• Sonuç bulunamadı

M. KANSU*

Kıbrıs Adası, Sultan II.Selim döneminde, Venedik egemenliğinden kurtarılarak Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine alınır. Böylece, Doğu Akdeniz’de; politik, ekonomik, sosyal çatışma ve gelişmelerin izlenmesinde, gerekli önlemlerin zamanında alınmasında ve elbette Güney Anadolu’nun stratejik güvenliğinin sağlanmasında çok önemli ve yaşamsal kazanımlar sağlanır.

Ada’nın alınmasından hemen sonra da dönemin padişahınca yayınlanan fermanla; İçel, Konya-Karaman bölgelerinden değil salt; Arnavutluk, Batı Anadolu ve daha başka yerleşim bölgelerinden nüfus aktarımları gerçekleştirilerek Müslüman-Türk Toplumu’nun kökleşip gelişmesinin temelleri atılır.

Ada’ya yerleştirilen farklı kültür ve yaşam tarzlarındaki bireylerin, Ada’daki yerli ve Bizans etkileşimindeki toplum bireyleriyle iç içelik ve yanyanalık konumlarının da etkisiyle çok kültürlü ve bir arada var olma yapısının belirginleşmesine tanık olunur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1571’den başlayıp 1878’de sona eren Ada’daki egemenliği döneminden günümüze değin; destan, mersiye ve Divan Şiiri türlerinde çok az sayıdaki birikim, Kıbrıslı Türk Yazını’nın da ilk ürünleri olarak sayılabilir.

Kıbrıs Türk Toplumu’ndaki yazınsal uyanış ve devinimlerin, Tanzimat ve Servet-i Fûnun ürünlerinin yansımalarıyla başladığı da gözlemlenebilir.

1878 tarihi ve sonrası, İngiliz Sömürge Yönetimi’nin matbaayı Ada’ya ulaştırması bağlamında da önemlidir.Yazılı ve basılı yayın, hızla yaygınlaşır ve kabul görürken Türk Toplumu yazarları da bu olanaklardan yararlanmaya ve K.T.Yazını’nın yazılı öncü ürünlerini üretmeye başlar.

Kötü ve olumsuz rüzgârlar da esmeye başlar. 1908-1943 yılları sanatsal-yazınsal açılardan oldukça kısır bir dönem geçirilmekte:

Dönemin batı kaynaklı teknolojik olanaklarından yararlanamama, yaşanan iki dünya savaşı, sosyo-ekonomik koşulların kötüleşmesi ve elbette başka nedenlerle. Yazınsal üretim, suskun ve durağan bir ortamla örtülür neredeyse.

***

İlk öykü, Ahmet Tevfik Efendi’nin 1897’de yazdığı “Bir Manzara-i Dil-gûşa( İç

Açıcı Bir Manzara) dönemin dolaşımında olan Akbaba Dergisi’nde yayınlanır ilk

kez.

Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın Ada’da bulundukları dönemlerde, iki ünlü isim; gerçekleştirdikleri etkinlik ve buluşmalarla toplumu bilgilendirmeleri,

yazar-şairleri üretmeye özendirmeleri ve Tanzimat-Servet-i Fûnun edebiyatlarını da fark etmeleri, Kıbrıslı Türk Yazını’nın gelişiminde önemlidir.

“İç Açıcı Bir Manzara” 3 Şubat 1908’de, yirmi sayfalık bir kitapçık olarak yayınlanır yeniden. Üç ay sonra da, Ahmet Nuri Müdürzade’nin “Gülünç

İbretamiz Hikayeler”i 18 sayfalık bir kitapta, tarihimizde ikinci öykü kitabı

olarak yayınlanır.

Kıbrıslı Türk Öykücülüğü’nde 35 yıl kadar süren suskunluk ve durağanlık, Hikmet Afif Mapolar’ın “Toprak Aşkı” adlı öyküler toplamı ile değişir. 1943 yılında, tek sayı olarak yayınlanan “Çığ Dergisi” nde de yeni minimal öyküler okunur.

“Kısa Hikaye” kavramını, “Küçük Hikaye” yan başlığıyla ilk kez, 1921 yılında “Albüm” ve 1922 yılında yayınlanan Mehmet Ali Akıncı’ya ait “ Sırma Saçlar” öyküleri, “Minimal Öykü”nün ilk ürünleri olarak kabul görür.

Böylece; 1897-1977 yılları süresince, 47 öykücünün kısalı uzunlu öyküleri, yazınsal serüvenimizde yerlerini alırlar.

***

“Mini” ve “minimal” sözcüklerinin İngilizce kökenli olduklarını biliyoruz: Mini-minyatür, küçücük; ‘minimal’in de ‘asgari’, ‘en küçük’ olan Türkçe’deki karşılıkları, bir bakıma” kısa öykü”nün de tam anlamıyla açıklanması güçleşir. ”Kısa öykü”nün; ne kadar kısa, kaç kitap sayfası , “Uzun öykü”den hangi nitelik ve özellikleriyle fark eder gibi sorulara yanıt bulmak da gündeme gelir. Jaque

Derrida’nın “Şiir Nedir?” sorusuna aradığı yanıt gibi.

Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde (Mağusa-Kıbrıs) bir süre öğretim üyeliği yapmış Prof. Dr. Ramazan Korkmaz’ın ‘EMAA Sanat Dergisi’nde yayınlanan kısa öyküye ya da kendi tanımıyla ‘küçürek öykü’ye ilişkin makalesinden alıntılayalım:

“...Öncelikle küçürek öykülerin bir hikmeti nakletme, bir düşünceyi vülgarize ederek anlaşılır kılma (Mevlana’nın Mesnevisi’ndeki biçimiyle) birilerine ders/öğüt verme gibi görünür amacı ve işlevi yoktur. Küçürek öyküler, hızlı tüketim çağının istemli bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır ve genel anlamda dağınıklığa karşı bir protestodur (Pritchett,1998,15) Zira küçürek öykü, akreple yelkovan arasına sıkışan özgür görünümlü, ama bürokrasinin kâğıttan kelepçelerle tutukladığı çağcıl mahkumların, kendini fark ettiren sonraki çığlığı gibidir; kısa, keskin ve tiz...”

“Bu keskin çığlıkta, sınırlarına çarparak hiçbir yerdeliğini keşfeden insanın bunaltı arayışları vardır...O yüzden yabancılaşma, köleleşme, umutsuzluk, çöküntü ve bunaltı ana izlekleri üzerine kurulan küçürek öyküler, çağın baskın eğilimi doğrultusunda ulusal ya da geleneksel öğelerden çok bireysel (bireyci değil) öğeleri (Edgü,1979,20) öne çıkaran bir anlatı türüdür...Hacim olarak bir çığlık ne kadar uzun olabilirse küçürek öykü de o kadar uzundur. Küçürek öykü için 500 (Wright,1998,16) veya 250-300 (Erden,2002,315) sözcüklük bir sınır

yeterli süreyi hazırlayan bir anlatım örgüsünü oluşturur. Bu bakımdan, 100 sözcüğü geçmeyecek anlatıları ancak küçürek öykü diye adlandırabiliriz...”

Prof. Dr. Ramazan Korkmaz, kendi tanımıyla “küçürek öykü”nün yapısına ilişkin şunları da barındırır makalesinde:

“...Küçürek öykü yazarı, sıradan ama yoğun ve özgün yaşantıları daha çok simgesel düzeyde anlatır. Zira bir yoğunlaştırma göstergesi olan simge, daima kendisi olmayandır ve hep ötelere, derin anlamlara çağrıda bulunur. Bu bakımdan anlatısını tip, olay ve betimlemeden olabildiğince arındıran yazarın söylemi, bu tür öykülerin çözümlenmesinde temel hareket noktası alınmalıdır.”

Yekta Kopan’nın” Kediler Güzel Uyanır” kitabı, kısa öyküler toplamından oluşmakta.”Kısa” ve “çok kısa” öykülerden… Yazarla bir söyleşi gerçekleştiren Burcu Aktaş’ın ilgiye değer özet yorumunu okuyoruz bu söyleşide:

“...Minimali yakalayan bir kitap olmuş ‘Kediler Güzel Uyanır’… Edebiyatta minimale doğru yol alışınız, ustalık devri sinyali gibi geldi bana.”

Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında, ‘minimal öykü’nün tanımı da yapılmakta bir anlamda:” ...hayatın tüm karmaşasını içinde taşıyan çekirdek zamanların resmini yapıyor cümleler, sözcükler hatta harfler, bu kitapta birer notaya dönüşüyor ve hayatın gizli ahengini sezdiriyor.”

Kıbrıslı Türk Yazını’nda, bir yazın türü olarak minimal öyküye yeniden dönersek:

Yazılı ve basılı ilk minimal öyküye, 1921 yılında yayın yaşamında olan ‘İrşad’ adlı dergide rastlanır: ‘Kısa Hikaye’ yan başlığıyla ‘Sırma Saçlar’… Adı geçen dergide başka kısa hikayeleri de yayınlanmış yazarın adı, Mehmet Ali Akıncı.

1930’lu yıllardan itibaren kısalı uzunlu öyküleriyle üretken gazeteci-yazar Hikmet Afif Mapolar’ı okumaktayız. Kıbrıs mitolojilerinden, bu coğrafyaya özgü sosyal-yaşamsal olaylardan, günlük koşuşturma ortamlarındaki toplum bireylerinin çeşitli yönlerini harmanlayarak üretilen öyküler…

1940-1960 yıllarında; Türkiye’de Garip Şiiri ve Anadolu insanına odaklanan yeni yazınsal gelişmeler; insana, doğaya, gelenek ve göreneklere farklı bakış ve algılamalar, Kıbrıs Türk Toplumu’ndaki şair ve öykücüleri de etkilemiş ve özendirmiştir. Bu dönem içinde öykü üretenler arasında H. A. Mapolar, Semih Sait Umar, Taner Baybars, H. Şenol, Mustafa Tangül , Erol Erduran vb. isimler anımsanabilir. Aynı dönem içinde ve sonrasında; öykücü olarak öne çıkan, öykü kitaplarını yayınlayan üç isimden de söz etmemiz gerekir: Bener Hakkı Hakeri , Sacit Tekin (Samet Mart) ve Numan Ali Levent.

Yukarıda isimleri belirtilen öykücülerin,’Ada’yı Osmanlı İmparatorluğu’ndan kiralayan ve 1915’te kolonileştirip işgal eden İngiliz Sömürge döneminde yaşamış olduklarına değinilmesi gerekir: Sömürge Yönetimi kanun ve kuralları uyarınca kamu hızmetlerinde çalışanların gazete ve dergilerde yazı yazmaları yasaklanmıştı. Bu yasaklara uymayanlar cezalandırılabiliyor, görev yerleri değiştirilerek sürgüne gönderilebiliyorlardı. Bu yasaklar karşısında, yukarıda adı

geçen ancak çoğu kitaplaşmayan bazı öykü yazarlarının öykülerini sanal adlarla yayımlamayı bir karşı duruş olarak benimsemeleri de çok doğaldı.

1960’lı yıllardan günümüze uzayan dönemde; Kıbrıslı Türk Öykücülüğü’nde farklı yönelimlere ve tarzlara tanık olunur: Üstgerçekçi, varoluşçu, simgeci, eleştiriyi de barındıran usluplar, kısa ve uzun öykülerdeki varlığını duyumsatabiliyor. Elbette; Kıbrıslı Türk Öykücülüğü’nü geçmiş dönemlerde olduğu gibi; kırılma noktalarını, yazınsal yenilikleri, yazım tarzlarını, tematik ve içeriksel zenginlikleri özendiren, benimseten, çağdaş Türk Öykücülüğü’nün çok yakından izlenmesi ve okunması olarak da algılanabilir. Sözünü ettiğimiz bu dönemde şu isimler, kısalı uzunlu öykülerini yazmayı sürdürmekteler:

Bener Hakkı Hakeri, Sacit Tekin, H. A. Mapolar, Numan Ali Levent, Ali Nesim, M. Kansu, Ümit İnatçı, Gürgenç Korkmazel, Bekir Kara, Özben Aksoy, Özden Selenge.

1963-1969 direniş ve 1974 askerî harekât dönemleri, yazınsal-sanatsal alanlara duraksama olarak yansımış olur. Sonra, Güney’den Kuzey’e nufus aktarmaları gerçekleşir. Güney Kıbrıs’ta yaşayan Kıbrıslı Türkler, andlaşmalar gereği Kuzey’e göç ederler: Gerilerde bırakılan mülk, çocukluk/gençlik/yaşlılık anıları; yeni yerleşim yerlerinde yaşanan ve yaşanmakta olan kaotik sosyal ve ekonomik sıkıntılar, giderek hızlanan nüfus artışları ve bunların sonucu oluşan kültürel ve geleneksel uyumsuzluklar, kabul göremeyen yeni koşullardaki yaşam trendleri, üretimden çok tüketim sarhoşluğu, siyasal gelişmelerdeki belirsizlikler ve bu nedenlerle toplum bireylerinde gözlemlenen tinsel dalgalanmalar...

Kıbrıslı Türk Yazını’nı besleyen en büyük damarın, Türkiye yazını olduğu kuşkusuzdur. Elbette, yabancı dil bilenlerin farklı ülkelerin yazınlarını da izledikleri, etkilenimlerini, deneyimlerini üretimlerine yansıttıkları da bir gerçek.

Türkiye yazını ve başka ülkelerin (kültürlerin) yazınlarından etkilenme, özümseme gerçekliğinden söz ederken yazınımızın bir başka yönüne de değinmek gerekir: Kuzey Kıbrıs bir ‘ada’ ülkesidir. Ada yaşamı, karasal yaşamın barındırdığı birçok neden ve etkenlerden ve bunların sonucu toplum bireylerinin; düşünce, duygu ve davranışlarında farklı özellikler oluşturur.Yaşadığımız yere benzeriz: ada iklimi, Akdeniz, adanın fiziksel yapısı, gelmiş geçmiş uygarlıkların hâlâ gözlemlenebilinen çok yönlü mirası, aynı ülkede yaşayan birbirinden farklı iki toplumun etkileşimleri ve daha başka nedenlerle, ayrıca yazın insanlarının yaşamlarındaki deneyimleri, algıları, yaşama bakışları, davranış ve inanç biçimleri elbette yaratılarına da yansıycağı doğaldır. Böylece, Kıbrıslı Türk Yazını’nın, Türkiye Yazının’ndan farklı özelliklerini saptamak olasıdır.

Minimal (kısa) öykülerimizden Ali Nesim, öykü tarzı için şunları belirtmiştir: “Uzun öyküde vermek istediğin bir olayı bir çırpıda vermek. Mesaj ve anlatım bağlamında uzun öyküyle birlikteliği var. Gereksiz sözcük kullanımı, uzun betimlemelere yer vermez. Bu tarza, geniş zaman kipi daha uygun. Konuya (varsa) doğrudan giriş ve anlatım. Kısa öykü, felsefeyi odağına almalı. Kapalı

Günümüzde minimal öykü yazmayı sürdürmekte olan Ümit İnatçı, Bener H. Hakeri, Gürgenç Korkmazel, Jenan Selçuk isimlerini yeniden anımsatarak kendi kısa öykü yazarlığıma ilişkin şu noktalara değinebilirim özetçe:

İlk kısa öyküm, 1962 yılında, H. A. Mapolar’ın yayınlamış olduğu ’Devrim Gazetesi’nde, “Ezilmiş Kurbağa Gözleri” başlığıyla yayınlanmıştı. 1960’lı yıllardan başlayarak şiirlerimde de hâlâ yansımalarını barındıran “İkinci Yeni” yönelimleri kısa öykülerimde de sezinlenebilir: Biçim, dil, imge ve estetik

düzlemlerinde. Elbette, 1960’dan günümüze dek hayat ve dünya, gelişim ve

farklılaşmalara tanık olur. Toplum bireyleri de değişir, değişmekte. Değişimleri yaşayanların, görüş ve deneyimlerini de kendilerinden sonra gelen(gelecek) kuşaklara da taşımış olmaları çok doğaldır.Yaşadığım ve yaşamakta olduğum dönemlerin açmazları, sosyo -ekonomik uçurumları, kuşku ve belirsizlikleri, içerilere kapatılmaları, özgürlüğe ve insanca yaşam koşullarına ulaşabilme özlemleri, bireyler arası ilişkileri ve elbette çocukluk ve ilk gençlik yaşlarımda yaşadığım travmalar, çelişkiler, korkular, kaygılar...Yaşanan tüm bu olguları; poetik ve yaşamsal olarak anımsayarak yeniden kurgulayarak, üreterek kendimi anlatmak.

İroniden biraz uzakta ama eleştirel çıkışlarımı çağrışımlarla, sezinletmelerle (işaret parmağımı herkesin gözüne sokmadan) gerçekleştirmeyi seçiyorum. Daha da yakından ve derinliğine okunduğunda kısa öykülerimde; protest ve başkaldırı atmosferi de algılanabilir: En umutsuz,en olumsuz koşullarda yaşamayı yeniden denemek, yaşama tutunmak, yaşamakta olduğum’ada’yı terk etmemeyi de ilke edinerek.

***

Kısa öykülerim (aslında şiirlerim de), bütünselliğin de gözetildiği bir çeşit kolajlarla kurgulu: Parçalanmış ‘an’lar, durumlar, imgelemler, gözlemler, insanlardan-yaşamdan yansıyan farkındalıklar vb.. Okur; okumaları, algılamaları, çağdaş yazın edinimleri, yaşamsal deneyimleriyle kısa öyküyü anlamlandırması, yorumlaması isteğim var her zaman; çünkü tinsel kimliğim öykülerimde. Modern değil modernist olabilme çaba ve düşlerim, tüm öykülerimin derinliğinde akan derenin beyaz çakıl taşları ıslaklığında süregelmiştir.

İnternet ortamından oldukça uzaktayım. Kâğıt ve kalem; kâğıda düşen mürekkebin sözcüklere dönüşerek çarpışmaları, çarpışırken farklı anlamlar yüklenmeleri, yazım ve imgelem tarzımı belirleyen iki önemli öge. Bana göre:

1962 yılından günümüze dek yazdığım ve beş kitaba ulaştırdığım kısa öykülerimin, Kıbrıslı Türk Öykücülüğü düzleminde; farklı bir yazım dili, biçim, kurgu ve içerik bağlamlarında yeni bir tarzı belirlediğini, öykülerimle kanıtladığımı sanıyorum.

Kaynaklar

“Kıbrıs Türk Edebiyatı’nda Öykünün 107 Yıllık Süreci. Samtay Vakfı (1.ve 2. cilt). EMAA Sanat Dergisi, Eylül, 2005, Sayı: 3.