• Sonuç bulunamadı

1.3. ORGANİZASYON TEORİLERİNİN GELİŞİMİ ve İNSAN

1.3.3. Modern Organizasyon Teorisi

II. Dünya Savaşı sonrasında her alanda yaşanan değişim ve gelişmeler, örgütlerin etkinlik arayışlarını da etkilemeye başlamıştır. Ekonomik, teknolojik, bilimsel ve toplumsal değişimlerin örgütler üzerinde de baskı oluşturması, örgütlerin artık çevrelerinden etkilenmeyen kapalı birer sistem olarak düşünülmemeleri gereğini ve her yer ve koşulda geçerli, en iyi tek bir örgüt yapısının olamayacağı gerçeğini ortaya çıkartmıştır.

Modern Yönetim Düşüncesinin organizasyon teorisi alanına getirdiği yeniliklerden en önemlisi, organizasyonların artık birer “açık sistem” olarak incelenmesini sağlamasıdır. Özellikle II.Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya atılan “Sistem Yaklaşımı”, organizasyonları çevreleri ile etkileşimde bulunan açık birer sistem olarak görmekteydi. 1960’lı yıllarda Sosyal Araştırma Enstitüsü ve Tavistock Enstitüsü yaptıkları çalışmalarda, sistem teorisini kullanarak örgütleri “sosyal birer sistem” olarak tanımlamışlardır. (Mırvıs, 1996:14)

Gareth Morgan ise sistem teorisinden faydalanarak örgütleri “canlı birer organizma” olarak, çeşitli ihtiyaçların karşılanması açısından, bağımlı oldukları geniş bir çevrede varlığını sürdüren “canlı sistemler” olarak nitelendirmiş ve belirli örgüt türlerinin, belirli çevre koşullarına diğerlerinden daha iyi uyum sağladığını belirtmiştir. Başka bir ifadeyle, her durumun örgütsel koşulları beraberinde getireceği ve örgütlenme biçimlerinin de buna göre değişeceğini benimseyen “Durumsallık Yaklaşımı” ortaya çıkmaya başlamıştır. Buna göre, en iyi örgüt yapısı durumdan duruma değişmekte, hangi yapının uygun olduğu ise, iç ve dış çevresel faktörlerin özelliklerine bağlı olmaktadır. (Morgan, 1986:39)

Dixon’a göre, bir organizmanın yaşamını devam ettirebilmesi için göstermesi gereken değişim, en az çevresindeki değişimlere eşit veya ondan fazla olmalıdır. (Dıxon, 1994:2)

De Geus yaşayan şirketi şu şekilde tanımlamıştır: çevresindeki değişimlere karşı açık olan ve öğrenerek uyum sağlama yeteneği gösteren; belirli bir kimliğe ve kişiliğe sahip olan; yaratıcılığı ve yeni fırsatları değerlendirme gücünü kısıtlamayan, yerinde yönetime ağırlık veren; finanssal kaynaklarını etkin bir biçimde, kendi gelişme ve evrimini gerçekleştirme yönünde kullanan şirketlerdir. O halde yaşayan bir şirketi karakterize eden dört bileşen vardır. Bunlar: öğrenebilme yeteneği, kişiliği, ekolojik çevresi ve geçirdiği evrimdir. (De Geus, 1997:44)

1.3.4. 80’li Yıllar Sonrası Gelişmeler

1980’lerden sonra globalleşme, ekonomi, rekabet, teknoloji, bilim ve insan hakları konularında yaşanan gelişmeler örgütleri her dönemde olduğundan daha yoğun bir biçimde etkilemeye başlamıştır. Yeni örgütsel yapıların oluşturulmasında temel faktör insanın bir rekabet unsuru olarak değerlendirilip, beyin gücünü kullanarak ön plana çıkması oluşturmaktadır. (Yazıcı, 2001:42)

• Rekabet unsuru olarak insan: Endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçişle birlikte işin gerektirdiği nitelikler ve bu niteliklerin gerektireceği yetenekler de değişmektedir. Artık çalışanların kas gücünden çok beyin gücünden, problem çözme ve öğrenme yeteneklerinden, iletişim becerilerinden ve yaratıcılıklarından faydalanmak gerekmektedir. (Marquardt, 1996:13)

İnsanın örgütün en önemli kaynağı olarak yönetim düşüncesinde yer alması 1980’lerde gündeme gelmiştir. (Espejo-Schuhmann-Schwanınger- Bilello, 1997:36)

İnsanın özellikle yaratıcı yönü, sinerji yaratan, düşünen ve öğrenen bir varlık olması, onu örgütün diğer faktörlerinden farklı hale getirmiş ve stratejik bir önem kazanmasına neden olmuştur. ( Drucker, 1993:18)

İstanbul Sanayi Odasının düzenlediği 3. sanayi kongresinin ikinci gününde “Başarılı Firmaların Gelecek Stratejileri” başlıklı bir konuşma yapan London Business School öğretim üyesi Arie de Geus bu konuda şöyle diyor; ekonomik açıdan artık dünyada kapitalist dönem sona ermiştir ve kritik faktör artık insandır. Sermaye tabanlı üretim biçiminden insan odaklı üretim biçimine geçildiğini, günümüzde artık yeni ekonomiden bahsedildiğini, teknoloji, iletişim gibi sözcükler kullanıldığını işaret eden Geus, “Hiç ders kitaplarında ekonominin teknoloji ile tanımlanamayacağını okumuş muydunuz? Hiçbir ekonomi, teknoloji ile tanımlanamaz” diye konuşmuştur.

Günümüzde kritik faktörün artık “insan” olduğunu vurgulayan Geus, beyin açısından zengin, sermaye açısından fakir yeni şirket kategorisinin oluştuğunu, yazılım, danışmanlık, bilgi teknolojileri, hatta elle hizmet veren bu kuruluşların defterlerinde gözükmeyen varlığın insanlar olduğunu, bilanço değerleri ile borsadaki piyasa değerleri açısından büyük farklar bulunduğunu anlatmıştır. Şirket yöneticilerine “en yetenekli insanları toplayın, en iyi şekilde değerlendirin” önerisinde bulunan Geus, bunu aynı bir futbol takımındaki gibi, zayıf olan alana nasıl yüksek ücretlerle yeni futbolcu transfer ediliyorsa, aynı mantığın işletmeler için de geçerli olduğunu, dünyada artık yetenek savaşlarının yaşandığını, büyük şirketlerin dünyanın her tarafında yetenek peşinde olduğunu ve bu tür insanları ellerinde tutmaya çalıştıklarını belirtmiştir. (Onur, 2004:1)

a) Yaratıcı-düşünen insan: Yaratıcılık, düşünmek ve öğrenmek gibi, insanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerden biridir. İnsanın yaratıcı olma özelliği farklıyı, yeniyi ve daha iyiyi arama çabalarından kaynaklanmaktadır. Örgütsel açıdan değerlendirildiğinde de bu faktörler örgütleri diğer örgütlerden ayıran, onlara rekabetçi avantajı sağlayan yegane unsurlardır. Dolayısıyla günümüzde örgütlerde düşünen ve yaratıcı insan modelini yerleştirmek, yani yaratıcı düşünceyi yerleştirmek, rekabet avantajı sağlamada temel öncelik haline gelmiştir. (Bono, 1996:9)

b) Entelektüel sermaye olarak insan: Bilgi günümüzde işletmelerin temel sermayesi haline gelmektedir. Bilginin temel yaratıcısı ve kullanıcısı ise insandır. Bu nedenle insan kaynağı, literatürde “Entelektüel Sermaye” olarak da kullanılmaktadır. Entelektüel sermaye arazi, donanım veya nakit varlıklardan farklı olarak, soyut bir nitelik taşır. İş bilgisi (know-how) birikimi veya çalışanların bilgi birikimlerinin toplamıdır. (Yazıcı, 2001:45)

c) Bilgi yaratan insan: Örgütlerin değişen çevresel faktörlere uyum sağlayabilmeleri, hatta çevresel değişimleri önceden sezinleyip, proaktif davranabilmeleri için, bilgiyi yaratıp kullanmaları gerekmektedir. Bilgiyi yaratmak, mevcut bilginin yorumlanmasından farklıdır. Bilgiyi yorumlamak, daha teknik bir konu olmasına rağmen, bilgiyi yaratmak onun teknik boyutundan farklı olarak, insana özgü hayal gücü, sezgi ve içgüdüden yararlanmayı gerektirir. (Nonaka, 1991:3) Kolaylıkla elde edilemeyen veya yaratılamayan, fakat örgütleri birbirinden farklı kılan temel kaynak, örgütün sahip olduğu insan; insanın beraberinde getirdiği yaratıcılık, öğrenme ve bunun sonucu oluşan bilgidir. Bilgi sadece örgüt üyelerinin sahip olduğu bir kaynak olarak düşünülmemelidir. Bilgi denildiğinde akla çalışanlarıyla, tedarikçileriyle, rakipleriyle ve müşterileriyle bütün halinde düşünülen bir yapı gelmelidir. Ancak böyle bir bilgi ağıyla örgütün rekabet avantajı artmış olacaktır. (Tobin, 1996:4)

d) Öğrenen insan: Öğrenme, insanların hayatlarının büyük bir bölümünü kapsayan ve çocukluktan gençliğe ve gençlikten olgunluğa kadar, insanların değişiminde rol oynayan temel süreçlerden biridir. İnsanların öğrenmeye karşı her zaman için bir istekleri olmuştur. Öğrenme isteğinin bir parçasını hayatta kalma mücadelesi oluştururken, en az onun kadar önemli bir diğer parçasını da Abraham Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi”nde belirttiği gibi insanların kendilerini gerçekleştirme ve geliştirme ihtiyaçları” oluşturmaktadır. (Dıxon, 1994:31)

Sanayi toplumunda ekonomiyi şekillendiren en büyük unsur, sahip olunan makineydi ve rekabette önemli bir yere sahipti. Ancak bilgi çağını yaşadığımız şu dönemde gelişen teknoloji ve teknolojiye sahip olma imkanın hayli kolay hale gelmesiyle makine gücü gibi bir kavram rekabet unsuru olmaktan çıktı. Yeni ekonomik düzende rekabet edebilmek sahip olunan insan ve bu insanın başarısına, yeteneğine bağlı. İşletme bünyesindeki personelin kendi potansiyeline ve başarısına etki edecek, gelişim fırsatlarını sağlayacak en önemli organizasyon yapısı da öğrenen organizasyonlar. Rekabet ortamında ayakta kalabilmek için, hızlı olmalı, rakiplerden bir adım öne geçmeli, insan faktörü sürekli gelişmeli, bu gelişimler departmanlara uygulanmalı, ayrıca işletme bu değişimlere çabuk adapte olacak hızlı karar alabilecek yapıda olmalıdır. Bu değişimler işletmeyi olağanüstü karlara ulaştırmayabilir belki ama olası gelişmelere seyirci kalmanın çok kötü sonuçlar doğuracağı kesindir, tıpkı bir lise mezunun üniversiteye girmemesinin onun yaşantısı için bir son olmayacağı ama üniversiteye de girememesinin onun için büyük bir sıkıntı olacağı gibi. (Alkan, 2004:1)

Özellikle 1980’li yıllardan sonra, insanın bir rekabet unsuru olarak ön plana çıkmasıyla birlikte, geleceğin iş dünyasını şekillendirecek organizasyonel formlar da belirgin bir değişim geçirmiştir. Bu değişim sonucu oluşan yeni organizasyon yapılarını aşağıdaki biçimde toparlamak mümkündür:

i) Esnek organizasyonlar: Günümüz işletmeleri artık tedarik, üretim, pazarlama, finansman ve insan kaynakları gibi fonksiyonları global bazda düşünmeye başlamıştır. Bu durum, işletmelerin etkinlik kriterlerini yeniden gözden geçirmeye ve bu değişimlere anında tepki verebilecek esnek organizasyon yapılarını oluşturmaya zorlamıştır. İşletmeler için rekabet ortamı iki tür değişimden etkilenmektedir: (Yazıcı, 2001:49)

• Değişen piyasalar ve ürün talepleri, • Gelişen üretim teknolojileri.

Günümüzde mamul hayat eğrileri kısalmakta, küreselleşme ile birlikte pazarları birbirinden ayıran sınırlar ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla firmalar, müşterilerin özel isteklerine göre üretilmiş, yüksek kaliteli mal ve hizmetleri, düşük maliyetle ve en kısa sürede piyasaya sunmak zorundadırlar.

Diğer taraftan, piyasalardaki bu değişimlere paralel olarak üretim teknolojilerindeki gelişmeler de işletmeleri etkilemişlerdir. Grup teknolojisi, Esnek İmalat Sistemleri, Robotlar, Bilgisayar Destekli Tasarım (CAD), Bilgisayar Destekli Üretim (CAM) gibi yeni teknolojiler, ürün tasarım ve üretim süreçlerini kolaylaştırmakta ve esnekliği artırmaktadır.

Esneklik kavramı, “mevcut durumun gereklerine göre farklı şeyler yapabilmek ve farklı yetenekleri kullanabilmek” şeklinde tanımlanabilir. Bu da, işletmenin çevredeki olumsuz koşullar altında ayakta kalabilme yeteneğini sergiler. (Yazıcı, 2001:50)

ii) Yalın organizasyonlar: Bir organizasyonun yalın olması, üretimle ilgili gereksiz işlemlerden veya organizasyon modelinde gerçekten gerek duyulmayan görevlerden ve bunların getireceği maliyetlerden kurtulması demektir. Üretimde yalın olmak, çok çeşitli ürünlerden, büyük miktarda üretebilmek için, çok yönlü eğitilmiş ekipleri ve yüksek düzeyde esnekliği olan ve gelişmiş otomasyon sistemlerine sahip üretim teknolojilerinin kullanılması demektir. Bunun yanı sıra, insan gücünden, üretim için kullanılan alandan, araç-gereç yatırımlarından ve stok maliyetlerinden kurtulmak yalın üretimin temelini oluşturmuştur.

Yalın organizasyonun anafikri, takım ruhu, kaynakların etkili kullanımı ve israfın ortadan kaldırılması ve sürekli gelişme üzerinde odaklanmıştır. (Özçelikel, 1994:86)

iii) Sanal organizasyonlar: 1980’li yıllarla birlikte özellikle bilgisayar ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, işletmelerin global pazarlarda rekabet edebilmelerine olanak sağlayan esnek, bürokrasiden uzak sanal organizasyonların doğmasına yol açmıştır. Sanal organizasyonlar, küresel etkiler yaratabilen ancak teknoloji sayesinde çok çalışanı ve hatta bir fiziksel merkezi bulunmayan, bilgiyle birbirine bağlanmış ağlardan (şebeke) oluşan organizasyonlardır.

Sanal örgütlerin sınırları tam olarak belirgin değildir. Üretici, tedarikçi, satıcı ve müşteri arasında sürekli bir etkileşim söz konusudur. Örgüt içinde ofisler veya bölümler arasındaki yapı, gereksinimlere göre sürekli olarak değişmektedir. Yetki kademeleriyle birlikte, görev ve sorumluluklar da sürekli değişmektedir. Çoğu zaman, müşteriler ve tedarikçiler de süreçlere dahil edildiklerinden, “çalışan” tanımı da değişmektedir. Dolayısıyla örgütle tedarikçiler, satıcılar ve müşteriler arasında sıkı ortaklaşa bilgi alışverişi gerçekleşmektedir. (Kelly, 1997:224)

iv) Bilgi işleyen sistemler olarak organizasyonlar: Simon’a göre örgütlerin karar alma süreçlerini etkileyen en önemli unsur, bilgi işleme ve yeni bilgi yaratma yetenekleridir. Simon, örgütlerin bilgi işleme ve yeni bilgi yaratma yeteneklerini ise çalışanların öğrenme kapasitelerine bağlamaktadır. (Yazıcı, 2001:53)

Bilgi yaratan ve bilgiyi en iyi şekilde kullanan organizasyonlarda, bilgiye yatırım yapmak sadece AR-GE, pazarlama veya planlama bölümünün görevi değildir. Tüm çalışanlar, örgüt kültürünün bir parçası gibi, bir davranış ve yaşam biçimi olarak bilgiye aynı derecede önem verirler. (Nonaka, 1991:2)

v) Yaratıcı-yenilikçi organizasyonlar: Yaratıcı organizasyonlar, insanların yaratıcılıklarını ve düşünsel yeteneklerini ortaya koyabilecekleri örgüt yapılarıdır. Yaratıcı örgütlerin en önemli özelliklerinden birisi yenilikçi olmalarıdır. Bu nedenle bu yapılar yenilikçi yapılar olarak da adlandırılmaktadırlar. Yenilik, Michael Porter’a göre, nesneleri farklı biçimde sunmak, yeni bileşimler yaratmak demektir. Yenilik, genel olarak herşeyi birleştirmek için farklı yöntemler bulmak, yaratıcı olmak demektir. (Porter, 1997:49)

vi) Öğrenen organizasyonlar: Araştırmamızın temelini oluşturan ve ilerleyen bölümlerde daha ayrıntılı bir şekilde ele alınan öğrenen organizasyonlar, çalışanlarının bilgi, yetenek ve yaratıcılıkları sayesinde çevrelerinden bilgi toplayan; onu kullanarak yeni bilgiler üreten; bunları daha sonra, geleceklerini şekillendirmek amacıyla kullanmak için örgütsel belleklerinde depolayan organizasyonlar olarak özetlenebilir. Bu tür organizasyonlarda, çalışanlar örgütün gelişmesi için temel unsur olarak değerlendirilmektedir.

1.4. ÖĞRENEN ORGANİZASYON KAVRAMI

Benzer Belgeler