• Sonuç bulunamadı

Moğollar Arasında Mani Dini

3. İstila Öncesinden İlhanlıya Kadar Anadolu’nun Siyasi Durumu

1.2. Moğol Steplerine Büyük Dinlerin Nüfuzu

1.2.5. Moğol Steplerindeki Diğer Din Ve İnanışlar

1.2.5.2. Moğollar Arasında Mani Dini

Bu din ismini aslen Hemadan’lı bir aileye mensup olan ve Mardin’de 215 ya da 216. yılında doğduğu bilinen Mani428’den almıştır. Kısa sürede birçok alana yayılan bu dinin mensupları Abbasi iktidarıyla İran bölgesinde gerilemeye başladı. Buna mukabil Maveraünnehr, Horasan’da, Orta ve Doğu Asya’ya doğru hızla yayılmaya başladılar. 694 tarihinden itibaren yüksek mevki sahibi olan bir Maniheist’in Çin sarayındaki mevcudiyeti ve 732’de imparator tarafından çıkarılan bir ferman ile Mani dini mensuplarına ayinlerini serbestçe yapma hakkı verilmiş,429 buna müteakiben 768 ve 771 deki iki fermanla ibadethane kurma izni de verilmiştir.430

Bundan daha önemlisi ise mani dini ruhanileri 763 yılında Uygur Türklerinin Hakanına bu dini kabul ettirmişlerdir. Böylece İslamiyet ve Hristiyanlık karşısında yok olmak üzere olan bu din Uygurlarla hayatiyet kazanmıştır.431 Uygurluların resmi dini haline gelen Manihaizm var oluşundan beri en parlak dönemini yaşamış oldu. Mani dinine ait Karabalasagun kitabesi: “Evvelce et yenen bir memlekette şimdi

pirinç yenecek; evvelce insan öldüren bir millet artık hayır ve sulh içinde

428 Mani Babilanya’ya bağlı Mardinu (Mardin) kentinde 14 Nisan 216 tarihinde dünyaya geldi. Babası

Fatak Babak Hemadan kökenli bir aileden, annesi ise soylu Arsaki hanedanı ile akraba olan Mermerjam idi. Babası entelektüel dinsel eğilimlere sahipti. Bu sebeple Mani bütün dinlerin sentezine sahip bir din anlayışını benimsedi. Dini fikirlerini, Zerdüst inancı, Budist Ahlakı, Mithra kültürü ve Hristiyan öğretisinin birleşimini gerçekleştirerek dâhice oluşturmuştur. Dini öğretileri olgunlaştırması ve ortaya koymasında kendisine ilahi bir desteğin varlığını ileri sürerek 20 Mart 242’de Cündişapur kentinde tahta oturma töreni düzenlediği sırada toplanan kalabalığa öğretisini ilk kez ilan etmiş ve gerçek Tanrı’nın habercisi olarak peygamberliğimi duyuruyorum demiştir. Bu olaydan sonra ülkeden sürülmüş, Sasani toprakları dışında Türkistan ve Kuzey Hindistan’da öğretilerini yaymaya çalışmıştır. İran’a tekrar dönmüş bir süre fikirlerini yaymış, hatta uzun mektuplar yazarak uzak bölgelere de gönderme çabasını sürdürmüştür. Bu faaliyetlerinden dolayı hapse atılmış 274 yılında I. Şahpur’un ölümüyle özgürlüğüne kavuşmuş, onun oğlu I. Hürmüz Mani’yi desteklemiş ancak onun saltanatı da ölümüyle bir yıl kadar sürmüştür. Yerine geçen kardeşi Behram Mazdeizm’e bağlı ve başka bir dine müsamahası olmadığından Mani’yi çarmıha germiş, mensuplarını yıldırmak içinde Mani’nin cesedini parçalayıp derisini yüzdüğü ve içine saman bastığı rivayet edilir. Kaynaklar Mani’nin ölüm tarihini 26 Şubat 277 olarak verir. Daha geniş bilgi için bkz. Sarıkçıoğlu, a.g.e., s.149–160; Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, s.86–93. (Fuat Köprülü’nün hazırladığı izahlar ve düzeltmeler kısmı)

429 Ligeti, a.g.e., s.252.

430 Barthod, a.g.e., s.91, Osman Turan Maniheizm’in Çin’de ilk yayılışını Göktürklere tabi Tahoristan

yabgusunun 720’de Çin’e gönderdiği Tamça adlı mühim bir astronomi âlimi ve rahibi ile başladığını yazar. (Turan, Mefkûre, s.66.)

yaşayacaktır” ifadesiyle Uygurlardaki derin bir değişikliği ortaya koyuyordu.432

Uygurlar arasında bu dinin yayılması hakkında Cüveynî de geniş bilgi vermektedir.433

Uygur devletinin yıkılışıyla beraber bu din Budizm karşısında gerilemiştir. Nitekim X. asrın sonlarında buradan geçen bir Çin seyyahı Uygur başşehrinde elli Budist mabedine karşılık bir tane maniheist mabedi görebilmiştir.434 XIII. asrın başlarında Moğol istilasına kadar yavaş yavaş gerileyen Manihaizm Çin’de de aynı akıbete uğramış, gizli cemiyetlerin içine sığınıp büsbütün yok olmamaya çalışmıştır.435

Bu açıdan Manihaizm birçok din ve düşünceye tesir etmiştir. Hristiyan rahip Rubruk Nesturi Hristiyanların kozmolojisinde bu inancın tesirlerini duymuş ve onları sertçe azarlamıştır.436 Kuşkusuz Moğolların bütün dinlere karşı sağlamış olduğu fikri ve dini serbestliği Manihaizm içinde geçerlidir. Onlar da imparatorluğun her yerinde özellikle de Uygur ve Doğu Türkistan bölgesinde diğer din ve öğretilere sağlanan imtiyazlardan faydalanmışlar bu bölgelerde sönmek üzere olan dinlerini Moğolların hoşgörüsü karşısında bir süre daha koruyabilmişlerdir. Ancak çağdaş müellifler yakınlık ve karşılıklı tesirler dolayısıyla bazen Buda ve Mani dinlerini çoğu kere birbirine karıştırmışlardır.437 XIII. asrın seyyahı Rubruk, Uygur bölgesinde Buda, Mani, Hristiyan, İslam ve Şamanî Türklerin bir arada ahenk içinde yaşadıklarını müşahede etmiştir.438

Manihaizm Çin’de yaklaşık iki asır kadar bir süre baskı altında tutulmuş, ancak Moğolların burayı alması özellikle de Kubilay Han döneminde Çin’de refah ve huzurun sağlanması Maniheizmin yeniden etkin hale getirmiştir.439 Maniheizmin

432 Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s.43; Grousset, a.g.e., s.151; Turan, Mefkûre,

s.67.

433 Cüveynî, a.g.e., s.102–106.

434 Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, s.91. 435 Barthold, a.g.e., s.91.

436 Rubruk Nesturi papazların cennetin, insanın ve şeytanın yaratılışı ile ilgili söylediklerini duymuş

ve konuşan rahibi uyardığını şöyle anlatır “Ben bu Maniheist zındıklığı duyunca ve o bunu sık sık

utanmadan söyledikçe onu sertçe azarladım ve en doğrusu parmaklarıyla ağzını kapamasını tavsiye ettim”. (Rubruk, a.g.e., s.102)

437 Turan, Mefkûre, s.69.

438 Rubruk, a.g.e., s.71–77; Turan, Mefkûre, s.69. 439 Roux, Moğol, s.389.

99

Çin’deki bu faaliyeti Yang-Tscu, Fou-klen ve Fou-tcheou bölgelerinde XIV. asrın sonlarına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.440

Moğollar istila ettikleri topraklarda karşılaştıkları bütün dinlere hâkimiyetlerini kabul ettikten sonra herhangi bir baskı yapmamışlardır. Büyük hanların hemen hemen hepsi Cengiz Han’ın yolundan gitmişler onun dinlere ve din adamlarına karşı sınırsız hoşgörüsünü ve dinlere sağladığı imtiyazlardan istifade ettirmişlerdir. Bu tutumlarında şüphesiz Şamanî inançta var olan Kam’ların, onların toplum üzerindeki etkileri, halkın ve hükümdarların onlardan çekinip korktukları ve saygı duymalarından kaynaklanmış olabilir. Erken dönem Moğolların bu inanca sahip olan Büyük Hanlar topraklarında hayat sürmekte olan diğer dinlere karşı dengeleyici bir politika güderek, dini siyasetlerininde bir gereği olarak çoğu zaman bu dinlere meyletmiş görünmüşlerdir. Bu dinlerin temsilcileri bundan ümit bularak Moğol Hanlarını kendi dinlerine bağlı kılmaya çalışmışlar veya öyle göstermek arzusu içinde olmuşlardır. Büyük Hanlar gerçekten bir dine meylettikleri zaman ise var olan siyasi denge bozulmuş, o dinin müntesipleri veya din adamları kendilerine en muhalif ya da rakip gördükleri dini ve onun mensuplarını sindirmeye çalışmaktan geri durmamışlardır. Hatta doğal olarak bu mücadele aynı dinin farklı mezhepleri arasında bile görülmüştür. Genel olarak erken dönem Moğol hanları ata dinlerinden temelde taviz vermeden, yasa çerçevesinde dinler arasında denge siyaseti güderek dinleri bir elin parmakları gibi düşünmüşlerdir.

İKİNCİ BÖLÜM

İLHANLILARIN DİNLERE BAKIŞI ve DİNİ

SİYASETLERİNİN EVRELERİ

İlhanlıların Anadolu’daki münasebetlerine değinmeden önce Anadolu’da İslamiyet’in yayılması dini tasavvufi fikir hareketleri ile kısaca içtimai hayat ve münasebetleri hakkında bir bilgi vermek gerekmektedir. Çünkü ilk İslamlaşma ile Moğol istilasının başlama tarihi arasındaki dönemle; istilayla başlayan Anadolu’ya akın buradaki dini ve tasavvufi gurupların oluşması açısından büyük farklılıklar arz ettiği görülmektedir. Anadolu’nun İslamlaşma hareketi yurt bulma ihtiyacıyla Anadolu’ya yapılan göçler ve göç eden bu Türk boylarının İslam dinine hizmet idealiyle Anadolu’nun her yerini sarmış ve buraya yerleşmiş, Moğol istilası sebebiyle de dini, tasavvufi, içtimai ve iktisadi alanlarda daha da çok Müslüman nüfuzu barındırarak en ücra köşesine kadar Müslümanlaşmıştır.

Malazgirt zaferinden sonra bir taraftan Süleyman Şah’ın fetihleri diğer taraftan Dânişmend, Çaka, Mengucek gibi birtakım beylerin şehirleri zapt etmesiyle, Türkmen kitleleri her şeyleriyle beraber Anadolu’nun şehir ve bozkırlarına yerleşerek, lisanlarını, dinlerini, örf ve adetlerini kısacası bütün kültür birikimlerini buraya taşımışlardır.441 Anadolu’yu vatan olarak kabul eden, İslam dinine mensup Türkmenler yoğun bir şekilde buraya akın ederken, Hristiyan yerlilerin de geri bölgelere çekilmesiyle İslamiyet Bilad-ı Rum’da süratle yayılmış, Hristiyanlık ise birçok yerde mütevazı bir şekilde tutunmaya çalışmıştır.442 Anadolu’yu yurt tutmak ve burada İslamın hizmetkârı olduğu düşüncesiyle hareket eden göçmen kitlelerin Anadolu’nun Müslümanlaşmasında büyük etkiye sahip olduğu da görülmüştür. Başta

441 Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991,

s.186; M HalilYınanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, I, Anadolu’nun Fethi, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1944, s.168.

101

Selçuklular olmak üzere bu topraklarda kurulan devlet ve beyliklerin İslama hizmet ideali her zaman en önde gelen ilkeleri olmuş, bunlarla ilgili birçok örnekler tarih kitaplarında yeralmıştır.443

Orta Asya’da ortaya çıkan Moğol istilası bütün bir İslam dünyasında dehşet saçarken Anadolu’nun İslamlaşması noktasında başlangıçta önemli bir rol oynamıştır. Moğollar kendilerine meydan okuyan hatta elçilerini öldürecek kadar ileri giden Harzemşahların hataları yüzünden, Meveraünnehirden başlayarak İslam dünyasını tarihte bir başka eşi görülmemiş şekilde katliama tabi tutmuşlardır.444 Moğollar Harzem’de büyük bir katliam yapıyor, insanlar Moğolların önünden kitleler halinde kaçışıyorlar, bir kısmı gizlenmeye çalışıyor, bir kısmı şehirlerden çıkarak saklanıyor, göç ediyor hatta ölüler arasında yatarak ölü numarasıyla hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Moğolların yaptığı katliam ve zulümleri anlatan Cüveynî’nin tasvirleri ilgi çekicidir.445

Moğolların etrafa saldıkları dehşet ve korkunun ne kadar büyük olduğunu İbni Bibi ilginç bir olayla nakleder. Buna göre Ahlât’taki Moğol saldırısından geride kalan tek bir yaşlı kadının Selçuklu veziri Sahip Ziyaeddin’e dört bin Harzem askerinin yedi yüz Moğol askerine yenilmesini anlatırken kadının: “Binlerce Harzem

süvarisi arasına bir Moğol külahı atarsanız hepsi birden korkudan darmadağın olur. İşte Moğol korkusu Harzemlilerin yüreğine bu derece işlemiştir”446 diyerek verdiği

cevabı istila bölgelerindeki Moğol korkusunu gözler önüne sermektedir.

443 Mesela Anadolu Selçuklu Sultanlarından II. Rükneddin Süleymanşah’da (1196–1204) var olan

hizmet aşkı, İbni Bibi’nin onun şehzadeliği sırasında babasıyla arasında geçen bir konuşmadan naklettiği cümlelerden anlaşılmaktadır. Bu Anadolu hükümdarının henüz şehzadeliği döneminde başlayan İslam hizmet ideali ve onun hangi duygu ve inançla yetiştirildiğini göstermesi bakımından önemli vesika niteliği taşımaktadır. Gürcü kraliçesi Tamarra’nın oğluyla evlenmek istemesi karşısında bu teklife sıcak bakan II. Kılıçaslan’a oğlu II. Süleymanşah şöyle itiraz etmiştir: “Kâfir bir kadının işvesi ve cilvesine kanarak oğlunu niçin İslam başkentinden

uzaklaştırıp küfür ve sapıklık yurduna atmak istiyorsun? Benim ümidim, ilahi gücün, semavi desteğin ve sultanın ordusunun yardımıyla Abhaz ülkesini alır, o diyarın toprağını yele verir, o sapıkların ordularının tamamını saltanat sarayının hizmetine gönderirim. Kilise ve manastırların yerine mescid ve medrese yaparım. Org sesinin yerine Kuran ayetlerinin sesini o ülkede oturanların kulağına ulaştırırım. Zil ve çan sesinin yerine Allah’ın birliğini ve Hz.Muhammed Mustafa(S.A.V.)’nın Peygamberliğini bildiren ezan sesini duyururum.” (İbni Bibi, a.g.e., I, s.90.) 444 Bu katliamın sebepleri hakkında bkz. İbnü’l-Esir, a.g.e., XII, s.361-362; Cüveynî, a.g.e., s.116-

119.

445 Cüveynî eseri Cihanguşa’da Maveraünnehir, Harzem ve Horasan bölgelerindeki katliamları uzun

uzun tasvir eder. Daha geniş bilgi için bkz. Cüveynî, a.g.e., s.148,149,150,152,169,173,vd.

Moğol zulmü ve katliamından kaçan halk adeta insan seli gibi bu bölgelerden ayrılarak batıya doğru göç etmeye başlamıştır. Türkistan bölgelerinden başlayan bu göçler Maveraünnehir ve Horasan bölgelerinde batı yönüne doğru sürekli bir biçimde devam etmiştir. İşte Moğolların sebep olduğu ve XIII. yüzyılda Anadolu’ya doğru meydana gelen bu göçler, o ana kadar bu topraklarda yapılan göçlerin en yoğun ve en önemlilerindendir. Çünkü bu göçler Küçük Asya’da mühim etnik ve dini demoğrafinin değişmesine sebep olmuştur.

Moğol istilasıyla Anadolu’ya gelen yoğun Türkmen kitleleri içinde çok çeşitli mesleklere ve statülere sahip insanlar bulunmaktaydı. Bunlar arasında zengin tacirler olduğu gibi, fikir ve sanat adamları, müderris ve mutasavvıflar ile hatta ilerde beylik ve devletler kuracak boy beyleri de vardı. Maveraünnehir ve Horasan bölgelerinin Moğollar tarafından istila edildiği 1220 yıllarında Anadolu Selçuklu tahtında I. Alâeddin Keykubad vardı. Bu sultan zamanında Anadolu en gelişmiş ve en emniyetli dönemini yaşamaktaydı. Ayrıca sultan din adamlarına âlimlere ve mutasavvıflara karşı büyük bir saygı göstermekteydi. Bu yüzden Moğolların önünden kaçarak gelen ve Anadolu’da kendisine bir sığınak bulmaya çalışan bu insanları memnuniyetle ülkesinde kabul etmiş onları samimiyetle karşılamıştır. Konya şehri Moğollardan dolayı evlerini barklarını bırakıp kaçan bu mutasavvıf şeyh ve dervişlerin ilim ve fikir adamlarının bir sığınma merkezi haline gelmiştir.447

Neşri bu hususu şu ifadelerle anlatır: “… ve bunun (I.Alâeddin Keykubad’ın)

eyyamında memleketi Rum’da ulema ve süleha ve etkiya ve evliya çoğaldı. Etraf-ı âlemden bunun saltanatına gelürlerdi. Zira Moğol İran’a müstevli olup âlemde huzur kalmamıştı.”448 demek suretiyle teyit etmektedir. Cahen de konunun bir başka boyutuna dikkat çekerekOrta Asyalı Hanefi hukukçularının bilinen bütün eserlerinin asıllarının Anadolu kütüphanelerinde bulunmasının bir rastlantı olmayacağını, bu eserlerin Moğollardan kaçarak Anadolu Selçuklu hükümdarlarına sığınan ilim adamları tarafından getirildiği ihtimaline dikkat çekmektedir.449

447 Seyfullah Kara, Selçukluların Dini Serüveni, Türkiye’nin Dini Yapısının Tarihsel Arka Planı, Şema

Yayınevi, İstanbul, 2006, s.167.

448 Neşri, Kitab-ı Cihan-Numa, nşr. Faik Reşit Unat-M.Altay Köymen TTK Yayınları, Ankara, 1949,

I, s.37–39.

103

Moğol istilası sebebiyle Orta Asya’dan Horasan ve Azerbaycan’ı geçerek Anadolu’ya gelen dervişlerin bir bölümü Yeseviye tarikatına mensup; bir kısmı ise tasavvuf kültüründen yoksun maceraperest insanlardan oluşan Kalanderiler idi. Bunların yanında yine bu bölgeden gelen başka bir tasavvufi zümre de Necmeddin Kübra’nın müntesipleri olan Kübrevilerdir. Moğol saldırılarından ötürü Anadolu’ya gelmiş olan şeyh ve dervişler içerisinde çok sayıda Türkmen babaları da bulunmaktadır. Bunlar İslam dininin henüz tam nüfuz edemediği Türkmenleri İslamlaştırmada büyük bir rol oynamışlar, sahip oldukları manevi kültür birikimlerini gittikleri bölgelerde yaymışlardır. Bunların bir sonucu olarak ta Moğol istilası ve daha sonraki dönemlerde Anadolu’da dini, siyasi fikri alanda kozmopolit bir yapı oluşturarak burada neş’t eden bu dini zümreler İlhanlı döneminde de Anadolu siyasetinde menfi veya müspet önemli roller üstlenmişlerdir. Bu guruplardan bir kısmı Moğol yanlısı bir tutum içerisinde olurken önemli bir kısmı da İlhanlı hâkimiyetine karşı Anadolu’da mücadele başlatmış ve her fırsatta Moğollara büyük kayıplar verdirtmişlerdir.

2.1. Moğolların İstila Döneminde Anadolu’da Uyguladıkları

Dini Siyasetleri (1231–1258)

Moğollar tarih sahnesine çıkışlarından kısa bir süre sonra Anadolu yakınlarına kadar gelip Azerbaycan ve Kafkasya üzerinden yağmalayarak bölgeden geçmişlerdir. Bölgeye asıl gelip yerleşmeleri ise Cengiz Han’ın ölümünden sonra üçüncü oğlu Ögedey’in 1229 yılında Moğol Han’ı seçilmesiyle fetihler tekrar canlanmış, bölgeye ünlü komutan Çurmagon Noyan, otuz-kırk binkişilik bir kuvvetle yanında kendisi gibi muktedir Baycu, Yake Yisa’ur ve Melikşah450 isimli tümen beyleri ile süratle Moğolistan, Türkistan, Doğu ve Orta İran’ı geçip, Azerbaycan’a

450 Tümen beylerinden biri olan Melikşah’ın ordusu, Uygur, Korluk, Türkmen ve Küçey adlı Türk

kavimleri ile Kaşgar bölgesi Türklerine mensup askerlerden meydana gelmişti. Bu tümen birçok Türk ve Müslüman beyin kontrolünde, çoğunluğu Müslüman olan askerlerden müteşekkildir.(Sümer, a.g.m., s.2)

gelmişlerdir.451 Harzemşahların peşinden bölgeye gelerek bu devleti tamamen ortadan kaldıran Moğollar, (15 Ağustos 1231) kısa sürede Azerbaycan’ı alıp karargâhını Muğan ovasına kurduktan sonra Ermeni ve Gürcüleri itaat altına almışlardır. Bu süreç içerisinde ara sıra da Musul Erbil tarafına doğru olan Hilafet topraklarına yağma ve çapul akınları yapıyorlardı.452 Bu dönemde Yakın Doğu’da Moğol hâkimiyeti altına girmemiş Abbasi Halifeliği, Eyyubiler ve Türkiye Selçuklularından oluşan üç büyük İslam devleti kalmışdı. Halifelik siyasi birlikten yoksun, tam teşekküllü bir orduya sahip değildi. Mısır, Suriye ve Anadolu’daki bazı yörelerin hâkimleri olan Eyyubiler ise birbirleriyle sonu gelmez bir mücadele içinde bulunuyordu.

Anadolu Selçuklu Devleti ise bu esnada Orta Doğu’nun en kuvvetli devleti olarak görülüyordu. Devletin başında bulunan Alâeddin Keykubad (1220–1237) bir taraftan devletin hudutlarını genişletirken, diğer taraftan da ülkesini maddeten ve manen geliştirmeye çalışıyordu. İlk saltanat yılında doğuda ortaya çıkan bu olumsuz gelişmeleri dikkatle takip eden Keykubad, Moğol selinin er geç kendi sınırlarına da ulaşacağını düşünerek tedbirler almaya başladı. Moğol istilası yeni bir göç dalgasının Orta Asya’dan batıya, özellikle Anadolu’ya akmasına sebep olmuştu.453 Bu durum göçebe kesafetinin bütün ağırlığı ile hissedildiği Doğu Anadolu’ya, başka bir ifade ile sınır boylarına özellikle dikkat edilmesini gerektiriyordu. Bu sebeple Sultan, Konya başta olmak üzere Sivas, Kayseri ve Erzurum surlarını tahkim ettirdi. Hatta bu şehirler kadar olmasa bile Amasya, Malatya, Erzincan gibi ikinci derecedeki şehirlerin kale ve surlarını da tamir ve tahkim ettirmeyi ihmal etmedi.454 Bu arada orduya çeki düzen vererek muhtemel Moğol saldırılarını karşılamaya hazırlandı.

Bölgede bulunan Moğollar bir yandan Hilafet topraklarına akınlar düzenlerken diğer yandan da Anadollu’daki güçlü Selçuklu Devletinin gücünü merak ederek yoklama gayretindeydiler. Bu amaçla Moğolların Anadolu Selçuklu topraklarına ilk tecavüzleri İbn Bîbî’nin haberine göre 1231 tarihinde olmuştur. Bu

451 Cüveynî, a.g.e., s.187; Ebu’l Ferec, Tarih, II, s.526. Bu komutanlar hakkında Ermeni Tarihçiler

daha geniş bilgiler vermişlerdir. (Kiragos, “Ermeni Müverrihlere Göre Moğollar,” Türkiyat

Mecmuası, II, s.176.) Aknerli Grigor ise daha ayrıntılı bir liste vermektedir.( Grigor, a.g.e., s.29) 452 Sümer, a.g.m., s.3.

453 Moğol istilası sebebiyle Anadolu’ya yönelen göç dalgası hakkında daha geniş bilgi için bkz.

Osman, Çetin, Selçuklu Müesseseleri ve Anadolu’da İslamiyetin Yayılışı, İstanbul, 1981, s.64 vd.

105

tarihte bir bölük Moğol askeri Selçuklu topraklarına girip Sivas yakınlarındaki Rahatoğlu kervansarayına kadar akın yaparak ahalinin sürü ve mallarını yağmalamışlardır. Olayı haber alan sultan Alâeddin, Kemaleddin Kamyer’i mühim bir kuvvetle göndermiş, ancak Selçuklu kuvvetleri gelmeden Moğollar ülkeyi terk etmişlerdir.455 Kamyer Erzurum’a kadar onların ardından gitmiş, bulamayınca da Gürcü ülkesine yönelmiştir.456 Bu da bize gösteriyor ki İbnü’l Esir’in esefle bize anlattığı457 Moğol istilası artık Anadolu’yu da tehdidi altına almıştır.

Keykubad’ın tahta çıktığı yıl başlayan Moğol istilası, Selçuklu sınırlarına gelip dayanmıştı. Doğudan gelen bu istila selinin, yalnız askeri güçle durdurulmasının çok zor olacağını hisseden sultan, Moğollarla siyasi temasları başlatarak onlarla dostane ilişkiler kurmanın iyi olacağını düşündü. Bu amaçla 1232– 1233 yılında yalnızca Ebu’l Ferec’in verdiği bilgiye göre; Türkiye Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad Moğol Hanına vergi vereceğini ve ona tabi olacağını bildiren bir elçi göndermiştir. Fakat Moğol Hükümdarı onun elçisine: “Biz Alâeddin Keykubad’ı

akıllı, dirayetli bir insan olduğunu işitmiş idik. Bizzat huzurumuza gelirse her türlü hüsn-i kabul ve ikram görecektir. Aynı zamanda elindeki şehirler de kendisinde kalır.” şeklinde bir cevap verir.458

Selçukluların Moğollarla siyasi ilişkileri 1235 yılında itibaren Moğol fetihlerinin hızlı bir aktivite kazanmasıyla aynı tarihlerde Moğol Han’ından Selçuklu başkentine bir elçilik heyeti gelmesiyle başlamış, heyet Türkiye Selçuklu Sultanlığının Moğol Han’ına tabi olması isteğini belirten bir mektup getirmiştir. İbn Bîbî’nin naklettiği rivayete göre 1236 yılında Moğol Han’ı Ögedey Han, Kazvinli Emir Şemseddin Ömer’i bir yarlık ile Sultan Alâeddin Keykubad’a elçi