• Sonuç bulunamadı

THE MIGRATION OF RUMI TO KON- KON-YA AND CULTURAL RESULTS

Belgede KONYA KİTABIXVII (sayfa 188-199)

MEVLÂNA’NIN KONYA’YA GÖÇÜ VE KÜLTÜREL SONUÇLARI

THE MIGRATION OF RUMI TO KON- KON-YA AND CULTURAL RESULTS

ABSTRACT

In fact, migration sometimes allows signifi-cant changes and gains in the culture and history of countries. While Europe still was living the dark-ness of the Middle Age 800 years ago, Anatolia strived to enlighten the people with science, art, and literature and was in an effort to serve amicab-le life under the atmosphere of toamicab-lerance, love, and spirituality.

Rumi and his family had left Balkh and came to Karaman then Konya after taking a long way.

His arrival has contributed to the live together, to-lerance, love, the tradition of being happy and the acquirement of the habit of love each other in Ana-tolia in which Islam culture and civilization has just thrived.

In addition, Rumi has led the development of Sufi literature in Anatolia for the last eight hund-red years, the formation of a Mesnevi-style literary movement, the education of many poets, artists and edibles in this field, and hundreds of translations and annotations in each century.

In this study, the Mevlevi Houses established in Ottoman lands with the influence of Rumi and Mevlevi culture will be briefly mentioned.

Keywords: Mevlana, Migration, Konya, Su-fism, Mevlevi

GİRİŞ

Yaygın kullanımıyla göç, “İnsanların ekono-mik, sosyal, siyasal ve doğal nedenlerden dolayı yer değiştirmesi” olarak tarif edilmektedir. Dün-ya’da hiçbir millet, hiçbir aile ve hiçbir insan önemli bir neden olmadıkça doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı toprakları terk edip başka bir coğrafyaya göç etme gereğini duymaz.

Sosyal, siyasal veya dini ve benzer baskılar-dan kurtulma isteğinin, göçün önemli sebeplerin-den olduğu açıktır. Dini heyecanlar, zaman zaman halkın yer değiştirmesine yol açmıştır. Budizm’de, Hristiyanlıkta bunun örneklerine rastlamak müm-kündür. İslam tarihindeyse, «göç» anlamına gelen

«hicret»in önemli bir yeri vardır. Bu göçün sonun-da; Müslümanlar, Mekkelîler karşısında siyasi bir güç haline geldiler. Medine’de hazırlanan Elli üç maddelik bir anayasa ile Medine’deki Müslüman, Putperest ve Yahudiler arasındaki ilişkiler düzen-ledi, İslâm devletinin temelleri atıldı, İslâm dinînin yayılması sağlandı ve Hz. Muhammed’in, taraf-tarlarıyla birlikte Mekke’den Medine’ye göçtüğü miladi 622 yılı, Hicri takvimin başlangıcı olarak kabul edildi.

İran’da Safevî hânedanı’nın dini ve siyasi bas-kısından Hindistan’a kaçan şair ve edipler, XVI-X-VIII. Yüzyıllarda Hindistan’daki Babür Devleti döneminde, belagat ve fesahat kurallarından uzak-laşmadan yeni, orijinal ve girift mazmunlar, ince hayaller, anlam kapalılığı, az kelimeyle çok şey ifade etme olarak tarif edilen Sebk-i Hindî üslubu-nu meydana getirmişlerdir.

Bu siyasi ve dini baskılardan dolayı klasik Farsça edebiyatının zayıfladığı bir dönemde Hin-distan’da ortaya çıkan Sebk-i Hindî akımı, daha sonra İran, Afganistan, Irak, Tacikistan ve Osman-lı’nın de yer aldığı geniş bir coğrafyaya yayılmış ve Türk Edebiyatında XVII ve XVIII. Yüzyıllarda Nef’î, Fehîm-i Kadim, Şehrî, İsmetî, Nâili,

Ne-dîm-i Kadim, Neşâtî, Râsih, Nâbî ve Şeyh Galib gibi şairler tarafından temsil edilmiştir1.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren eko-nomik ve siyasal sıkıntılar ve kültürel problemler-den dolayı başta Lübnan, Suriye, Filistin ve Ürdün olmak üzere Arap ülkelerinden Kuzey ve Güney Amerika’ya göç eden Araplar tarafından “bu’l-mehcer” yani “göç edebiyatı” denilen bir ede-biyat ekolü geliştirilmiştir. Amerika’da bu edebi-yatın yaşatıldığı 250’ye yakın çeşitli gazete, dergi ve kitap yayınlanmıştır ve böylece Arap edebiyatı-nın Amerika’da taedebiyatı-nınmasına ve yaşamasına katkı sağlamıştır. Daha çok özlem ve hasret temalarının işlendiği bu edebi akım, Arap edebiyatında yeni-likçi hareketlerin oluşmasına da katkı sağlamıştır2.

Bilim adamlarına göre göçler kısa mesafeler arasında daha çok toplu olarak uzun zamanda ger-çekleşmektedir. Ama Mevlâna ve ailesinin göçü 800 yıl öncesi dikkate alındığında kısa küçük bir grup halinde uzun bir mesafede, ama onlarca yıl sürmeyen kısa bir zaman aralığında meydana gel-miştir.

Daha çok sosyal ve siyasal sebeplerden oldu-ğu anlaşılan Mevlâna ve ailesinin göç türünün bir-çok tarifi bulunmaktadır:

Mevlâna ve ailesinin göç türü “sürekli” göç-lerden sayılmaktadır. Zira “sürekli” diye adlandırı-lan göçler, gelişmemiş veya az gelişmiş, güvensiz veya az güvenlikli yerlerden ve bölgelerden daha gelişmiş ve daha güvenlikli şehirlere veya bölge-lere yapılan göçlerdir. Çünkü Mevlana ve ailesi, o dönemin dünyasında batıda, doğuda ve hatta Ana-dolu’da iç karışıklıkların yaşandığı, Anadolu’nun Moğol istilasıyla zayıfladığı bir dönemde Kara-man’a ve nihayetinde her ne kadar siyasi

çalkan-1 Ali Fuat Bilkan, “Sebk-i Hindî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 36, İstanbul 2009, s. 253-255.

2 Hüseyin Yazıcı, “Mehcer Edebiyatı”, Türkiye Diyanet Vakfı İs-lam Ansiklopedisi, c. 28, Ankara 2003, s. 364-367.

tıların odak noktası3 olsa da Anadolu Selçuklula-rının başkenti olan, ama dönem için en güvenlikli coğrafyalardan biri sayılan Konya’ya gelmişlerdir.

Hz. Mevlâna ve ailesinin bu göçü, her ne ka-dar o günün şartlarında ülkelerin siyasi sınırları tam olarak belirlenmemiş olsa da göçün Belh şerhinden başlayıp ulaşılan Karaman ve Konya şehirlerinde son bulması ve sebepleri az çok dikkate alındığın-da bu göç, bir dış göçtür.

Bu göç, aynı zamanda bir beyin göçüdür, çün-kü iyi bir eğitim görmüş Hz. Mevlâna ailesi ve ni-telikli bireyleri, kendi yurtlarından ayrılıp yurt dışı denilebilecek başka bir yere göç etmiştir.

Burada şunu da belirtmekte fayda vardır. Bu dönemde Batı’dan yani Endülüs’ten Muhyiddîn İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240)’nin ve aynı yüzyılda doğudan Belh’ten daha genç yaşta Hz. Mevlâna ve ailesinin Anadolu’ya ve Konya’ya gelmeleri, dünyanın bu çalkantılı ve bunalımlı bir dönemde Konya’nın ve Anadolu’nun huzurlu ve güvenli bir yer olduğunu göstermekte ve İslam dünyası büyük bir şans olmaktaydı4.

Yine Mevlâna ve ailesinin göç güzergâhların-dan olan Nişabur’da doğan ve dönemin sıkıntıla-rından dolayı 13. yüzyılda Anadolu’ya göç eden başka bir şahsiyet de Bektaşilik tarikatının kuru-cusu olarak kabul edilen Hacı Bektaş-ı Veli’dir5.

Mevlâna ve ailesinin Belh’ten çıkıp Kara-man’a ve arkasından Konya’ya göç etmesi havuza atılan taş gibi ilk başlarda Anadolu’da daha sonra Osmanlı coğrafyasının tamamında ve günümüzde de tüm dünyada durağan bir suyu harekete

geçi-3 Ethem Cebecioğlu, “Hz. Mevlânâ Üzerine Bir Değerlendirme”, Tasavvuf-İlmî ve Akademik Araştırmalar Dergisi, Ankara 2007, Yıl: 8, Sayı: 20, s. 7.

4 H. Kâmil Yılmaz, “Mevlânâ ve Mesajı”, Tasavvuf-İlmî ve Aka-demik Araştırmalar Dergisi, Ankara 2007, Yıl: 8, Sayı: 20, s. 13.

5 Ahmet Yaşar Ocak, “Hacı Bektâş-ı Veli”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 14, İstanbul 1996, s. 455-458.

rerek bilim, sohbet, irfan, vaaz, tasavvuf, hoşgörü, birlikte yaşama ve birbirini sevme kültür ve gele-neğini meydana getirecek altın halkalar oluştur-muştur.

Bu göç sonucunda Mevlâna’dan beri 800 yıl-dır hiç önemini kaybetmeyen Mesnevî, Divân-ı Kebir, Fihi ma fih, Mecâlis-i Seb’a, Mektubât gibi maarif hazinesi eserler günümüze kadar gelmiştir.

Mevlâna kendisinden öncekilerin tüm tecrübele-rine aşina, bütün sözlerini ve yaşayışlarını bilen birisi olarak6 bu eserleriyle bize 800 yıl öncesin-den selam göndermekte, birbirimizi sevmemizi öğütlemekte, dünyanın fani olduğunu hatırlatmak-ta, kendisinden öncekilerle günümüz ve gelecek nesiller arasında köprü ve bağ kurmaktadır. Zira Mesnevî’den Peygamber Efendimiz ve hadis-i şe-rifleriyle ilgili menakıplar toplansa muhteşem bir siyer kitabı olur7.

Yukarıda da işaret edildiği gibi aslında göçler, bazen ülkelerin kültür ve tarihlerinde önemli deği-şimlere ve kazanımlara sebep olmaktadır.

Mevlâna ve ailesinin Belh’ten Anadolu’ya göçü yaklaşık Sekiz yüz yıldan beri Anadolu’da tasavvufi edebiyatın gelişmesine, mesnevi tarzı edebi akımın oluşmasına, bu alanda birçok şair ve edibin yetişmesine her asırda yüzlerce tercüme ve şerhin yapılmasına öncülük etmiştir.

Mevlâna, Mevlâna’nın eserleri, Mevlevîlik ve Çevresiyle ilgili Osmanlı döneminde yalnızca Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınan yüzlerce eser bulunmaktadır. Aşağıda sadece Mevlâna’nın Mes-nevîsi ile ilgili olarak Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınan tercüme, şerh, seçki ve benzer eserlerin ka-leme alındığı yüzyıllara veya yaklaşık tarihlerine göre kısa bir hatırlatma yapılmaktadır.

6 M. Esad Coşan, Tarihî ve Tasavvufî Şahsiyetler, İstanbul 2011, s.

119, Server İletişim Yayınları, 3. Baskı 7 M. Esad Coşan, s. 128.

Mesnevînin Eski Harfli Türkçe Tercüme ve Şerhleri

Bu tür eserler, Mesnevînin altı cildinin tercü-me ve şerhi ya da birkaç cildinin veya çoğunluk iti-barıyla birinci cildin tercüme ve şerhi şeklindedir.

985/1577-78’de Ebu’s-Su’ûd b. Sa’dullâh b.

Lütfullâh b. İbrahim el-Hüseynî el-Kayserî tarafın-dan tercüme ve şerh olarak kaleme alınan Mesnevî şerhi isimli eser eldeki bilgilere göre Mesnevî’nin ilk eski harfli Türkçe tercüme ve şerhi sayılır.

XVI. yüzyılın sonlarında Şem’î Şem’ullâh ta-rafından şerh ve tercüme yoluyla telif edilen Şerh‐i Mesnevî, Mesnevî’nin altı cildinin tam olarak yapı-lan ilk Türkçe tercüme ve şerhidir.

XVII. yüzyılın başlarında Pîr Mehmed Efendi tarafından tercüme ve şerh olarak yazılan Hazîne-tü’l‐ebrâr, Mesnevî’nin Türkçe mensur tercüme ve şerhidir.

1620-1627 yıllarında Rusûhî İsmâil-i Anka-ravî tarafından tercüme ve şerh olarak kaleme alı-nan ve Mecmû’atu’l‐letâ’if ve ma’muretü’l‐me’ârif adının yanında daha çok Mesnevî şerhi adıyla bili-nen Mesnevî‐i şerif şerhi, Mesnevî’nin altı cildinin ve Mevlâna’ya ait olmayan yedinci cildin şerhidir.

1035-1040/1625-1631 yıllarında Sarı Ab-dullah tarafından tercüme ve şerh olarak yazılan Cevâhir‐i Bevâhir‐i Mesnevî, Mesnevî’nin birinci cildinin beş cilt olarak yapılmış Türkçe mensur ter-cüme ve şerhidir.

1087/1676-77’da Şeyh Nazmî Mehmed Efen-di (Nazmî Mehmed EfenEfen-di veya Mehmed Nazmî Efendi) tarafından hazırlanan Tercüme‐i Mesnevî‐i Şerif, Mesnevî’nin birinci cildinin Mesnevî veznin-de Türkçe manzum tercümesidir.

XVII. yüzyılda veya daha öncesinde Mehmed Ali el-Mevlevî tarafından şerh edildiği sanılan Mesnevî‐i ma’nevî, Mesnevî’nin birinci cildinin Türkçe mensur şerhidir.

1106/1694’de Tâlibî Hasan Efendi tarafından şerh edilen Yetîmû’ş‐şürûh, Mesnevî’nin üçüncü cildinin Türkçe mensur şerhidir.

1712–1730 yıllarında Nahifî Süleyman ta-rafından tercüme edilen ve Terceme‐i Mesnevî li‐Nahîfî adıyla da bilinen Manzum Mesnevî ter-cümesi, Mesnevî’nin altı cildinin Türkçe manzum tercümesidir.

1255–1261/1839–1845 yıllarında Murâd Mehmed Efendi tarafından şerh edilen Hulâsatu’ş‐

şurûh, Mesnevî’nin altı cildine tam olarak kısa ve veciz bir şekilde yapılmış Türkçe mensur şerhtir.

XIX. yüzyılın ilk yarısında Çuhadarzâde Şakir Mehmed Efendi (Şakir Paşa veya Ferâizci Meh-med Şakir yahut Mehmet Şakir) tarafından hazır-lanan Mesnevî‐i şerîf ma’a tercüme‐i manzûme‐i Türkî, Mesnevî’nin manzum tercümesidir.

XIX. Yüzyılda Hüseyin Avni Bey (Yenişehir-li Avni Bey) tarafından hazırlanan Mesnevî tercü-mesi isimli eser, tamamlanmamış ve müsveddele-rinin bir kısmı kaybolmuştur.

XIX. yüzyılda Alî Rızâ b. Mehmed Rüşdî Yal-vâcî tarafından kaleme alınan üç ciltlik İkâzu’n‐

Nâ’imîn ve İfhâmu’l‐Kâsirîn isimli eserin içinde yer yer Mesnevî‐i ma’nevî şerhi vardır. 1302–1306/

1884–1889 yılları arasında Abidîn Paşa tarafından tercüme ve şerh olarak kaleme alınan Tercüme ve Şerh‐i Mesnevî‐i şerif, Mesnevî’nin birinci cildinin altı cilt olarak yapılmış Türkçe mensur tercüme ve şerhidir.

1929–1937 yıllarında Ahmed Avni Konuk ta-rafından şerh edilen ve toplam 34 ayrı defterden oluşan Mesnevî‐i şerif şerhi, Mevlâna’nın altı cilt Mesnevî’sinin Türkçe şerhidir.

1937–1940 yıllarında Veled Çelebi İzbudak tarafından tercüme edilen ve toplam 30 ayrı def-terden meydana gelen Mesnevî tercümesi, Mes-nevî’nin Türkçe mensur tam tercümesidir.

1929-1953 yıllarında Tâhir (Tâhirü’l- Mev-levî) Olgun tarafından tercüme ve şerh olarak ka-leme alınan Şerh‐i Mesnevî, Mesnevî’nin birinci cildinden beşinci cildinin bir bölümüne kadar olan kısmın Türkçe mensur tercüme ve şerhidir.

Ayrıca Mehmed Rasih tarafından kaleme alı-nan Mecmû’a‐i Fevâ’id ve Eş’âr isimli eser, Mes-nevî’nin bir kısmının tercümesidir.

Bunlardan başka mütercimi, müstensihi ve istinsah tarihi bilinmeyen ve Mesnevî’nin birin-ci birin-cildinin Türkçe tercümesi olan Mesnevî şerhi;

Mesnevî’nin bir bölümünün Türkçe şerhini içeren Şerh‐i Mesnevî (yedi adet) ve Mesnevî tercemesi (iki adet) gibi eserler de vardır.

Mesnevî’den Yapılan Müntahapların Ter-cüme ve Şerhleri

839/ 1436’da Mu’înûddîn b. Mustafa tarafın-dan Mesnevî’den seçme yoluyla iki cilt halinde ter-cüme ve şerh olarak yazılan Mesnevî‐i Murâdiye, elde ettiğimiz bilgilere göre Mesnevî’nin bilinen Türkçe ilk müntahap manzum tercümesi ve şerhidir.

979/1571 yılında İlmî Dede Bağdâdî tara-fından tercüme ve şerh olarak telif edilen Şerh‐i Cezîre‐i Mesnevî, Sîneçâk Yusuf Sinan’ın Mevlâ-na’nın Mesnevî’sinden 366 beyit seçerek meyda-na getirdiği ve Cezîre‐i Mesnevî diye adlandırdığı eserin tercüme ve şerhidir. XVI. yüzyılda yine İlmî Dede Bağdâdî tarafından şerh olarak telif edilen ve Şerh‐i Dîbâce‐i Mesnevî adıyla da bilinen Şerh‐i Dîbâce‐i Cild‐i Evvel‐i Cezîre‐i Mesnevî, Sîneçâk Yusuf Sinan’ın Cezîre‐i Mesnevî’sinin birinci cil-dinin Türkçe şerhidir. 990/1582’de Hacı Pîrî Efen-di tarafından tercüme ve şerh olarak kaleme alınan İntihâb‐ı Şerh‐i Mesnevî, Mesnevî’nin birinci cil-dinden müntahap bazı beyitlerin Türkçe mensur tercüme ve şerhidir. XVI. yüzyılın ikinci yarısın-da Sûdî-i Bosnavî tarafınyarısın-dan şerh edilen Şerh‐i Mesnevî, Mesnevî’nin VI. cildinin bir bölümünün Türkçe şerhidir.

1026/1617’de Sabûhî Ahmed Dede tarafın-dan altı cilt olarak İhtiyârât‐ı Mesnevî adıyla şerh edilen eser, Mesnevî’nin altı cildinden seçilen be-yitlerin Türkçe mensur şerhidir. XVII. yüzyılın başlarında Rusûhî İsmâil-i Ankaravî tarafından Tuhfetü’l‐berere adıyla kaleme alınan eser, Mes-nevî’den müntahap bazı beyitlerin Türkçe şerhidir.

1038/1628’de Abdullah-ı Bosnavî tarafından ter-cüme ve şerh olarak kaleme alınan Şerh‐i Cezîre‐i Mesnevî, Sîneçâk Yusuf Sinan’ın Cezîre‐i Mesnevî isimli eserinin Türkçe manzum tercüme ve şerhidir.

XVII. yüzyılın başlarında Abdülmecid b. Muhar-rem-i Sivâsî tarafından şerh olarak kaleme alınan Şerh‐i Mesnevî, Mesnevî’nin birinci cildinden bir bölümün Türkçe şerhidir Yine aynı dönemde aynı müellif tarafından şerh edilen Şerh‐i Cezîre‐i Mes-nevî, Sîneçâk Yusuf Sinan’ın Cezîre‐i Mesnevî’si-nin Türkçe şerhidir. 1047/1637-38’de yine Abdül-mecid b. Muharrem-i Sivâsî tarafından şerh olarak kaleme alınan Meyâdinu’l‐fursân, Mesnevî’nin birinci cildinden müntahap Türkçe mensur şerh-tir ve daha çok dilbilgisi izahlarını içermektedir.

1057/1647’de Cevrî İbrahim Çelebi (ö.1057/1647) tarafından Hall‐i tahkîkât adıyla şerh edilen eser, Mesnevî’den müntahap 40 beyitten her birinin be-şer beyitle terkib-i bend tarzında Türkçe olarak ya-pılmış şerhini içermektedir. Yine aynı yılda aynı müellifin hazırladığı Hâşiye‐i Çehâr Yâr‐i güzîn

‐Aynu’l‐fuyûz ve Şerh‐i intihâb adlarıyla da bili-nen Aynu’l‐fuyûz isimli çalışma Sîneçâk Yusuf Sinan’ın Cezîre‐i Mesnevî isimli eserinin tercüme ve şerhidir. XVII. Yüzyılın ikinci yarısında Şifâ’î Derviş Mehmed’in şerh olarak telif ettiği Mesnevî şerhi isimli eser, Mesnevî derslerinde öğrencilerin yararlanması için Türkçe mensur olarak kaleme alınmıştır. 1096/1685 yılında Adnî Receb Dede tarafından telif edilen Nahl‐i tecelli, Mesnevî’den seçilmiş her beytin beşer beyitle manzum olarak yapılmış Türkçe şerhidir. XVII. yüzyıl sonlarında ve XVIII. yüzyıl başlarında İsmâ’il Hakkî-i Bur-sevî tarafından şerh olarak telif edilen Şerh‐i ba’z‐i

ebyât‐ı Mesnevî, Mesnevî’nin birinci cildinden se-çilmiş 172 beytin Türkçe mensur şerhidir.

1116/1704 yılında İsmâ’il Hakkî-i Bursevî tarafından şerh olarak kaleme alınan Rûhu’l‐Mes-nevî, Mesnevî’nin birinci cildinin bir kısmının Türkçe mensur şerhidir. XVIII. yüzyılın başlarında Derviş Mehmed Emin Tokâdî tarafından yazılan Şerh‐i beyt‐i Mesnevî, Mesnevî’den dört beytin Türkçe şerhidir.

XVIII. yüzyılda veya daha öncesinde Muham-med Sa’îd b. MuhamMuham-med Mustafa-i Köstendilî’nin Türkçe şerh ve tercüme olarak kaleme aldığı Şerh‐i Mesnevî isimli eser, Şem’î Şem’ullâh tarafından XVI. Yüzyılın sonlarında şerh ve tercüme olarak telif edilen Mevlâna’nın Mesnevî’sinin üçüncü cil-dinin özetidir. XVIII. yüzyılda Asaf Mehmed Paşa tarafından tercüme ve şerh olarak kaleme alınan Cezîre‐i Mesnevî ve 1204/1789-90’da Şeyh Gâlib Es’ad Dede tarafından tercüme ve şerh olarak te-lif edilen Şerh‐i Cezîre‐i Mesnevî, Sîneçâk Yusuf Sinan’ın Cezîre‐i Mesnevî isimli eserinin Türkçe tercüme ve şerhidir.

XIX. yüzyılda Mehmed Emin’in tercüme ve şerh olarak kaleme aldığı Revâyihü’l‐Mesnevîyât, Mesnevî’nin birinci cildinden müntahap bazı beyitlerin Türkçe mensur tercüme ve şerhidir.

1306/1888’de Süleyman Hayri Bey tarafından ter-cüme edilen ve İstanbul’da 1308/1890-91 yılında yayımlanan Mesnevî‐i şerif tercümesi, Mesnevî’nin birinci cildinin bir kısmının Türkçe manzum tercü-mesidir. XIX. yüzyılda veya daha öncesinde Mu-hammed b. Hasan Habîb el-Mevlevî tarafından seçki olarak kaleme alınan Müntahâb‐ı Mesnevî isimli eser, Mesnevî’den seçilmiş ve Türkçeye ter-cüme edilmiş beyitleri içermektedir.

XX. yüzyılın başlarında Es’ad Mehmed Dede tarafından Şerh‐i Mesnevî adıyla şerh edilen eser, Mesnevî’nin birinci cildinden müntahap 360 bey-tin Türkçe mensur şerhidir. Bunlardan başka

Mes-nevî’den yapılan müntahapların tercüme ve şerhi olarak yazılmış, fakat telif tarihleri tespit edileme-miş bazı eserler de vardır. es-Seyyid el-Hâc Meh-med Şükrü İbn es-Seyyid AhMeh-med Ata tarafından tercüme edilen ve Mesnevî’nin birinci cildinden müntahap 270 beytin Türkçe mensur şerhini içeren Müntahabât‐ı Mesnevî; Muhammed Hâkim tara-fından tercüme ve şerh olarak telif edilen ve Mes-nevî’den müntahap bazı beyitlerin Türkçe tercüme ve şerhini içeren Tercüme‐i ba’z‐i ebyât‐ı Mesnevî;

Muhammed b. Muhammed b. el-Hüseyn el-Bel-hî tarafından şerh edildiği tahmin edilen ve Mes-nevî’de konusunu Kur’ân’dan alan beyitlerin şerhi-ni içeren Şerh‐i ba’z‐i ebyât‐ı Mesnevî; Şeyh Hasan el-Mevlevî en-Nâcî tarafından şerh edilen ve Mes-nevî’den müntahap beyitleri içeren Mesnevî şerhi ve müellifleri de tespit edilemeyen Mesnevî’nin birinci cildinden müntahap bazı beyitlerin Türkçe şerhini içeren Şerh‐i Müntahabât‐ı Mesnevî, Mün-tahabât‐ ı Şerh‐i Mesnevî ve Mesnevî’den bir bey-tin şerhi gibi eserler, bu tür eserlerdendir.

Mesnevî Hikâyeleriyle ilgili Eserler

XV. yüzyılda Mevlevî İbrahim tarafından şerh olarak kaleme alınan Mesnevî Hikâyeleri isimli eser, Mesnevî’den on yedi adet hikâyenin manzum şerhidir. 880/1475’de Dede Ömer Rûşenî tarafın-dan tercüme olarak kaleme alınan Çobannâme, Mesnevî’deki “Musa ile Çoban” kıssasının geniş bir tercümesidir. XV. yüzyılın ikinci yarısında İbrahim Tennûrî, Gülzâr‐ı Ma’nevî adlı eserinin

“Ney ve Çeng” bölümlerinde Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini yeniden uyarlayarak tercüme etmiştir.

XVII. yüzyılın başlarında Rusûhî İsmâil-i Ankaravî tarafından telif edilen Hall‐i müşkilât‐ı Mesnevî, Mesnevî’deki bazı beyitlerin ve hikâ-yelerin Türkçe mensur açıklamasıdır. Yine aynı dönemde aynı müellif tarafından kaleme alınan Cenâhu’l‐ervâh, Mesnevî ve Gülşen‐i Râz’dan alı-nan bazı beyitlerin şerhinden ve çeşitli kıssalardan oluşmaktadır.

XVIII. yüzyılda Mekkî Mehmed Efendi ta-rafından tercüme ve şerh olarak telif edilen Şerh‐i Hikâye‐i Mescid‐i Âşık Kişi, Mesnevî’de yer alan bir hikâyenin tercüme ve şerhidir.

1888 yılında Abidîn Paşa tarafından telif ve neşredilen Merd‐i Arabî kıssası, müellifin Tercüme

1888 yılında Abidîn Paşa tarafından telif ve neşredilen Merd‐i Arabî kıssası, müellifin Tercüme

Belgede KONYA KİTABIXVII (sayfa 188-199)