• Sonuç bulunamadı

Önceki kısımda Bourdieu’nün teorik konumunu netleştiren üç eleştirel tutumu sırasıyla inceledik. Bu teorik muhasebe sürecinin sosyal bilim literatüründeki bir diğer karşılığı “ilişkisel sosyoloji” olarak anılan teorik yaklaşımlar bütünü olmuştur. Bütünü diyoruz, zira yapısal-inşacı araştırma programıyla yakından bağlantılı, belli dertleri ortak olan farklı pek çok “ilişkiselci yaklaşım”dan bahsedilebilir. Bourdieu’nün dışında Edward Palmer Thompson, Norbert Elias, Georg Simmel, Andrew Abbott, Charles Tilly, Michael Mann gibi pek çok farklı açıdan ilişkisel dünya görüşüne derinden bağlı düşünür sayabiliriz. Ancak burada, sadece Bourdieu’nün özcü olarak nitelediği “yanlış okuma tarzları”na dönük eleştirisinden hareketle inşa ettiği ilişkiselci sosyolojinin ana hatlarını formüle etmeye çalışacağız. Zira “ilişkiselcilik”, yapısal-inşacı araştırma programının kurucu ilkesi olup, bu özgün yaklaşımı anlamamız açısından hayati öneme sahiptir. Bunun için ilk önce öznelci ve nesnelci bilgi tarzları arasında kurulan karşıtlıklara dönük Bourdieu’nün yürüttüğü argümantasyonu birtakım eleştirel kayıtlarla ele alacağız. Ardından Bourdieu’nün bu zemin üzerinde inşa ettiği kavramsal repertuarını tezimizle olan bağlantılarını da dikkate alarak inceleyeceğiz.

Toplumsal dünyanın gerçek bilimsel bilgisinin geliştirilmesi önünde temel bir engel olarak gördüğü ‘özcülük’, ‘realizm’ veya ‘kendiliğindenci’ bilgi teorisi olarak adlandırdığı teorik çerçeveleri sürekli olarak eleştiren Pierre Bourdieu, sosyal analizlerde epistemolojik önceliği özsel kategorilere değil, “ilişkiler”e veren ilişkiselci

bir yaklaşımı tercih etmiştir. Bu yaklaşım, Bourdieu’ye göre bilimsel araştırmalarda nadiren kullanılmakta olan bir analiz tarzı olup, özcü yaklaşımın anti-tezi olarak yapılandırılmıştır. Bourdieu açısından, bu yaklaşımın sosyal bilimciler tarafından tercih edilmemesinin temel nedeni, toplumsal dünyanın ne parmakla gösterilebilen ne de elle dokunulabilen, ancak bilimsel çalışma ile elde edilen nesnel ilişkilerden çok, grup, birey vb. özsel “gerçeklikler”i ele alan sıradan düşüncesinin rutinine karşı çıkmasıdır.

İlişkisel bakış açısı, her şeyden önce toplumsal eyleyicilerin bedenine ve eylemde bulundukları durumların yapısına kazılı gizilgüçleri dikkate alan bir eylem felsefesi olarak kabul edilmeli ve bu yaklaşımın kilit noktası, nesnel yapılar (toplumsal alanların yapısı) ile ileriki sayfalarda ayrıntılı olarak ele alacağımız habitus’un yapıları arasındaki çift yönlü ilişkide aranmalıdır. Bu felsefe, eyleyicilerin pratiği açıklamak konusunda göndermede bulundukları dile kaydedilmiş antropolojik önvarsayımları tamamen eleştirir. Eyleyicileri “etkin” ve “eyleyen” şeklinde değerlendirerek, onları yapının basit gölge-görüngülerine (epifenomen) indirgemeyi reddeden bu bakış açısı, belli bir yapısalcılığın radikal tezlerine de karşı çıkar. Bir başka deyişle, bu eylem felsefesi, kendini, bilimsel söyleme araştırılmadan dâhil edilen kavramlarla (“özne”, “edimci”, “güdülenim”, “rol” vb.) ve sosyal olarak inşa edilmiş bir dizi karşıtlıkla (birey-toplum; bilinç-bilinçdışı; çıkar güden-çıkar gütmeyen) bağlantısını kopararak kanıtlar.

Ancak, toplumsal eylem ve tarihsel değişim hakkındaki ilişkisel görüş, en kullanışlı şekilde bu görüşün tersi olan özcü yaklaşımla karşılaştırılarak tanımlanabilir (Emirbayer, 1997: 282). Bilim felsefecisi Ernest Cassirer’in “tözsel kavramlar” ile “işlevsel ya da ilişkisel kavramlar” arasındaki ayrıma göndermede bulunan Bourdieu, her fırsatta, karşı çıktığı “tözselci” okuma tarzının, her bir pratiği (mesela golf oynama pratiğini) ya da her tür tüketimi (mesela Japon mutfağını), ikame edilebilir pratiklerin evreninden ayrıştırarak, kendinde ve kendi için ele aldığını ve toplumsal konumlar ile pratikler arasındaki tekabüliyeti “mekanik bir ilişki” olarak kavradığı uyarısında bulunur. Bourdieu’nün deyişiyle, özcü toplumsal gerçeklik anlayışı “doğrudan gündelik deneyimin sezgisinin sunduğundan başka hiçbir gerçekliği kabul etmeyen” bir epistemolojidir (1987: 3).

Dolayısıyla özcü okuma “gündelik duyu-deneyimin ve özelde bireylerin gerçeklikleri”ne odaklanır ve “özlere” ilişkiler üzerinde “ayrıcalık tanır”, zira “o eyleyicilere yüklenen –meslek, yaş, cinsiyet, vasıflar gibi– özellikleri onların içinde ‘eyledikleri’ ilişkilerden bağımsız güçler olarak alır” (Bourdieu, 1984: 22). Bireyler ve grupların niteliklerini toplumsal ve tarihsel bağlamlarından kopararak şeyleştirme eğiliminde olan bu düşünme tarzının sosyal teorideki izdüşümleri ise önceki kısımda kısmen değindiğimiz pozitivizm, fenomenoloji ve hümanist/varoluşçu ‘özne felsefesi’ gibi farklı yaklaşımlardır.

Bu tarz teoriler, belirli bir toplumun belirli bireylerine ya da gruplarına özgü etkinlik ya da tercihlerin, değişmemek üzere bir tür biyolojik ya da kültürel öze kazınmış özsel özellikler olarak ele alınmasına yol açmasının yanı sıra, farklı toplumlar arasında değil de aynı toplumun birbirini izleyen dönemleri arasındaki karşılaştırmalarda da aynı hatalara götürür. Bourdieu’ye göre, özsel araştırma mantığını reddeden sosyologlar, bu sayede, örneğin, tenisin bugün artık eskiden olduğu gibi sadece egemen konumlarla bir arada düşünülmeyeceği olgusunda önerilen modelin yadsınmasını görürler (Bourdieu, 2006).

Bu doğrultuda, örneğin Bourdieu’nün sosyal sınıf çalışmaları açısından bir dönüm noktası sayılan Distinction [Ayrım] adlı eserinde veya State Nobility [Devlet Soyluluğu] çalışmasında inşa ettiği teorik modeller “büyük boy teori”ye [grand theory] karşılık gelen yöntemsel ilkelerle örülmemiştir. Aksine, Bourdieu’nün bu eserde devreye soktuğu tüm kavramlar (alan, habitus, sermaye, doksa vb.), zaman ve mekân içinde konumlanan bir sorunsal, yani nicel ve nitel, istatistiksel ve etnografik, makro- sosyolojik ve mikro-sosyolojik birçok gözlem ve ölçüm yöntemini harekete geçiren, teorik ve pratik bir araştırma dâhilinde uygulamaya konulan ve sınanan kavramlardır.

O hâlde, Bourdieu’nün bilimsel projesine temel dokusunu kazandıran ana prensip, yapıtlarının, toplumsal dünyanın en derin mantığının, ancak ve ancak tarihsel olarak konumlanan ve zamanı belli olan empirik bir gerçekliğin içine daldığımız takdirde kavranabilir olmasıdır. Bu, “ilişkisel düşünme”yi gerektiren bir çabadır. Bourdieu açısından sosyal bilimler, kültürel ve toplumsal ilişkileri modern geometrinin kendi inceleme konusunu ele almasına benzer biçimde incelemelidir. Tıpkı geometrik sayılar içindeki noktalar ve çizgilerin önemlerinin, tek tek elementlerin içkin

özelliklerinden ziyade, onlar arasındaki ilişkilerden kaynaklanması gibi, toplumsal hayat modelleri de bu çerçevede inşa edilmelidir (Swartz, 1997: 61-62).

Bundan dolayı ilişkiselci perspektif, Nicos Mouzelis’in de belirttiği gibi, incelemelerde önceden bir analiz birimini (birey, devlet, toplum vb.) merkeze koymayı reddeden bir epistemolojik tavır olarak özetlenebilir. O bireye karşı toplum veya devlet- toplum karşıtlığı gibi yaygın ikilikleri reddeder. Bu anlamda bir toplumsal bütünün katılımcısı; bir birey, grup, devlet, örgüt, piyasa güçleri olabilir. Bunların hepsi bir oyunun katılımcıları olarak, bir başka deyişle eyleyiciler olarak konumsal öznitelikleriyle analiz edilebilir. Analiz edilen alanın yapısına ve niteliğine göre aktörleri de farklılaşabilir (Mouzelis, 1995: 100-102).

Şimdi tam da buradan hareketle, sosyal bilimler alanında yapay bölünmelerin yarattığı bütün karşıtlıkların en temel olanı ve en zarar vereni öznelcilik ve nesnelcilik arasında kurulan karşıtlığı aşma noktasında Bourdieu’nün önerilerine geçebiliriz.

1.2.1. Öznelcilik ve Nesnelcilik Arasında Bir “Pratik Teorisi”

Burada ilk olarak Bourdieu’nün ‘öznelci’ ve ‘nesnelci’ bilgi biçimlerine olan teorik itirazları ele alınacak, ardından onun bu iki bilgi biçimini ‘genel pratikler bilimi’ olarak adlandırdığı daha genel bir çerçeve içinde nasıl birleştirmeyi önerdiği gösterilmeye çalışılacaktır. Bu kısım, özellikle bir sonraki bölüm olan Bourdieu’nün özgün kavramsal repertuarını anlamamız açısından faydalı olacaktır. Çünkü Bourdieu’nün “alet kutusu”, ilişkisel bir perspektif zemininde, sosyal bilimleri örseleyen öznelci-nesnelci dikotomisini aşma çabasının kavramsal karşılıkları olarak tasarımlanmıştır.

Rogers Brubaker Bourdieu’nün klâsik sosyal teoriyle ilişkisini irdelediği makalesinde, “öznel” ve “nesnel”e özgül anlamlar yüklendiği anda bu ikili arasındaki geleneksel sorunun “sözde” bir sorun olmaktan çıktığını iddia ederek, öznelcilik- nesnelcilik dikotomisi açısından sekiz ayrı “problem alanı” belirler:

1. Birinci problem alanı, toplumsal hayatın bilişsel, sembolik ve anlamsal yanları ile toplumsal dünyanın maddi unsurları arasındaki ilişkinin niteliğine dairdir. Bu bağlamda, “öznelcilik” idealizme, “nesnelcilik” materyalizme işaret eder.

2. İkinci alan, toplumsal hayatın ekonomik ve ekonomik-olmayan (özellikle kültürel) yanları arasındaki ilişkiye dairdir. Bu ilişki dolayımında “nesnelcilik”, hedeflenen çıkarların ekonomik çıkarların basit bir gölge-görüngüsü olduğunu, ekonomik gücün sosyal statünün kaynağı olduğunu ve toplumsal olguların “son kertede” maddi üretim ve değişimin katı mantığı tarafından belirlendiğini varsayan “ekonomizm”e karşılık gelir. Bu hat üzerindeki “öznelci” yaklaşımlarsa ekonomik çıkarlar karşısında hedeflenen çıkarların özerkliğine, yani ekonomik olmayan kaynaklar ile güç ve ayrıcalıkların kullanım biçimlerinin özerkliğine vurgu yapmaktadır.

3. Üçüncü problem alanı, toplumsal eyleyicilerin algı kapasitelerine gönderme yapmadan, toplumsal hayata ilişkin dışarıdaki gözlemcilerin inşa ettikleri teorik bilginin nesnel geçerliliği ile eyleyicilerin toplumsal hayatı temsillerinin ve algılamalarının öznel kesinliği arasındaki ilişkiyle ilgilidir.

4. Bir diğer problem alanı, eyleyicilerin “içinde” ve dışında olanlar arasındaki ilişkiye dairdir. Burada, “öznecilik” metodolojik ve ontolojik bireyciliğe işaret ederken, “nesnelcilik” işlevselcilik ve yapısalcılık gibi zıt çok çeşitli teorik konumlara gönderme yapmaktadır.

5. Toplumsal nedenselliğin amaçlı ve mekanik biçimleri arasındaki ilişki ise beşinci problem alanını oluşturmaktadır. Bu çerçevede nesnelcilik bireylerin yapısal belirlenimlerin oyununa maruz kalmış nesnel ilişkilerin taşıyıcısı olduğunu iddia ederken, öznelcilik nedenlerden çok “eyleyen özneler”e odaklı rasyonel birey teorisi geliştirir.

6. Altıncı problem alanı doğrudan bilim adamlarının ve eyleyicilerin düşüncelerinin epistemolojik statüsüne ilişkin olanıdır. Bu bağlamda, “nesnelcilik”, eyleyicilerin düşüncelerinin epistemolojik açıdan “güvenilmez” olması nedeniyle bilim adamlarınca devre dışı bırakılması gerektiğini savunurken, “öznelci” yaklaşımlar

bilimsel düşüncelerin bizzat eyleyicilerin düşüncelerinden hareketle inşa edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.

7. Bir diğer önemli problem alanı, toplumsal hayatın formelleştirilmiş teknikler aracılığıyla bilimsel olarak kavranabilen ve kavranamayan yanları arasındaki ilişkiye dairdir. Burada “nesnelcilik” işlemselleştirilebilir tekniklere sarsılmazcasına güvenen pozitivizm veya empirizm tarafından temsil edilirken, “öznelcilik” toplumsal gerçekliği deneyimlendiği biçimde anlama potansiyeline sahip informel teknikler lehine formel bilimsel tekniklerin reddedilmesini içerir.

8. Son problem alanı toplumsal hayatı gözlemleyenin bilişsel ilgileri ile katılımcının pratik ilgileri arasındaki ilişkiye dairdir. En basit hâliyle nesnelcilik mağrur bir bilimcilik önerirken, “öznelcilik” epistemolojik anlamda kuşkuculuk ve rölativizm önermektedir (Brubaker, 2004: 35-38).

Brubaker’in bu gayet açıklayıcı “özne-nesnel dikotomisi”nden hareketle saptadığı problem alanlarının sorunsallaştırılması bir bütün olarak Bourdieu’nün sosyolojik projesinde de içkindir. Buradan hareketle konuyu tartışmaya, Bourdieu’nün The Logic of Practice [Pratiğin Mantığı] adlı eserinin giriş kısmından bir alıntıyla başlayabiliriz:

Bilginin bu iki koşulu (modes) [öznelci ve nesnelci bilgi kiplikleri] arasındaki karşıtlığı aşmak için, hem bilginin teorik koşullarının hem de sosyal dünyanın sıradan deneyimlerini içeren bilginin pratik koşullarının önvarsayımlarını ortak bir biçimde reddetmek gerekir. Bu, bir yandan dünyanın öznel deneyimine bir yandan da deneyimin nesnel koşullarının nesneleştirilmesine refleksif dönüşü mümkün kılan epistemolojik ve sosyal koşulların eleştirel bir nesneleştirilmesini gerektirir (1990: 25).

Eğer bu nesneleştirme işlemi gerçekleştirilmezse, sosyologlar kısmî ve parçalı toplumsal bir gerçeklik anlayışı sunmanın dışına çıkamazlar. Bu bağlamda, Bourdieu’nün meta-kuramı, “onun ‘nesnelciliğe karşı öznelcilik’ başlığı altında ele aldığı bir dizi probleme referansla inşa edilmiştir” (Brubaker, 2004: 33). Toplumsal gerçekliğe yaklaşım açısından her iki perspektifi de sorunsallaştıran Bourdieu’nün bütün entellektüel üretimi bu çatışkıdan çıkış yolunu arayış olarak özetlenebilir. Daha

açık bir ifadeyle Bourdieu nesne ile özneyi, maddi olan ile sembolik olanı ayırmayı reddeden Kartezyen-karşıtı bir ontoloji temelinde, sosyolojinin öznelci ve nesnelci uğraklarını kapsayabilen genetik bir yapısalcılık tesis etmeye çalışır (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 15).

Bu tarz bir yapısalcılık anlayışı, bir taraftan genel mekanizma ve yapılar üzerine düşünmemizi ve toplumsalın ortakduyusal [gündelik] kavranışının ötesine geçmemizi sağlayabileceği gibi, diğer taraftan nesnelci bakış açısının, eyleyicilerin toplumsal gerçekliğe müdahalesini ihmal eden problematik karakterini açığa vurur. Çünkü nesnelci paradigma, eyleyiciyi pratiğin açıklanmasından dışlamakla kalmaz, aynı zamanda onu sadece yapısal belirlenimlere cevap veren bir makineye indirger.

Bourdieu Logic of Practice’te, bireysel bilinç ve iradeden özerk nesnel düzenliliklerin inşasında, nesnelciliğin “kendisini ‘ussallaştırma’, ‘ön-hüküm’ veya ‘ideolojiler’le donatan pratik bilgiyle beraber az veya çok açık temsilleri reddederek, kuramsal bilgi ve pratik bilgi arasında radikal bir kopuş ortaya koyduğu”nu ifade eder (1990: 26). Buna karşılık, öznelcilik eyleyicilerin hayata ilişkin verdikleri sosyal anlama odaklanmak suretiyle, toplumsal gerçekliğin yeniden-üretiminde pratiğin önemine dikkat çeker. Ancak, bu anlayış eyleyicilerin inançlarını, faaliyetlerini ve davranışlarını koşullandıran nesnel gerçekliğin etkisini yadsımaya eğilimlidir. Çünkü bu görüşün temelinde yatan fenomenolojik bakış, bizi bütün insan faaliyetlerinin aklî veya bilinçli bir tercihin ürünü olduğu sonucuna götürür. Bu yüzden Bourdieu açısından öznelcilik, “belirli bir biçimde toplumsal dünyanın ‘yaşanmış’ deneyimini, yani apaçık, ‘üzerinde düşünülmeden kabul edilmiş’ olarak dünyanın kavranışını karakterize eden şeyin tanımının ötesine geçemez” (1990: 25). Dolayısıyla, bu perspektif iki önemli nesnel oluşumların kalıcılığını ve gerçekliğin sosyal inşasının niçin ve hangi ilkeye göre gerçekleştirildiğini açıklayamaz (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 19).

Bourdieu’nün sosyolojisi toplumsal gerçekliği, hem toplumsal evreni inşa eden yapıları hem de zihinsel ve bedensel şemaları kapsayan “çifte hayat”ı içinde keşfetmeye çalışır. Bu yüzden çalışmalarının bütününde, kuram ve empirik araştırma, sembolik mallar ve maddi mallar, “sosyal temele sahip ancak bilimsel temelden yoksun” makro ve mikro analiz düzeyleri arasındaki çatışkıları ele alır. Bu tarz karşıtlıklarla ilgili sorunlar yalnızca felsefi bir problem teşkil etmez, çünkü bunlar aynı zamanda politik bir

problemdir. Bourdieu söz konusu epistemolojik dikotomileri aşma sürecinde, pratiğe, yani “yapıların ve habitus’un, tarihsel pratiğin nesneleşmiş ve kurumlaşmış ürünlerine, opus operatum ve modus operandi’nin diyalektik konumuna” (Bourdieu, 1990: 52) müracaat eder. Pratiklerin ekonomisine odaklanırken, “epistemolojik önceliği”, “öznelci anlama yerine nesnelci kopuşa” (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 20) verir. Farklı eyleyicilerin farklı noktalara dağıldığı toplumsal uzay, en temelde, alanın yapısı ve tahakküm ilişkileri ile sembolik şiddeti içermesi nedeniyle eyleyicilerin eylem olanaklarını kısıtlamaktadır. Bu yüzden bireysel deneyim pratikleri, öğrenme ve yeniden-inşa kuramın soyut sınırlılıklarıyla özümsenemez. Bu noktada Bourdieu öznellik-nesnellik karşıtlığını aşmak için “genel pratikler bilimi” olarak adlandırdığı metodolojik bir düşünme modeli geliştirir. Birinci adım toplumsal pratiklerin nesnelci bilgisinden kopuşu, ikinci adımsa nesnelci açıklama tarzından kopuşu gerektirir (Swartz, 1997: 56).

Bourdieu empirik araştırmayı bu epistemolojik model aracılığıyla tasarlar. Ona göre, epistemolojik edimin mantıksal bir düzeni vardır. Sosyal bilimci ilkin ortak- duyusal, öznelci bilgiye karşı sosyal olguyu “ele geçirmeli”dir. Böylece sosyolog, mikro-düzey deneyimlerin ardında yatan “mantık”ı da ortaya çıkarabilir. Öznelci- nesnelci dikotomisinin sosyal bilimlerde birkaç farklı kılıkta sergilendiğini düşünen Bourdieu’nün bu kutuplaşmayla ilişkilendirdiği sorunlar, yaklaşımlar, etiketler ve teorisyenler seçmesini David Swartz oldukça öz bir biçimde şöyle tablolaştırır (1997):

TABLO 1. Öznelci/Nesnelci Dikotomisi

Nesnelcilik Öznelcilik Lévi-Strauss Sartre Hegel Kant Saussure Cassirer Durkheim Sapir Marx Whorf Yapısalcılık Varoluşçuluk Teorisizm Fenomenoloji İşlevselcilik Etnometodoloji Marksizm İdealizm

Sol Sosyolog Muhafazakâr Sosyolog

Ekonomik Ekonomik Olmayan

Madde Fikirler

Toparlayacak olursak, Bourdieu bu ‘entellektüel nirengi’ noktası sayesinde söz konusu ayrımı farklı teorik ve metodolojik sorunlara referansla ve çeşitli biçimlerde kullanır. Sonuçta Bourdieu sosyal bilimlerdeki bu yapay karşıtlığın her iki yanının da toplumsal hayat hakkında önemli kavrayışlar sunduklarına, ancak bağımsız olarak ele alındıklarında çarpık olarak kaldıklarına inanır.

1.3. Bourdieu’nün Kavramsal Repertuarı: Siyaset Araştırmaları İçin Çok-