• Sonuç bulunamadı

C. Metnin Şahıs Kadrosu

9. Metinde Yer Alan Kadın Tipler

Rûşeneg, tarihte olduğu gibi eserde de Dârâ’nın kızı, İskender’in eşi ve İskenderûs’un annesidir. İskender, Dârâ’nın vasiyeti üzerine kızı Rûşeneg ile evlenmiş ve ondan İskenderûs adında bir oğlu olmuştur. Eserde görüldüğü üzere Rûşeneg, altın ve la’l gibi kıymetli taşlarla süslenmiş bir şekilde, kimsenin görmediği

149

İlyas Çelebi, “Ye’cûc ve Me’cûc”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 43, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 2013, s. 373-375.

127

bir çeyiz ile İskender’in haremine gelmiştir. Ayrıca dünyada misli bulunmaz bir güzellikte olup, İskender onunla evlendiği için de Hakk’a şükretmiştir.

[74b T]

“……ķızum Rūşeneg ki cihānda miŝli bulunmaz bir nāzenįndür. Alub kendüñe ħātūn idinesiñ.”

[79a T]

“Andan śoñra Rūşeneg’i zer ü zįvere ġarķ idüb laǾl [ü] cevāhirle ārāste eylediler. ǾArabaya bindürüb cümle aǾyān-ı devlet gözler göremedik çehįz ile gümüş tekerli altun Ǿarabaya bindürüb öñine düşüb hezār iǾzāz ü ikrāmla İskender’üñ ĥaremine getürdiler.”

Ahmedî’nin eserinde, Dârâ’nın kızı Rûşeneg/Rûşenek’ten bahsetmediği görülmektedir.

b) Perî Duht

Perî Duht, Hint padişahı Keyd’in kızıdır. Keyd’in İskender’e gönderdiği birbirinden kıymetli dört hediyeden biridir. Perî Duht o kadar güzel bir kızdır ki dünyada henüz başka bir örneği bulunmayan, baktıkça insanın gözlerini kamaştıran, adeta insan görünümlü bir peridir. İskender kızı görür görmez ona âşık olur ve Hz. İbrâhîm (a.s.) şeriatı üzere onunla evlenir.

[97b T, 48a M]

“………bir nāzenįn meh-pāredür ki nigāhında hezār Ǿāşıķa cāngāhdur. Cihāna miŝli gelmemişdür. Yañaġı gül, śaçı sünbül, beñi Hindū, zülf[i] Ǿanber-bū, ķaşları māh-ı nev, siyāh tozlı yay ve çehresi bedr olmuş ay, ĥoķķa aġızlı, gerdeni kāfūrdan, püskürme beñli, ince belli, teni yāsemįnden nāzük bir pençe-i āftābdur ki baķdıķça ādemüñ gözi ķamaşur. Ādem śūretinde bir perį. Cümle güzel her yeri.”

128

Taberî Tarihi’nde bu kızın adı Nefşân olarak geçmektedir. Keyd, kızı Nefşân için İskender’in elçisine,

“Dünyada benim de bir kızım var, Gözler baygın uzunca saçlar! Tektir onun ismi hem cihanda, Yoktur ona eş bugün, şu anda!” der.

İskender altı ulu filozofunu Keyd’e yollayıp, o uğurlu dört eşyayı görerek kendisine haber getirmelerini emreder. Filozoflar da gördükleri kadehin ve hakîmlerin hünerlerini İskender’e bildiren bir mektup yazarlar. Aynı zamanda kızı görünce şaşkına dönen filozofların her biri, kızın bir uzvunu överek İskender’e durumu bildirirler. İskender, eserde görüldüğü gibi İbrahim peygamber (a.s.)’ın göreneğine uyarak, Hintli prenses Nefşân’la evlenir.150

Ahmedî’nin eserinde, Hint padişahı Keyd’in kızının adı Şehr-bânû olarak görülmektedir. Nimet Yıldırım’ın ise incelediğimiz eserinde bu kızın adının kaynaklarda “Kenke” olarak geçtiğine dair bir bilgiye yer verdiği görülmüştür.151

c) Mâriye

Mâriye, Aristo’nun kendisine kimya ilmini öğrettiği bir öğrencisi olarak eserde yer almaktadır. Babasından kalan kaleleri düşmanlarından korumak için İskender’in dergâhına onları şikâyete gelen Mâriye, bu sebeple Aristo’nun yardımıyla ilm-i kimya öğrenir ve kimya ile cihan mallarını peyda eyleyerek hizmetindeki herkese ihsanda bulunur.

Mâriye gayet akıllı ve hikmet sahibi bir kadındır. Kendilerine bu ilimden öğretmesi için kapısına gelen ilim sahibi, fakat fakir hakîmlere hile yapmış ve

150

Taberî, C. 2, s. 232-234.

151

129

manasız sözler söyleyip, hakîmlerin aldanmasını sağlayarak, boş yere zahmet çekmelerine sebep olmuştur.

Mâriye’nin Kârûn kadar zengin olduğunu duyan halk onun, bugün yarın ayaklanıp, sahip olduğu malların gücü ile âlemi harap edebileceğini söyleyerek, İskender’i sinirlendirmişlerdir. Fakat Mâriye, Aristo’nun durumu anlatan haberi sayesinde, İskender’e gönderdiği hazinelerle ona kulluğunu arz ederek, kendisini affettirmiştir. Aristo Mâriye’nin zâhide bir kadın olduğunu bilmektedir. Bu sebeple Mâriye’nin isyan edebileceğine ihtimal vermediğini İskender’e hissettirerek, ona yardımcı olmuştur.

[123a T]

“Rivāyet olunur ki Şām memleketinde bir ħātūn var idi ki adına Māriye dirler idi……….Māriye’dür bu ĥāli gördükde şikāyetden ferāġat idüb vezįre şākird oldı ve niçe zamān ħiźmetinde olub Ǿilm ögrendi.”

[124a/124b T, 77a M]

“…….şehriyārum Şām ŧopraġında bir ħātūn kįmyā ile māl-ı Ķārūn’a mālik olub yanına Ǿasker cemǾ idermiş. Bugün yarın ħurūc idüb māl ķuvveti ile cihāna bir fitne bıraġub Ǿālemi ħarāb eyler didiklerinde pādişāhdur ġażaba gelüb ķaśd eyledi kim Māriye’nüñ başına cihānı teng ide. Arisŧo’dur bu ĥālden ħaberdār olduķda şehriyārum ol ħātūn bir Ǿāǿide vü zāhidedür ki ĥāşā andan buncılayın iş gelüb pādişāhuma Ǿiśyān ide.”

Mâriye ismine Ahmedî ve Firdevsî’nin eserlerinde rastlanılmamıştır.

Bu isimlerin dışında, eserde adı belirtilmemiş kadın kahramanlar da yer almaktadır. İskender’in ve Rûşeneg’in anneleri, İskender’in yardım ettiği dul kadınlar ve Kıfçâk sahrasında karşılaştığı yüzü açık kadınlar, yazarın bir rivayette değindiği çok fakir bir durumda iken, zengin olup isteğine kavuşmuş bir adamın hamile eşi ve câriyeler eserin diğer kadın kahramanlarıdır.

130

Taberî’ye göre İskender’in annesinin adı Nâhide (Venüs), Rûşeneg’in annesinin adı ise Gül-ârâ’dır.152

Bu isimler Şehnâme’de Nahid (İskender’in annesi) ve Dilarây (Rûşeneg’in annesi) şeklindedir. Ahmedî’nin eserinde ise İskender’in annesinin adı Rûkıyâ’dır ve eserde Dârâ’nın kızı Rûşeneg’ten bahsedilmediği gibi kızın annesinden de bahsedilmemektedir.

10. Diğer Kahramanlar a) Feylekûs

İskender’in babası Feylekûs’un adı tarihte, Makedonyalı II. Filip (Philippos) şeklinde geçmektedir. M.Ö. 336’da bir suikast sonucu öldürülünce yerine oğlu İskender kral ilan edilmiştir.153

Eserde Feylekûs’un Hz. İshak (a.s.) neslinden namlı bir padişah olduğu söylenmektedir. Rum ülkesindeki şehirlerin her biri onun eli altındadır. Şanı ve şerefi büyük olan bu padişahın haddi hesabı olmayan hazineleri ve askerleri bulunmaktadır. Halka adaletle davranıp, mazlumların hakkını zalimlerden alan Feylekûs’tan çevresindeki padişahlar da korkup, ona kulluklarını arz eylemişlerdir.

[55b T, 1b M]

“…….Rūm vilāyeti pādişāhlarından ĥażret-i İsĥaķ Ǿaleyhi’s-selām silsilesinden bir pādişāh-ı nāmdār var idi ki adına Feyleķūs dirler idi.”

Feylekûs akıllı bir padişahtır. Kendisinden haraç isteyen Dârâ ile cenk etmenin doğru olmadığını ve biraz da kendi rahatını düşünerek ona yardım etmiş, aralarında dostluk bağının oluşmasını sağlamıştır.

İskender’in aslı ve nesli konusunda, tarihî kaynakların ihtilafa düşmesini eserin de onayladığını görmekteyiz. Eserde, İskender’in babasının kim olduğu konusundaki rivayetlerin bir açıklaması yapılarak, bu konudaki en doğru bilginin, İskender’in,

152

Taberî, C. 2, s. 211.

153

131

Feylekûs’un hareminde bulunan, dünyaya bir gelenlerden denilebilecek güzellikteki bir cariyesinden olduğu söylenmektedir.

[56b T, 2b M]

“Ammā śaĥįĥi budur ki İskender Feyleķūs’uñ kendüsinden ĥāśıl olma öz evlādıdur. Nitekim rivāyet iderler ki Feyleķūs’uñ ĥareminde bir nāzenįn cāriye var idi ki yañaġı gül, śaçı sünbül………..idi.”

Feylekûs’un uzun bir süre hiç evladı olmamıştır ve evlada hasret bir şekilde yaşamıştır. İskender doğunca da Allah’a hamd edip, şükürler eyleyerek İskender’e, padişahlara ve dilâverlere layık olan hünerleri öğretmesi için hakîmler görevlendirmiştir. Kendisi ölünce de yerine, oğlu İskender padişah olmuştur.

[56b T, 2b/3a M]

“…….pādişāhuñ hįç evlādı olmamaġla dünyāda evlāda ĥasret idi ve pādişāhuñ günlerde bir gün cāriyesidür ĥāmile olub ayı güni tamām olduķda bir mübārek vaķtde ay pāresi gibi bir oġul ŧoġurduķda Feyleķūs’uñ gözi aydın olub Ĥaķķ’a çoķ şükrler eyledi.”

Çalışmamıza kaynak teşkil eden Nimet Yıldırım’ın eserinde bu ismin “Filikos”, Yaşar Akdoğan’ın eserinde ise aynı ismin “Feylekûs” şeklinde okunduğu görülmüştür.

b) Mânî

Mânî, Zerdüşizm, Hıristiyanlık ve bunun gibi birçok dinin karşımı bir din olan Maniheizm dininin kurucusu ve bir ressamdır. Onun Bâbil’de ya da Susa civarında doğduğunu söyleyen rivayetler bulunmaktadır. Yine rivayetlere göre, Çin’de resim ve minyatür sanatlarında büyük etkilerde bulunmuş ve Doğu edebiyatında Çinli nakkaş olarak yer almıştır. Başka bir kaynağa göre ise Mânî, Mani metinlerdeki dini tasvirlerin anlaşılması için minyatürler yapmış ve bu sayede minyatürün babası sayılmıştır.

132

Divan şiirine Mânî, resimdeki ustalığı ile konu olmuş ve şiirde Çin ülkesi, büt-i Çinî, nakş ve nakkaş gibi kelimelerle beraber kullanılmıştır. Sevgilinin güzelliğinin anlatılacağı vakit de yine Mânî’nin ismi anılmıştır. Sevgili o kadar güzel ve mükemmeldir ki Mânî bile onun tasvirini yapamamaktadır.154

Eserde Mânî ile ilgili bir rivayetten bahsedilmektedir. Rivayete göre Mânî, Acem diyarında yaşayan usta bir nakkaştır ve tasvirleri de herkeste hayranlık uyandırmaktadır. Mânî bir gün Çin vilayetine giderek, buradaki Çinli nakkaşlarla karşılıklı hüner gösterisinde bulunmuş ve yaptığı bir tasvir ile Çinli üstatların takdirini kazanmıştır.

[104a T, 55b M]

“Rivāyet olunur ki zamān-ı evvelde ǾAcem diyārında bir üstād naķķāş var idi ki adına Mānį dirler idi. Eyledügi taśvįrlere Ǿaķıllar ĥayrān olurmuş. Günlerde bir gün Mānį’dür ǾAcem diyārından Çįn vilāyetine sefer eyler. Tā ki varub anda olan üstādları görüb hünerlerini seyr ü temāşā eyleye.”

Ahmedî eserinde, Kaydâfa’nın İskender’in tasvirini yapması için bulduğu nakkaşa kıyas unsuru olarak Mânî ismini kullanmıştır. Firdevsî ise ressam Mânî’den bahsetmemiştir.

c) Âdlî

Âdlî, ölümsüzlük sırrının olduğu bilinen bir şehirde, orada yaşayan halktan birinin adı olarak eserde yer almaktadır. İskender âb-ı hayatı bulamayınca ihtiyar bir adam ona, hiç kimsenin ölmediği bir şehirden ve bu şehrin yanındaki büyük bir dağdan bahseder. Kimsenin sırrına vâkıf olamadığı bu dağ, şehirde ölmek üzere olan insanları kendi adlarıyla çağırmakta ve oraya giden insanlar bir süre sonra gözden kaybolmaktadırlar. Bu kişilerden biri de Âdlî’dir.

[118a/118b T]

154

133

“……bu maĥalle yaķın yerde bir maǾmūr şehr vardur ki anda hįç kimse öldügi görülmemişdür ve şehrüñ yanında bir Ǿažįm ŧaġ vardur. Gāh gāh ol ŧaġdan bir śadā gelüb Ādlį adıyla şehr ħalķından birine çaġırur. Hemān-dem ol kimse cān atub ol ŧaġa ŧoġrı gidüb nā-bedįd olur.”

Firdevsî ile Ahmedî’nin eserlerinde bu isme değinmedikleri görülmektedir.

d)Erşimîdeş

Erşimîdeş, Aristo’nun öğrencilerinden biridir. Eserde tabir edildiği şekli ile Yunanistanlı bir asilzade olan bu civan, az zamanda birçok ilmi ve marifeti öğrenecek kadar akıl ve idrake sahiptir. Bu sebeple İskender’in de sevgisini kazanır. İskender, marifetinden ötürü Çin hakanının kendisine verdiği cariyeyi civana bağışlar. Bundan sonra ise eserde, civan, İskender’in civana bağışladığı cariye ve Aristo üçlüsü etrafında bir hikâye anlatılır. Hikâyede Erşimîdeş hakîmin yer yer gaflete düştüğü, yine de az zamanın içinde kâmil olduğu görülmektedir.

[122b T]

“Rivāyet olunur ki Yūnān’da bir aśįlzāde civān var idi ki adına Erşimįdeş dirler idi. ǾAķl u idrāk śāĥibi olmaġla Ǿilm ü maǾrifet ögrenmege ŧālib olub Arisŧo’ya şākird olmuşidi.”

Firdevsî ve Ahmedî bu isme eserlerinde yer vermemişlerdir. e) İskenderûs

İskenderûs İskender’in oğludur. Annesi Rûşeneg’tir. Rûşeneg onu Rûm vilayetinde kutlu bir zamanda dünyaya getirmiştir ve adı da İskender’in fermanı üzere İskenderûs konulmuştur.

134

“Rūşeneg’üñ ayı güni tamām olub bir ķutlu demde altun başlı śırma śaçlı bir şehzāde ŧoġurdı. İskender’e müjdeciler gidüb dünyāya bir şehzādeleri geldügini beyān eylediler. Ziyāde şād olub dünyālar kendünüñ oldı. Fermān eyledi kim adını İskenderūs ķoyalar.”

Eserde İskender’in peygamberlik şerefi ile müşerref olunca, halkı Hakk’ın yoluna eriştirmek için sefere çıkacağı sırada, oğlu İskenderûs’u kendi yerine tahta geçirdiği ve memleketi oğluna, oğlunu ise annesine emanet ettiği görülmektedir.

[128a T, 81a M]

“Andan śoñra oġlı İskenderūs’ı kendü yerine taħta oturdub niçe naśįĥatler eyledi ve anasına oġlını sipāriş idüb ben sefere gitdikden śoñra ħalķa geregi gibi ĥükūmet idüb Ǿadl ü dād ide ve kendü hevāñuza uymayub Ĥaķķ teǾālānuñ emr eyledigi yola gidesiz diyüb……..”

Taberî Tarihi’nde İskenderûs’un Aristo tarafından eğitildiği ve bilgi yolunda yetiştirildiği belirtilmiştir. Taberî’ye göre, İskender öldükten sonra geride İskenderûs kalmıştı. Aristotalis ona felsefe öğretmişti. Yunan orduları ve İskender’in has kişileri İskender’i mezara koyduktan sonra, oğlu İskenderûs’un katında toplanıp onun, babasının yerine kral olmasını istediler. İskenderûs krallığı kabul etmedi ve “Dünya

padişahlığının ne kadar sebatı olur? Ben bizi Yaradan’a ibadet ederim. Ümidim şudur ki âhiret padişahı olayım!” dedi ve kendisini ibadete adadı. İskenderûs tahta

geçmeyince de İskender’in yakınlarından Ergoş adındaki bir kişiyi kral ilan ettiler.155 İskenderûs’un, yukarıda belirttiğimiz durumların dışında, eserde herhangi bir şekilde ismi zikredilmemiştir. Firdevsî’nin eserinde ise İskenderûs’un bahsi geçmemektedir. İskender ölümü yaklaşırken annesine yazdığı mektupta, Rûşeneg eğer bir erkek çocuk doğurursa Rum ülkesinin padişahının ondan başkası olmayacağını ve adını yaşatacağını söyleyerek, o ana kadar bir oğlu olmadığını zaten belirtmektedir.

155

135

Eserde doğrudan doğruya adı geçen buraya kadar bahsetmiş olduğumuz şahısların dışında, isimleri söylenmemiş fakat olay örgüsünün şekillenmesinde önemli etkileri bulunan kişilerin de varlığı söz konusudur. Tespit edebildiğimiz kadarıyla metinde yer alan bu kişileri şu şekilde sıralayabiliriz: İki haremzâde, iki hizmetkâr, elçiler, pîrler, sâhir ve ateşperest kimseler, sâzende ve çengîler, nedîm, sîmîn-ten sâkîler, şehzâde, ehl-i dîvân, Arap kabileleri, câriyeler, musavvirler, çâşnîgîrler, nakkâşlar, şeyh, âbid, zâhid, sûfî kimseler, harâmîler, dervîş, kapucılar, dizdâr, hazinedârlar, ulak, ihtiyar bir kimse, casuslar, kâtipler, bâzergân, vezir, hidmetkârlar, gözciler, rakkâslar, hânende, perdedâr, meh-pâreler, musâhibler, bekçiler, hükemâ, ulemâ, ukalâ, taze bir civan ve onun ihtiyar, hasta babası, velîler, sâlihler, berber, çoban, attâr, Bağdâd halifesi, gammâzlar, koyun sahibi bir kimse ve İskender’in birçok acayipliğe şahit olduğu şehirlerdeki kimseler.

D. Zaman

Eserde Rum vilayeti hükümdarlarından Feylekûs’un padişahlığı ile başlayıp, İskender’in ölümü ve İskenderiyye’ye defnedilmesi ile son bulan olaylar zincirinde, her bir vakanın gelişim sürecinin birbirinden farklı ve bir o kadar da belirsiz oluşu dikkat çekmektedir. İskender’in yedi iklime hükmetme gayesiyle çıktığı yolculuklar, çevresindeki hükümdarlar ile yaptığı savaşlar ve aynı hükümdarlarla arasında geçen mektuplaşmalar, hakîmlerle yapılan sohbetler, savaş sonrası yapılan eğlenceler, dağ ve sahralardaki geşt ü güzâr vs. olaylarda genel anlamda belirsiz zaman ifadelerinin hâkim olduğu, bu sebeple İskender’in doğumundan ölümüne kadar geçen sürenin muayyen olmadığı görülmektedir.

Eserde yer alan kesin ve net zaman ifadelerinin “bir hafta, bir saat, kırk gün kırk gece, bahar vakti, bir ay, bir yıl, yedi yıl, bir saat geçtikten sonra, iki günden berü, kuşluk vakti” ile sınırlı olduğu görülmektedir. Örneğin, İskender Zengî askerini bozduktan sonra orada bir hafta kalmış ve ardından Mısır’a gitmiş, içinde haramîlerin yaşadığı bir kaleyi kırk gün kırk gece kuşatmaya çalışmış, Çin vilayetine yakın bir yerde bir ay sayd ve şikar eylemiş, kırk gün boyunca âb-ı hayatı aramış ve

136

kırk gün içinde zulmâttan, bir ayda da elmas madeninin bulunduğu yerden çıkmış, bir ay toprağı sarı kavimli olan bir çölde kalmıştır.

“Tamām-ı murād üzre otlı śulı yerlere geldiklerinde bir hafta ol maĥallde ķarār idüb atları ota śaldılar.” [98a T, 49a M]

“……tamām bahār vaķti olub cihānuñ tāzelendigi demler olduġıçün her gün bir mesįreye ķonub śayd u şikār iderek yola girdiler.” [95a T, 45b M]

“…….bu ĥāl üzre kāmil bir ay gidüb žulmāta varub ŧayandılar.” [116b T, 68b M]

“Tamām ķırķ gün gidüb Çįn deryāsı kenārına geldiler.” [131b T]

Bunun yanında, her olayda olmasa da bazı olayların ne kadar sürdüğünü tahmin edebilmemize yardımcı olan “sabah oldukda, ahşam oldukda, sabahdan berü, gice oldukda, sabaha dek, gice ve gündüz, dün gice, ahşama dek, dün yarıları” gibi zaman ifadelerinin de varlığı söz konusudur. Bu sebeple İskender’in Dârâ ile aralarında geçen savaşın yaklaşık iki gün ve Ruslarla yapılan savaşın da sekiz gün sürdüğünü düşünebiliriz. Çin hakanı ile kurulan dostluğun ardından, hakanın İskender’i sarayında iki gün süre ile ziyafet edip, ona hediyelerini sunduğunu ve Nûşâbe’nin de aynı şekilde İskender’le yaptığı anlaşmanın ardından, onun ordusuna gelerek iki gün boyunca birlikte ayş ve işretle sefalar sürdüklerini görmekteyiz.

“Ol gice de geçüb śabāĥ olduķda İskender’dür cümle Ǿaskeriyle……” [105b T]

“Pes bu üslūb üzre ol giceyi śabāĥ eylediler. Çünki śabāĥ oldı.” [88a T, 37b M]

İskender’in genel olarak, gittiği şehirlerde ne kadar kaldığını ve bu şehirler arasında yapmış olduğu yolculuğun ne kadar sürdüğünü tespit etmemize engel olan belirsiz zaman ifadelerini ise şu şekilde sıralayabiliriz:

“Az zamanun içinde, ol zamanda, bir gün, vakti geldikde, günlerde bir gün, niçe günler, niçe zaman, günden güne, ol vaktde, bunca zamandan berü, ol demde, ol

137

günde, her vaktde, her zaman, bir mübarek vaktde, bugün yarın, bu kadar zamandan berü, geçenlerde, her gün, bir zamandan sonra, biraz zaman, yakın zamanda, birkaç gün, niçe rûzgâr, birkaç gün geçdikden sonra, bir zaman, bir gice, birkaç güne dek, bunca günden berü, niçe yıllar, birkaç yıldan sonra, bir zamandan sonra bir gün, bir iki hafta, bir mikdar, geçmiş zamanda, ol gice, biraz müddet” gibi.

“Bir niçe gün içinde bir Ǿažįm sedd çeküb…….” [133a T]

“Bu ĥāl üzre İskender’dür günlerde bir gün KaǾbe-i mükerremeye geldi.” [82a T, 31a M]

“…….birķaç gün geçdikden śoñra Arisŧo’yı yanına çaġırub……..” [78b T, 26a M]

“Pes birķaç yıldan śoñra cāriyenüñ Ǿömri āħir olub bu dünyādan gitdikde…..” [123a T]

“Bir zamāndan śoñra bir gün vezįre ĥālini Ǿarż idüb vilāyetine gitmege iźn istedi.” [123a T]

“…..şehrdür ŧonanub niçe günler cümle ħalķ Ǿayş u Ǿişretler idüb źevķ ü śafāda oldılar.” [79a T, 26b M]

Eserde yer yer, geçmişteki herhangi bir zamana gidilerek, olaylarla bağlantı kurulacak şekilde hikâyelerin anlatıldığı, bu sayede geriye kırılmalar yaşanarak asıl vakanın gelişim sürecinin askıya alındığı görülmektedir. İskender’in Nûşâbe’nin karşısında kazaya rıza gösterip, teslim olmaktan başka çaresinin bulunmadığı süre içerisinde, geçmişte bir zamanda idama götürülen bir adamın hikâyesini anlatması ya da yazarın zaman zaman araya girerek konu hakkında bilgi vermesi (Kıfçâk sahrasındaki tılsımın hala orada bulunmasına dair bir rivayetin aktarımda olduğu gibi.) buna örnek teşkil etmektedir.

Metnin asıl karakteri İskender’in dışında gelişen bazı hikâyelerin varlığı da söz konusudur. Bu hikâyeler vasıtasıyla, İskender çevresinde seyreden zamanın, belli bir

138

süreliğine durdurulduğu görülmektedir. Nakkaş Mânî ile Çinli resim üstatları arasında geçen hikâyenin anlatımında olduğu gibi.