• Sonuç bulunamadı

Modernizm, Postmodenizm Tartışmaları ve Beden

Bu başlığa yer verilmesinin temel nedeni detaylı bir modernizm ve postmodernizm tartışması yürütmekten ziyade, her iki dönem, yaklaşım ya da paradigmanın kendine özgü, öne çıkan temel sayıltılarından hareketle, bedenin bunlar içinde nerede konumlandırıldığını aydınlatmak ve bedenin günümüzdeki yerini, sosyokültürel olarak tayin edebilmektir.

Modernizmin, 18. Yüzyılda Aydınlanma felsefesi ile birlikte ortaya çıkan bir döneme işaret etmektedir (Barrett, 1997, s. 17.). Söz konusu dönem içerisinde, bilgiye ulaşma konusunda pozitivist bir duruş hâkimdir. Bu bağlamda doğruluğu yansıtan tek bir bilgi vardır ve bu bilgi aynı zamanda, toplumdan topluma, kültürden kültüre değişmez; yani evrenseldir. Mutlak, herkes için geçerli olan bilgiye ulaşmada, akla yönelik büyük bir inancın dışa vurumu söz konusudur (Crotty, 2010, s. 185). Bütün bunlara ek olarak, modernizmin temel paradigmaları içinde, bireyselliklere ve/veya bireysel niteliklere yer yoktur (Kale, 2011, s. 34). Bütün bunlar, toplumsal kurumların normatif yapılarına tâbi olmalıydı. Böylesi bir toplumsal yapılanma projesi, sanat, mimari, edebiyat gibi alanlarda kendini açıkça göstermiştir. Kale’nin (2011) ifade ettiği gibi, bir sanatsal yapıt hangi dönemde ortaya çıkmışsa, o dönemin kalıplarına uygun olmak durumunda kalmıştır ve farklı uluslara ait olmaları bu durumu değiştirmemektedir. Modernizm doktrini içinde, farklılığa, farklılaşmaya, bireyselleşmeye ve çoğulluğa yer yok gibi görünmektedir.

Modernizm kendini, ikili zıtlıklar ve bunların birbirini dışlaması mantığı üzerinden üretmiştir. Burada, birinin diğeri üzerindeki üstünlüğü söz konusudur (Huyssen, 1986, s. VII). Bu bağlamda, akıl ve akıl ile ilişkilendirilen her şey, kendisinin karşıtı oluşturan bedenin üzerinde konumlandırılmıştır (Leavy, vd., 2009, s. 261). Başka bir ifadeyle beden, toplumsal olanın dışında, aklın taşıyıcısı, pasif bir varlık olarak konumlandırılmıştır. Beden her zaman vardır, oradadır ancak etkin değildir. Akıl, insanların sahip oldukları yegane değer halini almıştır, akıl ve düşünce, insanın varlığını doğrulayan tek gerçekliktir. Bununla birlikte modernizmde, toplumsal ilerleme, endüstrileşme, üretim, dinin etkisinin insan üzerinden çekilmesi, özgürleşme gibi temel hedefler dikkat çekmektedir. Söz konusu hedeflere ulaşmak için, normatif bir biçim almış davranış tarzları bireylere, toplumsal kurumlarca tek ve uygun

davranış tarzı olarak dayatılmıştır (Ercan, 2003, s 31 - 35). Bu bağlamda, bireysel düzeyde eylemsel farklılıklar, çeşitlilik ve bunların anlamları yadsınmış ve dolayısıyla beden, bu eylemsel farklılıkların merkezinde yer alan bir gerçeklik olarak, sahnenin dışında tutulmuştur. Zira modernizmin, “yaratıcı dürtüleri, kültürel kitle içinde, metalaşma ve kurumsallaşma aracılığıyla yok ettiği” ifade edilmektedir (Smart, 1990, s. 20). Modernizmin, merkezine bireyi yerleştirerek oluşturduğu özgürleşme, eşitlik ve demokrasi vaadinin, bir ölçüde başarısızlıkla sonuçlandığına ilişkin tartışmalar söz konusudur. Endüstrileşme ve toplumsal gelişme arasında kurulan ilişkinin sonucu olarak işçilerin kapitalist üretim ilişkilerinin altında ezilmesi, erkeğin kadın üzerindeki egemenliği ve kadının kamusal alandan dışlanması, artan sömürgecilik ve yerli halkların yok edilmesi gibi gelişmeler bu tartışma konularının arasında yer almaktadır (Barrett, 1997, s. 18). Buradan hareketle modernizmin, bireysel özgürlük ve özerklikten ziyade, bireylerin, bedenlerin ve pratiklerin denetim altına alındığı, kısıtlandığı ve kurumlarca düzenlendiği bir döneme işaret ettiği ifade edilebilir. Dinin etkisinden kurtulan birey, bilimsel bilginin, özel uzmanların, normatif kurumların, endüstrileşmenin ve kapitalizmin etkisi altına girmiştir (Kale, 2011, s. 33). Bu bağlamda beden sınırlandırılmış bir alanda varlık göstermeye çalışmakta ve ekonomik ve politik güçler tarafından denetim altında tutulmaktadır. Zira modernizmle birlikte yükselen endüstrileşme ve üretimdeki artışı sağlamanın yolu bundan geçmekteydi. Artan endüstrileşme ve makinalaşma, onların devamlılığını sağlayacak bedenlere ihtiyaç duymuştur (Berman, 2011, s. 34).

20. yüzyıla gelindiğinde, modernizme bir tepki olarak ortaya çıkan postmodernizmin sıklıkla başvurulan bir kavram olduğu görülmektedir (Kale, 2011, s. 38). Aslında postmodernizmin, modernizme yönelik bir tepki mi, modernizmden kesin bir kopuş mu, yoksa taşıdığı ortak ilgiler nedeniyle aslında modernizmin devamı mı olduğuna ilişkin tartışmalar söz konusudur (Crotty, 2010, s. 184). Bu tartışmaların üzerinde hem fikir olduğu nokta, postmodernizmin, önemli toplumsal dönüşümlerle ilintili olduğudur (Bennett, 2005, s. 33). Söz konusu bu tartışmalar, bu çalışmanın merkezinden bulunmadığından, modernizm ve postmodernizmin farklı dönemlere işaret edip etmediğini irdelemekten ziyade, düşünsel bağlamda gerçekleşen dönüşümlere değinmek ve bu perspektiften bedene yaklaşmak hedeflenmektedir.

Postmodernizm, modernizmin özcü ve bütünleştirici düşünme sistemine karşı çıkmaktadır. Modernizm, kendini, şeylerin oluş biçimleriyle ilgili olarak genelleştirilmiş, kesin doğrular üzerinde temellendirme iddiası taşırken, postmodern düşünce sistemi, doğru ve gerçeğe ilişkin

bu yaklaşımını terk etmektedir. Kesinlik, bütünlük, süreklilik kavramları, postmodernizmle birlikte, görelilik, muğlaklık, süreksizlik, parçalanma ile yer değiştirmiştir (Crotty, 2010, s. 185; Bennett, 2005, s. 34). Kısaca ifade etmek gerekirse postmodernizm söylemini, çoğulculuğun, çeşitliliğin ve farklılıkların vurgulanıp kabul edilmesi, mutlak ve tek bir doğrunun egemenliğinden ziyade, yoruma açık durumsallıklar içerisinde olgulara yaklaşmak, gerçekliği kendi bütünlüğü ve özgünlüğü içinde ele almak oluşturmaktadır. Söz konusu söylem içerisinde, insanı ruh-akıl/beden ayrımından hareketle ele alan anlayışa yönelik karşı bir duruş söz konusudur (Kale, 2011, s. 38). Bilgi ve gerçeğe ilişkin dikkati çeken bir mesafeli ve şüpheli bir duruş söz konusudur. Buna ek olarak gerçeğin, bir yorum olduğu, doğrunun mutlak değil bireylerin yarattıkları bir inşa olduğu ve bilgiye kültürün ve dilin aracılık ettiği düşüncesi baskındır (Barrett, 1997, s. 19). Bu bağlamda postmodernizmde bir anlam eleştirisi söz konusudur. Gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki sorgulanmakta ve bu ilişkinin her an değişebileceğinin altı çizilmektedir. Vurgu gösteren üzerine yapılmaktadır ve söz konusu gösterenin neyi gösterdiği kesin olmayabileceğinden, gösterilenle ilişkisi incelenmelidir. Benzer bir durum kültürel metinler için de geçerlidir. Kültürel bir metinin işaret ettiği sabit bir anlam yoktur; bilakis, anlam metin ve okuyucu arasındaki etkileşimden doğan bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle, metnin okunması edilgen bir tüketim eylemi değil, okurun anlam üretme eylemidir (Sarup, 2004, s. 11 – 12). Bütün bu tartışmalar, anlamın bireysel inşasına ve dolayısıyla göreliğine işaret etmektedir.

Postmodernizm genel olarak bireyci ve parçalanmış bir toplumu (Sarup, 2004, s. 208), akışkan ve karmaşık bir toplumsal formasyonu betimlemektedir. Söz konusu bu akışkan ve karmaşık toplumsal yapı, ileri teknolojik gelişmeleri, dönüşen sınıfsal yapıları, çok farklı sayıda tüketim örüntülerinin yükselmesini ve bunun sonucunda da çok sayıda yaşam tarzının ortaya çıkmasını içermektedir (Rattansi & Phoenix, 2005, s. 99). Daha önce de ifade edildiği gibi postmodernizm söylemi içerisinde, hem sosyo-kültürel hem de bilişsel düzeyde farklılıkların pozitif bir değerlendirilmesi söz konusudur. Modernliğin eşitlik söylemi, farklılık ve çeşitlilikle yer değiştirmiş ve dolayısıyla sınıflandırmadan ziyade, parçalanmalar ve bölünmeler ön plana çıkmıştır. Örneğin, toplumsal cinsiyet tartışmalarında, tek bir kadınlık ya da erkeklik sınıflandırmasından ziyade, her bireyin farklı kadınlık ya da erkeklik örüntülerini deneyimlediğinin altı çizilerek, bireysel performansın önemi vurgulanmıştır (Tijssen 1990, s. 148). Zira, postmodernizm genel anlamda, kimliğin dağılmasını, sabit benlik algısının üzerinde ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmektedir (Crotty, 2010, s. 185).

Değişen düşünce sistemi ve toplumsal dünyanın algısı, bedene yönelik yaklaşımları da etkilemiştir. Beden, kurumların ve uzman bilgisinin baskısını aşabilen, üzerindeki bireysel kontrolün sınırlarının genişlediği, benliğe ve bireysel kimliğe eklemlenmiş bir varlık olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca buna ek olarak beden, anlamın, toplumsal iletişim ve etkileşimin baş aktörü konumundadır. Modernizmin başlarında, kurumların ve fabrikaların dışında önem arz etmeyen beden, artık toplumsalın merkezinde yerini almıştır. Bu bağlamda, beden üzerinden üretilen anlamların, aidiyetlerin, toplumsal direnişlerin önemli bir aracı olarak, dövme, kıyafet, saç şekli, piercing gibi beden modifikasyonları günümüz toplumlarında özgün bireysel ifadelerin beden üzerindeki tezahürleri olarak değerlendirilmelidir.

Günümüz toplumsal formasyonları içinde bireylerin bedenleri üzerinde hiç olmadığı kadar denetime sahip olması, onu yaygın bir biçimde dövme gibi çeşitli beden modifikasyonlarına baş vurarak değiştirmesi, bunlar üzerinden bireyselliğe yapılan vurgu, benliğin ön plana çıkması ve bunun bazı durumlarda bir direniş aracına dönüşmesi, geçmiş dönemlere kıyasla yeni bir durum olarak ele alınabilir. Bu yeni durum bazı sosyal bilimciler tarafından postmodernizm olarak kavramsallaştırılmaktadır. Best ve Kellner (2011) Bell’in postmodern çağı “içgüdünün, dürtülerin ve istencin zincirlerinden boşanması” olarak yorumladığını ifade etmektedir (s. 28). Bu bağlamda, söz konusu dönem içerisinde, başkaldırılar gündelik yaşam içerisinde kendine bir yer bulmakta, aşırı bireyselci ve hedonistik bir yaşam tarzı baş göstermektedir (Best & Kellner, 2011).

Popüler kültürün, kitle kültürünün ve piyasa koşullarının beden üzerindeki bireysel özerkliği tartışmalı kıldığı gerçeği yadsınamasa da; eğer kimliklerin, benliklerin, anlamın ve bireysel ifadelerin çoğulluğu, farklılığı ve özgünlüğü kabul ediliyorsa, bireylerin bedenleri üzerinden deneyimledikleri pratiklerin bu noktadan hareketle önemli mikro sosyolojik verileri barındırdığı da unutulmamalıdır. Bu bağlamda, bedensel bir pratik olarak dövme, beden üzerinden dile getirilen hem kişisel hem de toplumsal ifadelerin özel bir biçimini oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle beden aslında, kültürel ve politik ifadenin kendini açığa vurma alanıdır ve yakından bir incelemeyi gerektirmektedir. Turner (2008)’ın da ifade ettiği gibi; “eğer beden sosyolojisi, sosyolojik tartışmayı biçimlendirmede ileride önemli bir role sahip olacaksa, politik ve bedensel arasındaki ilişkiyi, başlıca bir araştırma odağı olarak benimsemelidir” (s. 1).