• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2. ARAŞTIRMANIN KURAMSAL ÇERÇEVESİ

2.2. GELENEKSELLİK VE AŞİRET

2.2.2. Akrabalık Sistemi ve Aşiret

Akrabalık, doğal ilişkilerden kaynaklanan, insanları kucaklayan, en yaygın ve en tabii bağ olarak tanımlanmaktadır (Tönnies, 2005:213). Soy ve evlilik yoluyla kültürel olarak kabul edilmiş toplumsal ilişkiler sistemi olan akrabalık, insan toplulukları için iki temel işlevi yerine getirir. Birincisi; statü ve mülkiyetin bir kuşaktan diğerine aktarılması, ikincisi ise toplumsal grupları oluşturması, insanlar arasında dayanışmanın ve grubun sürekliliğinin sağlanmasıdır. İki akrabalık türü söz konusudur; kandaşlık ve hısımlık. Kandaşlık, biyolojik temelli bir soy akrabalığıdır. Hısımlık ise evlilik yoluyla edinilmiş akrabalıktır (Aydın ve Erdal, 2011:189). Akrabalık kan bağına yahut doğuma dayanmak zorundadır. Oysa hısımlık/yakınlık ilişkisi evlilik yoluyla gerçekleşir (Ahmed, 1995:66).

Akrabalık, aynı zamanda birey için güven ilişkilerini düzenleyici bir araç olup güvenilir toplumsal bağlantılara bir dayanak noktası sağlar (Giddens, 2004:102). Akrabalık sistemi içerisinde yer alan aşiret ve onun en küçük birimi olan aile; kan ve soy bağı ile birbirine bağlı toplumun en küçük kümesi olarak kabul edilen toplumsal bir kurumdur. Geleneksel toplumlarda çoğu zaman anne, baba, dede, nine ve evli çocuklardan oluşan geniş aile tipi görülürken modern toplumlarda anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan çekirdek aile tipi daha çok görülür. Geçiş toplumlarında her iki aile tipine de rastlanabilir. Bireyler açısından güven, samimiyet, dayanışma ve paylaşmanın en yoğun yaşandığı psikolojik ortam ailedir. Bunun yanı sıra aile, bireyin topluma uyumunu kolaylaştıran ve ona kültürü aşılayan ilk temel sosyalleştirme kurumudur. Murdock, ailenin “evrensel bir insan gruplaşması” olduğunu ifade eder. Çünkü ona göre aile cinsel ilişkileri düzenleme, nesli devam ettirme, çocukları sosyalleştirme ve cinsler arasında ekonomik işbirliği sağlama gibi türlerin varlığını sürdürmesi ve toplumsal süreklilik açısından gerekli olan işlevleri sağlamaktadır (Marshall, 1999:113).

Akrabalık sistemi içerisinde bir dayanışma biçimi olan aşiret, , Ortadoğu’daki en eski, en dayanıklı ve sorunlu sosyal varlıktır. Edebiyatın doğuşundan başlayıp tarım çağındaki merkezileşen devlet yönetimleri, sanayileşme ve ulus devletler çağına gelene kadar aşiret, değişen siyasi, askeri, ekonomik ve hatta zaman zaman topografik

koşullara da tepki verip uyum sağlayarak sürekli olarak değişim geçirmiştir (Jabar, 2013:68). Aşiret, bir yanı ile kan bağına diğer bir yanı ile ise soy bağına dayanan, akrabalık dayanışmasının en küçük birimi olan ailelerin bir araya gelmesiyle oluşan üst aidiyet bağıdır. Aile ve aşiret tipi sosyal kurumlar, geleneksel toplumların temel gruplarından sayılmaktadır. Komunal gruplar (communal group), olarak da nitelenen bu yapılar; “kan bağı, hısımlık, etnik köken, inanç birlikteliği vesaire nedenlerle oluşmuş ve/veya oluşturulmuş, olan gruplardır. Kabileler, aileler, etnik gruplar bu konuda örnek verilebilir” (Aktan v.d., 2007:2).

Şanlıurfa sosyal yapısında görülen aşiret olgusu Gökalp (1992:18), tarafından; “kavmi zümreler” olarak tanımlanmaktadır. Ona göre bu zümreler, bir taraftan aileye, diğer taraftan siyasi bir heyete benzedikleri için “siyasiyen ailevi zümreler” adını alırlar. Gerçek ya da hayali bir akrabalığa dayanan bu yapıda, “kan davası tesanüdü” ve “gazve tesanüdü” mevcuttur. Aşiret, Arapça kökenli bir kelime olup aşire kelimesinden türetilmiştir. Birçok mana taşımasına rağmen “geniş akraba toplulukları” anlamında kullanılmıştır. Aşiret, gerçek ya da gerçek olduğu varsayılan ortak bir ataya ve akrabalık temelinde örgütlenmiş genellikle toprak bütünlüğü de olan kendine özgü bir iç yapıya sahip sosyo-politik birim olarak da tanımlanmaktadır (Bozkurt, 2003:17;Üner, 2009:20). Sözlükte; aynı asıldan gelen, birlikte yaşayan birlikte konup göçen topluluk, kabile, oymak, boy, uruk şeklinde tanımlanan aşiret ve kabileler, göçebe, yarı göçebe veya yerleşik şekilde yaşamlarını sürdürürler (Develioğlu, 1970:59; Doğan, 2011:105). Göçebe aşiretler, köylere nazaran daha çok içine kapalı topluluklar olup akrabalık ve kan hısımlığı önemli bir faktördür. Ancak yarı göçebe aşiretlerin sayısı her geçen gün azalmaktadır. Birçok yerde toprağa yerleşme, aşiret reisinin ölümünden sonra oğullarının ayrılması nedeniyle aşiretler çözülme eğilimi göstermektedir (Erkal, 1998:350). Tönnies’in cemaat ve cemiyet ayrımında, cemaat tipi toplumsal yapılarda görülen kan bağı esasına dayanan bu sosyal organizasyonlar, günümüzde halen Şanlıurfa sosyal hayatında etkin bir güce sahiptir. Siyasi birer birlik özelliğini de taşıyan aşiretler, kırsal alanda toplumsal örgütlenmenin en baskın öğeleridir (Özer, 1998:114).

Mardin’in aktardığına göre; Hegel için sivil toplum; içinde yaşayan kişilerin yaşamasını sağlayacak bütün faaliyetleri içeren yapılı ve organize bir iktisadi sistemi bir

hukuk sistemi ve bunların düzenli bir şekilde çalışmasını sağlayacak otoriteye sahip bir cemaattir. Ya da Hegel’in bir yerde belirttiği sivil toplum; salt ihtiyaç üzerine kurulmuş toplumsal birim olarak tanımlanabilir (2010:22). Bu tanım esas alındığında belirli bir ihtiyaç üzerine kurulup belirli bir amaç taşıyan, işleyişte belirli bir normu olan her örgütlü yapı -devletten bağımsız özerk bir topluluk olarak- sivil toplum çatısına dahil edilebilir. Buradan hareketle dayanışma temelinde kan veya soy bağı esasına göre oluşmuş, kendine özgü hukuki ve iktisadi yapısı olan aşiret sistemi; Hegel’in üçlü sıralamasındaki sivil toplumun bir aşaması kabul edilebilir. Aile ile toplum aşamaları arasında aşiret bir basamak olarak örgütlü sosyal bir kümedir. Nitekim; “aşiret bağının evlilikten siyasete, kolektif davranma zorunluluğu gibi birçok bakımdan bireyin davranışlarında etkili olmaya devam ettiği Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde akrabalık, bireyleri kuşatan geniş bir tutunum düzeneği olduğu kadar sosyal dayanışmanın da temel bağlamını oluşturmaktadır. Bu anlamda bölgede topluluklar, büyük oranda gerçek ya da hayali ‘kan bağı’na dayalı akrabalıklar üzerine kurulmuştur. Babasoylu dayanışma ilkesi temelinde örgütlenen aşiret düzeninde, dayanışma akrabalık derecesine göre belirlenmektedir. Soya dayalı toplumsal örgütlenme, aynı zamanda kendine özgü bir ahlak anlayışını da beraberinde getirmektedir. Bu ahlak anlayışı, insan hakları gibi çok daha sonra gelişecek olan kavramlardan uzaktır; anlamı ve sınırları toplumsal olarak çizilmiş olan ‘kan’ kavramının etrafında hürmet, sevgi, dostluk, düşmanlık intikam, kıskançlık, korku, güven, sakınma, kaçınma, hizmet etme, emretme ve kollamanın topluluğu oluşturan kişiler arasındaki dağılımının koşullarını belirler. Bu yönü ile aşiret içe dönük küçük bir dünya, bir savunma örgütü, gelenekli ve tutucu bir kurum, aynı özellikleri taşımayan gruplardan oluşmuş üstünlük duygusuna sahip bir topluluktur” (Ökten, 2009b:102; Üner, 2009:15).

Kendi içinde örgütlenişi bakımından aşiret; nüfusun hacmi, erk ve hiyerarşi örgüsü, kan veya soy bağı temelinde tasnif edilmektedir; Çünkü aşiret; ataerkil liderliği, askeri gücü, arfa (bilge-bilgili kişi) ile korunan geleneksel yasaları, okuryazarlığın olmadığı kültürü, zira (aşirete ait otlaklar) bölgeleri, hayvancılık, ticaret ve istilaya dayalı ekonomisi ile minyatür nitelikteki bir devlettir. Kabile, aşiret, efhaz (alt aşiret), hamule (büyük aile) ve beyt (ev halkı) şeklindeki hiyerarşi, Irak bölgesindeki aşiretlerin

örgütlenmesini tanımlamaktadır (Jabar, 2013:70). Kimi tasniflerde aşireti meydan getiren alt unsurlar büyükten küçüğe doğru sırasıyla kabile, sülale, tayfa, oba, zom hanedan aile, çadır ve aile gibi birimlerden oluşur (Özer, 1998:114). “Kara keçi kılından yapılmış büyük bir çadır olan ve aileyi, haneyi temsil eden ‘kon’, genelde 20, 30 veya 40 çadırdan oluşan ve obaya karşılık gelen ‘şeni’ ve aşireti temsil eden ‘aşir’ olmak üzere dörtlü bir sosyal örgütlenmeye sahiptir.. Beşli bir sınıflamaya göre ise aşiret örgütlenmesi; ‘çadır’, ‘zoma’, ‘kabile’, ‘aşiret’ ve ‘ulu kişi’ şeklindedir. ‘Çadır’, evi ve haneyi temsil ederken ‘zoma’, farklı kabilelere mensup ailelerin bir araya gelmesiyle oluşan ve her yıl katılan ailelerle sayısı değişen bir konaklama düzeni olarak tarif edilmiştir. Aşiret ise, evlenme yoluyla meydana gelen akrabalıklar bütünü olup, kabilelerin birliği durumundaki ve başında bir aşiret reisi bulunan topluluktur. Bu sınıflamada ‘ulu kişi’ ise aşiret örgütünün en üst katında yer alan bir otorite olarak ele alınmaktadır” (Çetintaş, 2002:49).

Kabile ve aşiretler; genellikle tarım ya da çobanlıkla geçinirler, köy yaşamı ve soy grubu üyelikleriyle örgütlenirler. Toplumsal-iktisadi tabakalaşma (sınıf yapısı) ve merkezi yönetimden yoksundurlar. Grup içinde düzenleyici görevliler köy başları, “büyük adamlar”, soy grubu önderleri, köy heyetleri ve kabile birliklerinin önderleridir. Tüm bu kişi ve grupların otoriteleri sınırlıdır. İnsanların ne kadar saygı göreceği ve diğerlerinden ne kadar destek alacağı yaş, cinsiyet ve kişisel özelliklere bağlıdır (Kottak, 2001:294). Akrabalık bağına dayalı bu ilişkilerde statü doğuştan gelir, kendinden yaşlılara ve otoriteye mutlak itaat vardır. Karşılıklı ilişki ve çelişkilerde bir tür güvenlik mekanizması sayılan “birlikte saldırı-birlikte savunma mekanizması” gelişmiştir. Şan, şeref, şöhret gibi değer yargılarına sıkı sıkıya bağlılık söz konusudur. (Özer, 1998:114). Aile, geleneksel toplum yapısında statü kaynağı olduğundan ve statüler, doğuştan atfedildiği için geleneksel toplum tabakalaşmasında aile kritik bir işlev görür. Soyluluğun temel sosyolojik bir dayanak olduğu bu toplum yapısında aile siyasal bir kimlik taşır (Çaha, 2008a:83). Daha çok kan bağı ile birbirlerine bağlı aşireti politik bir birlik olarak da ele almak mümkündür. En küçük birim olan çadır, daha sonra zoma, kabile, aşiret ve ulu kişi gibi basamaklar aynı zamanda siyasal bir

kademelenmeyi göstermektedir. Ulu kişinin en üst konumda bulunduğu bu yapıda esas siyasal birlik aşiret ve kabiledir (Beşikçi, 1970:165).

Sarıbay’a göre Osmanlıdan tevarüs edilen patrimonyal otorite anlayışı, modern formlar ve kurumlar içinde günümüze kadar yansımıştır (1996:21). Bunlardan biri de aşiret reisliğidir. Soyluluğun önemli bir sosyal gösterge olduğu aşiret yapısı içerisinde bu statü ağa veya bey gibi kişilerin şahsında odaklanır. Nitekim günümüz aşiret reisleri veya ağa olarak bilinen kişiler, on altıncı yüzyıldan beri kadı mahkeme heyetlerinin üyeleri olan Ayanların tarihsel izdüşümüdür2. Ünvan, yaşanılan topluluk içinde kişiye atfedilen belli bir öneme işaret eder ve yerel toplumsal statülerine göre ayanlar bir seçimden sonra devlet nezdinde topluluklarını temsil ederler. On yedinci yüzyılın başlarında sipahilerin görevlerini kaybetmelerinden sonra birçok ayan toprak tahsisatı ve vergi toplama sürecinde yer alır. Üç farklı ayan tipinden bahsedilebilir. Derebeylerinin içinde olduğu üst düzey, büyük şehirlerde oturur ve siyasi, idari görevleri vardır; Orta katman esas olarak vergi toplamakla meşguldür; üçüncü olarak tarımla ve küçük ticaretle uğraşan küçük kırsal, kasaba ya da köylerde yaşayan ve çoğu kez oradaki topluluğun önderi olan ayanlar bulunur (Karpat, 2008:70, 72). “Ayan adlı ağalar, büyük yönetimsel ve ekonomik rol oynamışlardır. Ayanlık önce halkı eşkıyadan koruyacak, onun dileklerini hükümete iletecek, hükümet isteklerini halka onatacak (kabul ettirecek) ileri gelen ailelerin seçimle görev aldığı bir yapı gibi düşünülmüştür” (Sencer, 1974:168).

Ayanlığın bozularak zorbalık kurumu haline dönüşmesinde 1550’den sonra başlayan eğilimler ve Celali isyanlarının yarattığı karışıklıklar etkili olmuştur. Devlet otoritesinin isyanlardan dolayı zayıflamış olması ve derebeylerin fedailiğini yapacak işsizlerin çoğalması söz konusu düzenin yerleşmesine fırsat vermiştir. Bey ve ağaların önemli bölümü: Anadolu’da görevli yeniçeriler, çavuşlar, tımarlı sipahilerin güçlüleri, büyük ve küçük memurlardan sancakbeyi, subaşı, kadı, müderris, müftü v.b nitelikteki kişilerden oluşmaktaydı. Bu kişiler, kolaylıkla ağaya dönüşmüş askeri veya idari niteliklerini kullanarak otoritelerini paraya dönüştürmüş, devlet içinde devlet olarak beyliğini ağalığını ilan etmiştir. Çağın belgelerinden anlaşıldığına göre para darlığının ve tefeciliğin son kertesine ulaştığı bir dönemde özellikle yeniçeriler maaşlarını düzenli

aldıklarından bu parayı hemen faize vermiş, kısa zamanda ortakçılığa, ticarete atlamış ve halkın evine, otlağına, tarlasına sahip çıkmış; görevlerinin sağladığı önceliklere dayanarak vergi ödemeyip sekban tutarak çiftlik sahibi olmuşlardır. Toplumun çeşitli katmanlarından türeyen bey ve ağalar, genellikle ya servetlerini toprağa yönelterek mülkiyetin sağladığı güç sayesinde bir takım askeri ve idari yetkileri ellerine almışlar ya da askeri ve idari yetkilerine dayanarak toprak edinmişlerdir (Cem, 1970:155-157). “Osmanlı toprak sisteminin yozlaşmaya başlamasıyla birlikte, 18. yüzyılda ayan adı verilen, halk tarafından kendilerine teveccüh gösterilen ve devlet ile halkın arasında yer alan mahalli otoritelerin ortaya çıkışı, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde günümüzdeki toprak ağaları kurumunu ortaya çıkarmıştır. Bu bölgelerdeki toprak ağaları aynı zamanda aşiret reisleridir” (Atay, 1992:64).

Liderlik mekanizmasının aşiret reisine bağlı olduğu bu yapıda, bireyin toplumsal statüsü ve rollerinin büyük bir kısmı verili aile/aşiret sistemi içinde şekillenir. Bir kimlik olarak aşiret ağına dahil olmak soy ve kan bağının ön plana çıktığı aşiret sistemi içindeki pozisyonu da belirlemektedir. Şanlıurfa’da “çoğunluğunun kendisini bir aşirete mensup olarak gördüğü insanlar için ‘aşiret’ ya da ‘aşiretli’ olmak baba soyuna, meskene, ortak kültüre ve tarihsel öneme dayanmaktadır. Aşiret düzeni, en soyut düzeyde babasoylu ilkesine dayalı bir dayanışmayı gerektirir. Bu dayanışmanın en yoğun merkezinde baba soyundan yakın akrabalar vardır ve dayanışma, aşiret birimlerini birbirinden ayıran çizgiler boyunca merkezden dışa doğru kuvveti azalarak yayılır” (Ökten, 2009b:104).

Aşiret yapısının çalışmamızın merkezi olan Şanlıurfa yöresindeki gücü ve aşiret mensuplarının yukarıda sayılan durumlarla ilgili karar alınmasını sağlama, alınan kararları benimseme ve uygulama konusunda somut veriler bulunmaktadır. Örneğin 2008 yılında bir araştırma şirketi tarafından Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde toplam 17 ilde yapılan anket çalışmasında, aşiret kararlarının bağlayıcılığı ile ilgi bir soruya 280 katılımcıdan % 47,5’i (133 kişi) hayır, % 31,4’ü (88 kişi) duruma göre değişir ve % 21,1’i (59 kişi) de aşiret kararlarının kendisi açısından bağlayıcı olduğunu belirtmiştir (GENAR, 2008: 83). Aşiretlerin sosyal yapıdaki gücü, bölgede işletme açmak isteyen şirketlerin üzerinde bile belirli bir etkiye sahiptir. Nitekim Şanlıurfa’nın

6. Bölge teşvik kapsamına girmesiyle kentte yatırım yapmak isteyen firmalar bölgenin sosyo-kültürel yapısını analizlerinde aşiret unsurunu da dikkate almaktadırlar. Örneğin bir ayakkabı firması, yapmak istediği yatırım için ilde aşiretleri araştırmış, bu verilere bağlı olarak yatırım planlaması yapmıştır. Çünkü firma yetkililerine göre; “yörede aşiretlerin sözü göçmektedir”.3 Yine anket sonuçlarımız ve görüşme yapılan aşiret mensuplarının aktarımları, yöredeki aşiret sisteminin birey ve sosyal ilişkileri üzerinde ne denli belirleyici olduğu ilgili bölümlerde tartışılmıştır.

Günümüzde kitle haberleşmesindeki hızlı gelişmeler nedeniyle toplumların birbirinden etkilenmesi giderek artmış ve daha yüksek bir hayat tarzı yakalama yönündeki istekler hemen bütün toplumlarda gözlemlenen ortak bir özellik haline gelmiştir. Geleneksel toplumda istekleri yeterince karşılanamayan geniş kesimler, modern aşamada giderek hareketlenmişlerdir. Bu hareketliliğe onların isteklerindeki çeşitlilik eşlik etmiştir (Atay, 1992:58). Geleneksel toplum yapısının temel unsurlarından biri olan aşiretlerin sivil toplum alanında dernekleşme yönündeki değişimleri ileriki konu başlıklarında daha ayrıntılı görüleceği gibi söz konusu bağlamda gelişmektedir. Son yıllarda yaşanan kentlileşme, iskan politikaları, tarım teşvikleri, artan sosyal hareketlilik, siyasal katılımın artışı, iletişim ve ulaşım imkanlarındaki gelişmeler modernleşmeye doğru yönelişi arttırmıştır. İnformel bir dayanışma ağı olan aşiret sisteminin formel bir dayanışma biçimi olan sivil toplum örgütüne dönüşümü Şanlıurfa’da aşiret modernleşmesi boyutunda değerlendirilmesi gerekir. O halde bu değişime neden olan ve aşiretlerin modernleşmesine imkan veren araçlardan biri olan dernekleşmenin arka planındaki sivil toplum kuramı tartışmalarını gözden geçirebiliriz.

2.3. SİVİL TOPLUM