• Sonuç bulunamadı

Metnin Karşı / Rakip / Hasım Tipleri

C. Metnin Şahıs Kadrosu

2. Metnin Karşı / Rakip / Hasım Tipleri

Metinde anlatılan bir rivayete göre, iki Dârâ’nın varlığı söz konusudur. Bunlardan biri, İskender’in babası Feylekûs’un her yıl haraç vermekle yükümlü olduğu ve kızını da evlilik bâbında verdiği Acem padişahı Büyük Dârâ, diğeri ise İskender’le yaptığı savaşla ön plana çıkan ve aynı zamanda onun kardeşi olan III. Dârâ’dır. Rivayetin dışına çıkıldığı takdirde, Nizâmî’nin İskender’in babasını Büyük Dârâ değil de Feylekûs olarak kabul ettiğini, dolayısıyla Feylekûs’un her yıl haraç verdiği ve İskender’in de bu kuralı bozup üstüne asker çekerek, altındaki tahtı elinden aldığı padişahların aynı kişi oldukları görülmektedir. Bu bakımdan, İskender’le olan savaşı münasebetiyle kaynaklara konu olan, III. Dârâ’nın tarihi kişiliği ve eserdeki yönü üzerinde durulacaktır.

III. Darius ya da Kodaman olarak bilinen III. Dârâ, İran’da bir devlet kurmuş olan Perslerin son hükümdarıdır. M.Ö. 335’te kral olmuştur. Önce kendisini başa getiren Bagoas’ı zehirlemiştir. Ordusu M.Ö. 334’te Anadolu’ya geçen Büyük İskender’e Granikos’ta yenilmiş, kendisi de M.Ö. 333’te İskenderun körfezinin doğusunda İssos’ta ağır bir bozguna uğramıştır. Karısı, oğlu ve kızları Makedonyalılara tutsak düşünce, İskender’e yaptığı barış önerisi geri çevrilmiştir. III. Dârâ, İskender’le Kuzey Mezopotamya’da yaptığı Gavgamela meydan savaşında da başarı sağlayamamış ve yeni bir ordu kurmak için Ekbatan’a kaçmıştır. Hazar gölüne kadar kovalanan III. Dârâ, burada iki satrap tarafından M.Ö. 330’da

71

yakalanarak öldürülmüştür. İskender onu törenle gömdürmüş ve kızı ile evlenerek III. Dârâ’nın yerine geçeceğini açıklamıştır.96

Dârâ, Avrupa’da Pers kralı Darius olarak bilinen, İran’ın Keyâniyân sülalesinin dokuzuncu hükümdarıdır. İhtişam ve ululuk sembolü olarak ele alınan Dârâ, çok zaman İskender ile birlikte savaş sahnelerinde yer almış ve İskender’in bir hilesi sonucu mabeyincisi tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Şehnâme’de onun, İskender’in baba bir kardeşi olduğu kayıtlıdır. Hatta ölürken İskender’e kızı Ruşeng (Roxane) ile evlenmesini ve ailesini koruyup gözetmesini vasiyet etmiştir. İsfendiyâr oğlu Behmen’in oğlu olarak da gösterilen Dârâ, başka bir rivayete göre ise savaştan kaçarken ölmüştür.97

Metinde Dârâ ile İskender arasındaki husumet, İskender’in Zengî askerini bozguna uğratınca, elde ettiği ganimetlerden birçok hediyeyi, memleketi etrafında olan padişahlara göndermesi ile başlar. İskender tarafından Dârâ’ya yük yük altın, gümüş ve cevherler, tavla tavla atlar, Dâvudî zırh ve kılıçlar ve nazenin cariyeler gönderilir. İskender’in sahip olduğu bunca hediyelerin ve devletin görkem ve ihtişamına hased eden Dârâ, hasedini gösterir, rencide eden, manasız söyler söyleyerek, İskender’i sinirlendirir ve aralarında gizli bir düşmanlığın oluşmasına sebep olur. Dârâ’nın her yıl kendisine gönderilen haracı, aynı adetle bu yıl da istemesi üzerine haracın gönderilmemesi, bardağı taşıran son damla olur ve cengi başlatır.

Dârâ güçlü bir hükümdardır ve onun ordusundaki askerler İskender’in askerinden dahi sayıca çoktur. Nitekim Dârâ, askerinin hesaba gelemeyecek kadar çok olduğunu, İskender’e gönderdiği bir şinik susam benzetmesi ile göstermeye çalışır. Bununla birlikte, sahip olduğu varlığın ve gücünün derecesini çok fazla şey söylemeden karşı tarafa aktarabilecek yetenekte olduğunu da gösterir. Fakat kendisinden daha akıllı ve zeki olan İskender, rakibinin karşısında altta kalmaz ve ona gereken cevabı iletir.

96

Niyazi Akşit, “Dara III Kodaman (Darius III)”, A’dan Z’ye Tarih Ansiklopedisi, 2. bs., Serhat Yay., İstanbul 1984, s. 271.

97

72 [67a/67b T, 14a M]

Dârâ, “…….bir söz śāĥibi ādem çıġırub eline bir ŧob ile bir çevgān ve bir şinik śuśam virüb ve bundan maķśūdı ne idügini bir bir beyān idüb İskender’e bunları götürüb baña cevābını getür didi.”

“……ĥerįfdür Dārā’nuñ gönderdügi metāǾı bir bir getürüb İskender’üñ öñine ķodı ve şehriyārımuz buyurdılar ki daħı uşaķdur. Bu çevgān u ŧob ile oyun oynayub cihāngįrlik sevdāsında olmasun ve eger Ǿasker cemǾ idüb cenk eylerim dirse işte bizüm Ǿaskerimüz bu śuśam dānesi gibi ĥisāba gelmez.”

[67b T, 14a/14b M]

İskender, “Çevgān ile uzaķda olan şeyler çekilegelmegin bize de bu çevgān ile memleketimüzi çeküb kendi memleketüñe ķat dimege işāretdür buyurmuşlar ve ŧob ki yeryüzüne beñzer bütün cihāna mālik olursuñ diyü himmet eylemişler diyüb andan śoñra emr eyledi. Śuśamı yere dökdiler ve sarāyında olan ķuşları getürüb ķoma eylediler. Ķuşlardur bir laĥžada ne ķadar śuśam var ise cümlesini devşirüb yediler. Pes İskender gelen ādeme didi ki eger pādişāhıñuzuñ Ǿaskeri bu śuśam gibi ĥisāba gelmez ise bizüm Ǿaskerimüz de bu ķuşlar gibi her ne ķadar Ǿasker olursa Ǿaskerüñ cümlesini telef idüb fenāya virürler diyüb emr eyledi kim śuśam ile gelen şinige üzerlik toħumı ŧoldurdılar ve gelen ādeme virüb var bunı pādişāhuña götür. İşte bizüm Ǿaskerimüzüñ ĥisābı da bu ķadardur ve cümle görüb işitdügüñi bir bir beyān eyle. Bildüginden ķalmasun didi.”

Dârâ, din nedir bilmeyen, mezhepsiz bir hükümdardır ve dünyada ne kadar yaramazlık var ise cümlesi onda mevcuttur. Bu sebepten İskender’in Dârâ ile savaşındaki amacı, onun ateşhânelerini harap edip, batıl olan dinleri yerine Hakk’ın dinini halka öğretmek ve yaramaz adetleri yerine güzel adetler koymaktır.

Dârâ çevresindeki, rüzgârı tecrübe etmiş, niçe şehriyarlar hizmetine erişmiş, cihanı görmüş, gözü açık pirlerin nasihatlerini dinlemeyen ve onların doğru yola delaletlerine karşı çıkıp, kendi bildiğinden vazgeçmeyen bir padişahtır. Bu yüzden

73

onun bütün işleri, hep ham ve ters olmuş, devleti günden güne kendisinden yüz çevirmiştir.

İsfendiyâr neslinin yadigârı ve Cemşîd devletinin son hükümdarı olan Dârâ, halka işkence ve zulüm eden, adalet nedir bilmez, tedbirden yoksun bir kişidir. Nitekim bu karakteri onun hazin sonunu hazırlamış ve canlarından usandıracak derecede işkenceler yaptığı iki hizmetkârı elinde helak olmuştur. Yaralandığı esnada ise İskender’e söyledikleri ile cihanda yaptıklarının doğru olmadığını da kabul etmiştir.

[74a/74b T]

“Benüm bu ĥālümi görüb Ǿibret al ve eyülügi kendüñe ħūy idüb Ǿadl ü dād ile cihāna āvāze śal. Eger sen de benüm gibi olursañ şübhesüz benüm başuma gelen ĥāller senüñ başuña da gelür ve śanma ki eyledügüñ yanuña ķalur.”

Dârâ her ne kadar mağlup olsa da İskender’e, “Bunca zamandan beri Cemşîd’e

varınca padişah olagelmiş bir ulu şehriyarı paymal eylemek de münasib değildir.”

dedirtecek kadar gücünü kanıtlamış bir hükümdardır. Hakikaten onun askerinin çokluğundan eserde şu şekilde bahsedilmiştir:

[68a T, 14b M]

“Az zamānuñ içinde eŧrāf-ı memleketden gök demire ġarķ olmuş ol ķadar Ǿasker cemǾ oldı ki śaĥrālara śıġmaz oldılar. Dārā’nuñ Ǿaskeri de şehrden ŧaşra çıķub cümlesi bir yere geldiler ve Ǿaskeri ĥisāb idüb deftere aldılar. Tamām ŧoķuz kerre yüz biñ ādem idi.”

Sonuç itibariyle Acem halkı, Dârâ’nın ölümü ile tahtını İskender gibi âkıl bir kimsenin devralmasına çok şükretmiş ve Dârâ’nın zulm ile koyduğu kuralları İskender’e arz ederek, bunların kaldırılmasını sağlamıştır.

74

Tarihte Zengîler, 1127-1233 yılları arasında Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun son zamanlarında Musul ve Halep’te atabeylik kuran bir Türk hanedanıdır.

Musul İmparatorluğu’nu kuran İmadeddin Zengî, Melikşah’ın komutanlarından Aksungur’un oğludur. İmadeddin Zengî Musul valisi iken bağımsızlığını ilan etmiş ve Haçlılarla savaşmıştır. Haçlıların elinden Urfa’yı alarak burada kurulmuş olan Latin beyliğine son vermiştir. Ölünce (1146) yerine oğlu Seyfeddin Gazi geçmiş, öteki oğlu Nureddin Mahmut ise Halep atabeyliğini kurmuştur (1146). Bu şekilde Zengîler iki atabeyliğe bölünmüşlerdir. Nureddin Mahmut, Haçlılara karşı başarılı savaşlar yapmış, fakat Kudüs’ü alamamıştır. Haçlıların Mısır’a saldırmaları üzerine Fatımî halifesi, Nureddin’den yardım istemiş, o da Şirkûh ile Salahaddin’i bir ordu ile Mısır’a göndermiştir. Salahaddin Mısır’da Fatımî halifeliğini kaldırmış, Mısır’ı Nureddin’e bağlı olarak yönetmeye başlamıştır. Nureddin öldükten sonra (1147) bağımsızlığını ilan etmiş, Halep’i ele geçirerek Zengîlerin Halep atabeyliğine son vermiştir (1183).

Musul atabeyleri İmadeddin Zengî’den sonra Selçukluların, Harizmşahların ve Eyyubîlerin yönetimi altına girmişlerdir. Nasreddin Mahmut’un ölümü (1233) üzerine yerine veziri Bedreddin Lûlû geçmiştir. Bu şekilde Musul kolu da sona eren Zengîlerin öteki kollarını da Eyyubîler ortadan kaldırmışlardır.98

Metinde Zengîlerin, çevresindeki şehirleri yağmalayıp, buldukları insanı helak eden, çok katı, zalim, amansız ve barbar bir kavim oldukları görülür. Bu kavmi oluşturan insanların her birinin boyu minare kadar uzun ve gövdeleri kıl gibi incedir. Öldürdükleri adamın kanını içecek kadar gözü dönmüş olan bu kavmi, Nizâmî savaş sahnelerinde kan içici devlere, anlayıştan yoksun söz anlamaz hayvanlara, ifrite, kükremiş bir file ve siyah bir dağa benzetmektedir.

Zengîler Allah’ın lanetine uğramış, nefretle karşılanan, işe yaramaz, hayırsız ve aklı kıt bir kavimdir. İskender’in gayet söz ehli bir elçisi olan Tûtyânûş’un başını

98

75

kesip, kanını şarâb-ı erguvânî gibi bir nefeste içen Zengî beyi, İskender’in oyununa gelir ve Rûm askerini adam yiyici sanıp, büyük bir korkuya düşer.

[60a T, 7a M]

“…..aşçı başıdur bir büyük siyāh ķoyun başı bulub ütüleyüb pişürdi ve yemek zamānı olduķda Zengį başıdur diyü bir ŧabaġa ķoyub İskender’üñ ĥużūrına getürdiler. Zengįler bu ĥāle ĥayrān olub bunlar ādem yiyici imişler diyü taǾaccübe vardılar. İskender ķoyun başınuñ derisinden ķoparub çiynedi ve başını śalub Zengį eti ne ŧatlı olurmuş diyü Ǿažįm raġbetler gösterdi ve fermān eyledi ki şimden śoñra bize her zamān Zengį etinden kebāb idüb sofradan eksik eylemesünler ve Zengįler’üñ gözleri ķarşusında raġbetle ķoyun başından vāfir yiyüb śafālandı.”

Zengîler İskender’in ordusu karşısında her ne kadar mağlup olsalar da ordularının hayli gürbüz pehlivanlardan oluştuğunu da yabana atmamak gerekir. Bu bakımdan, İskender’le aralarındaki cenk hemen neticelenmemiş, birkaç gün devam etmiştir.

[63b T, 10a M]

“Dilāverler gökler gibi gürleyüb ķılıçlar şimşek gibi yalabıyub ķan seyller gibi aķdı. İskender ise cihānı fenāya virüb Ǿālemi ķırdı geçirdi. Zengį Ǿaskeri ĥisābsuz olmaġın ħaylį ķarşu ŧurub Rūm dilāverlerinüñ niçelerini helāk eylediler.”

Zengîler gittikleri şehirleri acımasızca harap edip, âlemin malını toplayarak, dağlar gibi hesaba gelmeyecek kadar mal ve hazineye sahip olmuşlardır. Ancak İskender galibiyete erişince, onların mallarını askerleri arasında paylaştırmış ve her birini muhtaç iken ganî eylemiştir.

[63b T, 10a M]

“Andan śoñra Zengįler’üñ māllarını ŧaġlar gibi yıġılub renk renk laǾl ü cevāhir ve Ǿūd u Ǿanber ve ķaŧār ķaŧār zįbā vü dįbā ve altun u gümüş ve sāǿir tuĥfelere nihāyet olmayub ŧavla ŧavla atlar ve cebe vü cevşen ve Hindį ķılıçlar ve pūlād ķalķanlar ve muraśśaǾ taħt u baħtlar ĥisāba gelmez idi.”

76

Firdevsî ve Ahmedî’nin eserlerinde Zengîlere dair bir anlatı yer almamaktadır.

c) Keyd-i Hindî

Keyd-i Hindî, Hindistan padişahıdır. İskender’in kendisine itaat etmeyip, karşı koymaları durumunda cenge talip olduğu padişahlardan biridir. Eserde Keyd-i Hindî’nin, İskender’den korktuğunu ve ona karşı koymayı münasip görmeyip, mülâyemet gösterdiğini görmekteyiz. Gördüğü korkulu düşün de etkisiyle İskender’e tahtı ve tacı da dâhil, bütün memleketini teslim etmeyi ve kapısında kulu olmayı göze alan Hint hükümdarı, İskender’in huzuruna gönderdiği birbirinden değerli, misli bulunmaz dört hediye ve daha birçok hediye ile sulha talip olur.

[97a T, 48a M]

“İskender’e ol dört tuĥfeden ġayri altun ve laǾl ü cevāhir ve Ǿūd u Ǿanber ve sāǿir dįbā vü zįbādan ķıyāsa gelmez ħazįnelerle cenk güninde üstine taħt ķurulmaķ içün üç dāne beyāż fįl gönderüb Belįnās’a bir ħazįne virüb ve yanınca gelenlerüñ cümlesine daħı ĥisābsuz tuĥfelerle memnūn u mesrūr idüb ve ķızınuñ adına Perį Duħt dirler idi Ǿūd aġacından yapulmış bir taħta revāne ķoyub niçe nāzenįn cāriyelerle bile ve sāǿir mevǾūd olan tuĥfeleri ĥużūr-ı hümāyūna gönderdi.”

İskender’in alçak gönüllü ve biraz da korkak bir Hint padişahı olan Keyd ile savaşmaktan feragat edip, sulha karar vermesi onu rakip tip olmaktan uzaklaştırmaz. Çünkü Keyd, İskender’in her an kendisiyle cenk etmeye hazır olduğu bir padişahtır ve İskender’in Hint padişahının emre boyun eğmemesi durumunda tahtını ve tacını elinden alıp, yerine başka bir kimseyi geçireceğini de önceden planlaması Keyd’in karşı güç olduğunu göstermektedir.

d) Fûr-ı Hindî

Metinde Fûr-ı Hindî, Kannûc adlı şehrin padişahı olarak görülmektedir. İskender’in askerleri tarafından memleketi ele geçirilmiş ve kendisi de helak edilmiştir. Kannûc şehrine ise İskender’in kendi tarafından biri padişah edilmiştir.

77 [98a T, 48b M]

“……İskender kendüsi ol ŧaraflarda śayd u şikāra meşġūl olub yanında olan pehlivānlardan birini ĥisābsuz Ǿaskere serdār idüb Fūr-ı Hindį’nüñ üstine gönderdi. ǾAskerdür eŧrāf u eknāfı ġāret iderek Fūr-ı Hindį’nüñ üstine vardılar. Cenk idüb cümle Ǿaskerini perįşān eylediler ve kendisini ele getürüb helāk eylediler.”

e) Nûşâbe

Nûşâbe, Şehnâme’de ve Ahmedî’nin eserinde Kaydafe ya da Kaydâfa ismi ile karşımıza çıkmaktadır. Oysa Taberî’ye göre bu iki isim birbirinden farklı iki kişiyi temsil etmektedir. Nûşâbe Berdâ adlı bir şehrin hükümdarıdır. Yanında dört bin kadın vardır ve hepsi de onun kuludur. Yüzünü kadınlardan başka kimse görmemiştir. Emri altındaki halk dahi Nûşâbe’yi görmemiştir. Nûşâbe, geceleri taştan yapılmış bir odasında, sabaha kadar ibadet edip, kendi geleneğine göre tapınmaktadır. İskender’in bu hükümdar ile aralarında bir düşmanlık olmamış ve İskender Nûşâbe’ye zarar vermemiştir.

Kaydâfe ise Amelâk’ın kızıdır. Kaydâfe, şehir şehir gezmekte olan İskender’i bir elçisini göndererek karşılamadığı için kızdırmıştır. İskender’le aralarında bir husumet oluşunca da İskender onun ülkesini sular altında bırakmıştır.99

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Şehnâme’de Kaydafe, Yaşar Akdoğan’ın çalışmamıza kaynak teşkil eden eserinde ise Kaydâfa şeklinde yazılmış olan bu isim, tercüme eserde Nûşâbe şeklindedir. Nûşâbe, eserde Acem diyarında bulunan Berda’ adlı vilayetin padişahıdır. Daima ayş ve işretle ömrünü geçiren, sazende ve çengilerle demler süren bir kadın hükümdardır. Aklı ve düşüncesi ile almış olduğu tedbirler, birçok bilge kimsede hayranlık uyandıracak şekildedir. Bilgeliğinin yanında, aynı zamanda güçlü bir kadın da olan Nûşâbe, dilâverlerden oluşan bir orduya ve son derece gösterişli bir varlığa sahiptir.

99

Ebû Cafer Muhammed Bin Cerir’üt-Taberî, Tarih-i Taberî, çev. M. Faruk Gürtunca, C. 2, Sağlam Yay., İstanbul, s. 217, 250, 260.

78 [83a T, 32b M]

“…..kendünüñ yanında otuz biñ ķadar dilāver ü şehbāz ħidmetkārları olub her biri cenk güninde niçe bölük Ǿaskere ķarşu ķordı. Rüstemler cevāb virmege ķādir degil idi. Cümle memleketi ķulları żabŧ idüb bir ŧarafdan düşmen žuhūr eyledikde varub düşmeni perįşān eylerler idi.”

[83b T, 32b/33a M]

“……pādişāhlara lāyıķ bir sarāyı vardur ki ancılayın sarāy hįçbir şehrde görülmemişdür. Şāhāne döşemelerle döşenüb ortalıķ yerinde yek-pāre billūrdan bir taħt ķurub eŧrāfında ĥisāba gelmez şeb-çerāġlar vardur. Şöyle ki gice olduķda ay gibi żiyā virüb aślā mūm yaķmaġa ĥācet olmaz ve ol taħtuñ yolına çaķıl ŧaşı yerine laǾl ü cevāhir döşenmişdür.”

Nûşâbe, Acem şahları neslinden olup, daima perde altındadır ve bunca zamandan beri yüzünü kimse görmemiş, yanına erkek kısmından kimse yaklaşmamıştır. Birçok hâkime galebe çalacak kadar tam ve mükemmel bir yetkiye sahip olan bu hükümdar, halkını görüp gözetmede ve vilayetinin işlerini görmede kıl kadar kusur işlememiştir.

Ahlaki değerler hususunda üstün bir vasfa sahip olan Nûşâbe, geceleri yalnız bir saat kadar uyuyup, geri kalan vaktini ise Hakk te’âlâ hazretine kulluk edip, ibadetle geçirmektedir.

İskender, kendisi için bir tehlike yaratabilecek olan bu hükümdar hakkında önceden duydukları ve Nûşâbe’nin her biri birbirinden güzel, şahlara layık şarap ve yemekleri kendisine göndermesi üzerine onu görmek ister. Nûşâbe de kendisi için tehlike olabilecek olan İskender’e karşı önceden tedbirini almış ve onun sûretini yaptırmıştır. Gayet akıllı ve feraset sahibi olan Nûşâbe, İskender’i elçi kılığında karşısında görünce onu tanımıştır. İskender bunu her ne kadar inkâr etse de Nûşâbe’nin uzattığı resim karşısında bir şey söyleyememiş ve büyük bir korkuya düşmüştür.

79

Nûşâbe, İskender’in karşısında onunla savaşmaktan çekinmeyeceğini, birçok dilâverin alnına dağ vurmaya kadir dişi bir aslan olduğunu söyleyerek, ona gözdağı verir. Hırsına tutsak olup, dünya malına ve mülküne sahip olanların kazandıklarından hiçbir fayda görmediğini ve bırakıp gittiklerini, kendilerini de aynı sonun beklediğini söyler. İskender’i mağlup duruma düşüren Nûşâbe, merdâne sözleri ve nasihatleri ile onu kendisine hayran bırakmayı başarır. Böylece iki hükümdar yaptıkları anlaşma ile dost olurlar.

[87a/87b T, 37a M]

“Pes Nūşābe İskender’e ortalıķda geçen taķśįrātdan ötüri ħāŧırı ķalmayub intiķām ķaśd eylememesine Ǿahd itdirdi ve kendü ķalemi ile bir Ǿahd-nāme yazdırub eline aldı ve iǾzāz ü ikrām ile pādişāhı sarāyından ŧaşra gönderdi. Çünki İskender sarāydan çıķub ķorķudan emįn oldı. Ħalāśını Ĥaķķ teǾālā ĥażretinden bilüb çoķ şükrler eyledi ve otaġına gelüb kendü śafāsına meşġūl oldı.”

f) Kaytâl

Kaytâl, Nûşâbe’yi esir alan Rus taifesinin serdarı olarak metinde yer almaktadır. İskender’le yapılan mücadelede mağlup tarafı yöneten Kaytâl, Nizâmî’ye göre anlayışsız ve ömürlerinde mal ve hazine görmeyip, daima zaruret içinde olan bir kavimdendir. Ordusundaki askerleri ise her ne kadar sayıca rakibinin askerlerinden üstün olsa da onlarla cenk etmeye kâdir değillerdir. İşi gücü hile ile yol kesip, etrafı yağma etmekten başka bir şey olmayan bu askerlerin, merdâne savaşmaya canları yoktur ve savaşla ilgili zırh ve mühimmatlardan da oldukça yoksun bir durumdadırlar. Kaytâl içinde bulunduğu bu durumun apaçık farkındadır ve askerine rakibinin karşısındaki acziyetini şöyle ifade etmektedir:

[108b T, 59b M]

“İskender Hind ü Çįn’e varub ĥālā yanınca bu ķadar māl u Ǿasker ü ħazįne getürmüşdür. ǾAskerini bozduķda cümle mālları elimüze girüb bir daħı dünyāda māla muĥtāc olmayub nekbetįlikden ħalāś oluruz ve İskender’i bozduķdan śoñra

80

artıķ bir vilāyet ħalķı bizüm öñimüze ŧuramayub İskender gibi yedi iķlįm dört gūşeye mālik olub elimüze cihān mālları girüb biz de sāǿir vilāyetüñ ħalķı gibi devlet bulub kāmrān oluruz diyüb bunuñ gibi sözlerle vāfir esdi śavurdı.”

Metinde Rus askerlerinden ifrite benzeyen, kimsenin galip olmak değil, talip olmaya bile cesaret edemediği ve kendisine ne ok geçer, ne de kılıç keser tabiriyle anlatılagelecek güçte olan bir dilâver üzerinden, Rusların bu türden kişileri nasıl bulduklarına dair yapılan bir anlatı ilgi çekecek niteliktedir ve Rus askerlerini bilip ayırmada önemlidir.

[112b/113a T, 64a/64b M]

“……ķaranlıķ vilāyete yaķın yerde bir ŧaġ var imiş ki buncılayın niçe ādemler ol ŧaġda olurmuş. Her biri ki gerçi śūret-i insānda ise de lākin ne śoydan olduķlarını kimse bilmez imiş. Libās u ŧaǾām ķaydında olmayub giydikleri ķoyun pōstı ve yedikleri penįr olub ġayri şey yemezler imiş ve alınlarında gergedān boynuzı gibi boynuzları olub uyķuları geldikde bir aġaca çıķub boynuzını muĥkem bir ŧala śaplayub uyur imiş. Rus çōbānları ŧaġlarda gezerken rāst geldikde otuzı ķırķı bir yere gelüb aġaç üstinde uyurken zencįrlerle muĥkem baġlayub andan śoñra güçle aşaġı çeküb indirirler imiş. Pes yere indikde ĥayķırub zūr idüb bendlerini ķırub çōbānları bir dal arķasıyla helāk idermiş ve eger baġları pek muĥkem olub ķırmaġa ķādir