• Sonuç bulunamadı

Gün Geçiminde Kerpiç Köy Yapısı Mimar, Abdullah Ziya

Anadolu’nun gün geçimi “cenup” tarafındaki ova ve dağ köy yapı sanatını anlatacağız.

Mesela, Adana köylerinde (ovada) taş ve ağaç bulunmadığından köylerin kerpiç denilen saman ve çamurdan yapılarını oluşturmaya mecbur oldukları görülür.

Köylü evleri, köylünün kafasında düşündüğü ve kurduğu eve benzemelidir. Güngeçimi köylüleri yapılarının başlıca yüzünü güneşin geçtiği yola çevirirler. Buna iki sebep vardır.

1. Güneşin gökte çizdiği yol kışın alçak, yazın yüksektir. Yapının yüzünü güneşe çevirince kışın alçaktan geçen güneş, evin içine girer ve odaları ısıtır. Yazın ise, evin önünde yapılan üstü örtülü, önü açık sofalar yüksek geçen güneşin içeri girmesini önlemiş olur.

2. Yazın, gün geçimi tarafından – Akdeniz’den – Sirok denilen rüzgâr eser. Bu rüzgâr yazın serin, kışın ılıktır. Evin yüzünü bu tarafa çevirmekle bu rüzgârı da alırlar. (Abdullah Ziya, 1934: 66)

Mimar üç ev tipi çizmiştir. Bir ova, bir dağ, bir de çiftlik evidir. Her üçünün yüzü gün geçimine çevrilmiştir. Direkler üzerinde geniş saçaklarla odalar sıcaktan korunmuştur.

Her yapının önündeki sofalar yaz, kış oturulabilir ev teraslarıdır. Köy evlerinde helâ ev içerisine alınmaz. Köyde sifon, kanalizasyon ve hatta su bile yoktur.

Mesela, Burkanı dağ köylerinde su o kadar değerlidir ki helâda kullanılmaz. Köyde evler kademe kademe yapılır ki rüzgârı ve güneşi aynı oranda alsın. Helâ evin içinde olmamakla beraber ayrı bir yapı olarak yapılır.

Duvarlar kerpiç, döşemeler tahta, dam topraktır. Kerpiç evler en fazla sıcağa ve soğuğa karşı dayanıklı evlerdir. Kalın örülmesi aynı şekilde daha da iyidir.

Damlara, yan yana konulmuş kavak ağaçları üzerine hasır, üstüne çorak dedikleri killi toprak serpilir, toprağın içine tuz karıştırılır. Ve akıntısı da dikkatli yapılırsa içeri su girmez. Bu üç tipinde üst teras olarak düşünülmüştür. Bir merdivenle üstüne çıkılır ve yatılır.

Đkinci palan, bir köy çiftliğine aittir. Çiftliğin avlusunu saran kenar duvarların birisinde kapalı ahırlar, birisinde de açık ziraat aletleri hangarları vardır. Odalar rüzgâr ve güneşi alabilmek için üst kata çıkarılmıştır. Odaların altı, ocak ve fırındır. Çiftçilikte mutfak kullanılmaz.

Üçüncü plan, dağ yamacına yaslanmış bir evdir. Dağda ufak taşlar bulmak mümkün olduğundan temel ve yer katı taştan yapılmıştır. Birinci ve esas katı gene kerpiçtir. Her iki planın üstü terastır. Pencerelere kepenk konulmuştur. Terk ettiklerinde kepenkleri kapatırlar.

Türk Evi

Mimar Sedat Hakkı Eldem

Mimarlık, herkes tarafından devamlı görülen, daima ortada olan bir sanattır. Hâlbuki musiki, şiir, tiyatro hatta resim böyle değildir. Bir memleketi fethetmek, bir memlekete tamamıyla yerleşmek; o memlekete yeni yapılan mimarlık eserleriyle olur. Türklerin bu sahadaki kudreti, aldıkları yerlere derhal bir Türk memleketi karakteri verebilmelerindendir.

Bütün milletlerde yapılan evlerin karakterleri birbirinden farklıdır. Evlerin birbirinden farklı olması milletlerin kültür şahsiyetleri, evlerin yapıldığı yerlerin gerektirdiği yapı usulleri ve yapı yapılan mıntıkadaki yapı endüstrisinin durumu olmak üzere başlıca üç sebepte bulabiliriz.

1- Biz ferah evleri, geniş odaları, manzaralı evleri, bol hava ve ışığı severiz, evlerimizin bahçe ve tabiatla sıkı bağlılığını isteriz. Kısaca milletlerin yaratılış ve mizaçları arasında farklar bulundukça yaşama, oturup kalkma ve dolayısıyla ev şekli, fikir ve telakkisi daima birbirinden farklıdır.

2- Evlerin ayrı biçimde yapılmasının sebeplerinden biri de, yapının bulunduğu memleketin veya arazinin teşekkülü ve karakteri olduğunu söylemiştik, yani zeminin ova veya dağlık, kurak veya ormanlık, iklimin soğuk, sıcak veya mutedil olması keyfiyetidir. Mahalli mimarlık, milli mimarlık değildir. Farklı bölgelerde oturanlar o bölgenin doğa şartlarına göre mimari tarz uygularlar. (Eldem, 1942: 10 – 16)

3- Önemli unsurlardan biri de mimarinin oluşturulması için kullanılan malzemelerdir. Evlerin şekilleri, yapılarında kullanılan malzemeye bağlıdır. Taştan yapılmış bir ev, tabiatıyla, tahtadan yapılmış bir evden tamamıyla farklı görünür; yine damı arduvaz örtülü bir ev, kiremitli bir evden tamamıyla farklıdır. Fakat bu evler, milliyetin evlere verdiği karakter çerçevesi içinde kalırlar. Yalnız bu karakterlerin muhtelif cephelerini, göstermeleri bakımından dikkate değerler. (Eldem, 1942: 10 – 11)

Mimar Sedat Hakkı Eldem'in kaleme aldığı “Türk Evleri” adlı yazıda Türk evleri ile Batılı ülkelerdeki yabancı evlerin neden birbirinden farklı olduğu üzerinde durulmuştur. Ayrıca modern Türk evi denildiğinde üç hususiyete önem vermek gerektiğini iddia etmiştir. Bunlar;

1- Evlerin milli, yani kendimize, kendi zevkimize, kendi yaşam tarzımıza uygun

2- Kendi mimarlık sanatımıza ve mimarlık zevkimize uygun olmalıdır. 3- Memleketimize, iklimimize, toprağımıza uygun olmalıdır.

Evler

Eynesil’de evler genellikle iki katlıdır. Alt kat ahır veya merek (samanlık), üst kat tek gözeli olup oturulur. Üst kısmı hartama denilen bir nevi ince bir tahta ile örtülür. Evlerin çoğu yarım kargirdir. Yapı işinde kirece pek az yer verilir. Kirecin yerine killi çamur kullanılır. Her evin mutfağa iki kapısı vardır.

Cumhuriyette Köy Yapımı Mimar Abdullah Ziya

Cumhuriyetin ilanından evvel “köylü” ile uğraşmak akla gelmemiş değildir. Fakat Türk ocaklarında yetişen ülkülü gençten başkaları da bu konu üzerinde fazla durmamıştır.

“Köy yapma” bakımından devlet köycülüğü Türkiye’de mübadele, Đmar ve Đskân Vekâletinin teşekkülü ile yanı 13 Teşrinievvel 339 tarihinde başlamıştır. Bilahare bu vekâletin lağvedilmesiyle işleri Dâhiliye Vekâletine geçmiş ve köy kanunu da yapılarak devletin köycülük faaliyeti genişletilmişti. Devlet bu dönemde 1.480.684 lira sarfıyla numune köyler yaptı ve harap köyleri tamir etti. Antalya, Samsun, Đzmir, Cebeli, Bereket, Bilecik, Mersin, Manisa ve Ankara vilayetleri olmak üzere 69 numune köy yapmıştır. Numune köylerin en yenileri Ankara’ya yakın Somutlu, Etimesut köyleridir. Mimar Abdullah Ziya bu numune köyler yapılırken, yapımının yabancı mühendis ve mimarlara verilmesi sonucu Türk köylüsü bu evlerden pek memnun değildi. Çünkü Türk kültürünü bilmeyenlerin bu köylülerin ihtiyacına cevap veremeyeceklerinin düşüncesindeydi. “Türk inkılâbının yaratmakta olduğu kültürün yeni zevklerini ve yeni sanat telkinlerini taşa ve toprağa ancak genç Türk mimarları tatbik edebilir. Türk inkılâbı milli bir köy mimarisine milli bir köy hizmetine doğru gitmelidir.”(Abdullah Ziya,1933: 333). Bu konuda Abdullah Ziya ve beraberindeki ekiple bir köyü gezerken köylünün birbirine yapılan evlerden memnun olup olmadıkları sorulmuş, köylünün birisi, ocağın yüksekliğinden, kömür ocağının yapılmasından (çünkü köylü tezek yakmakta), ahırın bölmelerinden (çünkü öküz sığamıyor) şikâyetçi olduğunu görüyor. Ayrıca yazıda Etimesut köyü, Cumhuriyetten sonra: Kızılcahamam

Yatılı Mektebi binası, Cumhuriyetten evvel: Siirt mektep binasının temsili resimleri çizilmiştir. (Abdullah Ziya, 1933: 333–336)

Abdulkadir

Köy Evlerinin Yapılışı

Köyün kurulduğu yer ve bucaklarda yapıya yarayan şeylerin, avadanların kolaylıkla ele geçtiğine ve bolluğuna göre evler; başlıca ağaç, kerpiç yahut taştan yapılmıştır. Ağaçtan olanlar biraz şehir evlerine benzemektedirler. Bunlar balta ile yontulup düzenlenen aynı boydaki ağaç ve kalın direklerin kertilen uçlarının birbirine giydirilmesi ve üst üste dizilip çatılmasıyla çivisiz meydana getirilirler. Oda ve ahır olarak yapılan bu çatılı evler, büyük ölçüdeki ambarlara benzer.

En çok bir iki yerinde baş sığmayacak kadar açılan küçük deliklere cam konmazsa kâğıt yapıştırılır. Direkler arasında kalmış aralıklar samanla karışık çamurla sıvanmıştır.

Kerpiç, taş ve tuğladan yapılanlar seyrektir. Hem de varlıklı köylülerin harcıdır. Ahırlar, basık tavanlı, loş, karanlık bir izbe gibidir. Bu ev veya ahırların kapısı alt ve engin yöndedir. Đçeri girilince koyu karanlıktan başka bir şey sezilmez, tepe penceresi veya deliği açılırsa oradan giren aydınlıkla ortalık aydınlanır.

Köy evlerinin çalılarla örülüp araları sıvanarak, kamış veya sazdan yapılarak meydana getirilenleri, onarılanları vardır. Çoğunun toprak damları, ara sıra yuvak denilen yuvarlak taşlarla düzeltilir.

Köy sularından, çeşme suları ve kuyu sularından bahsetmiştir ve bu suların sağlıksız koşullardan getirildiği belirtilmiştir.

Köylü Hanı Nusret Kemal

Köyden şehre giden insanların çekmiş oldukları sıkıntıları dindirmek için böyle bir projeye ihtiyaç duymuşlardır. Halkevleri köycülük sahasında çok çalışmakta olmalarına rağmen bu yolda yapacak müspet ve verimli işler aramaktadırlar. Her halkevinin bulunduğu şehirde bir “köylü hanı” yapması eve bağlı köycülere çok verimli bir çalışma alanı açabilir. (Nusret Kemal, 1934: 319) Her şehrin pazaryerine ve devlet dairelerin yakın bir yerde köylü hanının yapılması köylülerin işine yarayacaktır. Eğer halkevinin bütçesi elverişli ise köyde inşaat için en çok kullanılan tabii yapı malzemesi

ile bir köylü hanı yapmak en iyi şekildir. (Nusret Kemal, 1934: 320) Bu yolla köylüye basit malzemeden nasıl yapılar yapıldığı da gösterilmiş olacaktır. “Bu hanlarda ayrıca bir okuma odası tertip edilecek, basit konuşmalar tertip edilecek, terbiyevi filmler gösterilecek, karagöz oynatılacak, küçük köy piyesleri tertip edilecek v.s. yollarıyla da köylünün inkişafına hizmet edilecektir.” (Nusret Kemal, 1934: 320)

Eğer binanın yapımına halkevlerinin bütçesi kâfi gelmiyorsa, mevcut binalardan biri kiralanacaktır. Ayrıca bu köylü hanların bir darülacezeye dönmemesi için köylüden cüzi miktarda ücret de alınacaktır. Ayrıca bu yazıda böyle bir projeye örnek teşkil edecek projelere Ülkü Mecmuası’nın kapısının daima açık olduğu da ifade edilmiştir.

Antalya Evleri: Çoğu iki katlı duvar üzerine sazla örtülmüş ve kısmen de bir

katlı kerpiç yapı üzerine kiremitle örtülmüş evlerden ibarettir.

“Hemen hemen bütün evler tek katlıdır. Bütün evler üç gözlüdür. Orta göz hem salon hem mutfak vazifesi görür. Đki taraftaki iki odada yatılır, oturulur. Odalardan biri horantalarına aittir. Diğerlerine misafir alınır, tarlada işçi tutarlar. Đşçilerin hemen hepsi ahırda yatar. Evi, ahırı, ağılı samanlığı içine alan duvarlarla çevrilmiş ev avlusuna (azbar) derler. Bu avlunun cümle kapısına (porta kapı) denir. (Nusret Kemal, 1934: 397)