• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.2. Osmanlı İmparatorluğunun Doğu Vilayetlerindeki Sosyo-Politik Dönüşümün

1.2.1. Mirliklerin Resmiyet Kazanması

Mirliklerin resmiyet kazanma sürecine geçmeden önce, Mir, Mirlik kavramları hakkında kısaca bilgi vermekte fayda olacağı kanaatindeyiz. Mirlik, Konfederasyon, (chiefdom) terimleri aşiret ve devlet arasında konumlanan ve aşiretlerin bir araya gelmesiyle oluşan yapılanmayı tanımlamak için kullanılan terimlerdir. Bu siyasal terimler, bölgeden bölgeye ve kültürden kültüre faklılık arz etmektedir. Etnografik yapılar için genellikle antropologlar tarafından birbirlerinin yerine kullanılmaktadır (Ebinç, 2008, s. 21). Bu tarz idari yapılanmalarda, birden fazla aşiret veya kabile bir araya gelerek ortak çıkarlar etrafında birleşir ve içlerinden biri (bir araya gelen aşiretlerin en azından çoğunluğu tarafından liderliği ve karizması kabul gören kişi) bu yapının en tepesinde yer alır.

Farklı kültür ve kökene sahip yerel aşiret topluluklarının siyasal olarak bir lider ya da kandaşlık grubunun merkezi otoritesi altında birleşmiş gruplar topluluğunu ifade eden Konfederasyonlarda, siyasal birlik sadece kan bağına değil ortak atalar kültüne de dayanır. Söz konusu bu özellik, aşiret dışında kalanların ana gruplara karşı aidiyet duygusu geliştirmelerinde ideolojik bir işlev görür (Ebinç, 2008, s. 22).

Tapper, aşiret ile devlet arasında konumlanan Mirliklerin/konfederasyonların devletle olan ilişkilerinin diyalektik ve bağımlı bir ilişki olduğunu belirtir. Bu yapılanmanın en önemli özelliğinin reisin statüsü ve rolünde toplandığını, bu statü ve rolün elde edilmesinde kandaşlığın yanı sıra üst bir siyasal örgüt tarafından resmi olarak tanınması koşuluna bağlı olduğunu belirtir (Tapper, 2001, s. 234).

Mirlikler/konfederasyonlar, bölgenin kendi tarihsel gelişimi ve siyasal/kültürel bakiyeleri içinde ortaya çıkan örgütlenme biçimidir. Bu tarz idari yapılanmalarda temel gaye ortak çıkarların korunması ve imkânların mirlik üyeleri lehine güvene alınıp genişletilmesidir. Öte yandan bu tarz bir siyasal yapılanma, güçlü bir liderin idaresi altında bir araya gelerek rakiplerine karşı kendini güvenli bir limana atma girişimidir. Mirliklerin/konfederasyonların kurulması için her zaman

32

kan bağı gerekmez. Ortak atalar miti ve soydaşlığın yanı sıra mirliğin işlevselliği ve ortak düşmanın varlığı düşüncesi de aşiretlerin bu yapılanmaya katılmasını sağlayan etkenlerdendir. Mirliklerin kurulmasında hâkim devletlerin yaklaşımı da önemli bir yer tutar. Özellikle merkeze uzak yerlerde denetimin sağlanması adına bu tarz yapıların devlet tarafından da belli şartlar çerçevesinde onaylanması, mirliklerin daha güçlü olmasını sağlamışlardır. Hem sınır boylarının işgalle karşı korunması hem de ekonomik getirileri düşünüldüğünde işlevsel olan bu idari yapılanmalar, varlıklarını uzun bir süre sürdürmüşlerdir. Ulusçuluk fikirlerinin yayılmasıyla beraber bu yapılanmalar ile devlet arasında gerilimler yaşanmıştır. Nitekim Osmanlı’da merkezileşme politikaları çerçevesinde yapılan uygulamalar neticesinde mirliklerin tasfiyesi gündeme gelmiş ve birtakım gerilimler yaşanmıştır.

Osmanlı devleti, hâkimiyet kurduğu ya da kurmaya çalıştığı alanlarda, o bölgenin süregelen siyasi ve idari yapılanmasındaki şartları göz önüne alarak politikalar üretmeye çalışmıştır. Böyle bir politika gütmesindeki amaç, daha yumuşak geçişlerle hâkimiyetini kabul ettirmektir.

Feodal yapılanmaların güçlü olduğu yerlerde egemenlik kurulurken ilk etapta bölgedeki dengeleri tamamen değiştirmek yerine onları kendi sistemine entegre etmenin yollarını aramıştır. Söz konusu politika günümüzde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olarak ifade edilen coğrafyanın Osmanlı topraklarına dâhil edilmesinde de uygulanmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun, tam bir merkeziyetçi politika takip ederek bölgeyi mutlak bir biçimde kontrol altına alması o günün şartlarında pek kolay görünmüyordu. Aşiret tarzı yapılanmanın güçlü olduğu bu bölgelerde kontrol sağlandıktan sonra, orada bulunan eski yöneticilere bazı ayrıcalıklar tanınmıştır. Buradaki gaye, katı bir tahakkümden ziyade yumuşak bir geçiş ile idareyi sağlamadır. Zira köklü değişimler istikrarı bozucu bazı olayların yaşanmasına neden olabilirdi.

Safeviler döneminde Doğu’daki yerel yöneticiler, Şah İsmail’in yürüttüğü yayılmacı politikadan rahatsızlık duymaya başlamışlardı. Şah İsmail, bölgedeki beyleri tasfiye edip onları yerine Kızılbaş valiler görevlendirerek ya da eski soylu ailelerin yerine daha düşük statüye sahip olanlarını tercih etmek suretiyle bölgedeki etkinliğini arttırmaya çalışıyordu. Nitekim kendisine bağlılığını belirtmek için gelen

33

Kürt emirlerini tutuklatıp (Amedi, 1991, s. 122; Öğün, 2010, s. 9) onların yerine Kızılbaş valiler atadığı bilinmektedir. Şah İsmail’in bölgeye yönelik siyaseti; buralardaki otoritelere son vererek bunların yerine Şiî yöneticileri atamak iken; Osmanlı devleti bunun tam tersi bir siyaset uygulayarak Kürt beylerinin konumlarını tanıyarak kendisine bağlamaya çalışıyordu (Zeki Beg, 2013, s. 162; Bruinessen, 2015, s. 211). Osmanlı İmparatorluğunun yürüttüğü bu politikalar, Kürt beylerinin Osmanlıya yaklaşmasını sağladı. Hem Şah İsmail döneminde kaybettikleri itibarlarını geri kazanmak hem de sahip oldukları topraklarda tekrar yönetime geçme isteği, Kürt beylerinin Safevi’lere karşı Osmanlı saflarında yer almasındaki önemli etkenler arasında sayılabilir. Bununla birlikte inançsal anlamda Osmanlılar gibi Kürtlerin de ehl-i sünnet çizgisini benimsemeleri, onları Osmanlı ile aynı safta yer almalarını sağlayan bir başka husus olarak ifade edilebilir.

1514 yılındaki Çaldıran savaşı öncesinde Osmanlı devletinin Doğu sınırı Adana’ydı. İdris-i Bitlisi, Kürt beyleri ve Yavuz Sultan Selim arsında arabuluculuk yaparak bölgenin Osmanlı devletine barış yoluyla dâhil etmiştir. Yavuz Sultan Selim, Çaldıran savaşı sonrasında kendisini savaşta destekleyen Kürt Beyleriyle 1514 yılında Amasya’da Osmanlı-Kürt Özerklik Anlaşmasını karara bağlamıştır. Padişah, devlet ile Kürt Beyleri arasında yapılan bu anlaşmanın mimarı olan İdris-i Bitlisi’yi tam yetkili kıldı. Öyle ki boş fermanları mühürleyerek İdris-i Bitlisi’ye vermiş ve dilediği şekilde doldurabileceğini söylemiştir (McDowall, 2004, s. 56). İyi bir diplomat ve aynı zamanda bölgenin ileri gelen ailelerinden birinin üyesi olan İdris-i Bitlis’i, İmparatorluğun Doğu vilayetlerindeki temsilcisi niteliğindeydi. İdris-i Bitlisi, Osmanlı devleti ve Kürt Beyleri arasında köprü vazifesi görerek imparatorluğun Doğu sınırındaki problemlerin saraya iletilmesi rolü de üstlenmiştir. Burada şu hususu belirtmekte fayda var; bölgedeki mirlikler/beylikler Osmanlı yönetimi ile varılan anlaşma sonucu doğmuş yapılar değildir. Bu beylikler daha önce de vardı. Öyle ki 11. ve 12. yüzyılda bölgede feodal beylikler veya devletçikler bulunmaktaydı (Kutlay, 2012, s. 61). Ancak Osmanlı ile varılan anlaşma sonrasında bölgedeki beylerin otoritesi daha sağlam temellere dayanmaya başlandı.

Kürt Beyleri ile Yavuz Sultan Selim arasında mutabakata varılan özerklik şartlarına göre;

34

 Kürt Emirleri, kendilerine miras kalan topraklarda bağımsız olarak geleneksel düzenlerini koruyacaklar. Söz konusu emirlikler eskiden olduğu gibi babadan oğula intikal edebilecek.

 Osmanlı, bir yabancı devletle savaştığında, Kürt beyleri emrindeki silahlı güçlerle Osmanlı ordusuna katılarak düşmana karşı savaşacak. Dışarıdan bir saldırı olması durumunda ortak düşmana karşı savaşacak, buna karşılık Osmanlılar da Kürtleri düşmanlara karşı koruyacak.

 Kürt beyleri, her yıl belirlenen bir miktarda Osmanlı devletine vergi ödeyecek (Tan A. , 2010, s. 79-80; Epözdemir, 2015, s. 139).

Yavuz Sultan Selim’in vefatıyla yerine geçen Kanuni Sultan Süleyman döneminde de aynı politika devam etmiştir. Kanuni, bir fermanla bölgedeki Kürt Beylerine daha önce temlik ve ihsan edilen şehir, kasaba, kale, köy ve mezraların veraset yoluyla babadan oğula geçebileceğini belirtmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun Kürt beyleri ile yaptığı anlaşma sayesinde Doğu sınırı güvence altına almıştır. Öte yandan Osmanlı, Doğu’ya doğru fetihlerinde çok büyük masraflara girmekten kurtulmuştur. Zira Kürt beyleri savaş sırasında emrindeki askerlerle Osmanlı kuvvetlerine katılıyordu. Osmanlı devleti, yapılan anlaşma ile hem bölgeye hâkim oldu hem de doğuya doğru yapılacak seferlerde hazır bir askeri güce kavuştu. Bu anlaşma ile Osmanlının en büyük kazancı Şii propagandasının Anadolu’da yayılmasını önlemek oldu (Şeyh Attar, 2008, s. 61-64). Osmanlı devletinin Kürt beyleriyle yaptığı anlaşma çerçevesinde oluşan idari yapılanmada birinci basamakta Padişah, ikinci basamakta onun atadığı beylerbeyi, üçüncü basamakta Mirler (Kürt Sancak Beyleri) son basamakta da Aşiret liderleri olacak şekilde bir durum ortaya çıkmıştır. Her yönetici bir üst makamdaki kişiye karşı sorumludur.

35

Şekil 2: Mirliklerin Oluşmasıyla Doğu’da Ortaya Çıkan İdari Yapılanma

Osmanlı İmparatorluğu ile Kürt Beyleri arasındaki anlaşma, imparatorluğun merkezileşme politikalarına kadar sürdü. Bu süre zarfında Osmanlı yönetimi, Kürt beyleri arasında çıkan ihtilaflı durumlarda arabuluculuk rolü üstlenmesinin yanı sıra, fırsat buldukça bölgedeki beyleri tasfiye edip merkezi yönetime katma siyaseti de izlemiştir.

Yarı bağımsız Kürt beylikleri gelişmesini sürdürdü ve önemli beyliklerin sayısı XIX. yüzyıl başlarında 15’e ulaşmıştı. Bu beyliklerin her birinin başında bölgede sözü geçen ve Osmanlı Devleti’nin olurunu alan bir aile vardı (Sinno, 2011, s. 130). Osmanlı devleti ve Kürt beyleri arasındaki özerklik anlaşması, bölgedeki Beylere kendi mıntıkalarında özgürce hareket etme imkânı sundu. Bruinessen, İdris-i Bitlisi’nin Şerefname adlı eserinden yola çıkarak, atanan tüm Mirlerin, yüzyıllar boyunca, zaman zaman kesintiler yaşansa da, krallığa yaklaşan tarzda iktidar sahibi olmuş eski ailelerden gelen kişiler olduğunu aktarmaktadır (2015, s. 218). Tanzimat fermanın ilanına kadarki süreçte, gayr-i Müslimlerden alınan cizye dâhil bölgedeki bütün vergileri Mir’leri toplamaktaydı. Mirlerin kendi müstakil orduları ve divanları vardı (Tan A. , 2010, s. 87). İmparatorluğun Doğu vilayetlerinde kurulan beyliklerin “Mir” (emir) unvanı ile bilinen liderleri, bazı dönemlerde o kadar serbest hareket etmişlerdir ki adlarına para bastırıp, kendi adlarına hutbe okutmuşlardır. Örneğin

PADİŞAH

BEYLERBEYİ

MİRLER (KÜRT BEYLERİ)

36

Revanduz bölgesinin emiri Mir Muhammed, o kadar güçlü idi ki Osmanlı Devleti’nin parasına karşılık, kendi adıyla bakırdan sikkeler bastırdı. Bu sikkelerin ön yüzünde “El Emir Mansur Muhammed Bey” arka yüzünde de “Darb fi Revanduz” yazılıydı. Yine kendi adına para bastıran emirlerden biri de, 1847’de iktidarına son verilen, Botan Emiri Bedirhan Paşa’dır. Bastırdığı paranın ön yüzünde “Emir-i Botan Bedirhan” ve arka yüzünde “Hicri 1258” yazılıydı (Uluç, 2010, s. 40).

Doğu vilayetlerinde, resmi anlamda yargı yetkisi kadılar verilmiş olsa da Mirlerin, kendi tebaasındaki bir anlaşmazlık için kadıya başvurmaları düşünülemezdi. Kadıların görevi, muhtemelen doğrudan mir ile alakası olmayan konularla sınırlıydı. Bölgedeki kadıların diğer sancaklardaki kadılar gibi bağımsız hareket etmesi düşünülemezdi. Zira kendisini atayan merkezi yönetim değil Mir’in kendisiydi (Bruinessen, 2015, s. 258). Bu durum mirlerin etki alanlarının genişliğini göstermesi adına önemli bir husustur.