• Sonuç bulunamadı

MODERN CEZANIN CEZALANDIRMA YÖNTEMİ OLARAK HAPİS CEZASI CEZASI

C. Önlemeye Dayalı Diğer Teoriler

III. MODERN CEZANIN CEZALANDIRMA YÖNTEMİ OLARAK HAPİS CEZASI CEZASI

Son üç yüzyılı hariç tuttuğumuzda, ceza hukuku tarihi, ünlü hukuk tarihçisi Jhering’in deyimiyle, yok etmenin tarihidir133. Hapis cezasının 18. yüzyıl Avrupası’nda hala insancıl bir ceza hukuku özlemiyle savunuluyor olması, bu dönemin öncesine dair tüyler ürpertici bilgiler sunar. Azap çektirmeye dayanan eski sistemde, ıstırabın niteliğinin, süresinin ve yoğunluğunun suçun ağırlığına göre belirlenmesi, kimi zaman azabın ölüm sonrasında dahi sürdürülmesi (suçlunun bedeninin yakılması, küllerinin rüzgara savrulması vs.)134 karşısında; yerine ikame edilmesi önerilen hapis cezasının, suçun ağırlığına bağlı olarak yalnızca süresinin değişmesi, şüphesiz çok daha az katı bir ceza sistemine işaret etmekteydi. Demek ki, her şeyden önce, ölüm ve bedene yönelik diğer cezaların vahşiliği karşısında hapis cezası, “tatlı ceza” 135 olarak da savunuldu136. Hunharca infaz edilen ölüm cezaları; kör etme, burun veya dil kesme gibi bedensel cezalar; kürek cezası137; teşhir edilerek infaz edilen onur kırıcı cezalar, 1700’lü yıllarda hala baskınlığını korumaktaydı ve bunu izleyen iki yüzyıl boyunca, pek çok ülkede ölüm cezasının kesin olarak ortadan kaldırılmasına kadar uzanan süreçte, cezalar, aşama aşama vahşiliklerinden

133 Bkz. Aktaran MARINUCCI – DOLCINI: s. 3.

134 PAVARINI: Istituzioni, s. 16.

135 PAVARINI: Istituzioni, s. 21.

136 Ancak hapis cezasının insancıl ceza türü olarak önerilip savunulduğu dönemde dahi, bu görüşün istisnasız biçimde paylaşıldığı da düşünülmemelidir. Nitekim çağdaşı Diderot, ölüm yerine hapis getirildiğinde ceza hukukunun daha insancıl olmayacağı ve bu nedenle kendisiyle çeliştiği savıyla Beccaria’yı eleştirmiştir. Bkz. AKSOY RETORNAZ: s. 103.

137 Kürek cezası, özellikle denizciliğin geliştiği ve deniz savaşlarının yoğunlaştığı çağlarda en yaygın ceza türü halini almıştı. Örneğin İtalyanca’da, 1800’lü yıllara kadarki dönemin en yaygın savaş gemilerinden biri olan galera (ya da galea) kelimesi, günümüzde cezaevini ifade etmek için kullanılmaktadır. Çünkü bu gemilerde, köleler ve savaş esirleri ile birlikte, kürek cezası mahkumları çalıştırılmaktaydı.

arınmışlardır138. Böylece hapishane, daha barbar başka cezalara alternatif olarak doğmuş ve o da kendi içinde zamanla insanileşmiştir139.

Hapis cezası, sadece daha insancıl olduğu için değil, aynı zamanda daha yararlı ve adil olduğu için de savunulmuştur. Nitekim Aydınlanma çağında, bu döneme hakim fikirlerle bağdaşan ceza türünün ne olduğu sorusu sorulmaktaydı: Hem faydalı, hem de adil olacak şekilde, modern çağın cezalandırma yöntemi nasıl olmalıydı? Birbiri ile çelişmemekle birlikte ağırlık verdikleri noktalar (Faydacılar için “neden cezalandırma”;

İdealistler için “nasıl/ne kadar cezalandırma”) arasında fark olan bu iki tezin de üzerinde uzlaşabileceği bir ceza türü bulunması gerekiyordu. Aydınlanma felsefesinin ürünü olan

“birey” kavramının doğumu ve gelişimiyle, bireyin hürriyeti de paha biçilemez bir değer haline gelmiş ve bunun neticesinde hürriyetten mahrumiyet, ceza sisteminin temel taşı olarak kabul edilmiştir. Diğer yandan hapis cezası, herkes için aynı değerde olduğu kabul edilen özgürlüğe yöneldiği için, acı vericilik bakımından eşitlikçi bir ceza olarak görülmüştür. Oysa bedensel cezaların acı vericiliği, suçlunun yaşı, dayanıklılığı gibi fiziksel özelliklerine bağlı olarak değişmekteydi. Üstelik hapis cezası, sadece bedensel cezalarla yapılan kıyasta galip gelmekle yetinmemiş; kaybedilmesi herkes için aynı bedele mal olacak olan özgürlüğü hedef alması itibariyle malvarlığına yönelik cezalardan da daha

138 MARINUCCI – DOLCINI: s. 3. Bu konudaki ilk adım, Beccaria’nın ünlü eseri Suçlar ve Cezalar Hakkında (Dei Delitti e Delle Pene)’nin ilk basımının (1764) ardından, 30 Kasım 1786 tarihinde Toskana Grandükü Pietro Leopaldo tarafından yapılan ceza reformu ile atılmıştır. Bu reform ile işkence yasaklanmış; ölüm cezası ile uzuv kesme cezaları kaldırılmış; bütün mahkumiyet hükümlerinin fiilen ve hukuken gerekçelendirilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Bunu izleyen yıl, dünyanın ilk modern ceza kanunu olarak bilinen 1787 Avusturya Ceza Kanunu yürürlüğe girmiştir. Toskana Ceza Kanunu gibi işkence ile ölüm cezasını kaldıran ancak sonradan ölüm cezasını yeniden öngören ve ayrıca ceza hukukunda kıyası yasaklayan bu Kanun’a göre cezalar şu şekildeydi: Malvarlığına yönelik cezalar (para cezası ve müsadere), düzeltici cezalar (kırbaçlama, ateşle damgalama, küçük düşürme), hapis cezaları (zaman bakımından geçici, uzun ve çok uzun; içerik bakımından da tek kişilik hücre hapsi, kamu yararına çalışma ile birlikte hapis ve zincire bağlı hapis cezası) Bkz. CANEPA – MERLO: s. 26.

139 OTHMANİ: s. 57.

eşitlikçi bir ceza olarak görülmüştür140. Ceza yaptırımlarının türleri arttıkça, özgürlüğü dışında sunabileceği değerleri olanlar ile sadece özgürlüğünü sunabilenler arasında temel bir eşitsizlik sorunu doğduğu kabul edilmiştir141. Böylece hapis cezası, bir yandan, sosyo-ekonomik sınıf ayırt etmeksizin herkes için eşit ölçüde değerli olan hürriyetin sınırlanması tehdidi ile bir yandan yararlı, zaman bakımından ölçülebilirliği yani derecelendirilebilirliği yönünden de adil bir ceza türü olarak görülmüştür142. İşte cezalandırma formu olarak hapis, bu dönemde tarih sahnesine çıkmış ve hukuk sistemlerine hızlıca yerleşmiştir.

Esasında hapishane, hukukun icadı değildir. Yukarıda da işaret edildiği üzere, bir ceza türü olmayan hapsedilmeye, disiplin ve kontrol ihtiyacı nedeniyle tarih boyunca başvurulmuştur. Hapsedilme kavramına zaten bu nedenle yabancı olmama halinin dışında, bir de 16. yüzyılda başlayan “kapatma” akımının, cezalandırma yöntemi olan hapsin altında yatan temel neden olduğu da ileri sürülmektedir. Bu teori, o dönem gelişmekte olan çalışma, maaşlı iş kavramı ve zamanın ekonomik bir değer haline gelmesi anlayışıyla birlikte okunmalıdır. Bu teoriye göre, 17. yüzyılda tüm gelişmiş kapitalist ülkelerde kendine yer edinen çalışma evleri (work house) de, cezalandırma formu olarak hapsedilmeye geçişte köprü vazifesi görmüşlerdir. Bir yandan feodal sistemin zayıflayıp kentleşmenin başlaması, yani insanın toprağa bağlılıktan sıyrılıp kente göçü nedeniyle ilk kez ortaya çıkan “serserilik” kavramı ve buna bağlı olarak artan suçluluk olgusu, diğer yandan da yeni üretim çağının iş gücüne duyduğu ihtiyaç karşısında parçalar birbirine oturuyordu. Böylece, geçmişte toprağı işleyen eski köylü - yeni kentli bu grubun artık boş kaldığı için suça sürüklendiğine dair nedensellik bağı kurmak kaçınılmazdı. Örneğin 1572’de İngiltere’de yürürlüğe giren bir düzenleme, hasta, yaşlı, akıl hastası gibi kimseleri, kısacası çalışma yeteneğinden yoksun olanları “masum fakirler” olarak değerlendirmekte;

140 FOUCAULT: s. 337.

141 BRICOLA, Franco: “Le Misure Alternative alla Pena nel Quadro di Una ‘Nuova’ Politica Criminale”, Riv. It. Dir. Proc. Pen. 1977: s. 18.

142 PAVARINI – GUAZZALOCA: s. 7.

oysa çalışabilir durumda olmasına rağmen, meşru bir gerekçesi olmaksızın çalışmayan

“serserilere” iş edindirilmesi ve bu yolla, içinde bulundukları sosyal marjinalliğin düzeltilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bundan dört yıl sonra, kraliyete ait bir kaleden dönüştürmek suretiyle ilk çalışma (ve “düzeltme, ıslah”) evi kurulmuştur. Londra’da açılan bu kurumun adı, kraliyet kalesiyle aynı adı taşıyacak şekilde Bridewell olmuştur. Çalışma yoluyla düzeltme temalı bu kurumlardan bir diğeri de Amsterdam’da 1596’da açılmıştır.

Dilenci ve genç suçluların, ücreti mukabilinde zorunlu olarak çalıştırıldığı; katı zaman kullanımı, yasak ve zorunluluk sistemi içerisinde sürekli olarak gözetlendikleri; bir yandan da ruhani metin okumaları yoluyla manevi gelişimin hedeflendiği; kısacası “kötülükten uzaklaştırıp iyiye çekme” öğretisine dayanan143 Rasp Huis adlı bu kurum, 1600’lerin başında da kadınlara yönelik bir çalışma evine dönüştürülmüştür144.

İşte bu nedenle hapishaneler salt cezalandırma kurumları olmayıp, baştan itibaren düzeltme, ıslah, iyileştirme gibi amaçları bünyesinde barından kurumlar olarak ortaya çıkmışlardır. Bu yönü, toplumun disiplin altında tutulması için hapishaneyi, iktidar bakımından vazgeçilmez bir araç haline getirmiştir. Hapishane, Foucault’un deyimiyle

“sıkı bir askeri kışla, hoşgörüsüz bir okul, iç karartıcı bir atölyedir”145. Bu, salt zihni bir ortaklığa değil, özellikle 17. yüzyıldaki geçiş döneminde, sosyal marjinalliği gidermeye dönük (hastane, akıl hastanesi, çalışma evi, hapishane gibi) kurumların fiziksel birlikteliğine de işaret etmektedir. Ancak 18. yüzyıla gelindiğinde, bağımsız kurumlar olarak hapishaneler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Batı dünyasının başka bir coğrafyasında ise, Pensilvanya Eyaleti’nin Philadelphia Şehri’nde, 1700’lerin sonlarında, bilinen ilk hapishane kurulmuştur. Bir ceza infaz kurumu olarak kurulan bu hapishanenin hikayesi oldukça ilginçtir. Hristiyan Protestan mezhebinin

143 FOUCAULT: s. 190.

144 Kapatılma ile ceza olarak hapsetme arasındaki ilişki üzerine detaylı bilgi için bkz. PAVARINI:

Istituzioni, s. 25.

145 FOUCAULT: s. 338.

bir kolu olan ve İngiltere’de doğan Quaker dini topluluğu, krala biat etmeyi reddetmeleri, savunma amaçlı dahi olsa askeri hiçbir vazifeyi yerine getirmemeleri gibi nedenlerle siyasi sorunlar yaşamaya başlayınca, 1682 yılında, Amerika’ya göç etmiştir. Bu topluluğa ve onların Amerika’da yerleştiği bölgeye, sonradan kendileri gibi bir Quaker olan aristokrat William Penn’in onuruna Pennsylvannia adı verilmiştir. Çalışma ve tefekkürü ibadet kabul eden Lutheran öğretisinin bir türü olarak Quakerlar, hücre sistemi içinde, devamlı çalışma, dış dünyadan soyutlama ve ibadete dayalı bir ceza infaz kurumuna hayat vermişlerdir146.

Bundan kısa bir süre sonra (1820’lerde) New York’ta, Auburn adıyla bilinen sistemin hakim olduğu hapishane kurulmuştur. Bu sistem, mahkumların kısmen yalnız kısmen de topluluk halinde bulundukları bir yapıda, mutlak bir sessizlik içerisinde çalışma esası üzerine kuruludur. Böylece, yaklaşık yarım yüzyıllık dönem içinde iki temel hapishane anlayışı oluşmuştur: biri yalnızlık ve dini meditasyon aracılığıyla yeniden yapılanmayı esas alırken; diğeri, kısmen topluluk halinde bulunma imkanıyla birlikte, esas olarak çalışma yoluyla iyileşme temellidir. Bu iki sistemin belirli yönlerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkan karma sistemler de elbette oluşturulmuş ve sonuçta bu sistemler Avrupa kıtasında da uygulanmıştır147.

Hapis cezasının Batı hukuk sistemlerinde kendine yer edinmesi öylesine hızlı gerçekleşmiştir ki, örneğin Fransa’da, 1670 Kararnamesi’nde hapis cezası hiç zikredilmemişken; 1810 Ceza Kanunu’nda ölüm ve para cezalarından teşkil küçük bir bölüm dışındaki ceza alanının tümünü hapis cezaları işgal etmiştir148. Hatta suç tiplerine

146 PAVARINI: Istituzioni, s. 26. Pensilvanya Hapishanesi hakkında ayrıca bkz. KARAKAŞ DOĞAN: s.

115-117; DEMİRBAŞ, Timur: İnfaz Hukuku, Ankara 2019, s. 129; ARTUK, Mehmet Emin – GÖKCEN, Ahmet: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 760-762.

147 LAPPI-SEPPÄLÄ, Tapio – NUOTIO, Kimmo: Crime and Punishment, Nordic Law in European Context, Zürih 2019 (Ed. Pia LETTO VANAMO – Ditlev TAMM – Bent Ole Gram MORTENSEN) içinde, s. 184-185. Auburn sistemi hakkında ayrıca bkz. KARAKAŞ DOĞAN: s. 117-118; ARTUK – GÖKCEN: s. 763-764.

148 FOUCAULT: s. 182 ve 185.

uygun ve çeşitlendirilmiş ceza türlerini önerenler bakımından, cezalandırma sisteminin o dönem geldiği nokta şu keskin ifadelerle eleştirilmiştir: “Ülkeme nasıl ihanet edersem edeyim beni hapsederler; babamı öldürürsem beni hapsederler; düşünülebilecek bütün suçlar, olabilecek en tekdüze şekilde cezalandırılmaktadır. Bana sanki bütün hastalıklara aynı ilacı veren bir hekim görüyormuşum gibi geliyor149.”

Kendi aralarındaki uzun süreli işbirliği sayesindeki hukuki yaklaşımlarının benzerliği ve temelden getirdikleri kültürel ortaklıkları nedeniyle Avrupa’nın diğer ülkelerinden ayrılan İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka gibi Nordik ülkelerde de cezalandırma ve hapishaneye ilişkin süreç, başlangıçta benzer şekilde ilerlemiştir150. Hapsedilmenin bir cezalandırma yöntemi olarak henüz keşfedilmediği dönemlerde, başta para cezasının, ardından bedensel cezaların yaygınlaştığı ve ölüm cezasının da sınırlı şekilde uygulandığı Nordik ülkelerde; 1800’lü yılların ikinci yarısında başlayan ve Alman hukukundan etkilenerek yürütülen kanunlaşma hareketleriyle151 birlikte, hapis cezası, cezalandırma sisteminin merkezine yerleşmiştir152. Hapis cezasının benimsenmesi bakımından başlangıçta Batı dünyasının diğer ülkeleriyle benzer olan Nordik ülkelerinde sonradan beliren anlayış farkı, hapis cezasına alternatif geliştirme konusunda, özellikle de yirminci yüzyılın ikinci yarısında kendini hissettirmiştir. Bu farklı anlayışın gelişimine ileride değinilecektir.

Hapsedilmenin, çok kısa bir zaman içinde kendisine en çok başvurulan ceza türü haline gelmesi, ekonomik acı verme şeklindeki bakış açısıyla da okunmuştur. Buna göre hapishane, özgürlükten yoksunluk aracılığıyla, mahkumun elinden zamanı da çekip

149 Bkz. (Fransız Parlamentosu’nun o döneme ait arşivlerinden aktaran) FOUCAULT: s. 184.

150 LAPPI-SEPPÄLÄ– NUOTIO: s. 179-180.

151 Norveç Ceza Kanunu (1842), İsveç Ceza Kanunu (1864), Danimarka Ceza Kanunu (1866), Finlandiya Ceza Kanunu (1889).

152 LAPPI-SEPPÄLÄ– NUOTIO: 184.

almaktadır153. Zaman, çalışmak yoluyla ekonomik kazanca dönüştürebileceği yerde, hapsedildiği için çalışamayan mahkumun ekonomik yönden mahvına yol açmaktadır.

Böylece ekonomik acı, kapitalizm ile birlikte cezanın acı verici doğasına eklenmiştir.

Yukarıda kısaca sayılan birçok farklı etkenin bir arada rol oynamasıyla modern cezalandırma yöntemi olarak doğan hapis cezası, 18. yüzyılın sonlarından, ölüm cezalarının yürürlükten kaldırılmaya başlandığı İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, dünya üzerindeki hakim cezalandırma yöntemi olarak benimsendi. Hapis cezasını merkeze alan bu sistemin tamamlayıcıları da, en ağır suçlar için ölüm cezası ve hafif suçlar için de para cezası olarak öngörülmüştür. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ölüm cezaları kaldırılmaya başlandığında, hapis cezasının uygulama alanı daha da genişleyecekti. Ama o dönemde, bir yandan da hapis cezasına alternatifler öngörülmeye başlanacaktı.