• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Döneminde Tarikatlar ve Şeyhlik Kurumu

1. BÖLÜM

1.1.2. Cumhuriyet Döneminde Tarikatlar ve Şeyhlik Kurumu

Cumhuriyetin ilanıyla beraber sadece rejim değişmemiş aynı zamanda ülkede köklü değişimler yaşanmıştır. Yeni Cumhuriyetin referans ve anlam kodları Osmanlının kodlarıyla büyük bir farklılık arz ediyordu. Osmanlı imparatorluğunun temel dayanakları şeriat ve örf iken; yeni Cumhuriyetin referans kaynakları Batı medeniyeti ve laik bir devlet anlayışıydı.

Şeyhlik kurumunun üstlendiği geleneksel roller, bugün modern Türkiye'deki değişen yapılar çerçevesinde farklılığa uğramıştır. Şeyhlerin gücünü ve nüfuzunu azaltan en önemli uygulamaların başında kuşkusuz tekke ve zaviyelerin yasaklanması gelmektedir. Aslında bu sindirme öteden beri kullanılagelen dinsel itibarla da yakından ilgilidir ve bu türden dinsel statü ve bunun ürettiği ayrıcalıkların kaldırılması şeyhlik kurumunu zor durumda bırakmıştır. Böylelikle şeyhlerin hizmet

27

ya da diğer tutumları için duyulan talep, zaman içinde merkezi-seküler bir otoritenin girişimleriyle altüst olmuştur (Yavuz, 2005, s. 189; Subaşı, 1999, s. 130).

Toplumsal alanda şeyhler hala hesaba katılması gereken bir güç olmakla beraber, etkilerinin 19. yüzyıla nazaran azaldığı görülmektedir. Din menşeli her türlü unvan ve yapılanma, yeni kurulan Cumhuriyetin laik yapısına ters düşmekteydi. Öte yandan özellikle Doğu’daki tarikatlar, Osmanlı’nın İslam birliği siyasetini ve halifeyi desteklemekteydiler. Hilafetin ilga edilmesiyle beraber ortaya çıkan bu yeni duruma en şiddetli tepkiler bu tarikatlardan gelmişti. Dini önderler; Cumhuriyetçileri, hilafeti ilga etmekle, İslam’a düşmanlık beslemekle ve şer’i mübinin hükümlerini kaldırmakla suçlamış ve tepki göstermişlerdi (Karademir, 2016, s. 413). Yeni Cumhuriyetin, hilafeti tekrardan canlandırma çaba ve niyetinde olabilecek bu dini grup ve liderleri ortadan kaldırması gerekiyordu. Buradan hareketle Cumhuriyete karşı tehlike olarak görülen her türlü yapının önüne geçme isteği sonucunda 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması yoluna gidilmiştir. Bu kanun çerçevesinde bazı şeyhler sürgüne gönderilmiş bazıları da takibata uğramıştır. Ancak resmi olarak yasaklanmış olsa da Anadolu’nun ücra yerlerinde şeyhler faaliyetlerini sürdürmeye devam etmişlerdir. Devletin uyguladığı politikalar bu yapıları zayıflatsa da tamamen ortadan kaldıramamıştır. Kırsal alanlarda hala etkin olan şeyhler bulunmaktaydı. Yeri gelmişken, şeyhlerin toplumsal alandaki etkilerinin, mirliklerin tasfiye edilmesinden hemen akabindeki süreçte olduğu kadar güçlü olmadığı belirtmeliyiz. Şeyhlerin toplumsal alandaki nüfuzlarının azalmasında devlet politikaları etkili olsa da asıl etkili olan husus değişen toplumsal şartlardır. Küreselleşme, şehirleşme, modernleşme vb. süreçler, tüm geleneksel yapılarda olduğu gibi şeyhlik kurumunun nüfuzunu da değiştirmiştir.

Öte yandan 19. yüzyılda ulema ve bürokrasi arasında tezahür eden mücadelenin Cumhuriyet’le birlikte bürokrasi lehine sonuçlanması, ulemanın tasfiye edilmesiyle neticelenmiştir. Bürokrasi lehine sonuçlanan bu mücadelede ulema ile beraber resmi dinin de reformist politikalarla tasfiyesi, geriye kalan ilmiye mensuplarının da halka yönelerek popüler İslam’la bütünleşmesine yol açmıştır. Bu bütünleşme, Türkiye'deki tarikatlar ve dini cemaatlerin yeniden yapılanmasına ve faaliyetlerine olumlu katkıda bulunmuştur (Sarıkaya, 1998, s. 96).

28

Modern dönemde tarikat ve cemaatlerin değişen şartlara uyum sağlamak ve varlıklarını sürdürmek adına misyon ve vizyonlarını güncellemeye çalıştıkları görülmektedir. Misyon ve vizyon olarak yaşanan değişim, bu yapıların yeni işlevler üstlenmesini beraberinde getirmiştir. Günümüzde tarikat ve cemaatlerin, toplumun dini hassasiyetlerini de bir avantaja çevirerek örgütlülüğü sayesinde siyasi, politik, sosyo-ekonomik ve psikolojik birer güç merkezi haline geldikleri görülmektedir (Işık, 2016, s. 214). Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze doğru geldiğimizde, toplumsal alanda dini, siyasi ve ekonomik birliktelik içindeki toplam rolleri üstlenen şeyhlik kurumu, meşruiyetini devam ettirecek dayanakları zayıflamasına rağmen hiçbir zaman tam olarak ortadan kalkmış değildir. Modern Türkiye’de yürütülen politikalarla şeyhliğin kurumsal itibarı topyekûn ortadan kaldırılmak istenmiş; ancak bu arzunun özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde istenilen düzeyde olmadığı gözlenmektedir. Bölgenin sahip olduğu toplumsal dinamikler bu politikaların kesin bir etki etmesini engellemiştir.

Bir genelleme yapmak mümkün olmamakla beraber; şeyhlik kurumunun, kendi iç dinamiklerinden dolayı bir dönüşüm ve yozlaşma sürecine girdiği ifade edilebilir. Örneğin uygun yeteneklere sahip olmayan ama hevesli olan çok sıradan insanlar bile şeyh olabilmiş, böylece dinsel yetkinin yanı sıra siyasal yetki de kazanabilecek duruma gelmişlerdir. Bu nedenle çok hızlı bir şekilde tabiri caizse şeyhlik hanedanları oluşmuş, kutsal şeyh aileleri olarak da nitelendirilebilecek bu oluşum, kısa sürede bu ailelerin de aracılığıyla bölgede manevi gücün yanı sıra politik güçlere de sahip olmayı hedeflemiştir. Hatta her bir şeyh ailesinin giderek Nakşibendî aristokrasisinin parçası haline gelmeyi sağlayan elitist bir yapı doğurduğu görülmüştür (Subaşı, 1999, s. 130).

Cumhuriyetin ilanından sonra, yeni rejim, Şeyh temelli bir gücün toplumsal alanda (özellikle Doğu-Güneydoğu Bölgelerinde) varlığını istemiyordu. Ankara Hükümeti, Şeyh Said Ayaklanmasından sonra bir dizi yeni kanun çıkartarak din referanslı birçok kişiyi sürgüne göndermiştir. Öte yandan tekke ve zaviyelerin de yasaklanmasıyla özellikle şeyh, seyda ve mollaların toplumsal etkileri minimize edilmeye çalışılmıştır (İlyas, 2017, s. 211). Şeyhlerin otoritelerini sekteye uğratan bu durum çok partili hayata geçişle beraber yumuşamaya başlamış ve nihayetinde

29

Demokrat Parti döneminde siyasi konjonktürden dolayı şeyhlerin otoriteleri artmaya başlamıştır.

1933 ile 1944 yılları arasında yeni rejimin politkalarına uygun olarak din eğitimi yasaklanmış ve bazı konjuktürel inkılaplar devreye konulmuştur. Bu yasaklı dönemde, din eğitimi adına tarikat ve cemaatlerin önemli roller üstlendikleri görülmektedir. Bu roller, bir taraftan halkın dini hayatını sürdürebilecek nitelikte dini ilimleri tedris etmiş din hizmetlileri kadrosunu yetiştirmek; öte yandan da ilmihal bilgileri ve Kur’an-ı Kerim kıraati ile ilgili eğitimi esas almak suretiyle halkın dini kültürünün devamlılığını sağlamasıdır. Örneğin Nakşibendîliğin Halidiyye koluna bağlı dergahlarında (Araştırma evrenimizdeki tarikatların büyük bir kısmı da bu kola mensup) söz konusu rollerin ifasına rastlamak mümkündür (Sarıkaya, 1998, s. 96- 97).

1947’de devletin çeşitli saiklerle din eğitimi konusunda yeni düzenlemelere gitmesi, tarikat ve cemaatlerin bu alandaki faaliyetlerinin kısıtlanmasıyla sonuçlanmıştır. Özellikle 1970’li yıllarda resmi Kur’an kurslarının ve İmam Hatip okullarının açılmasıyla söz konusu faaliyet kıstlamaları artmıştır. Bu durum resmi din görevlileri ve cemaat-tarikat temsilcileri arasında alan hakimiyeti konusunda bazı sürtüşmeleri de beraberinde getirmiştir. Sözkonusu sürecin cemaat ve tarikatların aleyhinde sonuçlanmasıyla, bu alanda faaliyet yürüten cemaat ve tarikatların, faaliyetlerini gözden geçirdiği ve değişen şartlar doğrultusunda yeni bir yaklaşım benimsediklerini görmekteyiz. Tarikat ve cemaatler artık sistemle kavga etmeyi bırakıp resmi kurumlardan faydalanarak kadrolaşma yoluna gitmiş ve faaliyet alanlarını çeşitlendirme çabasına girmişlerdir (Sarıkaya, 1998, s. 98).

1960 Askeri Darbesinden sonra çıkartılan 105 sayılı İskan Kanunu ile şeyh, aşiret reisleri ve mellelerin zorunlu iskana tabi tutulmasıyla, Demokrat Parti döneminde tekrardan etkili olmaya başlayan şeyhlerin otoriteleri birkez daha sarsılmıştır. Siyasal alandaki değişmeler neticesinde Adalet Partisi döneminde şeyhler, melle ve aşiret reislerinin topraklarına dönmesine izin verilince, şeyhlerin tekrardan otoritelerini tanzim etmeye başladıkları görülmektedir.

30

Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki; paradoksal bir biçimde, laiklik vurgusuyla uygulanan bazı politikaların bir taraftan hedeflenen yöne doğru bir değişme kaydederken öte yandan mücadele edilen unsur ve kurumları güçlendirmiştir. Örneğin tekke ve zaviyelerin kapatılması ile bu kurumların etkinliği ortadan kaldırılmaya çalışılmış ve bu doğrultuda sık sık Türkiye’nin laik bir devlet olduğu vurgusu yapılmıştır. Bu laiklik vurgusu, belli dönemlerde dindar kesimi dışlama ve sindirme aracı olarak da kullanılmıştır. Söz konusu bu durum dindar ve muhafazakar kesimleri yeni arayışlar içerisine itmiştir. Her ne kadar resmi olarak yasaklanmış olsalar da faaliyetlerini sürdüren tarikat ve cemaatlere ciddi bir yönelmeyi beraberinde getrmiştir.

1.2. Osmanlı İmparatorluğunun Doğu Vilayetlerindeki Sosyo-Politik