• Sonuç bulunamadı

Hareketi Ortaya Çıkaran Sebepler

Osmanlı Devleti’nin yıkılma sürecini verdiği kurtuluş mücadelesiyle yeni bir yaşam formuna dönüştüren Anadolu halkının, Cumhuriyete alışma sürecinde siyasal iktidar9, süreci olağan bir geçiştirmeyle yaşatmak yerine10 halkın sahip olduğu kadim

9 MNP İzmir İl Gençlik Teşkilatı’nın yayınladığı ve Necip Fazıl tarafından kaleme alındığı belirtilen

bir bültende süreç ile ilgili olarak yapılan tespit şu şekildedir: “Cumhuriyetten sonra Türk milletinin, Allah’tan gelen ölümsüzlük iradesiyle şahlanışını temsil eden Millî Kurtuluş Hareketi’nin peşi sıra, hareketi gerçekleştirmiş hakiki kahramanların iradesine zıt olarak; kök alakamız büsbütün kesilmek, ruh kökümüz kurutulmak istenmiştir. Türk’ün ruh kökünü çürütme hareketinin önderi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. (Karakteristik) çizgilerinin en keskinini İkinci Dünya Savaşı yıllarında idrak ettiğimiz Cumhuriyet Halk Partisi, Birinci Cihan Harbi sonunda tasfiye masasına yatırılan Türk’ü madde planında yerin dibine geçirmiş ve yine bu devre boyunca, onu, dilinden, tarihinden, ananesinden ahlakından, malına ve parasına tasarruf hakkından, emeğini değerlendirme kefaletinden kısaca maddiyat ve maneviyatından topyekûn yoksun bırakmak için ne lazımsa yapmıştır” (Çorumlu, 1974:132-134).

10 Mardin (Mardin, 2014:145) geçiş sürecini din meselesi üzerinden şöyle tespit etmektedir;

“Cumhuriyet Türkiye’sinde din meselesini, bir taraftan modernleşmenin şiddetli isteği, diğer taraftan Osmanlı Devleti’nden tevarüs edilen (miras kalan-varislik) bu meselelerin çerçevesi içine sokmak gerekir. Halk kültürü ile seçkinler kültürü arasında bir uçurum olması, seçkinlerin, dine önem veren kimseler olsa bile, ‘halk İslam’ını’ kuraldışı saymalarıyla sonuçlanmıştır. Diğer taraftan, Cumhuriyetin seçkinleri İslam’ın yüzeyde görülmesi mümkün olmayan önemli fonksiyonlar gördüğünü idrak etmemişlerdir. Bunun sonucu ‘kültürel optimizm’ (iyimser bakış) olmuştur. Cumhuriyet seçkinleri İslam’ın kişisel fonksiyonlarını kolayca başka bir yapıya devredebileceklerini sanmışlardır.” Mardin’e göre; halk kültürü ile birlikte Anadolu Türkiye’sinde yaşayan halk dini, Tanzimat sürecinden itibaren ortaya konan reformlara karşı dinamik bir yapı olarak varlığını korumuştur. Zaman zaman dini kurumlar bile teknik din anlayışıyla, Anadolu’da canlı bir şekilde varlığını sürdüren halk dinini ötekileştirmiş, hurafelerle mücadele anlayışıyla hareket etmiştir. Ancak bu dinamik yapı kendini korumasını bilmiştir. Mardin’e göre ümmet hissi Cumhuriyet

tarihsel hafızayı tüm yönleriyle terk etme hatta reddetme yolunu tercih etmiştir. Siyasal iktidarca temeli seküler bir anlayışa dayanan Batı medeniyeti toplumsal, kültürel, iktisadi ve ilmi yönlerden rehber model olarak kabul görülmüştür (Özdemir, 2015:344). Özdemir bu modelin uygulama sürecinde zoraki, yeni ve modern bir Türkiye toplumu inşa edilmeye çalışıldığını ifade eder. Toplum bu zorlamacı inşa sürecine karşı birtakım refleksler geliştirmiştir. Toplum tarafından geliştirilen en güçlü refleks ise varlık alanını korumak adına devletin bünyesine müdahalelerde bulunduğu alanlardan çekilme yoluna gitmesidir. Türkiye’nin toplumsal ve siyasal hayatında devlet ile halk arasındaki mesafe zamanla daha da açılmıştır. Özellikle dini hayatın pratikleri konusunda, toplumun siyasal hayata ve özellikle devlet yönetimine katılması imkânsız hale getirilmiş, “modern Türkiye’de devlet: toplumundan ayrışmış, özel sınıfların yönetiminde, züppe, merkeziyetçi ve seküler formda, dini, toplumsal ve örfi olanı reddeden bir mahiyete bürünmüştür.” Süreç içerisinde devletin ortaya koyduğu bu yabancılaşma anlayışına karşı olarak entelektüel bir zümre (Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Osman Yüksel Serdengeçti, Sezai Karakoç vb.) halkın değerleri yanında İslam’ın temel değerlerini savunma gayretiyle topluma özgüven takdim ederek uyanma sürecinin kıvılcımı olmuşlardır (Özdemir, 2015:344-345).

Duralı (2013: 112) gelinen noktayı, modernitenin Anadolu insanına dayattığı düşünce ve yaşam biçimini başka bir boyutta ele almaktadır: “İnsanın kendine karşı kendini azat kılmasını iyi anlamak gerekir. Yalnız bu yolda onun dur durak bilmez korkunç ilerileme marazına duçar olduğunu belirtelim. Bireyler, tüzel topluluklar, şirketler ile milletler arasında kıyasıya, sonu belirsiz yarış baş göstermiştir. Yarış için yarış! İlk ve biricik hedef, kuvvete kudrete şana, şöhrete, servete kavuşmak. Hep daha çok; daha, daha fazla; çok daha fazla! ‘önüme ne çıkarsa, devirir, basar, geçerim; ihtiraslarımın sonu sınırı yok!’ ‘dünya benimdir ve sonunda her yanıyla, her şeyiyle bana kalacak!’ maddeci-mekanikçi-akılcı-deneyci-laik-insancı-hür sermayeci çağdaşcı insanın vehmi: Bu insan, içsizdir, bencildir, bencidir, benmerkezcidir,

devrinde din meselelerinde gücünü hiç kaybetmemiştir. Bu bağlamda “Cumhuriyet bile zaman

zaman bu ümmet ideolojisinin kendinden daha kuvvetli olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır”

çıkarcıdır, ukaladır, bilgiçtir, zekidir, arsız hayâsızdır; çıkarına dokunulmadıkça, rahat bırakıldıkça başkasına karışmaz – ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!’ Çıkarlarını yürütmek maksadıyla oldum olası kimsenin aklına esmemiş yollara başvurur. Fenni üstünlüğüne dayanarak kendine karşı çıkanları, tank, top, uçak, yangın bombası neviinden gelişkin, ateş gücü yüksek silahlarla sindirmiştir. Bunların etkisi de beklenenin altında kalınca başka müthiş yöntemler denenmiştir.

Felsefi sistemlerin çarpıtılmasından elde edilmiş ideoloji verisi, içi boş, dışı ise rengârenk kâğıtlarla allanıp pullanmış, sarıp sarmalanmış deyimler ve deyişlerle yığınla zihinlerin bulandırılması, uyuşturulup yozlaştırılması! Böylelikle insanın savaşma ile başkaldırma hassasına öldürücü darbe indirilmiştir.” Esasen Hareketin siyasal iktidar ile halkın, Cumhuriyet sürecinde yaşadığı bu ikili mücadelenin doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür.

Özdemir'e göre (2015:345) halkına seküler bir anlayışla yaklaşan Türk siyasalına karşılık olarak; halkın içindeki temel dinamikler (manevi hassalar), Millî Görüş Hareketi çatısı altında ahlak ve maneviyat terminolojisiyle yanıt vermişlerdir. Toplumun özlediği maneviyatçı yaklaşımın topluma ulaştırılması amacıyla büyük bir çalışma başlatılarak Erbakan’ın mevcut gayreti yanında toplumun irfanî arayış, hikmetli nazarı da artık Müslüman siyasetini inşa etmek için büyük bir gayretin içine girmiştir. Böylece İslami bir siyaset tarzı olarak Millî Görüş düşüncesi şekillenmiştir. Sarıbay (1985: 92-94) Millî Görüş Hareketi’nin ortaya çıkışını sosyolojik, ekonomik, siyasi ve ideolojik olarak bir bütün olarak değerlendirmektedir. Tek parti döneminin sona ermesinde ve Demokrat Parti’nin iktidarı ele geçirmesinde asıl etken girişimci sınıfın yanında, kırsal kesimin desteğini de sağlamış olmasıdır. CHP’yi laikliğinden dolayı hiçbir zaman affedemeyen muhafazakâr kesim bu muhalefete katılarak süreci şekillendirmiştir. Dinsel gelenekçilerin tepkisinin DP’de somutlaşmasında halka tepeden bakan CHP bürokratlarının önemli katkısı vardır. Ayrıca eşrafın modernleşmeyi her dönemde kullanmış olmasının, onu ortak düşman yaparak köylüyle özdeşleşmiş kendi sömürüsünün yarattığı yoksulluğu modernleşmenin görüntüsüne yüklemiş bulunmasının, DP’nin doğuşuna kadar hem CHP iktidarına katılmış hem de halkın içinde CHP’ye karşı görünmeyi başarmasının

da önemli katkıları olmuştur. 1950’den sonra, bürokrasinin siyasal etkinliği giderek azalmış, eskiden iktidarı tek başına kullanan bürokrasi bu gücünü yeni gruplarla paylaşmaya, hatta bunlara bırakmaya başlamıştır. DP’nin 1960 yılına kadar süren iktidarı döneminde, bu açıdan en önemli olgunun, bürokrasinin güçlenen girişimci sınıf karşısında otonomisini yitirmesi olduğu söylenebilir. Bu süreç içinde 1965’de AP’nin iktidara gelmesi önemli bir dönüm noktasıdır. Şu açıdan ki AP hem DP’nin devamı olduğunu söyleyerek dinsel muhalefeti bürokrasiye karşı yanına almanın yeni bir simgesi olmuş, hem izlediği iktisat politikasıyla işlevsel bölünmelerin keskinleşmesine yol açmış, hem de MNP’nin yani Millî Görüş Hareketi’nin doğumunu hazırlamıştır.

Türkiye’nin modernleşme sürecinde 1950’den sonra oluşan gelişmeleri siyasal alanda çok partili düzene, ekonomik ve toplumsal alanda ise işlevsel bölünmelerin keskinleşmesini doğuran kapitalizme geçiş olarak değerlendirmek mümkündür. Bu süreçte bölünmelerin ilk hareketi olarak AP döneminde gerçekleşen iktisadi büyümeden en az payı alan küçük imalatçı kesiminin, başka bir deyimle küçük burjuvazinin tepkisiyle doğduğu söylenebilir. Özel sanayinin etkinlik kazandığı bu dönemde küçük sermaye kuruluşları kendilerinin ikinci plana itildiklerini görmüş ve taleplerinin AP tarafından karşılanmadığını fark etmişlerdir. Durum böyle iken Millî Görüş Hareketi’ni doğuran 1960’dan sonraki sosyo-ekonomik gelişmelerin yanında, yasal düzeyde yansıyan, özünde ideolojik sayabileceğimiz başka bir oluşumdan da söz etmek gerekmektedir. Bu oluşum, 27 Mayıs hareketinin toplumsal değişme açısından en önemli ürünü olan 1961 anayasasıdır. Anayasanın 1961 sonrası siyasal ideolojilerin yaygınlaşmasını kolaylaştıran özgürlükçü uygulamaları milliyetçi ve sosyalist ideolojiler yanında muhafazakâr ideolojiyi de ön plana çıkarmıştır (Sarıbay, 1985: 96- 97).

Erbakan’ın 1969’da Odalar Birliği’ndeki faaliyetleri, Erbakan’ı çok büyük ölçüde Anadolu’ya, Anadolu sermayesine tanıtmıştır. O dönemde Erbakan kendisi bir ilim adamı olarak Türkiye genelinde konferanslar da vermektedir. Türkiye’de büyük ölçüde dönüşüme etki yapan unsurlardan bir tanesi de bütün Türkiye genelinde Erbakan’ın vermiş olduğu konferanslardır. Bunların başında da “İlim ve İslam”

konferansı gelmektedir. Bu konferans özellikle halka büyük ölçüde moral veren ve Anadolu halkının kadim kültürünün erdemlerini tanıtan bir faaliyettir. Bu konferanslar sayesinde halk bütün ilimlerin kurucularının İslam âlimleri olduğunu öğrenmiştir. Böylelikle ilmi gelişmelerin kurucularının Batılı ilim adamları olduğu gibi yanlış bir kanaat de bu konferanslar sayesinde değişmiştir. Hareketin ortaya çıktığı dönemde Erbakan ve arkadaşları; Millî Görüş’ün milletin gerçek görüşü olduğunu, inancını, kültürünü, tarihini ve değerlerini temsil ettiğini ve diğer siyasi partilerde ise tamamen Batı değerlerinin hâkim olduğunu ifade etmekteydiler. Böylelikle bu hareket ile beraber Türk siyasetinde büyük bir değişim de başlamıştır (Kutan, 2015:168-169).

Bir dönem CHP genel başkanlığı da yapmış olan İsmail Cem’in kaleme aldığı yazı, Millî Görüş Hareketi’nin CHP’de nasıl bir karşılığı olduğunun anlaşılmasını kolaylaştıracak niteliktedir:

“1950’lerde dünyaya hâkim olan ‘demokrasi’ havasının yardımı ve uzaktan göz kırpan Amerika'nın teşvikiyle bundan böyle iktidarı ikili koalisyon yönetecektir. Ne var ki, dünyanın ve Türkiye'nin gelişmesi bu koalisyon ortaklarından tüccarın etkisini ve kazancını gitgide arttırırken eşraf kendi öneminin ve çıkarının azalmakta olduğunu birdenbire fark edecektir ama artık atı alan Üsküdar'ı geçmiş; ‘Diners Club’ kartlı, ‘seminer’li ve ‘Ortak Pazar’lı büyükşehir burjuvazisi bütün köşeleri tutmuştur. Necmettin Erbakan, Anadolu eşrafının bu geç kalmış tepkisini temsil etmektedir. Konya Bağımsız Milletvekili'nin aldığı oylarda bu gerçeğin ve bu doğrultuda yürüttüğü kampanyanın payı, dilinden düşürmediği ‘inşallah’ ve ‘maşallah’lardan çok fazladır. Elmalılı’nın dinsel çerçevesinde ekonomik bir fonksiyon taşıyan ve halkın ekonomik özlemlerini dile getiren bir ‘öz’ verebildiği içindir ki, Erbakan. Elmalılı'nın başaramadığını başarmıştır. Konya milletvekilini kendi sözlerinden izleyelim: ‘... Kısa zamanda anladık ki Odalar Birliği tümüyle komprador - mason bir azınlığın vasıtası halinde çalışmaktadır. Koca teşkilat komprador ticaret ve sanayinin mutlak bir kontrolü altındadır. O halde önce idare heyetine girelim ve Odalar Birliği'ni Anadolu tüccar ve sanayicisinin de hizmetine yarar bir hale getirelim dedik...’ ‘Bunlar Anadolu tüccarının gelişmesini istemezler. Dizginleri hep ellerinde tutmak isterler. Yirminci fabrika/arma yirmi birincisini eklemek isterler.

Yaptıkları montaj kamyonu hiç içleri sızlamadan 140 bin liraya satarlar...’ Erbakan bu sözlerden sonra TİP'li bir hatibi çatlatacak şekilde yoksulluk edebiyatına girmekte, konuşmalarını ‘İnşallah’la bitirirken salonu dolduran çulsuz garipler ellerini patlatırcasına alkış tutmakta; ön sıralarda oturan, kravatı itinayla fakat gene de yamuk bağlanmış Anadolu tacirleri, başlarını düşünceli şekilde sallamaktadır” (Cem, 1970: 57).

Cem’in Hareketi destekleyenleri “çulsuz garipler” olarak tanımlaması o dönemin siyasi perspektifinde farklılığa tahammülsüzlüğü ortaya koyması bakımından düşündürücüdür. Yine 24 Ocak 1971’de TRT’nin, MNP ile ilgili 22:45 haberinde yer alan ifadeler bu kanaati güçlendirmektedir:

“1969 seçimlerinden sonra parlamentoda tek temsilcisi ile yer alan MNP,

büyük kongresini yaptı. Bu kongrede ileri sürülen fikirler, anayasa nizamını derinden yaraladı. Konuşmalar, bir dini inanışın ifadesi olan besmele ile başladı ve laik bir devlet düzenine inanan bir siyasi parti kongresinde duyulamayacak ifadeler bol bol kullanıldı. Partisinin kongresinde, laik devlet anlayışının dışına çok ama pek çok çıkanları uyarmak, önce laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamentosunda bulunanlara düşer. Görev sadece onlara değil, bu Cumhuriyet’in temel ilkelerinden biri olan laikliği tanımayanlara bu ilkeyi tanıtmak ve öğretmekle görevli olanlara düşer. Anayasal düzene inananların Atatürk ilkelerine bağlananların tek ümidi bu görevin yerine getirileceği inancında toplanmaktadır” (Erbakan, 2014b: (2)394-396).

Farklı tüm algı ve düşüncelere rağmen siyasi partilerin görevi; ülkenin gidişatını etkilemek, yönlendirmek, değiştirmek, ülke meselelerine çözüm getirmek ve o ülkede yaşayan insanlara mutluluk getirmektir. Hal böyle iken bu görevi yerine getirmeye talip olan siyasi partilerin temel görüşleri olmalıdır. Görüşlerini kendi sistematikleri içerisinde çelişkiye düşmeden, ülke sorunlarını çözmeye yönelik inanç ve gayret içerisinde davranmalıdırlar. Türkiye 1946’dan itibaren çok partili hayata geçmiş ve o günden sonra birçok parti kurulmuştur. Geçen zaman diliminde sadece Millî Görüş Hareketi’nin kurduğu partiler hakkı üstün tutarak, temel görüşlerini ve savundukları düzeni açıkça ve ayrıntılarıyla ortaya koymuşlardır. Oysa Millî Görüş düşüncesini temsil eden partilerin dışındaki partilerin tamamı kuvveti üstün tutan Batı taklitçisi düşüncelerin temsilcisi olmuşlardır. Düşüncelerinin geri planında yer alan noktaları

muhatap oldukları kitlelere açık yüreklilikle ve net olarak anlatmamışlar, görüşlerini milletle paylaşmamışlardır. Savundukları düzen “ya Batı’daki faizci kapitalist düzen veya yine Batı’daki sosyal demokrat veya sosyalist düzen” olmuştur. Batı’daki sistem ve uygulamaları hiçbir fikirsel altyapısı olmadan uygulama safhasına aktarmaya çalıştıkları için bu taklitçi partilerin hiçbirinde Hareketin ortaya koyduğu “adil düzen” gibi bir düzen şuuru tam olarak bulunmamaktadır. Bu yüzden her meselede sayısız çelişki içine düşmüşler, yaptıkları iş - bilmeden de olsa kuvveti üstün tutan zihniyete hizmet olduğu için - milletin sorunlarını çözememişlerdir. Aksine sorunları daha da büyütmüşlerdir. Neticede “düzeltiyoruz, yapıyoruz, çağı atlattık, transformasyon” gibi boş sözlerin arkasına sığınarak toplum bünyesine daha çok zarar vermişlerdir. Erbakan ile tarih sahnesine çıkan Hareket milleti geri kalmışlıktan kurtarmak, ıstırap, gözyaşı ve zulmü dindirmek adına yeni şeyler söylemektedir. Milletin öz benliğine, tarihine, inancına uygun söylemler Millî Görüş Hareketi’nin söylemleridir. Türkiye’nin meselelerine ilaç olabilecek formül bir hap mahiyetinde “adil düzen” dedir (Erbakan, 2014b: (2)361)