• Sonuç bulunamadı

1.3. Bourdieu’nün Kavramsal Repertuarı: Siyaset Araştırmaları İçin Çok-

1.3.1.4. Makro-Yapısal Düzey: Alan Dinamikleri Teorisi

Burada Bourdieu’nün ilişkisel düşünce tarzının somut bir uygulaması olan “genel alanlar teorisi”ni inceleyecek; alanlar ve alt-alanların genel ilkeleri ve özellikleri hakkında formel bir betimlemeye girişeceğiz. Bourdieu sosyolojisinin terminolojik bileşiminin ve çalışmamızın en önemli kavramlarından olan “alan” (champ-field) kavramının kavramsal arka plânını, meta-teorik kabullerini ve teorik içerimlerini ele alacağız.

Konuya Bourdieu’nün Magnum Opus’um dediği Sanatın Kuralları’nda “içsel yorum/dışsal açıklama alternatifine karşı çıkmak” için tasarladığını söylediği “alan” kavramına dair en açık tanımıyla girebiliriz:

[Alan] konumlar arasındaki nesnel bağıntıların konfigürasyonu ya da ağı olarak tanımlanabilir. Bu konumlar, varoluşları ve kendilerini işgal edenlere, eyleyicilere ya da kurumlara dayattıkları belirlenimler açısından, farklı iktidar (ya da sermaye) türlerinin dağılım yapısındaki mevcut ve potansiyel durumlarıyla [situs], ayrıca diğer konumlara nesnel bağıntılarıyla (tahakküm, itaat, benzeşme vb.) nesnel olarak tanımlanır (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 81).

Kavram, Bourdieu’nün 1970’ler ve 80’ler süresince oluşturduğu çalışmalarında kapsamlı bir dönüşümü gösteren analitik bir yöntem olarak geliştirilmiştir. Felsefi eğitiminden doğan erken ilgisi, klâsik sosyoloji okumaları ve Cezayir’deki saha çalışmaları Bourdieu’yü “alan” kavramının inşasına götürse de, kavramın gelişimini ve empirik uygulamasını nispeten daha yoğun biçimde onun son çalışmalarında bulmak mümkündür. Alan kavramı en temelde Bourdieu’nün sanat sosyolojisi çalışmalarından ve Weber’in din sosyolojisi okumalarından ortaya çıkmış ve ilk olarak kültürel alana hâkim olan özel çıkarları analiz etmek amacıyla Fransız entellektüel ve sanat dünyasına uygulanmıştır. Bu bağlamda en temelde mekâna ilişkin anahtar bir metafor olarak kurulan alan kavramı malların, hizmetlerin, bilginin ya da statülerin üretimi, dolaşımı ve kendine mal edilmesi ile farklı sermaye türlerini biriktirme ve tekelleştirme mücadelesinde, toplumsal eyleyicilerin işgal ettikleri rakip konumlar anlamına gelir. Alanlar önceki kısımlarda bahsettiğimiz gibi, özgül sermaye biçimlerini veya sermaye kombinasyonlarını çevreleyen örgütlü yapılaşmış küçük ölçekli toplumsal evrenlerdir (Swartz, 1997). Dolayısıyla, alan nosyonu Bourdieu’nün çok-boyutlu mekân düşüncesinin meta-teorik boyutunu yansıtır ve pozitivizme karşı bir “düzeltici” işlevi görür. Alanlar nedenselliğin ilişkisel kipine dayalı kavramsal inşalardır. Bourdieu sıklıkla “alanlar terimiyle düşünmenin ilişkisel düşünmek” (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 80) olduğunu vurgular.

Alan kavramını önceki kısımlarda ele aldığımız kavramlarla birlikte araştırma sürecinde işleme sokmak bireysel pratikleri biçimlendiren görünmez ilişkileri ortaya

çıkarmak için araştırmacıyı cesaretlendiren ilişkisel bir mantığı devreye sokmak anlamına gelir. Bourdieu nüfus sistemi, gruplar, örgütlenmeler veya kurumlardan çok “alanlar” ile düşünerek bu empirik gerçekliklerin mevcudiyetini şekillendiren çıkar ve mücadelenin gizil örüntülerine dikkat çekmek ister. Zira “çevre”, “bağlam”, hatta “sosyal zemin” gibi sosyal konumların pozitivist kavrayışları, toplumsal hayatın çatışmalı karakterini yeterince yansıtmayı başaramaz (Swartz, 1997). Dolayısıyla onun ilişkisel alan kavrayışı, çatışma içinde bir güç, prestij ve her türden sermaye için bir savaş alanı olarak dünya imgelemiyle karışmış haldedir(Vandenberghe, 1999: 52).

Bununla birlikte alan kavramının diğer bir boyutu da, kavramın Bourdieu’nün sınıf indirgemeciliğine ve kaba materyalizme karşı eleştirisi açısından ciddi bir teorik imkân sunmasıdır. Modern toplumlara ilişkin bir sınıfsal bakışa sahip olan Bourdieu sınıfsal arka-plânın bireysel davranış üzerindeki dolaylı etkilerini önemser. Zira bu etkiler daima alanın yapısı içinde arabulucudur. Aynı zamanda alan kavramı, kültürel pratiklerin idealist yorumlarını reddetmek için tasarlanmıştır. Alan analizi bizi kültürel üretimi şekillendiren mücadelelerin sosyal koşullarına dikkat etmeye davet eder. Bourdieu’ye göre görünüşte en yansız ya da “fildişi-kule kültürel pratikler” bile, entellektüel ayrımlara ek olarak sosyal sistemlere gömülüdür (Swartz, 1997).

Açıkçası, Bourdieu’nün terime yüklediği anlam, akademik bir disiplin içindeki veya özcü bir araştırma alanındaki ortak kullanımlarından oldukça farklıdır. Bundan başka, Bourdieu alan ve piyasa kavramlarını birbirinin yerine kullanır. Kavram, alıcı ve satıcı arasındaki mübadele ilişkilerini olduğu kadar, hiyerarşi ve mesafeyi de içeren uzaysal bir metafor olarak, piyasa kavramından daha kapsamlıdır. Alanlar içindeki aktörler arasındaki etkileşimler konumlar hiyerarşisi içinde göreli konumları tarafından biçimlendirilir (Swartz, 1997).

Alan analizi, araştırmacılar açısından bireysel ve grupsal eylemin kurumsal yönüne dikkat etmeyi gerektirir. Zira Bourdieu’ye göre alan imgesi iki nedenle “kurum”dan üstündür: ilk olarak, Bourdieu sosyal hayatın çatışmalı karakterini vurgulamak ister, oysa kurum fikri uzlaşmayı ön plana çıkarır; ikinci olarak Bourdieu toplumsal dünyaları keşfedebilen bir kavram oluşturmak ister. Bourdieu’nün analiz ettiği eğitim gibi kimi alanlar temel sosyal işlevler çevresinde merkezileşmiş,

kalıplaşmış etkinlikler kümesinden oluşur. Böylece, onun çalışmasının içeriği geleneksel işlevselci kurumların anlayışının ötesine geçer.

Sosyoloji alanında kurum ve kurumsallaşma terimlerinin kullanımının şaşırtıcı bir sırası olduğundan Bourdieu’nün kavramsal dili içinde belirsizlik bulmak sürpriz değildir. Ama yine de alan, sıklıkla tıpkı “hukuk” alanı gibi bir kurum fikrine karşılık gelebilir. Alanlar faaliyet alanı içerisinde kurumlar-arası veya kurum-içi olabilir. Bu noktada Bourdieu dikkatini işlevselci sosyoloji geleneği içerisinde kurumlar şeklinde karakterize edilen aile, eğitim, din, hukuk gibi eyleyici ve pratiklerin tikel alanlarına kapatıp kalmaz. Ne de dikkatini sadece parlamento veya anayasa gibi siyasal birliklere yöneltir. Bourdieu’nün çoğu düşüncesi ile neo-kurumsalcı teorideki ana temalar arasında benzerlik bulmak zor değildir. Bu bağlamda Bourdieu’nün alan kavramı “total kurumlar” (Goffman), “ideolojik devlet aygıtı” (Althusser), ya da “disiplin düzenleri” (Foucault) kavramlarından çok, mücadele alanları olarak karşımıza çıkar. Alanlar ilişkisel anlamda tahakküm mekânları olduğu kadar direniş mekânıdır da. Ancak göstereceğimiz üzere alanlar yeniden-üretim mantığı içinde mücadeleyi zapt eder ve nadiren sosyal dönüşüm mekânı hâline gelirler (Powell ve Di Maggio, 1991: 25).

Alanlar arasındaki sınırlar ise Bourdieu tarafından kesin bir biçimde çizilmezler. Bourdieu “edebiyat ve sanat alanındaki en büyük çatışma noktalarından birinin alanların sınırlarını tanımlanması” olduğunu yazar. Alanlar arasındaki somut sınırları kurmaya dönük herhangi bir çabanın da “ilişkisel” sosyal dünya görüşünden çok “pozitivist vizyon”dan türediğini iddia eder.

Alanların yapısal özelliklerine gelince; Bourdieu (1993: 72) ilk olarak, alanların değerli kaynaklar üzerinde kontrol için mücadele alanları olduğunu iddia eder. Bourdieu kaynakları mücadele nesnesi olduklarında ya da “sosyal iktidar ilişkisi”ne dönüştüklerinde sermaye biçimleri olarak kavramsallaştırır (Bourdieu, 1996: 375). Alan mücadelesi tikel sermaye biçimleri etrafında yoğunlaşır: iktisadi, kültürel, bilimsel veya dinsel. Örneğin kültürel sermaye entellektüel alan içerisinde temel bir özelliktir (veya iş dünyasında iktisadi sermaye). Bilim adamları da bilim alanı içerisinde bilimsel sermaye için rekabet ederler. Bourdieu, alan kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için oyun metaforunu kullanır:

Oyuna yatırım, illusio (oyun anlamına gelen ludus’tan türetiliyor) söz konusudur: Oyuncular, ancak oyuna ve bahislerine inancı (doxa)3 paylaştıkları ölçüde oyuna katılır ve -bazen kıyasıya bir rekabetle- birbirlerinin karşısına çıkarlar. Oyunu ve bahislerini, sorgulama dışı tutacak şekilde benimserler. Oyuncular yalnızca oyuna girerek, oyunun oynanmaya değer olduğunu kabul etmiş olurlar (yoksa oyuna dair bir sözleşme olduğu için değil) ve bu karşılaşma, rekabetlerinin ve çatışmalarının ilkesidir. Kozlara, yani güçleri oyuna göre değişen temel kartlara sahiptirler: Kartların görece gücü nasıl oyuna göre değişiyorsa, farklı sermaye türlerinin (iktisadi, kültürel, toplumsal, simgesel) hiyerarşisi de farklı alanlarda değişir (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 82).

Aktörler ayrıca alandaki değerli kaynakların tanımı hakkında da mücadele ederler. Bu özellikle tarz ve bilginin hızla değiştiği kültürel alanlar için geçerlidir. Bir başka deyişle, alanlar meşrulaştırma için mücadele alanlarıdır. Bourdieu’nün kavramlarıyla söylersek, “sembolik şiddet” uygulamasını tekelleştirme hakkını kazanma mücadelesi vardır. İkinci olarak, alanlar yapılaşmış tahakküm uzaylarıdır ve sermayenin tür ve miktarına dayalı olarak tabi konumlardır. Bourdieu zamanı ve tekrar tekrar alanlar içindeki konumların sermayelerin eşitsiz dağılımıyla belirlenmiş olduğunu vurgular. Yani alanlar “sıkıca birleştirilmiş” ilişkisel konfigürasyonlardır.

Öte yandan Bourdieu burada ilişki terimleriyle düşünmenin iktidar analizinde kendisine sunduğu avantajı değerlendirerek ‘siyasal iktidar’ tanımının özerkleştirilmesi sorununu da gündeme getirmiş olur. Klâsik sosyal teorinin çeşitli örneklerinde siyasal iktidarın, bir tarafın yekdiğerine istediğini yaptırabilmesi olarak tanımlanması, tüm iktidar ilişkisi biçimini, salt donmuş iki kutup arasında yöneten/yönetilen ilişkisi dolayımında açıklamayı gerekli kılmıştır. Bir sınıfın bir başkasına ya da devletin topluma tahakkümü çerçevesinde anlam kazanacak bu tarz bir tanımlama, siyasal iktidarın ilişkisel boyutunu devre dışı bırakır.

Bu bağlamda Bourdieu, iktidar kavramsallaştırmasının bir odağın/merkezin belirleyiciliğinden kurtarılmasını ve özerkleştirmesini savunur. Ona göre, siyasi karşılıklı eylem, kimi toplumsal birimlere diğerleri üzerinde iktidar kazandırır ya da toplumsal konumları icabı fiilen sahip oldukları iktidarı meşrulaştırır. Dolayısıyla

3 Doxayı Türkçe’ye “sabitfikir” olarak çevirebiliriz. “Sabitfikir olageleni, alışılmışı tanımlar; bunların elbette olagelmesi gerektiği düşünülür; hem ortada olan, apaçık olan, hem de görünmeyendir: Gizemli olduğundan değil, doğal olduğundan” (Mücen, 2007: 426-427).

iktisadi, kültürel ya da dinsel içerikli her karşılıklı eylem, toplumsal konumlarda dönüşümlere neden olur. Ancak, diğer ilişki tarzlarından farklı olarak, siyasi karşılıklı eylem, küme yöneticilerini tayin etmenin, tanımanın ya da meşrulaştırmanın temel vasıtası olarak görülür. Bu sayede iktidarın bağıntısal niteliği kavranabilir: a) başkaları üzerinde iktidar, b) elde edilmek istenen şeyi tanımlama ve denetleme açısından iktidar ve c) davranış tarzlarıyla inançları dayatmaya yönelik iktidar olmak üzere ‘iktidarın üç yüzü’ ortaya konulabilir. Böylece Bourdieu için artık iktidar denince, iktidar ilişkisinin taraflar arasındaki ilişki yumağı olduğu akla gelmelidir. Dikkat edilecek olursa “iktidar” burada karmaşık ancak kurallandırılmış mübadele ilişkileri bağlamında, kaçınılmaz bir toplumsallığa bağlı olarak ele alınmıştır (Akal, 1998).

İktidarın bu şekilde karakterize edilmesi toplumsal uzayda, alanın ‘sembolik metalar ekonomisi’ne sahip olmaya döndüğü bir güç savaşımına karşılık gelir. Ancak bu noktada Bourdieu, ortaya koyduğu bu teorik perspektifin Althusserci kavramlarla (‘son kerte’ ya da ‘eklemlenme’ gibi) karıştırılmaması gerektiğini de ifade eder. Çünkü bu tarz kavramlar, sadece empirik analizlerin yanıt getirebileceği sorulara retorik çözümler sunmaktan ileri gidemez. Alanlar arası ilişkilerin tarih-aşırı bir yasasının olmayacağını düşünen Bourdieu için “alan dinamikleri teorisi”, onun ilişki uzayları ve tahakküm ilişkileri ikilisini kapsamak suretiyle kurumları kavrama tarzının bir ifadesi olarak görülebilir. Bu bağlamda “alan”, yapısal bir öze dayanmayan, sosyal-bilimsel empirik analizlerde temel araştırma nesnesi olan mekânı, “çok-boyutlu” olarak inşa etmeye olanak tanıyan ve ilişkisel düşünmeyi sağlayan analitik bir kategoridir.

Netice itibariyle, gerçekliğin çok-boyutlu ilişkiselliğine önem vermesi, yapısalcılığın ‘tepeden bakan’ bir nesne inşasına ya da tersi yönde öznelci sosyolojik yaklaşımların mikro süreçlerle ve gündelik yaşama bireylerin verdikleri anlamlarla sınırlı kalan çerçevesine bağlı kalmaması, teorisini empirik kanıtlarla doğrulamaya çalışması açısından Bourdieu sosyolojisinin, sosyolojinin kurucularının taşıdıkları “gerçekliği yapısal ve tarihsel bağlamı ile kavramak şeklinde tezahür eden tutku”yu yeniden inşa etmeye çalıştığını söyleyebiliriz (Meder ve Çeğin, 2011: 251-252).

1.4. Bourdieu’de Siyasal Alan, Siyasal Sermaye ve Doxa Kavramlarının