• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KURAMSAL ÇERÇEVE VE METODOLOJİ

2.1. İnşa Kuramı

2.1.3. İnşa Kuramı Bağlamında Kültür ve Dış Politika İlişkisi

2.1.3.2. Kültür ve Uluslararası İlişkiler

Kültür olgusunun entelektüel tartışma konuları arasına girmesi, Alman felsefeci Johan Gottiered Von Herder’in çalışmalarına denk gelmektedir. Antropoloji disiplini içinde hak ettiği önemi kazandıktan sonra, Siyaset Bilimi ve ardından Uluslararası İlişkiler çalışmalarında önem kazanan kültürel açıklamalar, temelde Aydınlanmacı geleneğin akıl ve rasyonel düşünceye atfettiği önemle karşıtlık içindedir. Kültürü, ilerlemenin önündeki engel olarak gören liberalizm ve dış politikanın kaynağı olma konusunda- dışlayan geleneksel realizmin karşısında, sosyal inşa kuramı öne çıkmakta ve dini pratik ve etnik gruplara verdiği dikkat ile rasyonalizmin iddiaları ile çelişmektedir. Öyle ki sosyal inşa kuramında, uluslararası politikanın en önemli ve kapsayıcı kurucu olgusu, dışlanan ya da etkisiz kabul edilen kültürün bizatihi kendisidir (Fischer, 2006 :27).

Uluslararası İlişkiler alanında kültürün ve kültürel açıklamaların yadsınamaz konumunu gösteren en önemli örnek, yine İkinci Dünya Savaşı sırasına denk gelmektedir. Türkçe’ye,

70

“Krizantem ve Kılıç” adıyla çevrilen “The Chrysanthemum and the Sword” isimli çalışma, Japon kültürünü en ince ayrıntısına kadar tanımak isteyen ABD Hükümetinin talebi ile kaleme alınmıştır. Columbia Üniversitesi Antropoloji bölümünden Ruth Benedict’in (1944) gerçekleştirdiği ve belki de savaşın seyrini değiştiren hamleleri işaret eden bu çalışma, kültür olgusunun Uluslararası İlişkiler alanındaki önemini gözler önüne sermektedir.

Sonrasında, başta ABD olmak üzere, birçok ülke ve üniversitede kurulan bölgesel çalışmalar merkezleri dikkat çekmektedir. Bu merkezlerin kurulmasında, temel olarak, belirli bölge ve ülkelerin dil, kültür ve deneyimlerini anlayabilen ve açıklayabilen uzmanların yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Ulusal karakter analizlerinin ortaya çıkıp önem kazandığı bu dönemde, bahsedilen uzmanlar, o bölge ve ülkelerle ilişkilerin düzenlenmesi ve analiz edilmesinde kilit öneme sahip olmaktadır (Shaffer, 2006: 8). Ayrıca, kültür olgusunu bağımsız değişken olarak kullanıp, dış politika seçimlerini analiz eden kuramcılar sayesinde kültürü merkeze alan inşa kuramı, disiplin içinde önemli bir konuma yerleşmiştir (Shaffer, 2006: 8).

Temel Uluslararası İlişkiler kuramları bağlamında, kültür olgusu incelendiğinde, liberalizm, realizm ve inşa kuramının, temelde birbirinden farklı argümanlara sahip olduğu görülmektedir. Klasik liberalizme bakıldığında, Aydınlanmacı geleneğin mirasçısı olarak Rasyonalizmin evrensel kurallarına sadık kaldığı görülmektedir. Hugo Grotius, Samuel Purfendors ve John Locke’un öncülüğünü yaptığı bu teori, kültür olgusunu tamamen reddetmekte ve seçimlerde kültürel öğelerden ziyade, rasyonel seçimlerin etkili olduğunu iddia etmektedir.

Çağdaş liberaller ise, iş-birliklerin önemine vurgu yapmakta ve toplumların sürdürülebilir iş-birliği içine girmelerinin uzun vadede herkes için fayda sağlayacağını savunmaktadır. Ekonominin yanı sıra güvenlik alanında yapılacak iş-birlikleri, teoriye göre, dünyayı daha güvenli hale getirme gücünü barındırmaktadır (Fischer, 2006: 41). Öte yandan devletlerin rasyonel karar verme gereklilikleri, devlet-dışı uluslararası ekonomik ve siyasi organizasyonları göz önünde bulundurmasını zorunlu kılmaktadır. Bu devletlerin, tek aktör olarak değil, aksine güvenlik ve ekonomi bağlamında birbirlerine bağlı halde

71

olmalarından kaynaklanmaktadır (Viotti ve Kauppi, 1999: 205). Ancak devletlerin bağlı ve bağımlı olma durumu bir dezavantaj olarak nitelendirilmemelidir. Aksine çağdaş liberalizm, devletlerarasındaki bu karşılıklı bağımlılığın artırılması gerektiğini iddia etmektedir. İş-birliği, rasyonel karar ve karşılıklı bağımlılık vurgularıyla devletlerin çıkar temelli davrandıklarını savunan teori, kültürel unsurları, sadece rasyonel kararların önündeki engeller olarak görmektedir.

Reaslistler ise, liberallerden farklı olarak, kültürü, devletlerin gücünü tayin eden unsurlar arasında görmekte ve kültürel özelliklerin dış politika üzerinde etkili olabileceğinden bahsetmektedir. Devletlerin ulusal güçlerini belirleyen öğeler arasında Hans Morgenthau, ulusal karakterin önemli bir alana sahip olduğundan bahsetmektedir. Ona göre devletlerin kültürel özellikleri, gücünün tayin edilmesinde etkilidir. Dahası, kültürel özellikler, devletlerin dış politika tercihlerini etkilemektedir. Sovyet dış politikasının, Rus sosyokültürel yapısıyla çok fazla benzerlik gösterdiği örneğini veren George Kennan, Rus kültürünün tarihsel tecrübelerinde fark edilen esneklik ve tedbirlilik, dikkat ve aldatmanın Sovyet dış politikasında gözlemlenebildiğini belirtmektedir. Bu durum, aslında göçebe toplulukların kestirilemeyen saldırı ve tehditlerine maruz kalan Rus köy toplumunun tarihsel konumu ile ilgilidir. Baş edilmesi gereken saldırı ve tehditler, bahsedilen özelliklerin ortaya çıkmasına ve bu özellikler de Rus dış politika sürecinin şekillenmesinde etkili olmuştur (Fischer, 2006: 26). Her ne kadar kültürel unsurların önemini kabul etseler de Realistler, devletin devamlılığının sağlanmasının rasyonel seçimlere bağlı olduğunu savunmaktadır (Vasquez, 1996: 26). Bu nedenle hem uluslararası ilişkilerin belirlenmesinde hem de uluslararası sistemin yapı ve işleyiş analizinde temel aktör olarak devlet odağa alınmaktadır (Viotti ve Kauppi, 1999: 6). Bu bağlamda, Realistler, son kertede kültürün uluslararası siyaset üzerinde belirleyici unsur olarak kabul edilemeyeceğini iddia etmektedir. Hatta, kültürel amaçlar ile hareket edilmesi, toplumun refah düzeyine, devletin güvenlik ve gücüne zarar verme potansiyelini taşıdığı için kültürel unsurları göz önünde tutmak tehlike arz etmektedir. Devletin varoluş gerekliliği (raison d’etat), en temel milli gerekliliği oluşturmakta devlet ile kültür (kratos ve ethnos) arasında yapılacak her türlü seçim, Realistler tarafından kuşkusuz devlet lehine sonlanmaktadır (Fischer, 2006: 46).

72

İnşa Kuramı ise, Uluslararası İlişkileri anlama ve açıklama sürecinde, kültür olgusuna başvurulan yegâne yaklaşımdır. İnşa kuramcıları, Rasyonalizmin, çıkara dayalı maddi refah ve iyi yaşam için mücadele etme gibi anlayışlarına, temelden itiraz etmektedir. Onlar, tüm davranışların özneler arası ilişkiler bağlamında kurulduğunu ve kendi dünyaları üzerinden algılandığını iddia ederek, politikayı da kapsayacak şekilde, davranışların icra edilme, anlaşılma ve açıklanmasında kültürel unsurlara önem atfetmektedirler (Fischer, 2006: 48).

İnşa kuramı, gerçekliğin sosyal olarak inşa edildiği iddiasıyla metafizik bir tavır alışı temsil ederek, bilgi sosyolojisi yaklaşımını kabul etmektedir (Küçük, 2009: 780). Temelde uluslararası ilişkiler disiplininden ziyade, bilim felsefesi ve sosyal kuramda karşımıza çıksa da bu yaklaşım, uluslararası ilişkileri de kapsayacak şekilde tüm Sosyal Bilimler alanında temsil edilmekte ve güçlü bir nüfuza sahip olmaktadır. Daha öncede ifade edildiği üzere, 1966 yılında Peter Berger ve Thomas Lukmann tarafından kaleme alınan ve Türkçeye Gerçekliğin Sosyal İnşası adıyla çevrilen “The Social Construction of Reality” adlı eser, bu alanda yapılan ilk ve en önemli çalışmalar arasında kabul edilmektedir. Gerçekliğin ve bilginin sosyal olarak inşa edildiğini savunan bu çalışma, kendi içinde farklı düşünce ve yaklaşımları barındırsa da (sosyal olarak) inşa edilen gerçekliği açıklamaktadır.

Devletleri sosyal varlıklar olarak ele alan İngiliz Ekolü, İnşa kuramının öncüsü konumundadır. İngiliz Ekolü, Uluslararası İlişkilerin tarihsel, toplumsal ve kültürel boyutlarına odaklanmakta ve uluslararası toplumun, belirli değer, norm ve kurumları paylaşan devletlerden oluştuğunu iddia etmektedir. Bu iddia; tarihsel ve kültürel olana vurgu, uluslararası kurumların önemine değinme ve devletlerin sosyal inşası olarak uluslararası toplumu işaret etmesi itibari ile ekolün sosyal inşa katkılarını göstermektedir (Küçük, 2009: 775).