• Sonuç bulunamadı

Çırpılı Dede

Müzeyyen Onbaşıoğlu'nun kaleme aldığı “Çırpılı Dede” adlı yazıda: Her sene hıdrellezin ilk cumartesi günü daha gece yarısından itibaren bütün köylü yiyecek bir şeyler ve Çırpılı Dede'nin ziyaretinde kesmek için bir şeyler götürürler.

Bu ziyarete gidenler orada mezara benzer bir şey görmezler. Çünkü Çırpılı Dede'nin kabri çalı çırpı yığınından ibarettir. Çırpılı Dede'ye gelenlerin çoğu onun kim olduğunu bilmez. Đşte hıdrellez sabahı takatinin son damlasını harcayıp dermansız kalan dizler, bu çalı çırpının etrafında saf saf dizilirler. Artık herkes kendisince dileklerde bulunurlar.

Kazanlar kaynatılıp aşlar dağıtılır. Koyun ve horoz kafaları Dede'nin etrafında yan yana dizilir. Testilerde kalan sular Çırpılı Dede'nin üstüne dökülür ve böylece konuşarak, gülüşerek hıdrellez sabahına mahsus türlü geleneklerle talihlerini denerler. Bazısı yerden büyücek bir taş kaldırarak altından çıkacak böceğe göre bu yılki bahtını dener. Kimisi bayırdan yuvarladığı bir taşın çayıra, dereye yahut kara toprağa düşmesiyle nasibini ölçer.

Sonra hemen hepsi birer kere ellerini ağızlarının kenarına koyarak nasibini çağırır ve o anda ötecek kuşun; baykuş veya bülbül olmasını, tesadüfen bir kaval yahut çakal sesinin duyulmasını talihlerini belirten bir işaret sayarlar. Burcu burcu çiçek kokan sabah meltemi hepsinin gücünü tazeler.(Onbaşıoğlu, 1948: 36–37)

Yozgat'ta Çiğdemli Pilavı M. Tahir Alangu

M. Tahir Alangu'nun kaleme aldığı “Yozgat'ın Çiğdem Pilavı” adlı yazıda: Şubat ayının son haftasına kadar karlar eriyip tepeler açılınca topraktan çıkan çiğdemleri mahalle çocukları toplarlar. Buranın çocukları üç türlü çiğdem biliyorlar: Sarıçiğdem; bunun çiçeği sarıdır ve asıl çiğdem budur. Ali Öksüzü (Ali gülü) çiçeği eflatun rengindedir. Kardelen (Beyaz Çiğdem), bunun çiçeği beyaz renktedir. Bunlardan sarıçiğdemin pilavı yapılır. Ali Öksüz'ün yumrusunu yiyenin başı kel olurmuş.

Kadınlar sarıçiğdemi “Peygamberimizin gözyaşıdır” diye makbul sayarlar. Çocuklar “değnek vurma” oyunu oynarlar. Bu oyunda çocuklardan biri çiğdem çıkardığı değneği havaya atar, diğerleri elindeki değneği o değneğe fırlatır. Vurusa bir çiğdem alır. Eğer değneğini o değneğe vuramazsa bir çiğdem verir.

Onda bir çocuk “çiğdem çalkısı” nı taşır, diğer çocuklar elinde bir demet çiğdemle mahalleye dönerken gruptan bir çocuk sırtına heybe alır; buna “aptal” derler.

Evleri sıra ile dolaşırlar, bir evin önüne gelince aptal bağırır. “Hanım abla yağdan bulgurdan bir şey gönder” bunun üzerine çocuklar hep bir ağızdan şu türküyü söylerler: “Yağ olmazsa bal olsun / oğlan uşak sağ olsun”

Kadınlar çocuklara bulgur ve yağ verirler, çocuklar bu bulgur ve yağı alıp; köydeki bir yüksek dama çıkıp bunlardan pilav yaparlar. Ayrıca sarıçiğdem de katarlar. Yağmur yağması için de dua ederler. Çocuklar oyunlar oynar, güreşler tutarlar. (Alangu, 1947: 34 – 35)

Yılbaşı Hakkında Dr. Haldun Sarhan

Dr. Haldun Sarhan'ın kaleme aldığı “Yılbaşı Hakkında” adlı yazıda: yılbaşından önce bugünkü takvimin oluşumundan bahsetmektedir. Önceki takvimden, takvimler ile ilgili yanlışlardan, tarihteki yıl örneklerinden, ay taksimatından ve eski uygarlıklarda kullanılan takvimlerden bahsedilmektedir. (Sarhan, 1946: 6 – 7)

2.7.2. Saya Bayramı Sait Uğur

Türklerin sevinçli ve sayılı günlerde bayram töreni yapmak, bu günlerde dileklerde bulunmak, Müslümanlıktan önceki dilekler idi. Müslümanlıktan sonraki bu inanmaları birçoğu devam etmiştir. Mesela: üzüm yetiştiriciliği, buğday ve arpa erdiği, koyunun kuzusunun anası karnında tüyü bittiği ve canlandığı vakit tören ve bayram yaptıkları gibi, yağmur yağmadığı, zelzele, kıtlık olduğu günlerde bir takım dileklerde ve dualarda bulunulur. (Uğur, 1943: 8)

Đçel'de Saya Bayramı: Bu bayram, ilk kanunun yirmi beşinden, ikinci kanunun onuna kadar yapılır. Çünkü koç koyuna eski yani Rumi ağustosun on beşinden nihayetine kadar katarlar. Bazen yüksek yerlerde eylül başında, sıcak yerlerde ağustosun on beşinde koçu koyuna katarlar. Buna göre koç katımından sayarak yüz gün sonra bu bayramı yaparlar. Bu yüzüncü günde bütün çobanlar, koyuncular, çoluk çocuk toplanırlar. Đçlerinden bir çoban seçerler, yüzünü bile boyarlar. Başına uzun bir külah (keçeden) takarlar ve çamaşırının üzerine de irili ufaklı çanlar takalar. Çoban bu halde yürür ve sesler çıkarır. Bu çobana “tomus” derler. Bunlar çala çocuk ev ev, çadır çadır, gezerler. Tomus avayıdı alıncaya kadar kendilerini o evin kapısına atarlar ve avayıdı aldıktan sonra diğer evin önüne giderler. Her evin önünde sayıcı adam türkü söyler.

Böylece bütün evlerden avayıdı topladıktan sonra, bunları birkaç eve dağıtırlar ve bunlar pişirirler. Büyük bir ev, çadır veya meydanda toplanırlar ve sofralar kurulur, sayacılar arada yemeklerini yerler ve bundan sonra birçok oyunlar ve şenlikler yapılır. Bu tören ve bu bayram, ilk akşamdan başlayarak gece yarısına kadar devam eder. Bu bayrama çağrılmamış çoban olursa oymağın ulusuna şikâyet eder; unutulan çobanın sayıcılar tarafından gönlü alınır. Saya Bayram'ında söylenen türkü şudur:

“Selam verdim aldınız mı? / Saya geldim duydunuz mu?”

2.7.3. Bayram, Halkevleri ve Halk Odaları Bayramları B. Kemal Çağlar

Artık her 19 Şubat, Türkiye tarihinde 9 Eylül, bir 23 Nisan, bir 30 Ağustosa kadar önemli bir gün olmuştur. Bugün Ankara Halkevi başta olmak üzere diğer bütün halkevlerinde türküler, oyunlar, eğlenceler birbirini kovalıyor. Türkiye havası bir yeni şevkle yıkanıp canlanıyor. Bu töreni 21 Şubat, saat 15'te, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkan vekili Başvekil Saracoğlu, “Milletin Gözbebeği” şef'e seslenerek, halkevlerinin ehemmiyeti üzerinde durmuştur.

Bu törene, 30 kadar halkevinden 74 fotoğraf ve 91 resim getirilmiştir. Bir yeni Halkevi Resim ve Fotoğraf sergisi de bu törende tertip edilmiş bulunuyordu. Bu resimler önce yörede bulunan halkevlerine gönderiliyordu. Oralarda beğenildikten sonra, Ankara Halkevin’e gönderiliyor.

Ayrıca Ulusal Giyim Sergisi de tertip edilmiştir. Yurdun dört bir tarafından elbiseler getirilmiş, sergide bulunan mankenlere giydirilerek halkın gösterisine sunulmuştur.

Ayrıca her halkevi kendi bölgesinde, Ankara Halkevi’ni de örnek alarak benzeri çalışmalar yapmıştır. (Çağlar, 1943: 15-16)