• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

3. ARAŞTIRMA BÖLGESİNDE MODERNLEŞME TEMAYÜLLERİ

3.2. Şanlıurfa’da Aşiret Modernleşmesine Genel Bir Bakış

3.2.1. Modernleşme Mekanı Olarak Kent ve Kamusal Alan

Geleneksel toplumdan modern toplum yapısına geçişte sivil toplumun uzamı olarak kent, önemli bir değişim katalizörü olarak ortaya çıkar. Kentte birincil ilişkilerin yerini ikincil ilişkilerin alması, beraberinde akrabalık bağlarının zayıflaması, mahallenin öneminin azalması ve toplumsal dayanışmanın geleneksel temellerinin aşınmasına yol açar. Bu durumda birey tek başına etkisiz kalır ve verimliliğin grupla elde edilmesinden ötürü gönüllü kuruluşların sayısı katlanarak artar (Martindale, 2005:72). Bireyin cemaat bağlarından görece koparıp formel dayanışma ağlarına iten kentleşme, dar anlamıyla kentlerde yaşayan nüfusun ve kent sayısının artmasıdır. Geniş anlamda kentleşme ise sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insanların davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim süreci olarak tanımlanmaktadır (Keleş,1983:6).

Türkiye’de l950’li yıllardan bu yana çok hızlı bir kentleşme süreci yaşanmaktadır. 1950’de kentsel nüfus oranı yaklaşık % 25 (TÜİK, 2006) iken, 2009 yılı verilerine göre bu oran %75,5 seviyesine çıkmıştır (TÜİK, 2009). 2010 yılında ise toplam nüfusun % 76,3’ü (56.222.356 kişi) il ve ilçe merkezlerinde ikamet ederken, % 23,7’si (17.500.632 kişi) belde ve köylerde ikamet etmektedir (TÜİK, 2011b). 2011 yılı verilerine göre ise il ve ilçe merkezlerinde yaşayan nüfus 57.385.706 kişi ile % 76,7 civarındadır (TÜİK, 2012). Görüldüğü üzere sürekli olarak kentte doğru hızla artan bir demografik yoğunluk söz konusudur. Nüfusun bu denli hızlı yer değiştirmesi sosyolojik anlamda yeni ve çok boyutlu toplumsallıklara da yol açmaktadır. Kentlere doğru yaşanan yoğun göç, fiziksel değişimle beraber toplumsal değer ve pratikler düzeyinde de değişimlere kapı aralamaktadır. Çünkü kentlerde oturanların tümü ortaklaşa uyulan

alışılmış işlere kapılıp gitmezler. Kırsal kesimden göç edenler çok önceden kurumlaşmış ve yerleşmiş olan yaşam biçimlerinin güçlü yanlarını koruyup uzun süre devam ettirirler (Giddens, 1994:100). Bu aynı zamanda kır ve kent bağlamında zemininin kamusal alan olduğu bir değerler çatışmasına yol açar. Kamusal alanın temelinde genelde kent olgusu yatmaktadır. Buradaki kent hayatının temel esprisi aile dışında yabancılarla birlikte yaşama durumudur. Kamu herkes, kamusal da herkese açık olan, öznesinin halk olduğu bir alandır. Özel ve kamusal alanın ilk örneklerinin Antik Çağ Yunan sitelerinde olduğu belirtilmiştir. Buna göre özele denk düşen bir ev/hane ve bir de polis adı verilen ve dar anlamda site yönetiminden daha kapsamlı, siteler arası düzenlemeleri kapsayan bir kamusal alan söz konusudur (Aydın, 2003:7-8).

Sosyal bilimlerde önemli dikotomik tiplerden biri de devlet-sivil toplum ayrımını belirlemede anahtar sayılabilecek kamu/özel alan dikotomisidir. Almanca’da “privat”, Latince’de “privatus”a dayanan ve İngilizce’de “private”, Fransızca’da “privê” ile ifade edilen “özel” kelimesinin tüm dillerdeki karşılığı “kamu(sal) görevi olmayan”dır. Burada “özel” devlet aygıtının dışını ifade ederken “kamu”, “mutlakiyetçilikle birlikte egemenin kişiliğinden bağımsızlaşmaya” başlayan devleti, halk (public, kamu) ise özel varlıkların karşıtı olarak kamu gücünü belirtir36 (Erdoğan Tosun, 200168).

J. Habermas, kamusal alanı yurttaşların eşit bir biçimde eleştirel ve rasyonel tartışma ortamında katılım sağladığı alanlar olarak tasvir eder. 18. yüzyılın sonunda şekillenen kamusal alan, bir yandan –kahvehaneler, centilmenlerin gittiği kulüpler gibi- mekanların oluşmasına, öte yandan okuryazar sınıfların okuma alışkanlıklarının gelişmesine, basımevlerinin çoğalmasına, kütüphanelerin yaygınlaşmasına, kamusal iletişim kanallarının artmasına bağlı olarak gelişmiştir (Göle, 2009:9). Kamusallık, rasyonel-eleştirel tartışma ortamı olarak demokrasi sürecinin dolayısıyla modernleşmenin önemli bir parçasıdır. Habermas’ın anlatımında Batı’daki kamu sahası denilen ortak alanların oluşumu; büyük ölçüde okuryazarlık oranındaki artış, bireyselleşme, özerk bir sivil toplumun varlığı, devlet otoritesinin şahsi ve keyfi olmaktan çıkması, piyasa ekonomisi, kentler ve kahvehane ya da salon gibi kentsel mekanların tüketimine bağlı olarak gerçekleşmiştir. Devletten bağımsız olarak “özel” şahısların herkesin paylaştığı “genel” konuları tartışmak ve bu konularla ilgili genel

kanaati etkileme süreci olarak tanımlanabilecek alan esasen liberal burjuva kamusal alanıdır. Herkes kamusal alana “farklılıklarını paranteze alarak” dahil olur (Bilici, 2009:230).

Batı’da modernleşme ile paralel olarak gelişen kamusal alan, Habermas’ın düşüncesinde homojen ve tekçi bir yapı olarak kavramsallaştılırken sonraki tartışmalarda tarihsel olarak tek bir kamusal alan kavramından söz edilemeyeceğine, başlangıçtan beri farklı kamusal alanların birbiriyle rekabetine ve biraradılığına işaret edilmiştir (Göle, 2009:9). Fraser, kamusal alanla ilgili yaklaşımlarında Habermas’ı eleştirir. Ona göre; kamusal ile özel arasında çizilen sınırlar Habermas’ın düşündüğü gibi net ve kendinden çizilmiş değil, iktidar sahipleri tarafından belirlenmiştir. Habermas’ın kamusal alan kuramı yeniden yapılandırılarak çağdaş demokrasiye uygun bir hale getirilmelidir. Bu da ancak özel ile kamusal arasındaki sınırların ve geçişkenliğin sorgulandığı, tek bir kamusal alandansa birden fazla kamusal topluluktan yükselen çoksesliliğin hakim olduğu alternatif bir kamusal alan modeli inşa etmekle mümkündür (Suman, 2009:70,73).

Kamusal alanı insanların yaptıkları şeyleri düşünmesinin ve başkalarıyla paylaşmasının alanı olarak tarif eden Hannah Arendt, bu alanın kişinin başkalarıyla paylaştığı müşterek bir dünya olarak tasvir eder (Keser, 2008:35). Kamusal alanın çoğulluğunu benimseyen Arendt (2009:92-96), kamusal alanı tanımlarken iki yöne vurgu yapar; ilki kamu terimi; kamu alanında görülen her şey, herkes tarafından görülebilir ve duyulabilir ve mümkün olan en geniş açıklığa sahiptir. İkincisi ise kamu içinde özel olarak bize ait olandan ayrı hepimiz için ortak olan bir dünyayı ifade eder. Bu dünya hem insanları birbirine bağlar hem de ayırır. Özetlersek kamusal alanı üç ayırt edici dinamikle açıklamak mümkündür. Bunlardan ilki kamusal alanın ana özelliği olarak ”açıklık/aleniyet” özelliğidir. Bu ilke nedeniyle kamusal alan, birbirinden farklı düşünce ve taleplerin bir arada bulunmasına olanak sağlayan ve bunların engellenmesi anlamında farklılıklara açık, farklılığın ortaya çıkmasını sağlayan bir alandır. İkinci özellik kamusal alanın kolektifliği yani bu alandaki eylemlerin kolektif olmasıdır. Üçüncü özellik olarak kamusal alan işlevi ve konumuyla devletin dışında kalan toplumsal bir alandır. Bu yönüyle kamusal alan demokratik katılımın ve eleştirel söylemin alanıdır (Keser, 2008:36-37).

Kamusal alanı devlet ve sivil toplumun karşılaştığı ortak bir alan olarak da görmek mümkündür. Nitekim Belge (1998:34), kamusal alanı sivil toplumun da, politik toplumun da (devlet) içine girip çıktığı ama sürekli olarak işgal etmediği “tarafsız bölge” olarak niteler. Kamusal alanı herkesin kendi özgün yapı ve bakış açısı ile var olduğu yuvarlak bir masa metaforu ile açıklayan Arendt için bu alan, ortak bir alandır. Bu yönüyle bakıldığında kırsal kesimdeki aşiret sisteminin sivil toplum örgütü yoluyla dernekleşme çabası, kentteki kamusal masanın etrafında yer alma arzusuna bağlanabilir. Çünkü sosyal hareketler, güç ve kaynaklar üzerinde kontrol sahibi olmaya çalışan, hakim güçler ve kaynakların dağıtımında değişim talep eden bir yapıya sahiptirler (Çayır, 1999:22). Kamusal alanlar, sosyal hareketlere kendi özgüllüklerini kaybetmeksizin eylemde bulunabileceği bir alan sunarken, aynı zamanda ana işlev olarak bu hareketlerin gündeme getirdiği soruları görünür kılmak ve kolektif hale getirmenin zeminini oluştururlar (Melucci, 2004:287).

Son yıllarda Türkiye’deki gelişmelere paralel olarak Şanlıurfa’da oluşan görece refah, iletişim ve ulaşım imkanlarının artması, ekonomik teşvikler ve kredi olanakları, örgütlenme alanındaki kolaylaştırıcı yasal düzenlemeler, medya ve kentleşmeye paralel olarak bilinçlenme düzeyindeki artışlar, değişen kent koşulları karşısında statü ihtiyacı ve kamusal alanda rol alma gibi faktörler aşiret yapılarını da değişime zorlamıştır. Kentteki sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel kaynaklara ortak olma yönündeki arayışın sonucu olarak aşiret yapıları çeşitli alanlarda varlık göstermeye başlamıştır. Sivil toplum alanında aile ve aşiret dernekleri olarak boy gösteren aşiretlerin şirketleşme, partilere adam sokma/görev alma, dini cemaatlerin heyetlerinde yer alma, belediye hiyerarşisinde makam elde etme, sulama birlikleri, üniversite, oda ve meslek gruplarında önemli mevkilere yerleşme arzuları söz konusudur. Hatta bu çabalar çoğu yerde güç ve çıkar çatışmasına ardı sıra şiddet olaylarına da yol açmaktadır. Örneğin, 2008 yılındaki YOL-İŞ sendikası şube başkanlık seçimleri Süleymanlar (Süleymani) ile Şeyhanlı (Şıhanlı) aşiretleri arasında gerilime neden olmuştur. Seçim sürecinde mevcut başkan ve karşısındaki adayın taraftarları/akrabaları arasında delege seçimi nedeniyle kavga çıkmıştır.37 Delege seçiminde yaşananlar üzerine olay mahkemeye taşınmış, seçimler iptal edilmiştir. Daha sonra tekrarlanan seçimlerde iktidar milletvekilinin akrabası başkanlığı elde etmiştir.

Başka bir örnek Hizmet-İş sendikası seçimleri esnasında yaşanmıştır. Hizmet İş

Şube Başkanlığını yürüten Dügerli aşireti mensubu ile Şeyhanlı (Şıhanlı) aşiretinden

olan başkan adayı arasındaki sendika seçimlerinde mevcut başkan delege seçimlerinde

baskı ve tehditler olduğunu ifade etmiş daha sonra Mersavi aşireti mensubu kişi, bir

grubun taşlı-sopalı saldırısı sonucu ağır yaralanmıştır.Saldırı üzerine Mersavi aşireti mensupları tarafından kurulan MER-DER isimli dernek olayı kınayan ve kamu mercilerini göreve çağıran bir basın açıklaması yapmıştır.38

Aşiretlerin kamusal alanda gerek sosyal ve siyasal ve gerekse ekonomik görünürlüğünün arttığı bu süreçte, geçmişten süregelen güç ve hegemonya ilişkilerini kent ortamına taşıdıkları bu çatışmalarda göze çarpmaktadır. Kentsel değişimin zorlayıcılığı karşısında revize olan aşiret yapısı kentte yeniden var olmak için farklı araçlara bürünmektedir. Aile dernekleri olarak beliren bu kurumlar sayesinde aşiret sistemi, bu kesimin taleplerini duyurmak ve hedeflerini gerçekleştirmek için örgütlenerek Arendt’in tabiri ile masanın etrafında yani kamusal alanda yer almak istemektedir. Bu çerçevede devletin sorumluluk alanındaki toplumsal ihtiyaçları da karşılayan dernekler, kamusal alanda söz sahibi olmayı ve bu alanı kontrol etmeyi hedeflemektedir. Mesela Rişvanlılar Derneği spor kulübü kurarak sportif faaliyetlerde, Mersavi aşireti, Merder derneği aracılığıyla etüt merkezi açarak eğitim faaliyetlerinde, kimi dernekler, İngilizce kursu, tarih, gelenek ve kent hayatı gibi kurs, sohbet ve seminerlerle, mensuplarının sosyalleşmesine destek olurken, diğer bazı dernekler, taziye evi hizmeti, düğün yemeği, barış yemeği, düzenleyerek mensuplarına dayanışma imkanı sağlayarak ihtiyaçlarını gidermektedir. Bazı dernekler de düzenli olarak dini sohbetler yaparak mensuplarının dini bilgi ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Diğer yandan bazı aşiretlerde bölgede hatırlı ve saygın, arabulucu konumunda bulunan kişiler, hem aşiret içinde hem de yörede diğer aile ve aşiretler arasında meydana gelen ticari ve arazi anlaşmazlıkları, kan davası gibi mevzularda önemli roller üstlenmektedir. Bu anlamda adli makamların işlevini üstlenen bu kişiler, örfi hukuk çerçevesinde anlaşmazlıkları gidererek toplumsal barışa katkı sağlamaktadırlar. Böylece devletin sorumluluk alanındaki bazı işler arabulucu olan bu kişiler tarafından icra edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla bir bileşen olarak kamusal alana giren ve bu alana rengini vermeye çalışan

aile ve aşiret dernekleri, öte taraftan dernek binalarının dini ve kültürel ihtiyaçlarının karşılandığı, dinlenme, yas ve eğlence gibi sosyal paylaşımların yaşandığı mekanlar olarak yeni kamusal alanlar üreterek kamusal alanın çoğullaşmasına imkan vermektedir. O halde tüm bunlarla birlikte aşiretlerin dernekleşme şeklinde kamusal alanda tezahür etmesi, Şanlıurfa’da kamusal mekan ve pratiklerin çoğullaşmasını sağladığı rahatlıkla söylenebilir. Şimdi daha ayrıntılı olarak derneklerin kamusal alana girişini sağlayan tüzel bir kimlik olarak bu kuruluşların dayandığı sivil toplum anlayışını, konuyla ilgili kuramlar çerçevesinde aile ve aşiret derneklerin ne derece sivil toplum örgütü olduklarını ve bu derneklerin Şanlıurfa sosyal yapısında ne tür işlevlere sahip olduğunu açıklamaya çalışacağız.