• Sonuç bulunamadı

Milli Görüş İdeolojisinde Hak-Batıl Dikotomisi

Millî Görüş Hareketi, varoluş sürecini; hak ve batıl kavramları üzerinden doğruyu yanlıştan ayıran, gerçeği yalandan ayıran bir perspektifle ilk insan olan Hz. Âdem ile başlatmaktadır (Erbakan, 2014a:180). Hareket “hak” kavramını; iyiyi ortaya koymak, kötüyü men etmek; meşru bütün hak ve hürriyetleri temin etmek, haksızlığı ve zulmü ortadan kaldırmak olarak nitelemektedir (Aksay, 1971:3). Hak kutsal bir değerdir ve mutlaka sahibine verilmelidir. Hak konusunda hiçbir renk, dil, din, ırk ve sınıf farkı gözetilmemelidir (Erbakan, 2014a:178). Erbakan (2014b: (2)204) hak ve batıl kavramlarını bir örneklem üzerinden ifade eder:

“Bir insanın yağmur yağarken yağmur şemsiyesini alıp da dışarı çıkması doğru bir harekettir. Ama yağmur yağmadığı halde yağmur şemsiyesini açarak dışarı çıkması ise yanlış bir harekettir. Dolayısıyla, Türkçe’mizde kullanılan doğru ve yanlış kelimeleri şarta bağlı olarak isabetli olan şey veya olmayan şey manasındadır. Hâlbuki iki kere iki dört eder. Yağmur yağsa da dört eder, güneş açsa da dört eder, bir hafta önce de dört eder, bin yıl önce de dört eder. İşte şarta bağlı olmaksızın mutlak olarak her şart altında doğru olan şeye ‘Hak’ denir. Bunun tersine olarak bir insan iki kere iki üç dese yağmur yağsa da yanlıştır, güneş açsa da yanlıştır, bir hafta önce de yanlıştır, bin sene önce de yanlıştır. Her şart altında yanlış olan şeye ise ‘Batıl’ denir.”

Hareket kendisini “Hakk”ın temsilcisi olarak görmekte; hakkını alamayanın hakkını alıp teslim etmek, alnında ter ve gönlünde imanı bulunan bireylerle hak davasını hâkim kılmayı hedeflemektedir (Aksay, 1971: 28). Erbakan (2014b: (1)414) “selamet isteyen selamete, felaket isteyen felakete gidecek. Bilesiniz ki orada da öyle kalmayacak. Cenâb-ı Hak Millî Selamet’e izzet verecek, O her şeyi yenecek. Batıllar, yanlışlar birleşecekler birleşseler de ufalanıp silinecekler. Benim inandığım değişmez bir kanun vardır. O kanun diyor ki: hak gelince batıl zail olur” diyerek hak çizgisinde bir mücadeleyi temel prensip kabul etmiştir.

Erbakan’a göre (2014a:179-180) temel nokta, hak ve adalettir. Haklı olan zayıf da olsa kuvvetli, haksız olan kuvvetli de olsa zayıftır. Her ne şekilde olursa olsun hiçbir birey, zümre veya zihniyet kendisi gibi düşünmeyen bireylere tahakküm edemez. Sosyal barış için tolerans ve kardeşlik yaklaşımı kaçınılmazdır. Bireyler birbirlerine toleranslı davranmalı, kardeş hissiyle yaklaşmalıdır.

Nitekim Hareket’in sahip olduğu hakkı üstün tutma anlayışı ile geçmişte, 1071 Malazgirt Zaferi, İstanbul'un Fethi, Çanakkale Harbi, İstiklal Harbi, Kıbrıs Barış Harekâtı gibi sayısız zaferler kazanılmıştır. Bu yönüyle hareket sahiplendiği ve doğruluğuna kesinlikle inandığı hak anlayışıyla geçmişte yaşanan zaferlere, mensubu bulunduğu topluma kendi liderliğinde yeni zaferler yaşatmayı hedeflemektedir. Nitekim Hareket’in temelinde sevgi ve şefkat vardır. Hareket; kuvveti değil hakkı üstün tutan, bütün insanlığın saadetini hedefleyen, değerlerini Batı’yı taklit anlayışında değil kendi özünde bulan, bu yönüyle gerçek anlamda yerli ve sivil bir harekettir (Erbakan, 2017a: 16-17).

Erbakan’a göre Hareket’in savunduğu doğru hak anlayışında temel insan hakları bireye; yaşama hakkı, ırz ve namusunu koruma hakkı, mülkiyet hakkı, aklın korunması hakkı ve inanç hürriyeti hakkı sunmaktadır. İnanç hürriyeti hakkı bireye; ifade hürriyeti hakkı, cemiyet ve örgüt kurma hakkı, inancın öğretimi ve öğrenimi hakkı, inandığını yaşama hakkı sunmaktadır. Doğru hak anlayışında bireyin emeği, karşılıklı rızaya dayanan mukavele ve adaleti olmazsa olmazıdır. Batıl ise hak anlayışını kuvvet, çoğunluk, imtiyaz ve menfaat üzerinden yürütmektedir (Erbakan, 2017a: 23-31).

Şekil 1. Doğru Hak Anlayışı ile Batıl Hak Anlayışı

Kaynak: Erbakan, 2017a: 23-31.

Bu bağlamda Hareket’in sahip olduğu doğru hak anlayışını, batılın sahip olduğu hak anlayışından ayıran sekiz temel esas bulunmaktadır. Hareketin hak anlayışında mutluluk maneviyatsız elde edilemez. İnsanlığın amaçladığı mutluluk, adil bir düzen anlayışı tesis edilmeden ulaşılamayacak bir hedef olacaktır. Harekete göre (Erbakan, 2017a:23-31) birey/toplum mutluluğa ulaşmak için yeni bir anlayışla inşa olunmalıdır. İnşa sürecinde birey/toplum güncel yanılgılara aldanmamalıdır. Milli hedefler doğrultusunda inşa olunacak toplum, milli bünyeyi tehdit eden iç ve dış unsurlara karşı farkındalık sahibi olmalıdır. Batıl düşünce sahiplerinin sunduğu doğru gibi gözüken düşünce ve gündemlere aldanılmamalıdır. Güncel yanılgılara aldanılarak farkında

olmadan batıla hizmet edilmemelidir. Materyalist, sadece dünyayı imar etmeyi amaçlayan çok boyutlu düşünemeyen unsurlara karşı uyanık olunmalıdır.

Şekil 2. Hak ve Batılı Birbirinden Ayıran Temel Esaslar

Bu esaslar çerçevesinde Hareket her zaman hakkı üstün tutarak; maneviyat ekseninde içeride ve dışarıda barışı koruyan, tarihteki şerefli yerini yeniden alabilecek, bağımsız, müreffeh, bütünlükçü bir Türkiye’yi hedeflemektedir (Erbakan, 2017a: 23- 31). Hareketin her bireyi, bütün insanlığın saadeti için çalışmayı kendisi için bir kulluk görevi saymakta, “Yaşanabilir bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya”yı kurmayı temel amaç olarak kabul etmektedir (Akkiraz, 2017: 75-76).

Erbakan’a göre (2014b: (2)203) hak ile batılın mücadelesi insanlık tarihi ile aynı yaştadır. Hak iyi, doğru, faydalı ve adaletli batıl ise bunun tam tersidir. Yani batıl, kötü yanlış, çirkin zararlı ve zalim olandır.

Erbakan batılı, nefsine esir olup şeytana uyarak bütün insanlığı hükümlerı̇ altına alıp onları sömürmek ve köle olarak kullanmak için çalışanlar olarak tanımlamaktadır. Hakk’ın tarafında batıla karşı giriştiği mücadeleyi “‘El küfrü milletün vâhidetün’ yani ‘küfür tek bir millettir’. Yani yeryüzünde nefsine esir olup hak ve adalet için değil, kendi sömürü ve tahakkümleri için: alışanlar dağınık değildirler. Organize bir güçtürler. Birbirleriyle irtibatlı bir bütündürler. Bir millet gibidirler. İşte yeryüzünde hak ile batılın mücadelesi; Hakk’a hizmet eden Müslümanlarla, gerçek hakkı kabul etmeyip, nefsine esir olarak batıla hizmet edenlerin mücadelesi” olarak nitelemektedir (Erbakan, 2014b: (2)209).

Batıla, bir ideoloji ve yaşam felsefesi perspektifinden bakan Erbakan batılı, dağınık gibi gözüken, çeşitlilik arz eden ancak böyle olmasına rağmen esasında tek bir merkeze bağlı olarak yani ırkçı emperyalizm ideolojisine bağlı hareket eden bir bütüncül yapı olarak görmektedir. Küfüre (batıl) karşılık hak da (İslam inancı) bir merkeze bağlıdır yani “baş başa, baş da Allah’a bağlıdır” (Akkiraz, 2017: 76).

1 Ekim 1994’te Amerika’da yaptığı bir konuşmada Erbakan Batı’yı batıl olarak niteler ve “sizin medeniyetiniz terbiye edilmemiş vahşi aygır gibidir. Sizin medeniyetinizde güçlü olan haklıdır. Bu hak anlayışı batıl bir anlayıştır. Bu anlayışta haklı bile olsa zayıflar ezilmeye mahkûmdur. Bu medeniyetin hâkim olduğu her yerde kan vardır, acı vardır, gözyaşı vardır. Bu nedenle insanlık sizin medeniyetinize emanet

edilemez” diyerek insanlığın Batı’nın insafına bırakılamayacak kadar değerli olduğunu vurgular (Başar, 2015: 76).

1993 tarihinde Avrupa’daki üniversiteliler toplantısına katılan Erbakan toplantıda bulunan gençlere “Haksız davada zirve olacağınıza, hak davada zerre olmayı tercih ediniz” şeklinde seslenerek hak anlayışının, haklı olmanın, Hak’ta kalmanın her şeyden daha önemli olduğunu ifade etmektedir (Damar, 2013b: 44).

Erbakan kendisini hak ve haklının tarafında olarak nitelemiş ve bulunduğu konumdan batılı değerlendirirken bulunulan noktayı, ırkçı emperyalist güçlerin binlerce yıldır besledikleri emellerini azgınlaşmış bir şekilde uygulamaya koydukları nokta olarak belirtmektedir. Bu doğrultuda “birçok Müslüman ülke işgal edilmiş, görülmemiş zulümler işlenmiş ve bütün dünya kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Bu zihniyetle bizim kan davamız yok. Bu zihniyetle intikam hesabımız da yok. Bizim sadece bütün insanlığa saadet getirme hesabımız var. Bu saadeti getirmeye çalışırken, bir zihniyet karşımıza çıkıyor ve ‘hayır! Bütün insanlık değil, yalnızca biz mesut olacağız. Biz üstün ırkız, efendiyiz, diğerleri ise bizim boyunduruğumuza girecek’ diyor. Biz bu zihniyeti dostane bir şekilde ıslah etmeye mecburuz ve yeryüzüne hakkın hâkim olması için çalışıyoruz. Yoksa kimseye ne düşmanlığımız, ne husumetimiz, ne de kan davamız vardır. Bilakis onların saadeti için de çalışıyoruz. Bu emperyalistlerin zihniyeti, ‘ya öleceksiniz ya da kölemiz olacaksınız’ şeklindedir” (Erbakan, 2005:33- 34).

Duralı da (2013: 112) doğru hak anlayışından nasiplenememiş, batılda kalmış düşünce sistemini bencillik üzerinden değerlendirmektedir:

“Bireyler, tüzel topluluklar, şirketler ile milletler arasında kıyasıya,

sonu belirsiz yarış baş göstermiştir. Yarış için yarış! İlk ve biricik hedef, kuvvete kudrete şana, şöhrete, servete kavuşmak. Hep daha çok; daha, daha fazla; çok daha fazla! ‘önüme ne çıkarsa, devirir, basar, geçerim; ihtiraslarımın sonu sınırı yok!’ ‘dünya benimdir ve sonunda her yanıyla, her şeyiyle bana kalacak!’ Maddeci-mekanikçi-akılcı-deneyci-laik- insancı-hür sermayeci çağdaşçı insanın vehmi: Bu insan, içsizdir, bencildir, bencidir, benmerkezcidir, çıkarcıdır, ukaladır, bilgiçtir, zekidir,

arsız hayâsızdır; çıkarına dokunulmadıkça, rahat bırakıldıkça başkasına karışmaz – ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!’ Çıkarlarını yürütmek maksadıyla oldum olası kimsenin aklına esmemiş yollara başvurur. Fenni üstünlüğüne dayanarak kendine karşı çıkanları, tank, top, uçak, yangın bombası nev’inden gelişkin, ateş gücü yüksek silahlarla sindirmiştir. Bunların etkisi de beklenenin altında kalınca başka müthiş yöntemler denenmiştir. Felsefi sistemlerin çarpıtılmasından elde edilmiş ideoloji verisi, içi boş, dışı ise rengârenk kâğıtlarla allanıp pullanmış, sarıp sarmalanmış deyimler ve deyişlerle yığınla zihinlerin bulandırılması, uyuşturulup yozlaştırılması! Böylelikle insanın savaşma ile başkaldırma hassasına öldürücü darbe indirilmiştir.”

Bu batıl düşünce yapısı, bir Müslüman coğrafyası içerisinde bireyleri, dinlerini, kendi Müslümanlık hakikatlerini öğrenemeyecek hale getirmişlerdir (Erbakan, 1970:7-8).

Erbakan’a göre (1970:8; 2014a:71) batılın yaptıklarına karşılık yeryüzünde, maalesef iktisadi, sosyal, siyasal vb. açılardan bütünlükçü vizyoner bir görüş açısına sahip, Hakk’ı temsil eden bir İslam toplumu bulunmamaktadır. Ancak böyle bir toplumun fiilen bulunmaması İslamiyet’in Hakk’ı temsil eden değerleri, en ideal sistemi getirdiği gerçeğini de ortadan kaldırmamaktadır. Bu yüzden herhangi bir İslam toplumunda sürdürülen uygulamalara değil, İslamiyet’in getirdiği ideal ölçüler kapsamında ilmi, ekonomik ve sosyal sistemleri değerlendirilmek daha uygun olacaktır. Çünkü İslam’ın dışındaki hiçbir sistem, hak ve hakikat kaynağı olamaz, kendisini insanlığa bu yönüyle refere edemez.

Batı’daki insanın gözleri kapalıdır ve nereye gideceğini bilememektedir. Elleriyle birtakım hakikatleri aramakta, tutmakta, ancak idrak edememektedir. İman yoksunluğundan dolayı kapalı bir döngü içerisindedir. Ancak İman sahibi bir bireyde ise durum farklılık arz etmektedir. Bu birey “ilim sarayının içine iman anahtarıyla girmekte, Kur’an-ı Kerim’den aldığı ilhamlarla onun her tarafını aydınlatarak dolaşmakta, öğrenmekte, öğretmektedir.” Bu itibarla, insanlık için en ideal yol “İslamlaşmak”tır. İnsanlığın sahip olduğu idrak eksikliğinden kurtulmasının yegâne yolu “her türlü maddi ve manevi düşünce sistemi ile mutlak surette inanıyorum ki

ancak Kur’an-ı Kerim’den almış olduğumuz ışıkla” bulunabilir (Erbakan, 1975a:88- 89).

Bireyin ahlak, karakter, inanç vb. açılardan güçlü kılınması toplumu da o ölçüde güçlü kılacaktır. Hareket mevcut kanunları ve uygulanan sistemleri ne kadar mükemmel olursa olsun, hak ve adalete ne kadar uygun bulunursa bulunsun, onu tatbik edecek insanın içerisine hak ve adalet sevgisi girmediğinde insanların, içtenlikle hak ve adalete uygun davranmayacağına inanmaktadır. Bu doğrultuda tabii olarak kanunlar da gereği gibi uygulanamayacaktır. Aksine toplumda adalet yerine adaletsizlik, sosyal adalet yerine sosyal istismar hâkim olacaktır. Bu sorun ancak eğitim yoluyla bireylerin vicdanlarında ve davranışlarında, hak ve adalet ölçüsüyle, birtakım kalıcı değişiklikler inşa edebilmekle mümkün olabilecektir (Erbakan, Millî Görüş, 1975a:111), (Kutan, 2014: 22-27).