• Sonuç bulunamadı

Eski Uygarlıklarda Dövme ve Dövmenin Farklı Anlamları

Dövmenin, ilkel kabilelerin kültürel dokuları içinden Avrupa’ya, ardından da hızla dünyanın hemen her yerine yayılmasının oldukça karmaşık bir tarihi vardır. Bu karmaşık tarih içinde dövmenin anlamı, kullanım alanları, toplumsal konumlandırılışı ve değerlendirilişi, farklı toplumlar arasında bazı yönleriyle benzerlikler taşıyabilirken bazen de dövmeye yönelik, birbirinden bağımsız oldukça farklı amaç ve motivasyonlar görülebilmektedir. Özellikle, ileride daha ayrıntılı bir biçimde tartışılacak olan, dövmenin günümüz toplumlarının kültürü içine entegre olması sonucunda, dövmenin kültürel konumlandırılışının ayrıntılı bir biçimde anlaşılabilmesi Blanchard’a (1991) göre, sosyoloji, antropoloji ve psikanaliz ortaklığında, kolektif bir interdisipliner çabayı gerektirmektedir.

Daha önce de ifade edildiği gibi, dövmenin bugünkü kullanımının başlangıcı olarak sömürgeci kuvvetlerin, gittikleri yerlerin yerli halkıyla olan etkileşimleri ve bu etkileşimin daha sonra, sömürgeci güçler tarafından kendi topraklarına taşınmaları gösterilmektedir. Ancak dövmenin, tarihin daha geçmiş dönemlerinde, farklı amaçlarla uygulanan bedensel bir pratik olduğuna ilişkin bir takım kanıtlar söz konusudur.

Dövmeye ilişkin en eski bulgular, Mısır’dan gelmektedir. Buna göre; bulunan bazı mumya kalıntılarının üzerinde, ahşap bir çubuğa eklemlenmiş bir ya da daha fazla balık kılçığı olduğu düşünülen bir delme aracı ile, siyah ya da siyaha yakın mavi gibi koyu renklerin uygulandığına ilişkin izlere rastlanmıştır (Ruiz, 2001, s. 57). Geleneksel eski uygarlıklarda dövme yapımıyla ilgili olarak Tassie (2003, s. 86), dikme ve delme olmak üzere iki teknik ileri sürülmektedir. Dikme tekniği, çizgiler oluşturmak için kullanılan, 40 dikişe kadar ulaşan bir tekniktir. İs ile karartılmış bir ipliğin iğneye geçirilmesi ve daha sonra; aynı dikiş yapar gibi, ipliğin deri altından geçerken baş parmak ile üzerine baskı uygulanarak boyanın sürtünerek deri altına işlenmesiyle gerçekleştirilmektedir. İkinci teknik ise, Antik Mısırlıların benimsediği, çizgi, nokta ve şekiller oluşturmak için kullanılan delme tekniğidir. Söz konusu teknik, ucu sivri bir cismin boyaya bandırılması ve derinin delinmesi ya da derinin ilk başta delinmesi daha sonra deliklere boya sürülmesi yoluyla uygulanmaktadır.

Bu dövmelerin genel olarak, bir geçiş ritüeli, hastalıktan ve kötülükten korunma, sanatsal ve dinsel bir amaç için yapıldığına yönelik bulgular söz konusudur (Ruiz, 2001, s. 57; Tassie, 2003, s. 87). Dinsel amaçla ilgili olarak benzer bir pratik, aynı zamanda eski İsrailoğulları arasında da söz konusudur. Söz konusu uygulamalar da benzer bir dinsel amaç taşırken,

Tanrı’ya adanmış olmayı niteleyen dövmeleri içermektedir (Jones, 1987, s. 144). Mısır’da deri altına işlenen çizgilerin ve noktaların sayıları çeşitli sembolik anlamlara işaret etmekteydi. Antik Mısır’da iki, ikililiğe ve birliğe; üç, tanrıların aileleri ve kutsal üçlüde olduğu gibi çoğulluğa işaret etmekteydi. Örneğin Antik dönemde olmasa da Mısır’da yaşamış olan Kıptîler, şans ve güzel bir kader getirmesi amacıyla dövmelerinde üçlü çizgiler ya da noktalar kullanmaktaydı çünkü üç numarası Kıptîler için kutsal üçlüyü (baba – oğul- kutsal ruh) temsil etmekteydi (Tassie, 2003, s. 87).

Antik Mısır’da dövme, genellikle tanrıların sembolik imajlarından oluşan motifleri içermekteydi. Deri üzerine işlenen bu tanrısal imajlar, genellikle kadınların bedenleri üzerinde bulunmakta ve koruyucu bir işlevi yerine getirmekteydi. Örneğin, bütün iyiliklerin savunucusu ve kötülüklerin savaşçısı, evlerin, yeni doğmuş bebeklerin ve annelerin koruyucusu olarak anılan Bes tanrısının, doğum esnasında anneyi ve bebeği etkileyecek tehlikeli durumları engellediğine inanılmaktaydı ve bu nedenle kadınlar söz konusu tanrıyı bedenlerine dövme yaptırmaktaydılar (Kozma, 2005, s 309; Tassie, 2003, s. 95; Ruiz, 2001, s. 57).

Daha öncede ifade edildiği gibi dövmenin, toplumsal konumlandırılışı ve kullanımı tarihsel süreç içerisinde sürekli olarak değişmiş ve farklılaşmıştır. Eski Mısır’a ait bulguların çoğunluğu, yalnızca kadınların dövmeli olduklarını ortaya koymaktadır. İlerleyen dönemlerde ve farklı bölgelerde hem kadınların hem de erkeklerin dövme yaptırdıklarına ilişkin bilgiler söz konusu olsa da (Tassie, 2003, s. 88) genel olarak dövmenin, kadınsı güzelliğin geliştirilmesinde kullanılan bir beden pratiği olduğu görülmektedir (Ruiz, 2001, s. 57). Bu da, sembolik bir anlam üretme pratiği olarak dövmenin kullanımının, bir çok değişkene bağlı olduğu gibi, toplumsal cinsiyete göre de farklılaşabildiğini göstermektedir. Bununla birlikte dövme toplumsal cinsiyeti im

Jones (1987) dövmenin Antik Yunan’da ve Roma’da kullanımına ilişkin bir takım kanıtlar ileri sürerek, söz konusu bedensel pratiğin ne kadar uzun bir geçmişe sahip olduğunu gözler önüne sermektedir. Antik döneme ait bazı metinlerde, damgalama ile ilgili anlatılara rastlanmıştır. Her ne kadar açık bir biçimde dövmeden söz edilmese de söz konusu metinlerde damgalama pratiğinin yapılışına ilişkin tarifler, bugün bilinen dövme pratiği ile örtüşmektedir. Antik dönemde dövme, çeşitli amaçlarla uygulanmaktaydı. Bunlardan biri, hâlâ süregelen bir uygulama motivasyonu olan, bedenin dekorasyonunu içermekte ve “az gelişmiş” barbarlarla ilintilendirilmekteydi. İkinci olarak dövme, Mısırlı ve Suriyeliler gibi doğu uluslarıyla

bağlantılı olarak dinsel ifadeye ilişkin bir uygulamaydı. Bütün bu amaçların yanında, belki de en yaygın ve dolayısıyla en önemlisi olarak dövme, suç işleyen kölelerin cezalandırılmasına hizmet eden bir pratikti ve İran’dan Yunanlılar’a geldiği ileri sürülmektedir. Cezalandırma amaçlı yapılan bu dövmeler genel olarak, bedenin etkileşime en fazla açık bölgesi olan yüze ve alına uygulanmaktaydı. Antik dönemin daha sonraki dönemlerinde dövme, sadece suçlular için değil, bununla birlikte askerler ve ordu çalışanları için de pratik edilmekteydi (Mayor, 1999, s. 54; Jones, 1987, s. 141). Dövmenin Yunanlılar’a İran’dan gelişiyle ilgili olarak Mayor (1999) bir öykü aktarmaktadır. Bu öykü, hem dövmenin bir kültürden diğerine olan geçişini aydınlatmakta hem de dövmenin ne kadar geniş bir anlam ve amaç yelpazesine sahip olduğunu gözler önüne sermektedir. Öykü şu şekildedir:

“... Miletus hükümdarı İonyalı Histiaeus, İran kralı Darius tarafından tutsak edilmiştir. Histiaeus, damadını ayaklanma çıkarmaya teşvik etmek için, gizlice en güvendiği kölesinin kafasını tıraş etmiş ve kafasını iğne ve mürekkeple delmiş. ‘Histiaeus’dan Aristagoras’a, İonya’yı ayaklanmaya teşvik et!” mesajı yazılmıştır. Bir kaç hafta içinde kölenin saçları, dövmenin üzerinde uzamış ve Histiaeus, canlı mektubunu göndermiştir. Hedefine vardığından köle, tıraş olmuştur. Aristogoras, adamın kafasına yazılmış olan talimatı okumuş ve Yunanlıların İran istilasını sonlandıracak çılgın bir ayaklandırma başlatmıştır” (Mayor, 1999, s. 54).

De Certeau (2008, s. 247) hukukun ve kanunun bedenler üzerine yazıldığını ifade etmektedir. O’na göre beden, kanunun sayfasıdır. Burada De Certeau (2008, s. 247), toplumsal düzenin beden üzerinde etkin bir biçimde uygulamaya koymasıyla somutlaştığı kontrol ve cezalandırma pratiklerine işaret etmektedir. Bu bağlamda, kesip biçme ve dövme, söz konusu kontrol ve ceza pratiklerinin araçlarıdır ve bütün bunlar bugün yerini, polis copuna, kelepçelere, sanık hücrelerine vb. araç ve mekânsal donanımlara bırakmıştır. Dolayısıyla dövmenin, tarihsel süreç içinde, kanunun ve toplumsal düzenin beden üzerinde somutlaşmasına aracılık ettiği ve yine kanunun gücünün öznesi üzerine kazınarak gücünü beden üzerinden görünür kılması amacına hizmet eden bir pratik olduğu ifade edilebilir (De Certeau, 2008, s. 247). Daha önce de ifade edildiği gibi çeşitli amaçlarının yanında dövme, büyük oranda suçlulara ve aynı zamanda da yapılan savaşlarda esir alınan mahkumlara uygulanan bir pratikti (Jones, 1987, Mayor, 1999). Jones’un (1987, s. 147) ifade ettiğine göre, kölelere ve savaş tutsaklarına dövme yapılması, İranlıların uyguladığı bir pratikti;

Yunanlılar dövmeyi, birincil olarak bir cezalandırma yöntemi olarak kullanmaktaydı ve bunu İranlılardan öğrenmişlerdi. Yunanlılarda ve Romalılarda, bazen dağlama bazen de dövme ile suçlunun yüzüne işlediği suçun işaretlenmesi söz konusuydu (Jones, 1987, s. 148). Antik dönemde yapılan savaşlarda esir alınanların alnına, esir alan tarafın sembolü mürekkeple kalıcı bir biçimde deri altına işlenmekteydi. Örneğin Atinalılar, savaş tutsaklarının alnına, Atina’nın simgesi olan baykuşu dövme yapmaktaydılar. Bununla birlikte, bugün bilinen dövmeden farklı olarak, Romalı kölelerin kaş üstü bölgelerine “Beni durdurun, ben bir kaçağım” yazısı dağlanmıştır (Mayor, 1999, s. 54). Buradan hareketle, dövmenin, kontrol amaçlı kullanıldığı da ileri sürülebilir. Dövmenin, önemli bir oranda kontrol, cezalandırma ve düşmanı işaretleme amacıyla kullanılması, dövmeye yönelik olumsuz bir bakış açısını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla dövme sahibi olmak ve bireyin toplumsal olarak değersizleşmesi arasında yakın bir ilişki söz konusudur. Bu bağlamda mahkumların ve savaş tutsaklarının birincil olarak yüzlerine, alınlarına ve ayrıca boyun, kol ve bacaklarına dövme yapılmasının, toplumsal bir ayrışmaya hizmet ettiği ileri sürülebilir. Bu ceza ve ayrıştırma pratikleri, kölelerin kendi içlerinde bile söz konusudur. Örneğin; İ.Ö. 3. yüzyıl’daki Yunan kanunları, “kötü” kölelere sahiplerince dövme yapılmasına izin verirken, “iyi” kölelere dövme yapılmasını yasaklamaktadır (Mayor, 1999, s. 54). Dövmenin, Antik dönemdeki toplumsal olarak değerlendirilişiyle ilgili olarak Jones (1987, s. 143), her ne kadar askerler arasında da rastlansa da dövmenin genel olarak alçaltıcı bir duruma işaret ettiğini; buna ek olarak; bütün bedenin dövme ile kaplanmasının da barbarlara ait bir uygulama olarak algılandığını ifade etmektedir.

Dövmenin kullanımı, bugün olduğu gibi Antik dönemde de izinin sürülmesini son derece zorlaştıracak bir çeşitliliğe sahiptir. Dövme pratiği, uygulandığı döneme ve bedene atfedilen değere bağlı olarak farklılık gösterebilmektedir. Örneğin, Romalılarda 9. yüz yıla kadar suçlu bireyler dövme ile cezalandırılırken; yüzlerinden ziyade elleri kullanılmaktaydı. Bunun nedeni, yüzün kutsallaştırılması ve bunun sonuncunda bu bölgenin, mümkün olduğunca az oranda bozulmasına yol açılması gerektiğine yönelik inançtır (Jones, 1987, s. 148).

Dövmeye ilişkin ilk tarihsel bulgulardan itibaren şu görülmektedir ki dövme, tarihsel süreç içinde, kullanım amaçları, yaygınlığı, atfedilen değer bağlamında sürekli olarak evrim geçiren, dinamik bir kültürel uygulama olmuştur. Antik dönemin ilk evrelerinde dövme, daha önce de ifade edildiği gibi, yaygın olarak suçluları ve kaçak köleleri cezalandırmak, savaş tutsaklarını işaretlemek için kullanılırken; antik dönemin daha sonraki evrelerinde ordu

içinde görülen tipik bir uygulama haline gelmiştir. Orduya katılan askerlerin ellerine, nokta şeklinde dövmeler yapılmakta ve bu noktalar, askerlerin bağlı olduğu birliğe işaret etmekteydi (Jones, 1987, s. 149). Dolayısıyla dövme hem yaygınlık kazanmış hem de farklı anlamlara işaret etmek üzere kültürel olarak yeniden biçimlendirilmiştir.

Dövme, Antik Yunan ve Roma’nın toplumsal formasyonu içinde ‘değersizlik’ ekseninde değerlendirilirken; aynı dönemde, kişinin kendi bedenini kalıcı bir biçimde mürekkeple boyamasının onaylandığı ve hatta teşvik edildiği toplumlar da söz konusu olmuştur. Örneğin Trakya’da, sade bir deri kimliksizliğe işaret etmekte ve dövmeli erkek ve kadınlar çok daha fazla beğenilmekteydi. İskitler, bozguna uğrattıkları Trakyalıların bedenleri üzerine kendi sembollerini işlemişler ancak Trakyalı kadınlar, bu şiddet ve utanç damgalarının izlerini silmek ve onları dönüştürmek için bedenlerinin geri kalanını dövmelerle süslemişlerdir (Mayor, 1999, s. 56).

Yunanlılara ve Mısırlılara ait vazoların üzerine işlenen motifler göstermektedir ki bedenin süslenmesine yönelik dövme, Yunanlılardaki dövmenin alçaltıcı anlamına, güzellik ve estetik anlayışını da eklemlemiştir. Söz konusu vazoların üzerindeki kadın ve erkek figürlerinde, hayvan ve geometrik motifleri içeren, özellikle kas dokusunu ve atletik gücü vurgulayan dövmelere rastlanmıştır (Tassie, 2003, s. 93; Mayor, 1999, s. 56).

Antik döneme kadar uzanan uzun bir tarihe sahip olan dövme, söz konusu dönemde bir damgalama aracı olarak kullanılmıştır. Dövme ile birlikte, antik dönemde dağlama da yaygın olarak kullanılan bir damgalama yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır. Jones (1987) damgalamaya ilgili Antik Yunan ve Roma’ya ilişkin metinlerin bir kısmında bu iki yöntemin bazen net bir şekilde ortaya koyulduğunu; bazen de ayırıcı her hangi bir bilgi içermediklerini ileri sürmektedir. Bu noktada, dövme ve dağlamanın bir birinden farklı iki bedensel pratiğe işaret ettiğini belirtmek önemlidir.

Bütün bunlarla birlikte dövmenin Türklerde de uygulama alanı bulmuş olan bir beden pratiği olduğu ve söz konusu pratiğin uzun bir geçmişe sahip olduğu görülmektedir. Türk mezarlarında görülen bir takım çizimler ve bazı cesetler üzerinde rastlanan motiflerle birlikte Hunlar, Kırgızlar ve Kazaklar’da da asaleti ve cesareti simgeleyen bir beden uygulaması olduğu ileri sürülmektedir (Öncül, 2012, s. 7, Çevik, 2013). Öncül (2012, s. 9), Osmanlı İmparatorluğu döneminde de dövmenin 17. yüzyıldan itibaren denizciler arasında

yaygınlaştığını, bunda Cezayirli gemicilerle olan etkileşimlerin büyük etkisi olduğunu ve söz konusu dönemde yeniçeriler arasında yaygınlık kazanan dövmenin, yeniçerilerin bağlı bulundukları bölüğü simgelemek üzere kullanıldığını ileri sürmektedir.

Bütün bu tarihsel süreç göz önünde tutulduğunda geçmişte dövmenin, toplumsal ve kültürel anlamının görece daha fazla kolektif olduğu ve bir zorunluluk teşkil ettiği, bugün ise bütün bunların yerini, bireysel kimliklere ilişkin yine bireysel anlamlara bıraktığı ifade edilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, birinin yerini diğerinin almasından çok, tarhisel süreç içerisinde ilişkilendirilen ya da atfedilen anlamlarının göreli ağırlıklarının ve önemlerinin yer değiştirmesi olduğudur.