• Sonuç bulunamadı

Beser OKTAY*

Giriş

Yaşayan bir belge niteliğinde olan tarihî çevreler, kendi dönemlerinin sosyo-kültürel ve ekonomik özelliklerini, malzeme özellikleri ve yapım tekniklerini günümüze kadar taşımaktadır. Oysa günümüzde bu tarihi çevreler, artan nüfus, hızlı kentleşme, sosyal yapıdaki farklılaşmalar gibi nedenlerden dolayı zarar görmekte, hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Tarihi kentlerin, kendilerine özgü karakterlerini oluşturan değerler bütününün korunması ve sürdürülebilmesi, tarihi çevre korumanın temel amacıdır.

Tarihi kentlerin bir öğesi olan arkeolojik alanlar, insanlık tarihinin aydınlanması ve geçmiş ile gelecek arasında bir bağ oluşturulması adına korunması zorunlu ve ihtiyaç olan alanlardır. Ancak, Kuzey Kıbrıs’ta kentsel arkeolojik alanlara bakıldığında, bu alanlar kentin tarihsel sürekliliğin ve kent kimliğinin önemli bir parçasını oluşturmalarına rağmen kentsel koruma çaılşmalarına dahil edilmemekte veya projelere engel teşgil ettikleri düşünülerek tahrip edilmektedirler.

Sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda fizikî çevresi yanında sosyo-kültürel yapısını da içine alan “bütünleşik koruma” hedefi ile korunması gereken tarihi alanlarda, kentsel arkeolojik kalıntıların da koruma projelerine dahil edilmeleri sayesinde günlük yaşamın birer parçası olarak görülüp buralara olan ilgi artması ve koruma konusunda halkın bilincinin gelişmesi sağlanmış olur. İşte bu noktada, kentsel alan ve kalıntıların, tarihsel ve fiziksel değerini açığa çıkarmak ve bu alanları günümüz kentiyle bütünleştirmekte kentsel tasarım önemli rol oynamaktadır. Tarihi çevrelerde uygulanacak koruma planlarında faklı ölçeklerde bu alanların korunması, iyileştirilmesi ve/veya yeniden canlandırılması hedefleri doğrultusunda kentsel tasarım projelerine başvurulmalıdır. Bu projeler boş, atıl durumdaki bir binanın çevresi ile birlikte yeniden işlevlendirilmesi; boş bir alanın veya kentsel arekeolojik alanın kamusal yaşamın bir parçası olarak tasarlanması şeklinde olabilir. Böylelikle, kentsel tasarım projeleri ile iyileştirip, geliştirilen bu alanların değerleri kentte yaşayanlar tarafından farkedilmiş ve aynı zamanda da kent kimliğinin sürdürülmesi sağlanmış olunur.

Bu çalışmanın amacı disiplinlerarası bir süreç olarak “kentsel tasarım” ile çeşitli düzeylerde kent dokusunun korunması anlamına gelen ve bir planlama eylemi olan tarihi çevre koruma ve kentsel arekeoloji arasındaki ilişkiyi tartışmaktır. Bu amaca bağlı olarak, bildiri üç ana bölümden oluşacaktır. İlk

bölümde, tarihi çevre ile kentsel arkeolji tanımı, ikinci bölümde; tarihi çevre koruma ve kentsel tasarım ilişkisi ile tarihi alanlarda uygulanması gereken kentsel tasarım süreci- tarihi alanı oluşturan katmanların analizi ve tarihsel sürekliliği oluşturan karakter bölgelerinin tespiti, alanın değerlerinin belirlenmesi ve bu doğrultuda uygun koruma müdahalelerinin belirlenmesi tartışılacaktır. Üçüncü bölümde ise tarihsel süreklilik açısından zengin bir geçmişe sahip olan Kıbrıs kentleri için koruma yasasında kentsel arkeoloji tanımının gerekliliği, farklı ülkelerde bu alanların kent yaşamında entegre edilmesi için uygulanan başarılı kentsel tasarım projeleri ile ortaya konmaya çalışılacaktır.

Tarihi Çevre ve Kentsel Arkeoloji

Geçmiş uygarlıkların sosyal ve ekonomik yapısı, yaşam felsefesi, estetik duyarlılığı içinde barındıran tarihi çevreler, yeni nesillere geçmişi kimlerden devraldığı hakkında fikir sunan açık hava müzeleri gibidir (Aydemir vd., 1999). Tarihi çevreler genelde, homojen kentsel dokusu, bibirini tekrar eden yapı tipleri ve cephe özellikleri, yol dokuları ile silüetlerindeki bütünlük gibi özellikleri barındırırlar.

Görünüm çeşitliliği sunmasına karşın, çoğu kez tarihi çevre kendi içinde homojen bir yapı gösterir. Tarihi çevrelerde oran ve boyutlar bütüne uygun olmakla birlikte, ayrıntılarda çeşitlilik gösteren bir mimarlık gözlenir. Genellikle tarihi merkez kendiliğinden gelişmeyle büyümüştür, fakat yerleşmede bir kargaşa görülmez. Tersine bu dokunun ustalıklı bir karmaşalığı vardır. Yerleşme dokusu doğal veriler yanında, yaşamsal gereksinmeler, yapı geleneği ve ekonomik olanaklar çerçevesinde biçimlenmiştir. Biçimlenen yerleşme dokularında tarihsel kent dokuları kent bütününün ayrılmaz parçasıdırlar (Ahunbay, 2004).

Kentlerin özgün kimliğini yansıtan tarihi çevrelerin devamlılığını sağlamak, kent kimliğinin de devamlılığını sağlamak anlamına gelir. Birçok değeri (arkeolojik, mimari, ekonomik, tarihi, estetik) içinde barındıran bu çevrelerin, sosyal, ekonomik ve fiziksel kimlik öğelerini koruyarak ve geliştirerek gelecek nesillere taşınması sağlanmış olacaktır. Kentsel arkeolojik alanlarda bu kimlik öğelerinin önemli bileşenleri olarak birçok uluslararası sözleşmelerde tanımlanmış ve bütüncül koruma anlayışı çerçevesinde tarih alanlardaki planlama çalışmalarına dahil edilmeleri gerekliliği vurgulanmıştır. Bir sonraki bölümde, Kuzey Kıbrıs’ta koruma ile ilgili hiçbir yasada kullanılmayan, kentsel arkelolji teriminin tanımı tarihsel süreç içerisinde gelişimi detaylı olarak sunulacaktır.

Kentsel Arkeolojik Alanlar

Kentsel Arkeoloji” terimi II. Dünya Savaşı sonrasında yıkıma uğramış Avrupa kentlerinin yeniden inşa süreciyle beraber kullanılmaya başlamıştır. Bombalanan

çıkması ile tarihsel sürekliliğe ilişkin farkındalık oluşmaya başlamıştır. Kentsel alanlarda yürütülen arkeolojik çalışmaları tanımlamak için kullanılan terim, zamanla kentlerin çok katmanlı kültürel yapısını anlamaya ve kentin tarihsel gelişimini ortaya koymaya çalışan bir disiplin olmuştur (Bilgin 1996: 9, Belge, 2004).

1960’larda hızlanan yoğun yapılaşma ve savaş sonrası kentsel gelişme ve yeniden yapılanma faaliyetleriyle açığa çıkan arkeolojik kültür katmanlarının, kurtarma arkeolojisi yöntemleriyle hızla belgelenmesi ve değerlendirilmesi sonucunda, kentsel arkeoloji kavramı 1970’li yıllarda da gelişmeye devam etmiştir (Tuna, 2003). Böylece kentsel alanlardaki arkeolojik kazı ve araştırmalar daha sistemli duruma gelmeye ve arkeoloji planlama sürecinin önemli bir girdisi olmaya başlamıştır.

Arkeolojik mirasın önemi ve korunarak geliştirilmesi gereği 1960’lı yıllardan beri Avrupa Konseyi, UNESCO vb. kuruluşların gündemindedir. Avrupa Konseyi tarafından 1969 yılında Londra’da imzalanan Arkeolojik Mirasın Korunmasına Yönelik Avrupa Sözleşmesi (European Convention on the

Protection of the Archaeological Heritage) ile arkeolojik mirasın korunması

amacıyla ulusal envanterlerin hazırlanması, kazıların nitelikli kişiler tarafından yapılması ve kayıt altına alınması, elde edilen sonuçların korunması gibi konularda üye ülkelerin sorumlulukları tanımlanmıştır (Madran ve Özgönül, 1999).

1972 yılında UNESCO tarafından ‘Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi’ (Convention Concerning the Protection of the World

Cultural and Natural Heritage) imzalanmış ve üye ülkeler Dünya Mirası alanları

etkili bir biçimde korumak ve sunmak amacıyla kültür mirasının korunmasını geniş kapsamlı bir planlama süreciyle birleştirme, bu varlıklara toplum yaşamında fonksiyon verme, gerekli yasal, yönetsel, bilimsel, teknolojik, finansal vb. önlemleri alma konularında politikalar benimsemeye söz vermiştir (Feilden ve Jokilehto, 1992). Bu sözleşme ile ilk kez kültür mirasının çağdaş kent yaşamıyla bütünleşmesinin önemi vurgulanmıştır.

Avrupa Konseyi tarafıından 1975 yılının Avrupa Mimarlık Mirası Yılı olarak ilan edilmesiyle birlikte yapılan bilimsel toplantılar, koruma ve arkeoloji kavramlarının uluslararası platformda yerleşmesinde önemli rol oynar. Bunun sonucunda hazırlanan kentsel arkeoloji ile ilgili önerge metninin Ekim 1975’te Amsterdam’daki Avrupa Mimarlık Yılı Konferansı’nda sunulması kentsel arkeoloji kavramı ile birlikte planlama-arkeoloji ilişkisinin uluslararası platformda meşruiyet kazanması açısından büyük önem taşır (Barley 1977: 9-10). Bu toplantıda gelişen ‘bütünleşik koruma’ (integrated conservation) kavramıyla birlikte kentsel korumanın genişleyen kapsamı, kentleri doğal, yapılı, sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihsel bütünlükleri içinde ele almayı gerekli kılmaya başlar. Bu noktada, ‘kurtarma arkeolojisi’ kavramının tanımı ve kapsamının genişlemesiyle ‘kentsel arkeoloji’ (urban archaeology) kavramı

ortaya çıkar. Bu dönemde kentsel arkeoloji kavramı ‘kent içindeki arkeolojik alanlar (yıkılmış harap durumdaki tarihi, anıtsal binalar) ve arkeolojik çalışmalar’ı kapsar (Altınöz, B).

Yukarıda anlatılanlara göre, II. Dünya Savaşı sonrasında yıkıma uğramış Avrupa kentlerinin yeniden inşa süreciyle beraber kullanılmaya başlayan ve daha sonraları kentsel alanlarda yürütülen arkeolojik çalışmaları tanımlamak için kullanılan terim, zamanla kentlerin çok katmanlı kültürel yapısını anlamaya ve kentin tarihsel gelişimini ortaya koymaya çalışan bir disiplin olmuştur.

Kent katmanları içindeki arkeolojik kalıntılar, kentsel korumanın hedeflerinden biri olan tarihi ve kültürel sürekliliğin sağlanması için birer araç aynı zamanda kamusal mekanlarda kent kimliğine katkı sağlayacak potansiyel referans öğeleridir. Bundan dolayı, bu alanların kente ve kentliye kazandırılması son derece önemlidir. Bu noktada, kentsel arkeolojik alanların korunması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Kentsel arkeolojik alanların korunması, disiplinler arası ortak bir zemin üzerinde benimsenecek ilkeler çerçevesinde yapılmalıdır. Çünkü kentsel arkeoloji disiplini Avrupa Mimarlık Yılı Konferansı’nda da belirtiliği üzere, bütüncül bir yaklaşım içerisinde ele alındığı takdirde başarılı olacaktır. Bütünleşik korumanın bir gereği olarak kent içindeki arkeolojik alanların sadece korunması değil, kent yaşamına entegre olması (sosyal ve ekonomik olarak kente yarar getirmesi) gereklidir. Bu alanları kent kimliğinin bileşeni olarak gören ve kentli ile buluşturacak kentsel tasarım projeleri üretilmelidir.

Bu noktada bir sonraki bölümde, tarihi alanlarda koruma ve kentsel tasarımın önemi ile kentsel tasarımın süreçlerinden söz edilecektir.

Tarihi Alanda Kentsel Koruma ve Kentsel Tasarım İlişkisi

Kentsel koruma, “toplumun geçmişteki sosyal, ekonomik koşullarını, kültür değerlerini yansıtan fiziksel yapının, günümüzün değişen sosyal, ekonomik koşulları altında yok olmasına engel olmak ve çağdaş gelişmelerle bütünleştirerek yaşamasını sağlamak” olarak da açıklanmaktadır (Bostancı, 1989). Yine başka tanımlama da; kentlerin belli kesimlerinde yer alan tarihsel ve mimari değerleri yüksek yapılarla anıtların ve doğal güzelliklerin gelecek kuşakların da yararlanması için her türlü yıkıcı, saldırgan ve zararlı eylemler karşısında güvence altına alınması olarak tanımlanmıştır. İnsanlığın tarih boyunca yarattığı kültürel değerlerin fiziksel çevreye yansımış olan görüntüleri de tarihsel-kültürel çevre olarak tanımlanmaktadır (Keleş-Hamamcı, 1997:120).

Bugünkü çağdaş koruma anlayışı, yaşayanı ile birlikte fizikî mekânı korumak ve bulunduğu kent bütününün kentsel mekânı haline gelebilmesini hedeflemektedir. Bir başka değişle koruma, sürdürülebilir koruma anlayışı çerçevesinde bu alanların sadece fiziksel yapısının değil, içerisinde yaşayanlar ve onların sosyo-ekonomik-kültürel değerlerinin de bu yapı yanında korunması ve

Kentsel tasarım, kentsel mekânda fiziksel, sosyo – kültürel ve sosyo - ekonomik bağlamlarda çok boyutlu, kentsel detay irdeleme ve çözümlemelerini içeren ayrıntılı bir düzenleme yöntemidir (Kaplan,vd, 2003). Kentsel mekânlar, kentlilerin psikolojik, sosyal, ekonomik ihtiyaçlarını karşılayan buluşma alanıdır. Kentsel ortak mekânları yaşatma, geliştirme ilkeleriyle, yapısal ve mekânsal çalışmaların arttırılması ve bu alanların kalitesinin geliştirilmesi amacıyla farklı yapı tasarımlarına ihtiyaç vardır.

Değişen fiziksel ve ekonomik koşullar nedeni ile tarihi kentler veya kent parçaları çöküntüye uğramakta ve hem fiziksel hem de ekonomik olarak köhneleşmektedir. Öte yandan kentlerde kontrolsüz yapılaşma nedeniyle de tahrip olan alanlar bulunabilmektedir. Bu durumda, yerel yönetimler köhneleşmiş ve cazibesini yitirmiş bu alanların yeniden canlanması için koruma projelerine başvururlar. Bu noktada kentsel tasarım kentsel korumanın başarılabilmesinde yararlı bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kentsel tasarım ve kentsel koruma kent planlama disiplini içerisinde iki önemli yaklaşımdır. Kentsel sit alanlarının korunmasına yönelik bir planlama çalışmasında mekanın karakterinin korunması ve sürdürülebilmesi açısından kentsel tasarıma ihtiyaç duyulmaktadır. Kentsel tasarım ayrıca kamusal mekanın kalitesinin artırılması hedefi olan bir disiplindir. Kentsel koruma ise genel anlamda mimari ve tarihi değere sahip alanların bozulmalarını önlemek, bu alanları korumak ve iyileştirmekle ilgilenir.

Yukarıdaki tanımlardan hareketle, kentsel korumanın, kentsel tasarım projeleriyle yakından ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Aslında kentsel tasarım projelerinin kentsel korumanın bir uygulama aracı olduğu ve fiziksel mekân ile kurulan bağlantıyı gerçekleştirdiği görülmektedir. Bu bağlamda, yukarıda sözü edilen kentsel arkeolojik alanlar birer kayıp alan olma özelliğinden sıyrılarak bu projeler kapsamında, kent bütünü içerisinde tasarlanarak birer çekim noktası olabilmektedirler.

Bir sonraki bölümde, tarihi alanlarda uygulanması gereken kentsel tasarım süreci ve bu süreçte kentsel arkeolojik alanların değerlendirilmesi açıklanacaktır.

Tarihi Çevrelerde Uygulanması Gereken Kentsel Tasarım Süreci

Tarihi kentlerde, kentin kimliğini korumak ve sürdürmek için yapılacak tasarım müdahalelerinde ilk adım alanın detaylı analizini içerir. Bu analizlere alanın tarihi ile başlanır. Tarihsel araştırma bir aşama daha ilerletilerek, kenti oluşturan tarihi katmanların belirlenmesi, analizi ve tarihsel sürekliliği temsil eden farklı karakter bölgelerinin tespitini içermelidir.Bu tespitten sonra alanın morfolojik, fiziksel ve fonksiyonel karaterlerini ortaya koyan diğer analizler tamamlanır.

Kent tarihi ve kentin tarihsel katmanları ve farklı karakter bölgeleri, yaya ve taşıt hareket ağları belirlendikten sonra, kentsel tasarımın yapılacağı alan ve

yapıların değerlerinin ortaya konacağı bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu

temel oluşturacak “kültürel önem” belirlenmelidir. “Kültürel önem” Icomos Avusturalya tarafından oluşturulan Burra Tüzüğü’nde tarihi çevrelerin içinde barındırdığı estetik, tarihsel, bilimsel, sosyal ve ruhani değerler bütünüdür. Tarihi çevrelerde yapılacak kentsel tasarım müdahalelerinde, tasarım girdilerine temel oluşturacak alan değerlendirmesine ek olarak, kültürel önemin belirlenmesi gerekmektedir. Bu değerlerin bazıları kültürel miras için belirlenen genel değerlerken, bir kısmı da tarihsel süreklilik ile ilgili değerlerdir.

Burra tüzüğünde belirlenen tarihi çevrelerde ve yapılarda bulunan kültürel (tarihsel, belgesel, simgesel, sanat), morfolojik (özgünlük, tek olma özelliği, eşsiz olma, homojenlik), duygusal (anı ve izler) ve işlevsellik değerleri bir alanda ne kadar çoksa, müdahale biçimi çok yüzeysel/ alanın bu değerlerini bozmayacak şekilde (onarım, sağlamlaştırma) olmalıdır.

Analizler sonucunda belirlenen kentin karakteri, fiziksel ve sosyo-kültürel kimliğinin korunması ve sürdürülmesi için mevcut bağlama yanıt verecek projeler geliştirilmelidir. Bu projelerde karakter, okunabilirlik, uyarlanabilirlik, farklılık, süreklilik ve kapalılık gibi kentsel tasarım prensiplerinin yanısıra bağlamla uyum içerisinde olabilmek için aşağıdaki prensiplerden faydalanılmalıdır (Aykaç, 2009):

 Tarihi kentsel alanın fiziksel yapısına saygılı olması,  Her yeni gelişmenin kendine özgü bir yapısı olması,

 Yeni inşa edilen binaların çağdaş tasarım anlayışıyla geleck nesiller tarfından korunmaya değer bulunulması,

 Kalıntıların, kültürel miras olarak öneminin belirlenmesi  Arkeolojik potansiyelin belirlenmesi,

 Yapılacak müdahalelerin geri dönüştürülebilir ve yenilenebilir olması  Tarihsel sürekliliğin doğru yorumlanabilmesi için müdahalelerin

mümkün olduğunca yerinde (in-situ) korumaya olanak vermesinin amaçlanması

 Kültürel önemin güçlendirilmesi  Potansiyel kullanıcıların belirlenmesi  Potansiyel paydaşların belirlenmesi

 Yatırım maliyetinin ve potansiyel finansmanın belirlenmesi

Yukarıda belirtilen süreç sonucunda yapılacak kentsel tasarımlarda, tarihi ve arkeolojik alanların korunması, sunumu ve çağdaş kent hayatı ile bütünleşmesi amaçlanmıştır (Aykaç, 2009).

Kuzey Kıbrıs’ta Koruma ve Korumada Kentsel Arkeoloji’nin Kavramının Gerekliliği

Kuzey Kıbrıs’ta koruma faaliyetlerini doğrudan etkileyen yasalar Eski Eserler Yasası (60/94), Çevre Yasası (1997) ve İmar Yasası (1989) gibi yasalardır. Bu

sosyal bozulmalardan anlaşılmaktadır. Ülkemizde, kurumlar arası iletişim kopukluğu, yasanın uygulayıcısı durumunda olan kurumların farklı bir bakanlığa bağlı olması, mali kaynak yetersizliği, kalifiyeli eleman yetersizliği gibi nedenlerden dolayı tarihi alanların korunması bütüncül bir anlayışla değil, günü kurtarma gayesi içerisinde parçacı çözümler üretilerek gerçekleştirilmektedir.

Tarihi alanlarda yer alan yapılar, kalıntılar ve açık alanlar bütünleşik koruma anlayışı içerisinde tam anlamıyla yer edinemediği günümüz Kuzey Kıbrıs kentlerinde, “kentsel arkeoloji” henüz bir disiplinlerarası çalışma kültürü olarak yasalarda yer almamıştır.

Aşağıda örnekleri verilen tarihi alanlardaki kentsel tasarım projelerinde, kent içinde kalmış arkeolojik alanlar, yapılan kentsel tasarım müdahaleleri sonucunda kent yaşamı ile bütünleştirilmiş ve kullanıcılara sunulmuştur. Bu kavramı koruma yasalarına alan bazı ülkelerde yapılan başarılı çalışmalar ortaya konarak Kıbrıs kentlerinin korunmasında bu kavramın önemi vurgulanmaya çalışılacaktır.

İspanya’nın Zaragoza kentinde, günümüz tarihi dokusu içinde yer alan Roma dönemi amfitiyatro kalıntıları için uygulanan projede, mevcut kalıntıların korunmasını amaçlayan bir üst örtü önerilmiş, bu üst örtüyle beraber, kalıntıların gezilmesi için platformlar ve bilgilendirme panoları yapılmıştır (Resim 1).

Resim 1: İspanya Zaragoza’da Roma amfitiyatro kalıntılarının üst örtüsü.

Viyana kent merkezinde bulunan Roma askeri garnizonu Vindobona’ya ait kalıntılar ve yine Viyana’nın Verona kentinde bulunan arkeolojik kalıntılar (Resim 2) kamusal inşaii faaliyetler sırasında ortaya çıkmış ve günümüzde hem meydan kullanımını engellemeyen hem de bu kalıntıların sergilenmesini amaçlayan bir kentsel tasarım anlayışı benimseyerek kent yaşamına dahil edilmiştirler.