• Sonuç bulunamadı

Bourdieu’nün Meta-Teorik Olasılıklar Uzayı Tipolojisi

1.3. Bourdieu’nün Kavramsal Repertuarı: Siyaset Araştırmaları İçin Çok-

1.3.1.1. Bourdieu’nün Meta-Teorik Olasılıklar Uzayı Tipolojisi

Bourdieu’nün bütün araştırmalarında toplum kavramı, birbirinden nispeten bağımsız, özerk ve katmanlaşmış “mikro-kozmoslar”dan oluşmuştur. İleriki kısımda alan nosyonunu ele alırken daha da detaylı biçimde inceleyeceğimiz üzere, bu göreli “küçük toplumsal evrenler”den her biri kurulduktan sonra özerkleşir, sürekli olarak yeniden üretilir, dönüşür ve iç dinamikleri çözülmeye başladığında ortadan kalkabilir. Bu anlamda “alanlar” bir bütün olarak toplumsal uzayın kendisini oluşturur. Dolayısıyla, bu kısımda toplumsal uzay kavramının işaret ettiği içeriği netleştirmek gerekmektedir. Zira toplumsal uzay kavramının Bourdieu’nün sosyolojisindeki belirleyiciliğini anlamak alan-habitus-sermaye üçlüsü arasındaki ilişkisel köprüleri kavramak açısından bir hayli önemlidir.

Bourdieu toplumsal uzay kavramını, siyaset, din, ekonomi, bilim, gazetecilik gibi farklı alanları sadece yatay olarak değil, aynı zamanda tarihsel oluşum süreçleri içerisinde dikey olarak da temsil eden bir “analojik model” olarak inşa eder. Çünkü “olgusal ilişkiler arasındaki yapısal ilişkiler uzayının ideal-tip bir modelinin inşası, farklı toplumsal formları aynı (matematiksel) fonksiyonun birçok farklı gerçekleşiminde olduğu gibi ele almamızı sağlar” (Vandenberghe, 1999: 53). Böylece, alanların ve habitusların diyalektiği ile sermaye biçimlerinin çoğulluğunu ilişkisel bir düzlemde

içerebilen, sosyal sınıflar konusunda “nominalizm ve realizm alternatifinden kaçmayı” (Bourdieu, 1989: 15) sağlayabilen ve belki de en önemlisi bireysel kaynakların “maddi” dağılımının istatistiksel analizini bir göstergeler diyagramına dönüştürmeyi mümkün kılan “toplumsal uzay” kavramı şu beş maddede açıklanabilir:

(1) Bir uzay, Ernest Cassirer’in ifadesiyle “matematiksel işlev”e ya da “yasalı ilerleme”ye göre oluşan, ilişkisel bir farklılıklar yapısı olarak inşa edilen ve gerçekliğin bir bölgesini oluşturan bir şeydir.

(2) Her toplum, dolaşımdaki farklı sermaye türlerinin dağılımı ilkesine göre üretilen ilişkisel farklılıklar yapısıdır.

(3) Toplumsal uzaylar “alanlar”dır ki, alanın yapısı sosyal sınıfları dönüştürmeye çalışan güç alanları ve mücadele alanlarından oluşmaktadır.

(4) Bu sınıflar, alan içindeki konumların egemen hiyerarşik dağılım ilkesini belirleme mücadelesi verirler. Dolayısıyla egemen sınıflar sadece kendi sermaye türlerini egemen hiyerarşi ilkesi olarak başarılı biçimde dayattıklarında egemendirler.

(5) Güç alanı kesinlikle siyasal alanla da karıştırılmamalıdır. Zira güç alanı bütün alanlardaki güç mücadelelerini düzenleyen bir tür ‘üst-alan’dır (Vandenberghe, 1999: 53).

Bu beş madde, alan(lar) ve toplumsal uzay arasındaki ilişkiselliği açık bir biçimde ifade etmektedir. Ne var ki, Bourdieu’nün sosyolojisinde toplumsal uzay analizinin içerimi şimdiki zamana uygulanan bir karşılaştırmalı tarih ile ya da yapıyı kavramayı seçerek tikel bir kültürel alana bağlı kalan karşılaştırmalı antropoloji ile ilişkilidir. Çünkü bilimsel araştırmalarda nihaî amaç, farklı kollektif tarihlerin tikelliğinde aramamız gereken gerçek farklılıkları saptamak olduğundan, zamanın belli bir anında ve olabilecek mal ve pratik arzının belirli bir durumunda, herhangi bir gruba (mesela memurlar, işçiler ya da bürokratlar) ait olabilecek özellikleri o gruba içkin özelliklere dönüştürmemeye dikkat etmek için bu tarz bir kavramın inşasına gerek vardır. Ne de olsa tüm araştırmacılar her toplumun, her anında, bir toplumsal konumlar kümesiyle karşı karşıyadır; bu konumlar kümesi kendileri de ilişkisel olarak tanımlanan

belli bir etkinlik (tenis ya da piyano pratikleri) ya da mal (ünlü ressam tabloları) kümesine eşmantık (homology) ilişkisiyle bağlanmıştır. Bu ilişkisel formül Bourdieu’nün kavramlaştırmasıyla şu unsurlardan oluşur: (a) Toplumsal konumlar (position), (b) yatkınlıklar (disposition) ve (c) tavır almalar (prise de position). (Bourdieu, 2006)

Bu bağlamda toplumsal uzay, birbirlerinin dışında yer alan, birbirlerine göre, karşılıklı dışsallıklarıyla ve içiçelik, yakınlık ya da uzaklık bağıntıları, bir de düzenleme bağıntılarıyla tanımlanan ayrı ve bir arada bulunan bir konumlar bütünüdür; Bourdieu’nün sık verdiği örneğe dönersek, meselâ küçük burjuvaların pek çok özelliği iki uç konum arasında (burjuvazi ve işçi sınıfı) ara bir konuma sahip olmalarından çıkarsanabilir. O halde, eyleyiciler ya da gruplar toplumsal uzayda iki farklılaştırma ilkesine, yani ekonomik ve kültürel sermayeye göre yapılan istatistiksel dağılım içindeki konumlarına göre dağılırlar. Böylece, eyleyiciler bu iki boyutta birbirlerine ne denli yakınlarsa o kadar çok ortak şeyleri vardır. Kâğıt üzerindeki uzaysal mesafeler toplumsal mesafelere karşılık gelir. Kısacası Bourdieu’nün toplumsal uzayı temsil ettiğini söylediği Distinction diyagramında şu söz konusudur: eyleyiciler birinci boyutta sahip oldukları sermayenin toplam hacmine göre, ikinci boyutta sermayelerinin yapısına, yani sermayelerinin toplam hacmi içinde farklı sermaye türlerinin, başka deyişle ekonomik ve kültürel sermayelerinin göreli ağırlığına göre dağılmışlardır. Böylece, ilk boyutta patronlar, serbest meslek sahipleri ve profesörler gibi güçlü bir toplam sermaye hacmine sahip olanlar, genel olarak, vasıfsız işçiler gibi ekonomik ve kültürel sermaye konusunda en yoksul olanların karşısındadır; ancak, bir başka perspektiften, yani malvarlıklarında ekonomik sermayeyle kültürel sermayenin göreli ağırlığı açısından, profesörler patronların ciddi biçimde karşıtıdır. Bu ikinci karşıtlık da, tıpkı ilki gibi, yatkınlıklardaki, buradan hareketle tavır alışlardaki farklılıkların kökeninde yer alır (Bourdieu, 1984: 397-466).

Daha genel olarak, toplumsal konumların uzayı, yatkınlıklar uzayı aracılığıyla, bir tavır almalar uzayında yeniden ifade bulur; veya başka deyişle, toplumsal uzayın iki ana boyutundaki farklı yerleri tanımlayan diferansiyel (ayrımsal) sisteme, eyleyicilerin özelliklerindeki, yani pratiklerindeki ve mallarındaki diferansiyel mesafeler tekabül eder. Her bir konumlar kümesine bir habituslar (ya da beğeniler) kümesi ve aralarında

bir üslup yakınlığıyla birleşmiş olan sistematik bir mallar ve özellikler bütünü karşılık gelir (Bourdieu, 1989: 16).

Burada habitus kavramının işlevlerinden biri, özel bir eyleyicinin veya bir eyleyiciler kategorisinin pratikleriyle mallarını birleştiren üslup birliğini aktarabilmektir. Habitus, bir konumun içkin ve ilişkisel özelliklerini bütünsel bir yaşam stilinde dile getiren can verici ve birleştirici kökendir. Tıpkı kendilerini üreten konumlar gibi, habituslar da farklılaşmıştır; ancak aynı zamanda farklılaştırıcıdırlar. Habituslar ayrı ve ayrıştırıcı pratikler doğurur –bir işçinin yediği şey, yeme biçimi, yaptığı spor, siyasal kanaatleri ve bunu ifade etme biçimi patronun bunlara tekabül eden tüketimleri ve etkinliklerinden sistematik olarak farklıdır; ancak onlar aynı zamanda sınıflandırıcı şemalardır, farklı sınıflandırma ilkeleri, farklı öngörü ve bölünme ilkeleri, farklı beğenilerdir (Bourdieu, 1989: 18). Demek ki burada asıl önemli olan, pratiklerin, sahip olunan mallar, ifade edilen kanaatler arasındaki farklılıkların bu algılama kategorileri, bu öngörü ve bölünme ilkeleri aracılığıyla algılandıklarında sembolik farklılıklara dönüşmesi ve gerçek bir dil oluşturmasıdır. Farklı konumlar aracılığıyla oluşan farklılıklar, her toplumda sembolik sistemleri oluşturucu farklılıklar tarzında işlerlik gösterirler; ayrıştırıcı işaretler olarak işlev görürler. Ancak burada bir noktaya açıklık getirmek gerekir: Bourdieu’ye göre Distinction isminin, insanların tavırlarındaki itici gücün “farklılık arayışı” olduğuna dair görüşle ilgisi yoktur. Temel tez şudur: Bir uzayda var olmak farklı olmak demektir. Bir farklılık ayrıştırıcı bir özellik, yani meselâ beyaz ya da kara derili olmak, zayıf ya da şişman olmak ancak farkı görebilecek birisince algılandığı takdirde görünebilen, algılanabilen, toplumsal olarak anlamlı bir farklılığa dönüşür. Mesela kişinin Van Gogh’la, Salvador Dali arasındaki farkı görmesini, bunları kavramasını, ayrıştırmasını sağlayan algılama kategorileri, sınıflandırıcı şemalarla, bir beğeniyle yüklüdür (Bourdieu, 2006: 22-23).

Toplumsal uzayı inşa etmek, aynı zamanda pratiklerin iki ana belirleyicisi ve buradan kaynaklanan tüm özellikler bakımından olabildiğince türdeş teorik sınıfları oluşturma imkânına da sahip olmak anlamına gelir. Böylece devreye sokulan sınıflandırma ilkesi gerçekten açıklayıcıdır. Burada Bourdieu, toplumsal uzay kavramı aracılığıyla, Marksist sınıf kavrayışını da eleştiren bir argüman hattı tesis eder. Ona göre, hiçbir teorisyenin yapmadığı ölçüde teori etkisi, yani var olmayan bir “gerçeklik”i göstermeye (theorein) dayanan siyasal nüfuz üzerinde çalışmış olan Marx bu etkiyi

teorisine dâhil etmeyi unutmuştur: Kâğıt-üzerindeki-sınıf’tan “gerçek” sınıfa, ancak siyasal bir seferberlik (mobilizasyon) çalışması pahasına geçilir: “gerçek” sınıf, eğer “gerçekten”de var olmuşsa, ancak gerçekleştirilmiş, yani seferber edilmiş sınıftır; özünde sembolik bir mücadele olarak sınıflandırma mücadelesinin, bir toplumsal dünya görüşünü dayatmak için vardığı bir noktadır bu. Bu doğrultuda Bourdieu Marksist teorinin sınıf kavrayışını şu şekilde eleştirir:

Marksist gelenek Marx’ın Hegel’i yapmakla suçladığı aynı kuramsalcı yanlışı yapar: Marksist gelenek, sadece kâğıt üstünde varolan inşa edilmiş sınıfları, mutlak ve ilişkisel öz-bilince sahip, seferber edilmiş gruplar biçiminde kurulmuş gerçek sınıflarla eşitleyerek mantığın şeylerini şeylerin mantığıyla karıştırır. Bizi kuramsal sınıfların

otomatik olarak gerçek sınıflar –yaşam şartlarının ortaklığının bilinci ve bilgisiyle

kaynaşmış ve ortak çıkarlarını kollamak için harekete hazır bireylerden oluşan gruplar– olduğuna inanmaya sevkeden illüzyon kendine birkaç farklı yoldan zemin bulmaya çalışacaktır (Bourdieu, 1987: 8).

Bununla beraber, eğer toplumsal dünya, eyleyicilerin bireysel ancak özellikle kollektif olarak, işbirliği ve çatışma dâhilinde inşa etmeleri gereken bir şeyse, bu yapıların da, kimi etno-metodologların inandıkları gibi, toplumsal boşluk içinde oluşmadığının belirtilmesi gerekir. Toplumsal uzayın, yani aynı zamanda birer silâh olan farklı sermaye türlerinin dağılım yapısının içinde sahip olunan konum o uzayın tasarımını ve o uzayı korumak ya da dönüştürmek için verilen mücadelelerdeki tavır almaları belirler. Bourdieu, nesnel yapılarla öznel yapılandırmalar arasında var olan ve öznellik-nesnellik, yapısalcılık-inşacılık, hatta materyalizm ve idealizm seçeneklerinin ötesinde konumlanan bu kompleks ilişkiyi özetlemek için Pascal’ın sözünü değiştirerek aktarır: “Toplumsal uzay beni bir noktaymışım gibi yutar. Ama o nokta bir görüş açısıdır”. Bu nokta toplumsal uzay içinde konumlanan bir noktadan hareketle edinilen bir perspektifin kökenidir. Toplumsal uzay, ilk ve son gerçekliktir, çünkü o toplumsal eyleyicilerin kendisine ilişkin olarak sahip olabilecekleri tasarımları da belirler (Bourdieu, 2006: 26-27).