İslami demokrat kavramı, doğrudan dine atıfta bulunmaktadır. Tam da bu farklılık, AK Partinin kavramsallaştırma tercihini etkileyen noktadır. Muhafazakarlık; Türk toplumsal yapısı ve geleneklerinin devamlılığını işaret etmektedir; demokratlıkta ise, demokrasiyi temel alan siyasal sistemin oluşturulması temel amaçtır. Yani, muhafazakâr demokrat kavramında, yerellik ile evrenselliğin birleştirilme hedefi görülmektedir. AK Partinin de, yerellik ile evrenselliğin birleştirilmesi noktasında kendi iddiasını ortaya koyması açısından, kendi siyasi kimliğini tanımlarken, “muhafazakâr demokrat” kavramsallaştırmasına başvurmayı tercih ettiği görülmektedir (Akdoğan, 2003: 21). İslamcılık etiketini, kendi siyasi kimliği ile özdeşleştirmeyen AK Parti, bu nedenle Millî Görüş Hareketi ile anılan İslamcılık kavramı yerine, Muhafazakarlığı tercih etmektedir. Ayrıca bu tercihi ile -yani muhafazakâr demokrat söylemi ile- kendi özgünlüğünü ortaya koymaktadır (Duran, 2018: 50).

Diğer yandan, herhangi bir siyasi partinin dini temelle yapılanması, kaçınılmaz bir tartışmayı beraberinde getirmektedir. Bu tartışma; dini saikler ile kurulan, din temelli bir kimliğin sergilendiği bir siyasi partinin, aslında dine yapılan bir çeşit haksızlık olması ile ilgilidir. Din, her ne sebeple olursa olsun toplumsal yapıda farklılaşmayı tetiklememeli ve toplumsal bölünmeye izin vermemelidir. Çünkü din, tüm toplumu kuşatan, tüm toplumun paylaştığı ortak bir değerdir. Bu nedenle hiçbir siyasi oluşumun, dini, bir taraf konusu haline getirerek faaliyet göstermesi, uygun görülmemektedir. Tüm bu sayılan nedenler çerçevesinde, AK Parti’nin siyasi anlayışında muhafazakarlık olgusunun önemi anlaşılmaktadır. Toplumun paylaştığı tüm ortak değerlerin kabul edilip, sahip çıkıldığı muhafazakarlık olgusunda din; bu ortak değerler arasında kutsal bir öğe olarak var olmaktadır. Bu doğrultuda, AK Parti’nin, dinin önemsendiği ve demokratik bir tutumun sergilendiği noktada, bahsedilen ortak değerlerin çerçevesinde kendini inşa etmesi, oldukça anlamlıdır (Akdoğan, 2003: 108).

47

Ayrıca din ve muhafazakarlık ilişkisi dikkate alındığında, dinin, muhafazakarlıktaki en önemli unsurlardan biri olduğu dikkat çekmektedir. Muhafazakâr düşüncede din; toplumsal yapıda sergilediği işlev nedeniyle toplumun devamlılığı için elzemdir. Bu noktada, Muhafazakarlıkta, dini anlayışların, modernite ile harmanlanarak dünyevi ilişkiler bağlamında yeniden yorumlandığı söylenebilir. Diğer yandan dinin siyasete dahil edilme şekli, laiklikle ilgili bir tehlikeyi akıllara getirmektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken, dinin, siyaset içinde kullanım şeklidir. Bireylerin dini inançları ile uyumlu şekilde siyasi kararlar vermeleri ya da dini inançları üzerinden siyaset yapmaları, laiklik ile çatışan bir durum değildir. Aksine, bu durum doğrudan sosyolojik bir meseledir. Ancak siyasetin din üzerinden yapılması, dinin siyaset içinde araçsallaştırılması ve dinin dışlayıcı bir değer olarak siyasete dahil edilmesi laikliğe aykırı bir durumdur (Akdoğan, 2003: 108).

AK Parti’nin muhafazakâr demokrat anlayışı; 10 Ocak 2004 tarihinde gerçekleştirilen “Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi” konferansının açılış konuşmasında, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ele alınmıştır. Erdoğan, bu anlayışın; muhafazakârlığın kökeni ve tarihsel referans noktalarına uyarlanan, ancak aynı zamanda siyaset yapılan bölgenin sosyokültürel yapısını, gelenek göreneklerini de odağında bulunduran bir düşünce olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca bölgeye özgü toplumsal değerlerin de, statik unsurlar olarak devam etmediğini belirtmektedir. O’na göre evrensel muhafazakârlığın siyaset anlayışı içinde, yerel değerler, kendiliğinden gelişen değişim sürecine girmeli ve bu yolla doğal bir dönüşüm geçirmelidir. Konuşmasının devamında Erdoğan, ayrıca siyasetin bir uzlaşı alanına sahip olması gerektiğine değinmiş ve bu gereklilik doğrultusunda, totaliter ve otoriter anlayışlardan uzak bir mutabakat alanına ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir. Bu alanın kurulmasında ise, sivil toplum kuruluşlarının varlık ve faaliyetleri büyük önem arz etmektedir (Erdoğan, 2004: 9).

Laiklik konusunda ise, muhafazakâr demokrasi düşüncesine göre, devletin bütün dinlere ve düşüncelere, herhangi bir tarafı öncelemeden, eşit mesafede durması gerekmektedir. Her ne kadar toplumsal bir değer olarak kabul edilse de, din üzerinden siyaset yapılması muhafazakâr demokrasi anlayışında uygun görülmemektedir. Dini sembollerin siyasete

48

alet edilmeme gerekliliği sıklıkla vurgulanmaktadır. Siyaset sahnesinde dinin kullanılması durumunda; bir yandan dinin araç haline getirilme riski ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, bu durum, toplumsal barışa herhangi bir katkı sunmayacak, hatta tam tersine çeşitli bölünme ve parçalanmaları tetikleyecektir. Yani, dinin siyaset içinde kullanılması, hem dini, hem de sosyal açıdan ikili bir tehlike arz etmektedir. Bu bağlamda Erdoğan’ın, AK Partinin, dine ve dindarlara önem verdiğini belirtmesi, ancak dini, ayrıştırıcı bir ideoloji olarak kullanan ve zorla toplumu dönüştürmeyi amaçlayan bir parti olmadığını vurgulaması oldukça önemlidir. Sonuç olarak Erdoğan, AK Partinin muhafazakâr demokrat kimliğini; “tarihini, kültürünü önemseyen ve farkında olan, bunun yanı sıra muhafazakârlığı ve dini de önemseyen, demokratik bir formda kendisini inşa eden ve dönüştüren bir düşünce biçimi” olarak tanımlamaktadır (Erdoğan, 2004, 8).

Erdoğan açıklamasında, AK Partinin muhafazakarlığı esas alan bir kitle partisi olduğunu iddia etmektedir. Bu iddia toplumun isteklerinin yansıtılmasını gerektirmektedir. O’na göre toplumun hiç de azımsanmayacak bir bölümü gelenekseli dışlamayan modernlik; yerelliğin farkında olup savunan evrensellik; anlamı hariç tutmayan rasyonellik; köktenci olmayan değişim ve dönüşümü talep ve tercih etmektedir (Erdoğan, 2004: 8). Böylece AK Parti’nin medeniyet anlayışında muhafazakâr demokrasi; siyasetin bir uzlaşma alanı olarak tasavvur edilmektedir. Yani, AK Parti’nin kendini tanımlarken başvurduğu Muhafazakâr Demokrat kimliği; bir mutabakat alanı olarak siyasetin kullanılmasını beraberinde getirmektedir. Bu siyaset anlayışında farklılıklar sosyokültürel yapıdaki zenginlik olarak ele alınmaktadır. Ayrıca otorite ve yönetimin merkezinde milli irade unsurunun var olduğu kabul edilmektedir. Genel olarak böyle bir siyaset anlayışında, siyasi tutum ve davranışların kamplaşmaya ya da kutuplaşmaya mahal vermeyeceği; aksine beraberlik ve hoşgörüyü destekleyecek nitelikte sonuçları doğuracağı tahayyül edilmektedir (Akdoğan, 2003: 16).

Sonuç olarak; AK Parti’nin, kendi Medeniyet anlayışını inşa ettiği üç temel öğeden biri olan Muhafazakâr Demokrasi kavramı, 30 Eylül 2012’de yayımlanan AK Parti 2023 Siyasi Vizyonu belgesinde açıkça belirtildiği gibi partinin hem iç hem de dış siyasetinin kurgulanmasında etkili olmuştur.

49

“…AK Parti’nin geliştirdiği “muhafazakâr demokrat” siyasi kimlik, kurumsallaşarak büyük bir siyasi cazibe merkezine dönüşmüş ve diğer bölge ülkelerine örneklik teşkil edecek bir ilham kaynağı haline gelmiştir.” (AK Parti, 2015: 4).

Tüm siyasetin kurgulanmasında başvurulan Muhafazakâr Demokrat kimliği, yayımlanan tüm siyaset belgelerinde ifade edilen tüm söylemlerde fark edilmektedir. Bu durumda Partinin, kendi ideolojisini, Muhafazakâr Demokrat kavramı üzerine inşa ettiği anlaşılmaktadır.