• Sonuç bulunamadı

Merkezileşme Politikaları ve Mirliklerin Tasfiyesi

1. BÖLÜM

1.2. Osmanlı İmparatorluğunun Doğu Vilayetlerindeki Sosyo-Politik Dönüşümün

1.2.2. Merkezileşme Politikaları ve Mirliklerin Tasfiyesi

Osmanlı siyaseti ve idaresinin, taşranın etnik, dinî ve kültürel topluluklarına, merkezle gevşek bir tarzda da olsa eklemlenme imkânını tanıması, Osmanlıdaki merkeziyetçi anlayışın klasik merkeziyetçi anlayışlardan farklılığın göstergesidir.

Osmanlı’da merkezle taşra arasındaki sıkı olmayan siyasî, idarî ve iktisadî ilişkinin arka planında, tarihten ve toplum yapısından kaynaklanan çeşitli sebepler vardı. Osmanlı Devleti, kendisinden önce kurulmuş devletlerin siyasi ve idari alanlardaki devlet geleneğini sürdürmüştür. Devletin siyasî ve idarî yapısı bütün bu tarihsel sürecin izlerini taşır. Bu tarihsel süreçteki ayırt edici unsurlardan birisi de, uç beylerin gâzâ ve fetihleri sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları genişleyen bir topluluk olarak ortaya çıkmış olmasıydı. Uç beylerini hemen her dönemde merkezden uzak kılan bu durum, Osmanlı’da katı bir merkeziyetçiliğinin oluşmasını engellemekte (Yeğen, 2015, s. 58), taşra ile merkez arasında çok katı olmayan bir hakimiyet anlayışının doğmasına sebep olmaktaydı.

Osmanlı’daki bu yumuşak merkeziyetçi anlayış bir süre sonra imparatorluk bünyesinde birçok özerk veya yarı özerk yapılanmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. İmparatorluğun güçlü olduğu dönemlerde bu tarz bir yönetim anlayışı

37

problem olmazken; zayıf dönemlerde bu yapılanmaların başındaki bey/mir ve liderlerin devlete baş kaldırma tehlikesi hep hissedilmekteydi. 19. Yüzyıla gelindiğinde imparatorluğun zayıfladığı herkes tarafından görülmekteydi. İmparatorluğun birçok savaştan yenik ayrılması ve toprak kaybetmesi bunun en açık göstergeleriydi. İmparatorluğun bu durumunda tebaa halklar, kudretini kaybeden hükümranlarına karşı harekete geçerken, Batı’lı devletler de bu durumdan yararlanmak için fırsat kolluyorlardı. Yöneticiler yaşanılan sıkıntılı süreçte devleti eski gücüne kavuşturmak veya en azından toprak kayıplarını engellemek adına bir dizi yeni önlem almaya çalışıyordu (Jwaideh, 2009, s. 113).

Nitekim imparatorluğun toprak kaybetmeye başladığı dönemlerde merkezi otoriteden bağımsız hareket eden yöneticiler ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu yöneticiler, keyfi uygulamalar ve ekstra vergilerle halkı zor durumda bırakmaktaydılar. Bu keyfi uygulamalar özellikle merkezden uzak yerlerde yaşanmaktaydı. 19. yüzyıla doğru toprak kayıplarının yaşanması ve ulusçuluk fikirlerinin yayılmasıyla beraber, Osmanlının zayıflamasını fırsat bilen bazı bölgelerde ayrılıkçı ayaklanmalar baş göstermiştir.

Doğu vilayetlerinin Osmanlı İmparatorluğu’na dâhil edilmesinden sonraki idarî yapıları, İmparatorluğun diğer bölgelerinden farklı olmuştur. Bu vilayetlere merkezden yöneticilerin atanması yerine, Bölgelerinde etkin olan Kürt ailelerine Osmanlı unvanları verilmek suretiyle yarı özerk yönetim birimleri oluşmuştur. Kürt emirliklerinin zamanla güçlenmesi ile birlikte bu durum, merkezce tanınan bazı ailelerin diğer aileler üzerindeki nüfuzunu da artırmıştı. Bu emirliklerin özerkliklerinin boyutları farklıydı. Çoğunlukla da emirlerin sözde bağlı bulundukları bölge valileri ile olan ilişkilerine, mevcut askerî ve ekonomik dengelere göre değişiyordu. Henüz 17. yy’da bazı emirlikler merkezi denetim altına alınmasına karşın; 18. yüzyıl boyunca imparatorluğun zayıflaması ile farklı bölgelerde ortaya çıkan “âyan” tipi feodal yapılanmaların benzerleri 19. yüzyıl başlarında Doğu vilayetlerinde de ortaya çıktı (Çay, 1996, s. 106).

19. yüzyılın ilk yarısında imparatorlukta merkezileşme ve merkezkaç şeklinde iki eğilim ortaya çıkmıştı. Yaşanan toprak kayıpları İmparatorluğu çökme noktasına getirmişti. Bu durum merkezden uzak yerlerde ayrılıkçı hareketlerin ortaya çıkmasını

38

doğurmuştur. Batı’lı devletler, Osmanlı egemenliğindeki gayr-i Müslimleri koruma bahanesiyle devletin içi işlerine müdahale ediyordu. Bu müdahaleler, zayıflık göstergesi olarak görülüyordu. Bu zayıflık göstergesi, bir taraftan ayrılıkçı hareketlere motivasyon kaynağı olurken öte yandan imparatorluğun merkezileşme politikalarının da esinleyicisiydi (Bruinessen, 2015, s. 268).

Osmanlı İmparatorluğunun yapılan savaşlarda yenilgiler alması, imparatorlukta bir dizi ıslahatın yapılması gerektiği fikrini iyice güçlendirmiştir. III. Selim ile başlayan kapsamlı ıslahat çalışmaları öncelikle ordu düzeyinde başlamış olsa da bu yenilenme çalışmalarının idari ve mali alanları da kapsadığı görülmektedir. Yeni kurulan orduya karşı Yeniçerilerin 1807’de isyan edip padişahı tahttan indirmesiyle bu kapsamlı ıslahat hareketi sekteye uğramıştır. III. Selim’den sonra 1808 yılında tahta II. Mahmut çıkmıştır. II.Mahmut tahta çıktığında ilk icraatlarından biri merkezi otoriteyi güçlendirmek oldu. II. Mahmut, yaptığı reformlarla 1808 yılından başlayarak Osmanlı Devletinin taşradaki idarî politikalarını tersine çevirdi ve daha merkeziyetçi bir yöntem uyguladı. İlk olarak, devletin önündeki en çetin engel olarak gördüğü yarı özerk ayânlarla Sened-i ittifak’ı imzalayarak onları kontrol altına almaya çalıştı. Bu durum aslında imparatorluğun idari yapısının iflasını belgeliyordu (Yeğen, 2015, s. 45). Ancak çok geçmeden 1812- 1817 yılları arasında Anadolu’nun en büyük ayânları itaat altına alınmış ve aynı durum, 1814-1820 yılları arasında Balkanlar’da gerçekleşmişti (Zürcher, 2000, s. 51).

II. Mahmut’un merkeziyetçiliği güçlendirmek adına yaptığı önemli bir değişiklik de Yeniçeri Ocağı kaldırılıp yerine Asakir-i Mansureyi Muhammediye adında yeni bir ordu kurmasıdır. Buna paralel olarak Bektaşi babalarının Yeniçeri isyanlarında oynadıkları rollerden dolayı ocağın içindeki ve dışındaki tüm Bektaşi tekkeleri kapatılmış ve liderleri de İstanbuldan uzaklaştırılmıştır (Özcan, t.y., s. 131). Payitahtta ve Balkanlarda merkeziyetçiliği güçlendirecek önlemler aldıktan sonra, II. Mahmut Doğu vilayetlerinde merkezi otoriteyi güçlendirmek ve bu bölgedeki mirleri itaat altına almak için 1833 yılında Sivas valiliğine Reşit Mehmed Paşa’yı tayin etmişti. Reşit Paşa, o sıralarda bazı yörelerinde isyan hareketleri beliren

39

bölgeleri yatıştırmaya ve aynı zamanda muhtemel Mısır taarruzuna karşı gerekli tedbirleri almakla görevliydi (Öğün, 2010, s. 31).

1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı, Batılılaşma yolunda önemli bir dönüm noktası oldu. Siyasi, mali ve idari anlamda yeni düzenlemelere gidildi. 1856 yılında kurulan tapu teşkilatıyla geleneksel Osmanlı toprak düzeni değiştirildi. Yaşanan bu gelişmeler, Kürt beylerinin Yavuz Sultan Selim ile yaptıkları anlaşmanın şartlarının da değişmesine neden oldu. Fermanın 4. Maddesi kapsamında “aşar vergisinin maliye memurları tarafından, cizyenin de patrikhaneler aracılığıyla toplatılması”, bölgedeki Mirlerin otoritesine vurulan büyük bir darbe niteliğindeydi (Tan A. , 2010, s. 86). Osmanlı Devleti, hoşnutsuzluk duyduğu mirliklere askeri ve idari anlamda müdahalelerde veya Mir’in yerine aynı aileden başka birini atama suretiyle kontrolü elinde tutmaya çalışıyordu (Özoğlu, 2005, s. 71).

Osmanlının merkeziyetçiliği güçlendirmek için Doğu vilayetlerinde uyguladığı politikalar sonucunda birçok mirlik tasfiye edilmiş veya güçleri birkaç aşiret içinde paylaştırılmıştır. Bu uygulamayla herhangi bir mirliğin aşırı güçlenip devlete karşı bir isyana kalkışması engellenmeye çalışılmıştır. Mirlikleri tasfiye eden Osmanlı devletinin, yönetici olarak merkezden atadığı kişilerin toplum tarafından benimsenmemesi bir otorite boşluğu doğurmuştur. Oluşan bu otorite boşluğundan en iyi şekilde yararlanan kesim şeyhler olmuştur.

19. yüzyıla gelindiğinde Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Baban, Rewanduz, Botan, Bahdinan gibi birçok özerk bölge mevcuttu. Bu özerk bölgelerde alınan önlemler sayesinde dış tehditler azalmıştı. Bunun sonucu bu emirliklerin bünyesindeki aşiretler çözülme sürecine girmişti. İmparatorluğun 19. yüzyıldaki toprak kayıplarıyla beraber egemenliğindeki alanlarda, merkeziyetçiliği güçlendirme ve tam egemenlik sağlama adına bir dizi uygulamaya gidildi. Bunun için özerk yapıdaki mirlikleri tasfiye edip yerlerine merkezden yöneticiler atadılar. Osmanlı’nın merkezileşme politikaları 19.yüzyılın ortalarına doğru bütün emirliklerin ortadan kaldırılması ile sonuçlandı (Uluç, 2010, s. 41). Bu tasfiyeler neticesinde bazı isyanlar yaşansa da bunlar bastırılmıştır.

40

II. Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı Devleti ölüme terk edilmiş hasta olarak kabul ediliyordu. II. Abdülhamid, devleti yıkılmaktan kurtarmak adına bir dizi faaliyet yürüttü ve nispeten bu faaliyetlerinde başarı da sağladı. Osmanlılık üst kimliğine rağmen milliyetçi fikirlerin yayılmasıyla Yunan, Sırp ve Bulgarların imparatorluktan kopmaları, Osmanlılık fikrinin etkisiz olduğunu göstermiştir. II. Abdülhamid ise İslamcılık fikrini ortaya atmış ve dağılan imparatorluğu bu şekilde ayakta tutmaya çalışmıştır. Doğuda Ermeni ve Rus tehlikelerine karşı Kürt aşiretlerden “Hamidiye Alayları”nı kurdu. Hamidiye Alayları, Doğu vilayetlerinin Rus ve Ermenilere karşı korunmasında önemli roller üstlendiler (Kazıcı, 2013, s. 185 vdm.). Ancak bu birlikler bir süre sonra Doğu vilayetlerinde yeni bir sancılı dönemin başlamasına neden oldular. Arkasında devlet desteği bulan bazı Miralaylar, halka zülüm etmişlerdir. Askeri anlamda yararlı işler yapan bu alaylar, ellerindeki güç ve nüfuzu kullanarak haksız uygulamalara gidebilmişlerdir.

1.2.3. Mirliklerin Tasfiyesiyle Oluşan Otorite Boşluğunda Politik Roller