• Sonuç bulunamadı

Mikro-bireysel Düzey: Yatkınlıklar ve Sermayenin Farklı

1.3. Bourdieu’nün Kavramsal Repertuarı: Siyaset Araştırmaları İçin Çok-

1.3.1.2. Mikro-bireysel Düzey: Yatkınlıklar ve Sermayenin Farklı

Bourdieu sosyolojik üretiminin başlangıcından itibaren, toplumsal gerçekliğin mikro-düzeyinde etkili olan dinamikleri açıklayacak bir analitik kavram olarak “yatkınlık” (disposition) terimini geliştirmiştir. Onun bu terimi geliştirmesinin temel nedeni, habitus ve alan kavramlarına daha açık bir ontolojik statü kazandırmak ve böylece söz konusu iki düzey arasındaki ilişkiselliğin arka planını teşkil eden mikro- dinamikleri (doğa olarak sermaye kavramıyla birlikte) açıklamaktır.

Bütün boyutlarıyla ilk kez Outline’da ele alınan yatkınlık kavramı birbiriyle ilişkili üç anlam katmanına sahiptir: birincisi, bilişsel ve duygusal tavırları içeren “düzenleyici eylem taslağı” olarak yatkınlık; ikincisi, “habitual oluş” ve “eylem içindeki varoluş tarzı” olarak yatkınlık; üçüncüsü “istek ve rağbet etme” olarak yatkınlıktır. Buna göre, Bourdieu için sosyologun analiz etmesi gereken nesnel ilişkiler ağı aktörlerin –nesnel koşulların içselleştirilmesiyle üretilen– bu yatkınlık sistemleri dışında ve onlar devreye girmeden var olmaz ve kendilerini gerçekleştiremezler (Bourdieu, 1977: 22). Yani, burada söz konusu olan, toplumsal yapıların (siyaset araştırmaları açısından karşılığı tahakküm biçimlerinin) sosyalleşme esnasında, belli bir tarzda algılama, duyumsama, yapma ve düşünmeye yatkınlık sistemleri şeklinde içselleştirilmeleri, kendilerini bedenlere ve kafalara işlemeleridir (Corcuff, 2008: 76). Ancak tam da bu noktada, bu ilişkili ve dinamik üç farklı katmana anlamını veren asıl boyutun, daha doğrusu yatkınlığı oluşturan temel fenomenin “toplumsal konumlar” olduğu kesinlikle unutulmamalıdır.

Toplumsal konumlar sosyalleşmiş yatkınlıklar olduğundan Bourdieu’ye göre ‘yatkınlık’, zihinsel hâller ve az çok dayanıklı yapı biçiminde cisimleşmiş alışkanlıklar da dâhil olmak üzere, edinilmiş çok çeşitli kişisel özellikleri keşfetmek için kullanılmaktadır. Özgül toplumsal bağlamlarda öğrenilen yatkınlıkları araştırmak ve sosyalleşmiş aktörlerin pratiklerinin nasıl kollektif toplumsal etkiler gösterdiğini çözümlemek, sosyal ve kültürel çalışmaların en önemli görevlerinden biridir. Eğer [sosyal bilimci] insanların eylemlerini biçimlendiren yatkınlıkların ne olduğunu bilirse, insanların hangi düzeyde ve ne yaptığı hakkında bir açıklama sahibi olabilir (Nash, 2003: 53-54).

Buradan, yatkınlık kavramıyla temelden ilişkili ve toplumsal gerçekliğin mikro- bireysel düzeyinin tamamlayıcısı olan sermaye kavramına geçmeden, tezimizle olan

bağlantısını da dikkate alarak yatkınlık kavramına ilişkin son olarak şunu söyleyebiliriz: Bu kavram, hem toplumsal eyleyicilerin bedeninde, hem de onların eylemde bulundukları durumların yapısında gömülü gizilgüçleri dikkate alan bir eylem kavrayışı çizmesi; böylece ilişkiselci bir okumayı mümkün kılan içerimiyle özcü kategorileştirmelerden kaçınmayı sağlaması ve davranışı belirli bir “otomatizm”in sonucu olarak görmemesi nedeniyle, siyaset araştırmalarında sıklıkla kullanılan “davranış” kavramından daha kapsamlı ve esaslı bir muhtevaya sahip olduğu kabul edilebilir. Çünkü yatkınlık kavramı ve bir sonraki kısımda detaylı olarak ele alacağımız “yatkınlıklar sistemi” olarak habitus analizi, bize toplumsal davranışın habitual (otomatik) ve bilişsel unsurlarını anlama konusunda çok daha fazla imkân sağlamaktadır.

Bu imkân dâhilinde, toplumsal gerçekliği oluşturan üç düzeyin diğer önemli bir kavramı olan ve Bourdieu’nün ekonomik dilin akıl yürütme kipini çağrıştıran sermaye kavramına dönük revizyonuna geçebiliriz. Bourdieu’ye göre, insanların sosyalleşme sürecinde edindikleri “yatkınlıklar sistemi” onların toplumdaki işgal ettikleri konuma, yani özel sermaye donanımlarına bağlıdır. Bourdieu sermaye kavramını, toplumsal eyleyicinin belirli bir toplumsal alana katılımını ve rekabetten doğan özel kazançlar elde etmesini mümkün kılan ve belirli bir toplumsal arenada etkili olan kaynaklar bütünü olarak tanımlar (Bourdieu, 1986).

Bu tanımlamaya dikkat edilecek olursa, Bourdieu’nün, Marx ve Weber’in tabakalaşma anlayışlarını harmanlayarak çoklu bir sermaye kavramına ulaştığı kolaylıkla görülebilir. Çünkü sermaye kavramının çoğul bir düzlemde yeniden-inşası aracılığıyla toplumsal gerçeklik, hem güç ilişkileri (Marx’dan devralınan boyut), hem de anlam ilişkileri (Weber’den alınan boyut) tarafından kat edilir biçimde sunulmuş olur (Corcuff, 2008: 76).

Mülâkatlarında ve kimi çalışmalarında Bertrand Russell’e atıfla sermaye kavramını “alan(lar)daki ilişkiselliği taşıyan enerji” (akt. Bourdieu, 1977: 235) olarak da tanımlayan Bourdieu’nün sermayeye yüklediği bu yenilikçi anlam, toplumsal uzayın yatkınlıklarla beraber mikro-bireysel düzeyini teşkil eder. Çünkü toplumsal eyleyicilerin sosyalleşme sürecinde edindikleri yatkınlıklar (dinî aidiyet, eğitimsel birikim, yeme alışkanlıkları, konuşma tarzı vb.) ve bunların öteki eyleyicilerle ilişki içinde mübadele

edilmesi (tanıma, kutsama, tâbi olma, paylaşma, vb.) olarak sermaye, etkisini içinde yeniden üretilip tedavüle sokulduğu mikro-bireysel alanda gösteren, değerini de “alanın dinamikleri” içinde kazanan bir toplumsal ilişkidir (Bourdieu, 1984: 113).

Bourdieu burada Marx’ın ekonomik sermaye üzerinden giriştiği politik ekonomi eleştirisini genişleterek yeniden inşa etmek ve bir taraftan da Marksizm’in ekonomik indirgemeciliğinden kendisini ayırt etmek amacındadır. Bu yeni sermaye açıklaması “özel bir toplumsal formasyon” olarak sermaye teorisine dayanmaz. Diğer taraftan ekonomik determinizmin temeli de değildir. Aksine Bourdieu’ye göre insanların elde etmeye çalışacakları birçok farklı mal ve biriktirebilecekleri birçok farklı kaynak mevcuttur. Bunlar, anlamlarını farklı alanları meydana getiren toplumsal ilişkilerden aldıkları için, kaçınılmaz olarak toplumsaldırlar. Ve sermayenin yeniden-üretimi mücadelesi, farklı sermaye dönüştürme biçimlerine bağlıdır (Calhoun, 2007: 107).

Böylece, sermayenin sadece iktisat teorisi çerçevesinde kabul edilen biçimiyle değil, tüm farklı biçimleriyle ilgilenmeyen bir sosyal bilim pratiğinin toplumsal dünyayı anlamasının imkânsız olduğunu iddia eden Bourdieu’nün bu araştırma-yönelimli girişimi, empirik ilgiye göre inşa edilecek toplumsal uzay içindeki pratiklerin sadece ekonomik çıkarların değil, bazen bunlarla çatışan, sembolik çıkarların da genel ekonomisi olduğu kabulüne dayanır.

Bu genel iktisat yaklaşımının temel amacı, Bourdieu açısından, eyleyicilerin zihinsel yapılarıyla onların maruz kaldıkları toplumsal yapılar arasındaki ilişkileri, sahip oldukları yatkınlıklarla alanda yerleştikleri konumlar arasındaki ilişkiyi analiz etmektir. Dolayısıyla, sermaye hem eyleyicilerin pratiklerinde başvurdukları kaynaklara, hem de eyleyicilerin diğerlerini denetim ve tahakküm altına almakta kullandıkları iktidar taşıyıcısı ilişkilere karşılık gelmektedir.

Alan içindeki her aktör, sermaye biçimlerini tekeline alma ve sermaye donanımını artırma amacındadır. Sermayenin biçimi ve hacmi aktörlerin alanın özgül hiyerarşisi içerisindeki konumunu belirler. Her aktör, alan içindeki statüsünü korumak ve artırmak için mevcut sermayesine sahip çıkmak zorundadır. Alanlar, sermaye ve konum elde etmek açısından birer mücadele arenasıdır. Dolayısıyla, alan içinde üretilen, dolaşıma sokulan ve kazanılmaya çalışılan statü, bilgi, hizmet ve meta sermayeyi oluşturur.

Aktörler, gözde konumlar açısından kilit noktada olan bu tarz sermayeleri elde etmek için sürekli savaş halinde olurlar. Böylelikle alanların dinamik yapısı, konum, yatkınlık ve aktörlerin konumlanışına göre şekillenmiş olur (Warde, 2004: 12).

Bourdieu’nün teorisinde sermaye biçimlerinin teorik ve pratik içerimleri şöyledir. State Nobility [Devlet Soyluluğu] adlı çalışmasında ekonomik sermayeyi Marx’tan hareketle ele aldığını belirten Bourdieu bunu analizlerinde kültürel sermaye ile birlikte egemen hiyerarşik mekanizmaları tesis eden ve eşitsizlik-üretici potansiyel olarak kullanır (Bourdieu, 1996: 270). Ekonomik sermaye, en basit tanımıyla, meta ve hizmet üretiminde kullanılabilecek para ve maddî mallara karşılık gelir. Diğer sermaye biçimi ise sembolik kaynakların simülasyonu olarak da tanımlanabilecek olan kültürel sermayedir. Bu sermaye biçimi, sahip olanların diğerlerinden üstün gördükleri sembolik ve kültürel değerlerin birikimine tekabül eder. Bu birikim eğitim (bir anlamda sosyalleşme) süreciyle elde edilir. Bourdieu kültürel sermaye biçimini özellikle iki başlık altında inceler: Bunlardan ilki, formel eğitim sonucunda kazanılan diplomalarla nesnel bir görünüme bürünen ‘okul sermayesi’, diğeri de aileden kaynaklanan ve ‘miras yoluyla edinilen kültürel sermaye’dir.

Bourdieu’ye göre “kültürel sermaye” üç biçimde gözlenebilir (Nash, 2003: 432): 1. Akıl ve bedenin durumuna bağlı bir şekilde var olarak;

2. Kültürel değer olarak nesneleşerek;

3. Kazandığı kurumsal yapı içerisinde, örneğin eğitsel nitelikler olarak.

Okul kurumunun yapısı ve işlevi burada analiz açısından başat konumdadır. Bourdieu eğitim sisteminin elitlerin başarılı olduğu bir düzen dayattığını, bu onaylamanın da sistemin yeniden üretimini sağladığını ileri sürer (Bkz. Tablo 4). Ailelerin çocuklarına miras bıraktığı (habitusu şekillendiren) bu kabuller o toplumun kültürel sermayesi hâline gelmiştir.

Tablo 4 Yeniden üretim devresi (Harker, 1984: 118)

Sosyal sermaye’den kasıt kişilerin/grupların farklı sermayeleri dolaşıma sokma ve dönüştürmede kullanabilecekleri toplumsal ilişki ağlarıdır. Son sermaye biçimi ise ilk üç sermaye biçiminin farklı düzey ve bileşimlerine sahipliği meşru kılmak için sembollerin devreye sokulduğu sembolik sermayedir (Bourdieu, 1984: 241–255).2

Bu sermayeler çoğulluğu, az önce değindiğimiz gibi, kişinin/grubun herhangi bir alandaki (daha genel bir ifadeyle ‘toplumsal uzay’daki) konumunu, dahası rağbet edilen bir sermaye biçimi üzerinde kurulacak tekeli, toplumsal eyleyiciler arasındaki egemenlik ilişkilerini ve sınıfsal farklılıkları belirler. Bu sermaye biçimleri birbirine, ancak belirli ölçüde dönüştürülebilir. Farklı piyasalarda sermayenin dönüştürülme derecesi bizzat toplumsal mücadele konusudur. Mesela akademik niteliklerin aşırı üretimi, eğitsel sermayenin ekonomik sermayeye dönüştürülme ihtimalini azaltabilir (‘diploma enflasyonu’ gibi). Diploma/yeterlik belgesi sahipleri kendi kültürel sermayelerini yüksek ücretli işler gibi ekonomik kazançlara dönüştürmek için mücadele etmek durumundadırlar. Paralel biçimde ekonomik sermayenin sosyal sermayeye dönüştürülme derecesi de siyasal aygıtın kontrolü üzerindeki mücadelelerin konusudur ve ekonomik sermayeyle kültürel sermaye ‘satın alma’ya çalışanların çabaları çoğu kez onların genel kabul gören ‘beğeni’lerden yoksunluklarının sınırlandırması altında olabilir (Turner, 1991: 514)

2 Bourdieu hiçbir zaman kavramları kapatmaktan yana olmadığı için sık sık gözden kaçırılan bir şey, dolaşımı incelenen kültürel sermayenin inşa edilen toplumsal uzayın yapısına göre “dinî sermaye”, “bürokratik sermaye”, “politik sermaye”, “eğitimsel sermaye” gibi gömlekler giyebilmesidir. Farklı alanlarda (genel anlamıyla) kültürel donanım, malumat, meşrulaştırma, adlandırma, görevlendirme veya otorite kaynaklarına ulaşım üzerinden dağıtılan özelliklerin çalışılması için inşa edilmiş bir araç olan kültürel sermaye Bourdieu’ye göre üç halde varolur: Bedenselleşmiş hâli, nesneleşmiş hâli, kurumsallaşmış hâli (Göker, 2007).

O hâlde, buraya kadar yazılanlardan bu dört sermaye biçiminin dağılımının herhangi bir toplumsal düzenin nesnel-sınıfsal yapısını belirleyebileceğini söyleyebiliriz. Sınıfsal yapı farklı toplumsal grupların elindeki toplam sermayeyi yansıtır. Bu yüzden, egemen sınıf en çok ekonomik, toplumsal, kültürel ve sembolik sermayeye; orta sınıf bu sermaye biçimlerinin daha azına; alt sınıflar da bu sermaye kaynaklarının çok azına sahip olacaktır. Ancak, sınıfsal yapı basit doğrusal bir hiyerarşi değildir. Her sınıf içinde (1) sermayelerinin bileşimi veya konfigürasyonuna ve (2) toplumsal kökene ve aile içindeki bireylerin sermaye kaynaklarının özel bir profili veya konfigürasyonu için sahip oldukları zaman miktarına göre farklı fraksiyonlar ayırt edilebilir. Tablo 5’de, Bourdieu’nün bu üç sınıf içindeki fraksiyonları sunumu, Jonathan Turner tarafından (1991: 515) şematik olarak şu şekilde özetlenmiştir:

Tablo 5 Sanayi Toplumlarında Sınıfların ve Sınıfsal Fraksiyonların Temsili

Egemen Sınıf: bütün sermaye biçimlerinde en zengin

Egemen fraksiyon Diğer sermaye tiplerini satın almakta kullanılabilecek ekonomik sermaye bakımından en zengin. Bu fraksiyon esasen üretim araçlarına sahip olanlardan –yani, klâsik burjuvaziden– meydana gelir.

Ara fraksiyon Bazı orta düzey sosyal, kültürel ve sembolik sermayeye karşılık gelen bazı ekonomik sermayeler. Bu fraksiyon üst düzey diplomalara sahip profesyonellerden meydana gelir.

Egemenlik altındaki fraksiyon

Daha az ekonomik, ancak daha yüksek kültürel ve sembolik sermaye düzeyleri. Bu fraksiyon entellektüeller, sanatçılar, yazarlar ve bir toplumda değerli kültürel kaynaklara sahip olan diğerlerinden meydana gelir.

Orta Sınıf: ara düzey tüm sermaye biçimleri

Egemen fraksiyon Bu sınıf ekonomik sermaye bakımından en üst düzeyde olsa bile, egemen sınıfın egemen fraksiyonundan mantıken daha az sermayeye sahiptir. Bu fraksiyon küçük burjuvaziden (küçük işadamlarından) meydana gelir.

Ara fraksiyon Egemen sınıfın ara fraksiyonundakinden mantıken daha az bazı ekonomik, sosyal, kültürel ve sermaye biçimleri. Bu fraksiyon vasıflı memurlardan meydana gelir.

Egemenlik altındaki Fraksiyon

Yok denecek kadar az ekonomik sermaye nispeten yüksek sosyal, kültürel ve sembolik sermaye. Bu sınıf, öğretmenler ve kültür üretimiyle ilgili diğer düşük gelirli ve rutinleşmiş meslekler gibi eğitim çalışanlarından meydana gelir.

Alt Sınıf: alt düzey tüm sermaye biçimleri

Egemen fraksiyon Bu genel sınıf açısından nispeten yüksek ekonomik sermaye. Vasıflı beden emekçilerinden meydana gelir.

Ara fraksiyon Düşük miktarlarda ekonomik ve diğer sermaye tipleri. Diplomasız yarı vasıflı beden emekçilerinden meydana gelir.

Egemenlik altındaki Fraksiyon

Çok düşük miktarda ekonomik sermaye. Yoksullar ve emekçiler için eğitimsiz insanlar için ideologlar ve entellektüeller biçiminde kısmi sembolik sermaye.

Sonuç olarak, Bourdieu’nün “toplumsal uzay” yaklaşımı, genel olarak, “alanlar”ın, açıklanabilir pratik düzenlilikleri sergileyen mevcut sembolik ve maddi malların ekonomisine göre ortaya çıktığı, çeşitlendiği, yerleştiği ve yeniden- yapılandırıldığı biçimindeki bir ontolojik kabule dayandığından, Bourdieu Marksist sermaye kavramını farklı alanlara hükmeden farklı ekonomi mantıklarına referansla genişletir. Alanın eyleyicileri arasındaki konum ve yatkınlıkların eşitsiz dağılımı farklı sermayelerin alandaki dolaşımı aracılığıyla gerçekleşir. Bu genişletilmiş ekonomi paradigması içinde sermaye “geçmiş emeğin birikmiş ürünü, dolayısıyla belirli bir üretim kategorisini sağlamaya eğilimli mekanizmalar ve böylelikle de bir dizi gelir ve kâr üzerindeki” (Bourdieu, 1991: 230) gücü temsil eder.