• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.2. Kültür Kavramının Tanımı

Antropolojinin temelini oluşturan kültür kavramı, Sosyal Bilimler alanında fikir birliğine varılamayan ender kavramlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, hem tanımlanması, hem de yapılan çok çeşitli tanımlamalar arasında birinin diğerine tercih edilmesi hususunda ortak görüşün sağlanamaması ile ilgilidir. Kültür üzerine geliştirilen farklı tanımlamalar, 1952 yılında, Alfred Luis Krober ve C. Kluckhohn tarafından derlenmiş ve tartışılmıştır. Bu iki Amerikalı Antropolog tarafından ulaşılan 164 tanım, kültürün, hem doğası ve niteliği hem de kapsamıyla ilgili olarak kendi içerisinde farklılıklar içermektedir. Yine de, ortak noktaları dikkate alındığında, bahsedilen çok çeşitli kültür tanımlamaları, temelde seçkin sanatsal faaliyetleri, bir grup ya da halkın yaşam biçimini ya da paylaşılan sistem ve şablonları işaret edecek şekilde yapılandırılmıştır. Buna göre, kültür tanımlamalarının üç ana grupta ele alınması, aynı zamanda kültürün, estetik, antropolojik ve sembolik anlam ve tanımlamalarına işaret etmektedir (Edles, 2006: 5-6).

Kültürün estetik tanımlamasında, bu kavram, estetik duyarlılık, sofistikasyon ve rafineleşme bağlamında ele alınmaktadır. Bu tanımlamada, kolektif bir olgu olmasına rağmen, kültürün, bireysel niteliklere atıfta bulunacak şekilde kullanılması, önemli bir kavramsal problemi doğurmaktadır. Temelde kolektif bir olgu olan ve üyeleri tarafından paylaşılan kültürün, tekil unsurları işaret etmek için kullanılması, buradaki temel sorundur. Diğer yandan, kültürün seçkinci kavramsallaştırılması, yani yüksek/alçak kültür zıtlığında sadece seçilmiş kültürel formların hakiki görülmesi, kültürün estetik tanımlamasındaki bir diğer önemli kavramsal sorundur (Edles, 2006: 6-7).

Kültürün antropolojik tanımlamasında, estetik tanımlamasında fark edilen, tekilcilik ve seçkincilik sorunlarının aşıldığı ve kültürün, gündelik yaşamın önemli bir unsuru olarak ele alındığı görülmektedir. Ayrıca Tylor’ın antropolojik kültür tanımlaması, kültürün en tutarlı ve en kapsamlı açıklamasını Sosyal Bilimler literatürüne kazandırmaktadır (Aksoy, 2013: 73). Antropologlar için insan hayatında, başka hiçbir olgu ya da olayın etkili olamayacağı kadar etkili olan unsur, kültürdür. Alfred Luis Krober, toplumsal ve bireysel düzeyde, tüm bireyleri etkileyen, üyelerinin yaşam tarzlarını şekillendiren ve

21

aynı zamanda açıklayan güçlü olgunun kültür olduğunu belirterek, bu görüşe en önemli katkıları sunmaktadır (Kroeber ve Kluckhohn, 1952: 185).

Kültürün sembolik tanımlamasında ise, kolektif bir yapıya sahip olma ile paylaşımlı niteliğin ön plana çıktığı görülmektedir. Ayrıca antropolojik ve sembolik kültür tanımlamalarının her ikisinde de, kültürel sistemlerin etkileşimli yapısına yapılan vurgu dikkat çekmektedir. Tarihsel olarak, belirli bir alanla bağlantılı şekilde varlık kazanan kültürel sistemler, farklı toplumsal yapılarla kurduğu ilişkiler sayesinde ilişki içerisinde bulunmakta, hatta birbirlerinin yapılarına karışmış halde var olmaktadırlar (Edles, 2006: 14).

Kültüre ilişkin çok çeşitli tanımlama ve kavramsallaştırmalara ek olarak, dinamik bir çalışma alanına sahip olan kültür çalışmalarında, her geçen gün değişen sosyal koşullarla bağlantılı olarak yeni tanımlamalar eklemlenmektedir. Bahsedilen sayısal çokluk, Özönder’e (2001: 1) göre, farklı kültürlerin varlığı ve bu farklı kültürel yapıların kendi kültür tanımlamalarını yapılandırmaları ile ilişkilidir. Buna göre birbirine benzemeyen farklı kültürler ile bu kültürlerin çıkış kaynaklarınca yapılan kültür tanımlamaları, tarihsel ve sayısal manada, tanımlamaların çokluk sebebi olarak görülmektedir. Bu alanda yapılan çalışmalarda yaygın karşılaşılan sorun da, tam olarak bu sayısal ve niteliksel çokluk ile ilgilidir. Haviland, Prins, Walrath ve McBridge (2008: 106-110)’a göre, bu zorluğun üstesinden, kültürün özelliklerinin incelenmesi yoluyla gelinebilinir. Her ne kadar kendilerine has birçok özelliğe sahip olsalar da, tüm kültürlerin paylaştığı çeşitli özellikler bulunmaktadır. Kültür araştırmacılarının da üzerinde fikir birliği sağladığı ortak özellikler, bütünsellik, öğrenilme, paylaşılma, dinamiklik ve simgesellik olarak kabul edilmektedir. Bu temel ve ortak beş özelliğin incelenmesi, tüm genel bir kültür algılayışında önemli görülmektedir.

Kültürün bütünsel olma özelliği, onun, düzenli bir bütün olarak işlev gören ve iyi/sağlıklı şekilde yapılanmış bir sistem olması ile ilişkilidir. Kültürün farklı parçalardan oluşması ve her farklı parçanın kendine has özellikler taşıması, bahsedilen bütünsellikte etkilidir. Ancak burada önemli olan, sistem içindeki konumları ile ayrı birimler kabul edilen bu parçalar arasındaki sınırların, çoğunlukla belirsiz ve silik olmasıdır. Ayrıca bu parçalar arasında tutarlılık bulunmakta, ancak bu tutarlılık, tam bir uyuma işaret etmemektedir.

22

Çünkü tam bir uyumun, hiçbir zaman gerçekleşemeyeceği, tüm kültürlerde, birey ve kurumlar arasında farklı düzeylerde çatışmaların olacağı kabul edilmektedir. Farklı seviyelerde gözlenen bu çatışmalar, bütünlüğe zarar verecek düzeye ulaşmadığı sürece, sorun teşkil etmemektedir. Öyle ki, bu çatışmalar için kültür, kendi çözümünü üretmekte, bunda başarısız olsa dahi, zaman içinde tutarlı bir bütünlüğe tekrar sahip olmaktadır (Amman ve Aslantürk, 2012: 141-42).

Kültürün her bireyin içine doğduğu ne kültürlenme vasıtası ile onu öğrendiği ve içselleştirdiği bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu aynı zamnda öğrenilen bu davranış kalıplarının toplumun diğer üyeleri ile paylaşılan ve o kültürün üyesi olma süreci olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda kültürün öğrenme süreci her zaman bilinçli bir şekilde olmamaktadır. Çoğu zaman içindde bulunduğumuz kültürü öğrenme sürecinde bilinçli ve bilinç dışı bütün öğrenmeleri kapsamaktadır (Gelekçi, 2018: 253-254).

Kültür değişime kapalı, katı ve statik bir yapıya sahip değildir aksine kültür devamlı olarak değişime açık zamanın ruhuna uygun bir şekilde kendisini yenilyen bir olgusur. Varlığını kuşaktan kuşağa aktarımıda ancak bu değişim sayesinde ortaya çıkmaktadır (Aslan, 2004: 9).

Son olarak, kültürün simgesel olma özelliği bulunmaktadır. Simgeler, genel anlamda anlamlı temsil yollarıdır, ancak simgelerin anlam kazanabilmeleri, bireylerin simgeler üzerinde fikir birliği sağlamaları yoluyla mümkündür. Kültürün üyelerinin hemfikir olduğu işaret, sembol, amblem ve ses gibi unsurlar, simgeleşerek, çeşitli şeyleri anlamlı biçimde temsil etme kabiliyetine sahip olmaktadır. Bu bağlamda, toplumsal hayatta, bayrak, para ve ezgi gibi birçok simgenin bulunduğu ve bu simgelerin toplumun tüm katmanlarında etkin olduğu söylenebilmektedir (Aman, 2012: 139).

Bütünsellik, öğrenilme, paylaşılma, dinamiklik ve simgesellik özelliklerinin yanı sıra, kültür çalışmaları ve kültür tanımlamalarında yol gösterici niteliği olan temel bir dikotominin ortaya konulması gerekmektedir. Bu ikilik, biz ve ötekiler arasındadır. Gelekçi’ye (2003: 20) göre, bireyler, içinde yaşadıkları toplum ve kültürleri “biz”, kendi dışındaki topluluk ve onların kültürlerini “öteki” kavramsallaştırması ile ele almaktadır. Bu nedenle, kültür tanımlamalarında etkili olan iki farklı bakış açısı söz konusudur.

23

Bunlardan ilki, içten bakıştır ve içten bakış sayesinde, her kültür, kendi unsur, değer ve normlarını “doğru” olarak değerlendirmektedir ve ayrıca ötekilerin kültürlerine ilişkin unsur, değer ve normların değerleri, bu doğrulara göre tayin edilmektedir. Bu ise, kültür tanımlamalarında etkili olan dıştan bakışı oluşturmaktadır.

Değişen kuşaktan kuşağa aktarılan, ideal ve davranış kalıpları hakkında bilgi veren kültür, Sosyal Bilimler açısından, bir toplumu karakterize eden düşünce ve değer sistemi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca mimari, sanat, edebiyat, müzik, moda ve sporda yansımaları ile toplumu tanımlayan tüm varlıklara tesir etmektedir. Böylece, “toplumu oluşturan bireylerce paylaşılan inanç, değer, bilgi, alışkanlık, gelenek ve davranışlar”, kültürü işaret etmektedir (Cockerham, 1995: 66). Eliot (1981: 132) ise, kültürü, belirli bir mekânsal alanda, birlikte yaşayan belirli bir toplumun yaşam biçimi olarak tanımlamaktadır. Toplumun sanat, alışkanlık, sosyal ve inanç sistemlerinde yaşamakta olan kültür, bunların toplamından fazlasını işaret etmektedir. O’na göre nasıl ki bir insan, uzuvlarının toplamından daha fazlasını ifade etmekteyse; kültür de, sanat, gelenek, görenek ve dini anlayışların toplamından daha anlamlı ve büyük bir şeyi ifade etmektedir. Ayrıca, kültürü oluşturan bu unsurların tamamı, birbiri ile ilişkili halde var oldukları için, herhangi bir parçanın anlaşılması, öncelikle bütüne ilişkin bilgiye sahip olunmasını gerektirmektedir. Malinowski’ye (1992: 22) göre, somut tezahürlerinin herhangi biri üzerinden yapılan kültür incelemesi, birbirleri ile etkileşimde bulunarak örgütlenen, çeşitli semboller aracılığı ile ilişki kuran, insanın ürettiği çeşitli nesneleri kullanan bireylerin varlığını gerektirmektedir. Tüm bunlar dikkate alındığında, alet ve tüketim nesneleri, toplumsal birlikteliklerin organize edilmesi için hukuki belgeler, inançlar ve törelerin oluşturduğu bütünsel toplam kültürü işaret etmektedir (Malinowski, 1990: 39).

Daha önce ifade edildiği üzere, kuşaklar arasında aktarılarak varlığını devam ettiren alışkanlık, teknik, fikir ve davranışlardan oluşan bu sosyal miras, üyelerine, toplumsal hayatta karşılaşılan sorunların çözüm yollarına ilişkin bilgi gövdeleri sunmaktadır. Bu özelliği dolayısıyla, tüm toplumlarda gözlenen sosyal miras ve öğrenilen davranışların, aslında o toplumun kültürünü işaret ettiği söylenebilmektedir (Bilton ve ark, 2008: 14). Farklı bir ifade ile kültür; yeni nesillere, aynı birikim ve geleneği paylaşan bireylerce aktarılan ve bu yolla öğrenilen davranışların tümüdür (Erkal, 1998: 131).

24

Fitcher ise, kültürü, bileşke kavramı ile açıklamaktadır. Ona göre kültür, toplumdaki bireylerin paylaştığı, toplumsal kurumların meydana getirdiği bir bileşke özelliğine sahiptir. Kültürün en büyük parçası, bu kurumlarken; davranış örüntüleri, kültürün en küçük parçalarını meydana getirmektedir. Eşgüdümlü çalışan kurumlar, fonksiyonel bir sistem özelliği göstermektedir. Kültürün toplumdaki işlevleri ise;

• Toplumda bir yaşama şeması/deseni sağlama,

• Toplumun değerlerini tek bir çatı altında toplayıp yorumlama,

• Sosyal dayanışma için gerekli olan zemini oluşturma,

• Kültürel farklılıklar ekseninde, toplumların birbirinden ayrılmasını sağlama ve

• Üyelerinin sosyal kişiliklerinin oluşmasına katkı sağlamadır (Fichter, 1996:

136-137).

Özkul (2013: 31), daha geniş perspektife sahip ve daha kuşatıcı bir kültür

kavramsallaştırması için Taylor’un tanımlamasına bakmak gerektiğinden

bahsetmektedir. Onun kuşatıcı niteliği, toplumsal gerçekliğin anlamı konusunda daha geniş bir açıya sahip olmasından ileri gelmekte ve kuşkusuz en kapsamlı ve en fazla kabul edilen tanımlama özelliğini taşımaktadır. O’na göre “kültür; bir toplumun üyesi olarak insanın elde ettiği bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, gelenek ile diğer yetenek ve alışkanlıklarını kapsayan bütündür.” (Ogburn, 1964: 1). O’na göre bilgi ve imanı, sanat ve ahlakı, örf ve adetleri kapsayan, dahası mensup olunan cemiyetlerin bir organı olarak bireylerin sahip oldukları alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür, kültür (Turhan, 2006: 37).

Sonuç olarak, bireylerin tüm hayatlarına tesir eden kültür olgusu, üyelerinin

inançlarından davranışlarına, değerlerinden, konuşma tarzlarına, gündelik

alışkanlıklarından davranış üsluplarına kadar her alanda gözlemlenmektedir. Bireylerin kültürel varlıklar olmasıyla ilgili olarak, bireyi birey yapan tüm özelliklerinde, kültürel unsurların varlığından bahsedilmektedir. Böylece birçok farklı etkinin yanı sıra, bireylerin, karar verme ya da belirli bir durum üzerine söylem üretme süreçlerinde, kendi kültürel özellikleri ile birlikte eyleme geçtiği kabul edilmektedir. Bahsedilen bu eylem ve söylemler, gündelik hayatta karşılaşılan herhangi bir durum üzerine olabileceği gibi,

25

siyasi ya da ekonomi temelli de olabilmektedir. Böylece geniş bir nüfuz alanına sahip kültür olgusunun, bireysel, sosyal, siyasal ve ekonomik sistemler üzerindeki çeşitli ve güçlü etkisi, yadsınamaz hale gelmektedir.